Hizbullah-İsrail Savaşı Lübnan’a ne getirir?

İsrail’in bölgede devam ettirdiği saldırılar, kalıcı sonuçlara yol açabilecek nitelikte. Gazze’den sonra Lübnan’ı hedefe koyan İsrail, ne yapmak istiyor? Hizbullah’a ne olabilir? Lübnan içi dengeler nasıl değişebilir? Dr. Özlem Acar yazdı.

Hamas’ın 7 Ekim’de düzenlediği  “Aksa Tufanı” saldırısı bölgede sadece Filistin’i değil Lübnan ve İran’ı da İsrail’in hedefine koydu.

Büyük bir ihtimalle Aksa Tufanı saldırısı sonrasında ne Hamas yönetimi ne de Hizbullah ve İran yetkilileri, İsrail’in bu denli yıkıcı saldırılarla karşılık vermesini beklememişlerdi. Gelinen aşamada Gazze’deki İsrail saldırıları katliam boyutlarında sürüyor. Batı Şeria ve Lübnan da özellikle son haftalarda geniş çaplı İsrail saldırılarına hedef oluyor.

İsrail Suriye ve İran’da da spesifik hedeflere yönelik ve İranlı yetkililerin yanı sıra Hizbullah ve Hamas yöneticilerinin de hedef alındığı nokta operasyonlar gerçekleştirdi. İran tarafından desteklenen ve kendisini Lübnan’ın en güçlü askeri ve siyasi gücü olarak konumlandıran Hizbullah, son aylarda İsrail’in çeşitli nokta hedefli saldırılarında   artarda bazı üst düzey yöneticilerini kaybetti. Böylece askerî komuta kademelerinde büyük kayıp verdi.

Daha da ötesinde İsrail’in sadece doğrudan savaş yerine farklı saldırı tarzları da geliştirmesi İsrail ve “düşmanları” açısında yeni bir aşama oldu. Hizbullah üyelerinin kullandığı ve yaklaşık beş ay önce temin edilen çağrı cihazlarına eş zamanlı gönderilen bir mesajla daha önceden içine yerleştirilmiş olan patlayıcılar infilak ettirildi. Planlı ve organize gerçekleştirildiği anlaşılan bu istihbari ve askerî operasyon sadece Hizbullah’a fiziki ve maddi zarar vermekle kalmadı, Lübnan’a yönelik İsrail tehdidinin büyüklüğü de görüldü. Halk arasında İsrail istediği zaman istediği kişiyi nokta operasyon ile yok etme gücüne sahip algısı ağırlık kazandı. Nitekim ülkedeki bu şok ve korku dalgası geçmeden 23 Eylül sabahında İsrail, Güney Lübnan ve Beyrut’ta Şiilerin yoğun olarak yaşadığı bölgelere saldırdı. Bu saldırılarda ölenlerin sayısı 1975 yılında yaşanan Lübnan İç Savaşı’ndan bu yana, yani neredeyse son 50 yılda ilk defa bir günde ölenlerin sayısını geçti.

Lübnan içi yoğun göç

Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah’ın haftalar önce İsrail saldırılarına rağmen Güney Lübnan’ın terk edilmeyeceği ve İsrail’in bölgeyi insansızlaştırma çabalarının karşılık bulamayacağını söylemişti.  Oysa, son bir hafta içinde özellikle kadınlar ve çocuklar, başta Beyrut olmak üzere ülkenin diğer bölgelerine sığındı. Bu durum Lübnan’ın dinî ve mezhepsel dengelerinin sarsılmasına neden olabilecek nitelikte.

Halkın hızlı bir şekilde Güney Lübnan’ı terk etmesindeki tek sebep İsrail’in saldırılarından korkmaları değil. Genel olarak Lübnanlıların ve özel olarak da Hizbullah taraftarlarının son yıllarda yaşanan ekonomik sorunlardan önemli ölçüde etkilenmesi, İsrail saldırıları karşısında Hizbullah’ın maddi desteği olmadan halkı Güney Lübnan’da kalma konusunda dirençsiz kılıyor.

İsrail saldırıları ve Lübnan’da kaos

23 Eylül’de Hizbullah hedeflerine yönelik saldırıların sürdüğü esnada İsrail’in Güney Lübnan’daki baz istasyonlarını kontrol altına aldığı yönündeki haberler yayıldı. Nitekim İsrail tarafından 80 bin Lübnan sabit hattı kullanıcısına ulaştığı belirlenen sesli mesajlar gönderildi. Ayrıca İsrail tarafından radyo yayınlarına sızılarak “Hizbullah’a ait silah depolarından ve Hizbullah mensuplarından uzaklaşılması aksi takdirde hedef alınabileceği” yönündeki uyarılar yapıldı.

Bölgeden gelen haberlere göre İsrail saldırılarından kaçarak Hristiyanların yoğun olarak yaşadığı bölgeler başta olmak üzere Lübnan’da Şii olmayan halkın yaşadığı bölgelere sığınan Güney Lübnanlılara karşı olumsuz bir tutum olduğu konuşuluyor. Bu sığınmacılar arasında Hizbullah mensuplarının olma ihtimalinin yarattığı endişe nedeni ile Şiilerin kendi bölgelerinde bulunması, diğer etnik ve dini topluluklara mensup kişiler tarafından endişe ile karşılanıyor. Zira bu endişede Hizbullah’a karşı olan olumsuz düşüncelerin yanı sıra, İsrail’in Hizbullah’ı bahane ederek bu bölgelere saldırma ihtimali de etkili.

İsrail’in bu son saldırıları ülkede işgal hatıralarının canlanmasına ve yeni bir korku dalgasının Lübnanlıları ele geçirmesinde etkili oldu. Lübnan son yıllarda ardı arkası kesilmeyen krizlerin sonucunda ekonomik anlamda yıkım yaşarken ülkede Hizbullah’ın politikalarına yönelik uzun zamandır bir tepki var. Hizbullah’ın Hamas’a destek amacıyla Lübnan’ın güneyinden İsrail’e yönelik eylemlerine cevap olarak İsrail de Lübnan’a saldırıyor fakat ülkede muhalefet Hizbullah’a karşı açık ve sert bir tepki vermiyor. Zira herhangi bir tepkinin Siyonizm’e destek olarak algılanması ya da yaftalanması riski, Hizbullah dışındaki kesimde, Hizbullah’a karşı açıktan bir tutum konmasının önüne geçiyor.  Bununla birlikte özellikle Şii olmayan en azından Hizbullah sempatizanı olmayan halk arasında Hizbullah’ın sürekli olarak güç kaybetmesi nedeniyle toparlanma ihtimalinin düşük olduğu düşüncesi ağırlık kazanıyor. Nitekim ülkede sakinliğin yeniden tesis edilmesi halinde sadece diğer dini ve etnik grupların değil Hizbullah politikalarından zarar gören Şiilerin de tepkilerini ortaya koymaktan çekinmeyecekleri yönünde bir beklenti hâkim.

Lübnan uçuruma mı sürükleniyor?

İsrail’in Litani Nehri’ne kadar olan bölgenin kontrolünü uzun yıllardır istediği biliniyor. İsrailli yetkililer, Hizbullah’ı hedef aldıkları ve Lübnan’da yıkıma yol açan 2006 yılındaki savaştan sonra her olasılığı düşünerek bugünün hazırlıklarını yaptıklarını söylüyorlar.  Bu da, Lübnan halkında İsrail’in Litani Nehri’ne kadar olan alanda bir tampon bölge oluşturacak şekilde kara operasyonuna girişeceği endişesine neden oluyor. Ayrıca İran ve Suriye’deki spesifik hedefler de dahil olmak üzere bölgedeki tüm saldırıları göz önünde bulundurulduğunda İsrail’in yaklaşan ABD seçimleri öncesinde Lübnan’ın güneyinde mümkün olduğunca hakimiyet kazanmayı hedeflemesi ihtimal dahilinde.

Hizbullah’ın Lübnan devlet yönetimindeki derinliği ve Güney Lübnan’daki hâkimiyeti göz önüne alındığında, böyle bir çatışma sadece Hizbullah için değil tüm ülke için yıkıcı olabilir. Olası bir savaş durumunda Lübnan ciddi ekonomik yıkım ve siyasi bölünme gibi sonuçlarla karşı karşıya kalma ihtimali hiç de uzak değil. Ayrıca ülkedeki Filistinli ve Suriyeli mültecilerin varlığı da göz önünde burulduğunda sosyal açıdan da riskli ve kontrolsüz bir döneme girebilir.

İsrail’in saldırıları sadece Hizbullah’a değil Lübnan altyapısında da zarar veriyor. Bu durum kriz içinde olan Lübnan açısından üstesinden gelinemez yıkımların oluşmasına yol açma potansiyeli taşıyor. 2006 yılındaki İsrail işgalinden farklı olarak Lübnan uluslararası toplumun desteğinden oldukça uzak. Lübnan, Hizbullah’ın devlet içinde devlet olmaya varan gücü nedeniyle destekçisi İran’ın nüfuz alanlarından biri haline dönüşmüştü.  Bu durum devam eden İsrail saldırıları sonlansa dahi ilerleyen dönemde Lübnan’ın kendini toparlaması için ihtiyaç duyacağı dış desteğin sınırlı kalmasına yol açabilir. Ekonomik boyutun dışında Lübnan’da oluşan yıkım muhalefet tarafından pervasız hareket ettiği düşünülen Hizbullah’a yönelik öfke ile birleştiğinde, zaman içinde ülkedeki farklı dini mezhepsel ve etnik gruplar arasında gerginliklerin ve çatışmaların artmasına yol açma riskini barındırıyor.

Hizbullah’a ne olur?

24 Eylül’de Hizbullah mensuplarının yanı sıra bölgedeki Şii milislerden oluşan yaklaşık 40 bin milisin Nasrallah’ın talimatını bekledikleri açıklanmıştı. Nasrallah, başından beri, “Direniş Ekseni’nin” birlikte hareket etmesi gerektiğini söylüyor. Ancak sıcak bir çatışmaya girdiğinde İran’ı fiziki olarak da yanında bulamayacağı da belli. Zira, bu İsrail ve İran arasındaki gölge savaşın fiili bir savaşa dönüşmesi anlamına gelecek. İran’ın böyle bir savaşı istememek için askeri, ekonomik, sosyal birçok nedeni var.

İran’ın yanı sıra, aslında Hizbullah’tan daha az güçlü ve hava kuvvetleri bile olmayan Lübnan Ordusu’nun da Hizbullah’ı yalnız bırakacağı düşünülebilir. Zira, özellikle 23 Eylül’deki hava harekâtı esnasında İsrail jetlerinin Lübnan Ordu Komutanlığı’nı taciz eden uçuşlar yapmasına karşın Lübnan Ordusu tepkisiz kaldı.

İran desteğinin olmaması halinde içinde bulunacağı durum Hizbullah için ölüm kalım meselesi. Nitekim İsrail’in öncelikle Hizbullah’ı yok etme aynı zamanda da bölgedeki hâkimiyetini pekiştirmek amacıyla sürdürdüğü saldırgan tutum Hizbullah’ın tüm gücünü ve alt yapısını kaybetmesine yol açabilir. Öte yandan İran’ın Hizbullah’a açık destek vermediği bir durumda, Hizbullah’ın bu süreç sonunda hayatta kalması halinde İran’ın hamiliğinden sıyrılarak kendi başına var olan bir aktör ve Ortadoğu’da Şiiler açısından bölgesel bir çekim merkezi olma ihtimali de mevcut. Bu durumun ilk sinyalini de İran’a mesafeli duran, söylemlerinde Iraklılık ve Arap kimliği vurgusu yapan Iraklı Şii lider Mukteda Es-Sadr’ın İsrail’e karşı Hizbullah’ın desteklenmesi gerektiği yönündeki açıklamaları ve hâlihazırda Golan Tepeleri’ne yönelmiş olan milislerin varlığıyla veriliyor.

Bu anlamıyla Hizbullah liderliğinde bölgedeki Şii milisler ile İsrail arasında gerçekleşecek olası bir savaş İsrail’in çatışmayı tüm Ortadoğu’ya yayma emelleri çerçevesinde sadece Lübnan’ı değil bölgedeki diğer ülkeleri de etkileyecek. İsrail’in bölgesel emellerinin büyüklüğü göz önünde bulundurulduğunda ne Lübnan’ın ne de bölgedeki diğer ülkelerin mevcut durumlarını hatta belki coğrafi sınırlarını koruyarak bu süreci atlatmaları mümkün olmayabilir.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 26 Eylül 2024’te yayımlanmıştır.

Özlem Acar
Özlem Acar
Özlem Acar, Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi’nde Kamu Yönetimi eğitimi aldıktan sonra aynı üniversitede Siyaset ve Sosyal Bilimler alanında yüksek lisans yapmıştır. Daha sonra Polis Akademisi Güvenlik Bilimleri Enstitüsü’nde Güvenlik Stratejileri ve Yönetimi alanında doktorasını tamamlamıştır.Meslek hayatına 2006 yılında başlayan Acar, Ortadoğu bölgesinin güvenlik ve siyasi durumu üzerine yoğunlaşan çalışmalar yürütmüştür. Bu dönemde Lübnan, Irak, Ürdün ve Yemen’de bulunmuştur. İngilizce ve Fransızca bilen Acar, bölgesel güvenlik ve politika analizleri konularında yayınlara imza atmıştır. “Haşdi Şabi’nin İki Yüzü Irak ve İran Çekişmesi” başlıklı kitabın yazarıdır.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Hizbullah-İsrail Savaşı Lübnan’a ne getirir?

İsrail’in bölgede devam ettirdiği saldırılar, kalıcı sonuçlara yol açabilecek nitelikte. Gazze’den sonra Lübnan’ı hedefe koyan İsrail, ne yapmak istiyor? Hizbullah’a ne olabilir? Lübnan içi dengeler nasıl değişebilir? Dr. Özlem Acar yazdı.

Hamas’ın 7 Ekim’de düzenlediği  “Aksa Tufanı” saldırısı bölgede sadece Filistin’i değil Lübnan ve İran’ı da İsrail’in hedefine koydu.

Büyük bir ihtimalle Aksa Tufanı saldırısı sonrasında ne Hamas yönetimi ne de Hizbullah ve İran yetkilileri, İsrail’in bu denli yıkıcı saldırılarla karşılık vermesini beklememişlerdi. Gelinen aşamada Gazze’deki İsrail saldırıları katliam boyutlarında sürüyor. Batı Şeria ve Lübnan da özellikle son haftalarda geniş çaplı İsrail saldırılarına hedef oluyor.

İsrail Suriye ve İran’da da spesifik hedeflere yönelik ve İranlı yetkililerin yanı sıra Hizbullah ve Hamas yöneticilerinin de hedef alındığı nokta operasyonlar gerçekleştirdi. İran tarafından desteklenen ve kendisini Lübnan’ın en güçlü askeri ve siyasi gücü olarak konumlandıran Hizbullah, son aylarda İsrail’in çeşitli nokta hedefli saldırılarında   artarda bazı üst düzey yöneticilerini kaybetti. Böylece askerî komuta kademelerinde büyük kayıp verdi.

Daha da ötesinde İsrail’in sadece doğrudan savaş yerine farklı saldırı tarzları da geliştirmesi İsrail ve “düşmanları” açısında yeni bir aşama oldu. Hizbullah üyelerinin kullandığı ve yaklaşık beş ay önce temin edilen çağrı cihazlarına eş zamanlı gönderilen bir mesajla daha önceden içine yerleştirilmiş olan patlayıcılar infilak ettirildi. Planlı ve organize gerçekleştirildiği anlaşılan bu istihbari ve askerî operasyon sadece Hizbullah’a fiziki ve maddi zarar vermekle kalmadı, Lübnan’a yönelik İsrail tehdidinin büyüklüğü de görüldü. Halk arasında İsrail istediği zaman istediği kişiyi nokta operasyon ile yok etme gücüne sahip algısı ağırlık kazandı. Nitekim ülkedeki bu şok ve korku dalgası geçmeden 23 Eylül sabahında İsrail, Güney Lübnan ve Beyrut’ta Şiilerin yoğun olarak yaşadığı bölgelere saldırdı. Bu saldırılarda ölenlerin sayısı 1975 yılında yaşanan Lübnan İç Savaşı’ndan bu yana, yani neredeyse son 50 yılda ilk defa bir günde ölenlerin sayısını geçti.

Lübnan içi yoğun göç

Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah’ın haftalar önce İsrail saldırılarına rağmen Güney Lübnan’ın terk edilmeyeceği ve İsrail’in bölgeyi insansızlaştırma çabalarının karşılık bulamayacağını söylemişti.  Oysa, son bir hafta içinde özellikle kadınlar ve çocuklar, başta Beyrut olmak üzere ülkenin diğer bölgelerine sığındı. Bu durum Lübnan’ın dinî ve mezhepsel dengelerinin sarsılmasına neden olabilecek nitelikte.

Halkın hızlı bir şekilde Güney Lübnan’ı terk etmesindeki tek sebep İsrail’in saldırılarından korkmaları değil. Genel olarak Lübnanlıların ve özel olarak da Hizbullah taraftarlarının son yıllarda yaşanan ekonomik sorunlardan önemli ölçüde etkilenmesi, İsrail saldırıları karşısında Hizbullah’ın maddi desteği olmadan halkı Güney Lübnan’da kalma konusunda dirençsiz kılıyor.

İsrail saldırıları ve Lübnan’da kaos

23 Eylül’de Hizbullah hedeflerine yönelik saldırıların sürdüğü esnada İsrail’in Güney Lübnan’daki baz istasyonlarını kontrol altına aldığı yönündeki haberler yayıldı. Nitekim İsrail tarafından 80 bin Lübnan sabit hattı kullanıcısına ulaştığı belirlenen sesli mesajlar gönderildi. Ayrıca İsrail tarafından radyo yayınlarına sızılarak “Hizbullah’a ait silah depolarından ve Hizbullah mensuplarından uzaklaşılması aksi takdirde hedef alınabileceği” yönündeki uyarılar yapıldı.

Bölgeden gelen haberlere göre İsrail saldırılarından kaçarak Hristiyanların yoğun olarak yaşadığı bölgeler başta olmak üzere Lübnan’da Şii olmayan halkın yaşadığı bölgelere sığınan Güney Lübnanlılara karşı olumsuz bir tutum olduğu konuşuluyor. Bu sığınmacılar arasında Hizbullah mensuplarının olma ihtimalinin yarattığı endişe nedeni ile Şiilerin kendi bölgelerinde bulunması, diğer etnik ve dini topluluklara mensup kişiler tarafından endişe ile karşılanıyor. Zira bu endişede Hizbullah’a karşı olan olumsuz düşüncelerin yanı sıra, İsrail’in Hizbullah’ı bahane ederek bu bölgelere saldırma ihtimali de etkili.

İsrail’in bu son saldırıları ülkede işgal hatıralarının canlanmasına ve yeni bir korku dalgasının Lübnanlıları ele geçirmesinde etkili oldu. Lübnan son yıllarda ardı arkası kesilmeyen krizlerin sonucunda ekonomik anlamda yıkım yaşarken ülkede Hizbullah’ın politikalarına yönelik uzun zamandır bir tepki var. Hizbullah’ın Hamas’a destek amacıyla Lübnan’ın güneyinden İsrail’e yönelik eylemlerine cevap olarak İsrail de Lübnan’a saldırıyor fakat ülkede muhalefet Hizbullah’a karşı açık ve sert bir tepki vermiyor. Zira herhangi bir tepkinin Siyonizm’e destek olarak algılanması ya da yaftalanması riski, Hizbullah dışındaki kesimde, Hizbullah’a karşı açıktan bir tutum konmasının önüne geçiyor.  Bununla birlikte özellikle Şii olmayan en azından Hizbullah sempatizanı olmayan halk arasında Hizbullah’ın sürekli olarak güç kaybetmesi nedeniyle toparlanma ihtimalinin düşük olduğu düşüncesi ağırlık kazanıyor. Nitekim ülkede sakinliğin yeniden tesis edilmesi halinde sadece diğer dini ve etnik grupların değil Hizbullah politikalarından zarar gören Şiilerin de tepkilerini ortaya koymaktan çekinmeyecekleri yönünde bir beklenti hâkim.

Lübnan uçuruma mı sürükleniyor?

İsrail’in Litani Nehri’ne kadar olan bölgenin kontrolünü uzun yıllardır istediği biliniyor. İsrailli yetkililer, Hizbullah’ı hedef aldıkları ve Lübnan’da yıkıma yol açan 2006 yılındaki savaştan sonra her olasılığı düşünerek bugünün hazırlıklarını yaptıklarını söylüyorlar.  Bu da, Lübnan halkında İsrail’in Litani Nehri’ne kadar olan alanda bir tampon bölge oluşturacak şekilde kara operasyonuna girişeceği endişesine neden oluyor. Ayrıca İran ve Suriye’deki spesifik hedefler de dahil olmak üzere bölgedeki tüm saldırıları göz önünde bulundurulduğunda İsrail’in yaklaşan ABD seçimleri öncesinde Lübnan’ın güneyinde mümkün olduğunca hakimiyet kazanmayı hedeflemesi ihtimal dahilinde.

Hizbullah’ın Lübnan devlet yönetimindeki derinliği ve Güney Lübnan’daki hâkimiyeti göz önüne alındığında, böyle bir çatışma sadece Hizbullah için değil tüm ülke için yıkıcı olabilir. Olası bir savaş durumunda Lübnan ciddi ekonomik yıkım ve siyasi bölünme gibi sonuçlarla karşı karşıya kalma ihtimali hiç de uzak değil. Ayrıca ülkedeki Filistinli ve Suriyeli mültecilerin varlığı da göz önünde burulduğunda sosyal açıdan da riskli ve kontrolsüz bir döneme girebilir.

İsrail’in saldırıları sadece Hizbullah’a değil Lübnan altyapısında da zarar veriyor. Bu durum kriz içinde olan Lübnan açısından üstesinden gelinemez yıkımların oluşmasına yol açma potansiyeli taşıyor. 2006 yılındaki İsrail işgalinden farklı olarak Lübnan uluslararası toplumun desteğinden oldukça uzak. Lübnan, Hizbullah’ın devlet içinde devlet olmaya varan gücü nedeniyle destekçisi İran’ın nüfuz alanlarından biri haline dönüşmüştü.  Bu durum devam eden İsrail saldırıları sonlansa dahi ilerleyen dönemde Lübnan’ın kendini toparlaması için ihtiyaç duyacağı dış desteğin sınırlı kalmasına yol açabilir. Ekonomik boyutun dışında Lübnan’da oluşan yıkım muhalefet tarafından pervasız hareket ettiği düşünülen Hizbullah’a yönelik öfke ile birleştiğinde, zaman içinde ülkedeki farklı dini mezhepsel ve etnik gruplar arasında gerginliklerin ve çatışmaların artmasına yol açma riskini barındırıyor.

Hizbullah’a ne olur?

24 Eylül’de Hizbullah mensuplarının yanı sıra bölgedeki Şii milislerden oluşan yaklaşık 40 bin milisin Nasrallah’ın talimatını bekledikleri açıklanmıştı. Nasrallah, başından beri, “Direniş Ekseni’nin” birlikte hareket etmesi gerektiğini söylüyor. Ancak sıcak bir çatışmaya girdiğinde İran’ı fiziki olarak da yanında bulamayacağı da belli. Zira, bu İsrail ve İran arasındaki gölge savaşın fiili bir savaşa dönüşmesi anlamına gelecek. İran’ın böyle bir savaşı istememek için askeri, ekonomik, sosyal birçok nedeni var.

İran’ın yanı sıra, aslında Hizbullah’tan daha az güçlü ve hava kuvvetleri bile olmayan Lübnan Ordusu’nun da Hizbullah’ı yalnız bırakacağı düşünülebilir. Zira, özellikle 23 Eylül’deki hava harekâtı esnasında İsrail jetlerinin Lübnan Ordu Komutanlığı’nı taciz eden uçuşlar yapmasına karşın Lübnan Ordusu tepkisiz kaldı.

İran desteğinin olmaması halinde içinde bulunacağı durum Hizbullah için ölüm kalım meselesi. Nitekim İsrail’in öncelikle Hizbullah’ı yok etme aynı zamanda da bölgedeki hâkimiyetini pekiştirmek amacıyla sürdürdüğü saldırgan tutum Hizbullah’ın tüm gücünü ve alt yapısını kaybetmesine yol açabilir. Öte yandan İran’ın Hizbullah’a açık destek vermediği bir durumda, Hizbullah’ın bu süreç sonunda hayatta kalması halinde İran’ın hamiliğinden sıyrılarak kendi başına var olan bir aktör ve Ortadoğu’da Şiiler açısından bölgesel bir çekim merkezi olma ihtimali de mevcut. Bu durumun ilk sinyalini de İran’a mesafeli duran, söylemlerinde Iraklılık ve Arap kimliği vurgusu yapan Iraklı Şii lider Mukteda Es-Sadr’ın İsrail’e karşı Hizbullah’ın desteklenmesi gerektiği yönündeki açıklamaları ve hâlihazırda Golan Tepeleri’ne yönelmiş olan milislerin varlığıyla veriliyor.

Bu anlamıyla Hizbullah liderliğinde bölgedeki Şii milisler ile İsrail arasında gerçekleşecek olası bir savaş İsrail’in çatışmayı tüm Ortadoğu’ya yayma emelleri çerçevesinde sadece Lübnan’ı değil bölgedeki diğer ülkeleri de etkileyecek. İsrail’in bölgesel emellerinin büyüklüğü göz önünde bulundurulduğunda ne Lübnan’ın ne de bölgedeki diğer ülkelerin mevcut durumlarını hatta belki coğrafi sınırlarını koruyarak bu süreci atlatmaları mümkün olmayabilir.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 26 Eylül 2024’te yayımlanmıştır.

Özlem Acar
Özlem Acar
Özlem Acar, Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi’nde Kamu Yönetimi eğitimi aldıktan sonra aynı üniversitede Siyaset ve Sosyal Bilimler alanında yüksek lisans yapmıştır. Daha sonra Polis Akademisi Güvenlik Bilimleri Enstitüsü’nde Güvenlik Stratejileri ve Yönetimi alanında doktorasını tamamlamıştır.Meslek hayatına 2006 yılında başlayan Acar, Ortadoğu bölgesinin güvenlik ve siyasi durumu üzerine yoğunlaşan çalışmalar yürütmüştür. Bu dönemde Lübnan, Irak, Ürdün ve Yemen’de bulunmuştur. İngilizce ve Fransızca bilen Acar, bölgesel güvenlik ve politika analizleri konularında yayınlara imza atmıştır. “Haşdi Şabi’nin İki Yüzü Irak ve İran Çekişmesi” başlıklı kitabın yazarıdır.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x