Yediklerinizin etiketlerini okumayarak neleri riske ediyorsunuz?

Mobilyacılıkta kullanılan cilalar, bir böceğin salgısından oluşan zamklar, çocuklarda hiperaktiviteye sebep olan tekstil boyaları... Bunların hepsi “gıda” görünümlü endüstriyel ürünlerde kullanılıyor. Peki, o zaman sağlıklı gıda için nelere dikkat etmeli?

Elinizi uzatın ve ağaçtaki o elmayı koparın. O elma doğanın size sunduğu büyük mucizenin sadece küçük bir temsilcisi. Topraktaki minerali, vitamini özümseyen, suyla beslenip büyüyen fakat ortaya çıkardığı ürünle vücudumuzun ihtiyacı olan birçok besin kaynağını içinde barındıran eşsiz bir bilimin ürünü aynı zamanda. Dalından kopardığınız o elma, o haliyle insanların vücudu için tam da olması gerektiği gibi programlanmış. Beynimizin ihtiyaç duyduğu glikozu en doğru oranda ve yine sindirim sistemimizin ihtiyaç duyduğu lifle birlikte taşıyan gerçek bir besinden bahsediyoruz.

Ama artık hepsi birbirinden farklı fayda ve aromaya sahip, doğanın verdiği bu mucizeler endüstrileşmeye yenik düşmeye başladı.

Zira sanayileşmeyle birlikte insanlar ister istemez topraktan uzaklaştı. Bugün nüfusun sadece %7’si kırsal alanda yaşıyor. Başka bir deyişle 82 milyon nüfuslu bir ülke, sağlıklı beslenmek için 6 milyon kişinin yapacağı üretime bakıyor.

Dahası da var, artık yediğimiz ekmeğin hangi buğdaydan öğütüldüğünü, içtiğimiz suyun hangi kaynaktan çıktığını, tükettiğimiz peynirin hangi köydeki hangi inekten sağılan sütle üretildiğini, içtiğimiz sütün nereden ve nasıl geldiğini, çocuğumuza soyduğumuz elmanın hangi köydeki hangi ağaçtan kim tarafından koparıldığını bilmiyoruz. Takdir edersiniz ki; o sütler, peynirler, yoğurtlar, ekmekler, sular ve meyveler hiç de tarladaki haliyle, dalından koptuğu şekliyle kalmıyor, kalamıyor.

Sağlığımız için sorgulamak zorundayız

Bugün soframıza gelen mis kokulu bir tavuğun nasıl bir endüstriyel süreçten geçtiğini bilseniz, muhtemelen o tavuğu bırakın yemeği, koklamazdınız bile.

İşte gıda endüstrisi ve tam da burada ortaya çıkıyor. Bugün soframıza gelen mis kokulu bir tavuğun nasıl bir endüstriyel süreçten geçtiğini bilseniz; muhtemelen o tavuğu bırakın yemeği, koklamazdınız bile. Maalesef gıda endüstrisi bu süreçlerde ne hayvan sağlığını ne de insan sağlığını yeterince gözetiyor. Sadece üç temel hedefe odaklanılıyor; daha çok üretmek, daha çok tükettirmek ve daha uzun süre bozulmadan saklamak.

İşte bu çerçevede bugün bizler karşılaştığımız hemen her tür gıdaya – daha net tabiriyle endüstriyel ürüne sorgulayarak yaklaşmak durumundayız. Zira karşımıza gelen ürünlerde öyle şeylerle karşılaşıyoruz ki şaşırmamak, hayrete hatta dehşete düşmemek elde değil. Bundan 50 yıl öncesinde mobilyacılıkta kullanılan cilalar, bir böceğin salgısından meydana gelen zamklar, bir asalağın ezilmesiyle elde edilen boyalar, çocuklarda hiperaktiviteye sebep olan tekstil boyaları yani azo renklendiriciler… Bu ve bunun gibi niceleri bugün sıradanlaşmış birçok “gıda” görünümlü endüstriyel üründe kullanılıyor.

Bu ürünler öylesine sıradanlaştırılmış ki bunları tüketmeyen veya tüketmek istemeyenler toplumda garipsenebiliyor. Sakız çiğnemeyen veya gofret sevmeyen bir çocuğun toplumda garipsenir hale gelmesi, bu ürünleri çocuklarına tükettirmemek adına gayret gösteren ebeveynlerin toplumda adeta dışlanması, gıda endüstrisinin pazarlama ve stratejik boyutlarda da ne denli “başarılı” olduğunu gösteriyor.

Bir dakikadan az bir sürede 1,5 kg portakal yemiş gibi olmak

Tek bir gofret yaklaşık 1,5 kg. portakaldakine eşdeğer şeker içeriyor. Yani başka bir deyişle bir dakikadan daha az sürede – asla bu sürede tüketemeyeceğimiz – kadar yüksek oranda portakaldaki şekeri vücudumuza alabiliyoruz. Tek bir portakal yiyerek doyma hissini yaşayabilecekken, 1,5 kg. portakaldaki şekeri tüketerek bırakın doyma hissini, daha da aç olma ve sürekli bir şeyler tüketme hissini vücudumuzda normalleştiriyoruz.

Tek bir gofret yaklaşık 1,5 kg. portakaldakine eşdeğer şeker içeriyor. Yani başka bir deyişle bir dakikadan daha az sürede – asla bu sürede tüketemeyeceğimiz – kadar yüksek oranda portakaldaki şekeri vücudumuza alabiliyoruz.

Tüm bunlar şehir hayatının koşturması, stresi ve dayanılmaz hızı da eklenince toplumun kabullendiği, gerçek gıdaların yerini alan ve kendi normlarını oluşturan metalar haline geliyor ve bu metalar reklamlarla toplumun bilinçaltına bir güzel yerleştiriliyor.

İşte bu ve buna benzer algıların önüne geçmek için her şey aslında sizin elinizde: Paketi çevirin ve gerçeklerle yüzleşin!

Gerçeklerle yüzleşmek için etiketler

Her ambalajlı gıdanın arkasında, Türkiye Cumhuriyeti Tarım ve Orman Bakanlığı tarafından denetlenmiş bir içerik bilgisi ve besin değerleri tablosu bulunuyor. Bu tablolarda üründe yer alan kalori oranları, şeker, yağ, protein miktarları yer alıyor. Bu tablolarda aynı zamanda ürünlerdeki lif, vitamin, mineral miktarları ve bunun günlük ihtiyacın yüzdesel karşılama oranlarını bulmak mümkün. Bunlar paketlerde açık bir şekilde yazıyor yazmasına fakat bazen okuması zor punto ve renklerde, anlaması imkânsız ifadelerle yer alıyor.

Etiket verilerini anlamak için biraz da zaman gerekiyor. Bunu daha kolaylaştırmak veya bu süreci hızlandırmak adına sosyal medyada oluşturduğumuz Gıda Dedektifi hesabında 2,5 yıldır yaptığımız 1000’den fazla paylaşıma hızlıca göz atabilirsiniz ama burada temel olarak bilinmesi gereken bazı ipuçlarını vermeye çalışayım.

Kalori her şey demek değil

Kalori değerinin aslında her şey demek olmadığını, asıl önemli olanın kaloriyi oluşturan bileşenler olduğunu bilmemiz gerekiyor. Örneğin; 200 kaloriye sahip bir kek, 300 kaloriye sahip bir kekten daha sağlıklı gibi algılansa da; daha yüksek oranda şeker içerebilir. Zira kaloriyi oluşturan bileşenler sadece şeker değil, yağ ve protein de enerjinin bu kavramsal bileşenini ortaya koyuyor. Dolayısıyla yüksek kalorili gıda her zaman sağlıksız gıda demek olmadığı gibi, düşük kalorili ya da fit gıdalar da her zaman sağlıklı gıda anlamına gelmiyor.

Yüksek kalorili gıda her zaman sağlıksız gıda demek olmadığı gibi, düşük kalorili ya da fit gıdalar da her zaman sağlıklı gıda anlamına gelmiyor.

Dünya Sağlık Örgütü yetişkin bir bireyin günlük alması gereken kalori yani enerji miktarını ortalama 2000 kalori (kcal) olarak belirliyor. İlave şekerden alınması gereken maksimum miktar olarak %5’i, aşılmaması gereken miktar olarak ise %10’u belirliyor. Aynı oranlar, doymuş yağ oranı için de geçerli. Bu kriterler, ülkemizde ve tüm dünyada kabul gören sağlıklı endüstriyel ürün kriterleri olarak kabul ediliyor.

Bu oranları aşmadan bu ürünleri tüketirseniz – ki bugün karşı karşıya kaldığımız endüstriyel ürünlerle bu kriterleri aşmamak kolay değil – vücudunuzun ihtiyaç duyduğundan daha yoğun bir kalori almayacağınız için diyabet, obezite, kalp damar hastalıkları gibi şeker ve doymuş yağa bağlı hastalıklara yakalanma riskinizi de azaltacaksınız. Fakat bu oranları aşmak çok kolay.

Bir örnekle anlatayım: 2000 kcal enerji içinde %5’lik oran 100 kcal’ye tekabül ediyor. Demek ki günlük 100 kcal şeker alabilirsiniz. 1 gram şekerin 4 kcal enerji verdiği kabulünden yola çıkarsak, demek ki, günlük 25 gr. şeker alabiliriz.

İlk bakışta bu yüksek bir oran gibi gelebilir fakat bunun bir bardak meyveli maden suyunda ya da bir teneke kutu meşrubatta olduğunu söylesek? İşte endüstriyel ürünlerdeki temel mesele de bu. Yüksek oranda ilave şeker ve doymuş yağa bağlı kalori almak o denli kolay ki! Bu endüstriyel ürünler nedeniyle, bir bireyin tüm gün boyunca sadece bir kutu meşrubat dışında hiçbir şekilde ilave şeker almaması çok zor. Bunu engellemenin tek bir yolu var, şekeri ve yağı doğal yani gerçek gıdalardan almak.

Bir bardak meyveli maden suyundan alabileceğiniz yoğun şekeri bir elmadan, portakaldan ve hatta kalorisi yüksek üzümden almanız mümkün değildir. Zaten kalori farkındalığını da oluşturmak işte bu yüzden gerekiyor.

Bir bardak meyveli maden suyundan alabileceğiniz yoğun şekeri bir elmadan, portakaldan ve hatta kalorisi yüksek üzümden almanız mümkün değildir. Zaten kalori farkındalığını da oluşturmamız işte bu yüzden gerekiyor. Bu meyveleri doğal halleriyle tükettiğinizde lifiyle, vitamin ve mineralleriyle alırsınız ve vücudunuz da bunu çok iyi tanır.

Vücudun tanımadığı endüstriyel ürünler ise işte zamanla insanlığın son yıllardaki en büyük derdi olan kansere dönüşüyor. Alınan kalori vücutta yakılamadığı gibi vücut adeta bir çöp kutusu gibi sürekli katkılı bileşenler biriktiriyor. Bugün kolon kanseri olarak bilinen hastalığın en büyük sebeplerinden biri de liften yoksun gıdalar tüketmektir. Hatta araştırdığınızda görürsünüz ki, kolon kanseri olan kişilerin çoğunluğunda aynı zamanda diyabet veya beslenmeye bağlı diğer rahatsızlıklar mevcuttur. Vücudumuz resmen endüstriyel ürünlere karşı alarm veriyor.

Etiketler nasıl okunur?

İşte böylesi bir süreçte endüstriyel ürünleri tüketmeden önce mutlaka etiketlerine bakmalıyız. Reklamlardaki, pazarlamadaki algılardan, markalarla duygusal bağ kurmaksızın etkilerinden soyutlanarak, her şeyi bir kenara bırakarak sadece etiket verileriyle ürünleri sorgulamalıyız.

Yüksek şeker, doymuş ve trans yağlar içeren ürünler söz konusu olduğunda, “Benim bunu gerçekten tüketmeye ihtiyacım var mı?” sorusunu kendinize sormak sizi doğruya götürecektir.

Etiket verilerinde yazanlara, gerekli denetimlerden geçtiği kabulüyle güvenilir veri olarak yaklaşabiliriz. Etiketlerde yer alan besin değeri tabloları firmaların beyanı değil, ilgili bakanlıklar tarafından onaylanmış analiz verileridir. Yani her ürün piyasaya çıkmadan önce bizim bireysel olarak yapamayacağımız teknik analizlerden geçiyor ve bunlar pakete işleniyor.

Çocuklara yönelik olarak satılan şekerlerin üzerinde kullanılan renklendiricilerden dolayı “Çocukların dikkat ve aktiviteleri üzerinde olumsuz etkileri olabilir” uyarıları mevcuttur. Bu uyarılar yazılarak devlet görevini yapıyor ama olan, bunu bilmeden tüketen çocuklara oluyor.

Bu doğrultuda özellikle aldığımız endüstriyel gıdalardaki etiket verilerini dikkatle okumalı, özellikle şeker oranı ve doymuş yağ oranına dikkat etmeliyiz.

İçerikte invert şeker şurubu, glikoz-fruktoz şurubu, maltodekstrin ve dekstroz gibi yüksek şeker kaynaklarını gördüğümüz ürünleri yeniden tüketip tüketmeme adına sorgulamalıyız.

Lif oranı düşük ürünlerin kan şekerimizi hızla yükselteceğini bilmeliyiz. Koruyucu, renklendirici ve tatlandırıcı maddelere dikkat etmeliyiz. Öyle ki, bugün çocuklara yönelik olarak satılan şekerlerin üzerinde kullanılan renklendiricilerden dolayı, “Çocukların dikkat ve aktiviteleri üzerinde olumsuz etkileri olabilir” uyarıları mevcuttur. Bu uyarılar yazılarak devlet görevini yapıyor ama olan bunu bilmeden tüketen çocuklara oluyor. Çocuklarımıza hiperaktivite teşhisi koyulduğunda iş işten geçmiş oluyor ve herkes “kaderine” boyun eğiyor.

Ne yediğinizi bilin

Fakat bunu kader olarak görmek çok yanlış bir yaklaşım. Öyle ki, bugün gıdaların tüketim amacı beslenmeden çok öteye geçmiş durumdadır. Bu hedefinden şaşmış tüketimin ortaya koyduğu gerçekler de asla kadere değil, birer sebep-sonuç ilişkisine bağlı.

Maalesef günümüzde bu tarz tüketimlerin gıda ihtiyacından ziyade psikolojik ihtiyaçları da karşılamaya yönelik araçlar haline geldiği görülüyor. Bu sebeple ki firmalar “Haz peşinde koş”, “Mutluluğu yakala/paylaş” veya “İçindeki seni serbest bırak” gibi sloganlar ve dürtüleyici ifadelerle tüketimlerini anlamlandırmaya, satışlarını arttırmaya ve tüketiciyle psikolojik/duygusal bir bağ kurmaya çalışıyor. Tüm bunlar endüstriyel ürünlerin bizlere olan etkileri ve daha geniş kitlelere ulaşma çabasını gösteriyor. Sağlık kaygısının olmadığı, sağlıklı bir hayat vadetmeyen bu tüketim sürecinden uzaklaşarak, önce toprakla, havayla, güneşle ve suyla temas kurarak gerçek gıdaları tüketmeye bir an önce başlamamız gerekiyor.

Çok geç olmadan, vücudumuzu ve kendimizi yenilememiz şart. O yüzden bugünden tezi yok, etiketleri okumalı ve ne yediğimizi sorgulamalı, bilmeli ve anlamalıyız. #NeYediğiniziBilin

Twitter: @_gidadedektifi

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 18 Ekim 2019’da yayımlanmıştır.

Gıda Dedektifi
Gıda Dedektifi
Musa Özsoy - Gıda dedektifi 2018 yılında gıda güvenliği alanında “Denetle” projesini ve mobil uygulamasını hayata geçirdi. Çocuklarda meyve tüketimini özendirme amacıyla “Ponçikler Canlanıyor” isimli bir masal kitabı yazdı. Yıldız Teknik Üniversitesi Şehir Planlama bölümünden 2006 yılında mezun oldu. Özel bir şirkette 5 yıl çalıştıktan sonra kendi ofisini açtı. Şehirleşmenin gıda endüstrisi üzerinde; gıda endüstrisinin de toplum üzerindeki etkileri üzerine çalışıyor. 2017 yılının Mart ayında başlattığı “Gıda Dedektifi” projesiyle bir tüketici olarak fark ettiklerini, etiket okuma farkındalığını anlatmaya çalışıyor. Yazılarında, başta endüstriyel gıdaların bilinçli tüketimi olmak üzere; gıda güvenliği ve özellikle çocukların gıda tüketimleri özelinde de, toplumu etkilemeyi hedefliyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Yediklerinizin etiketlerini okumayarak neleri riske ediyorsunuz?

Mobilyacılıkta kullanılan cilalar, bir böceğin salgısından oluşan zamklar, çocuklarda hiperaktiviteye sebep olan tekstil boyaları... Bunların hepsi “gıda” görünümlü endüstriyel ürünlerde kullanılıyor. Peki, o zaman sağlıklı gıda için nelere dikkat etmeli?

Elinizi uzatın ve ağaçtaki o elmayı koparın. O elma doğanın size sunduğu büyük mucizenin sadece küçük bir temsilcisi. Topraktaki minerali, vitamini özümseyen, suyla beslenip büyüyen fakat ortaya çıkardığı ürünle vücudumuzun ihtiyacı olan birçok besin kaynağını içinde barındıran eşsiz bir bilimin ürünü aynı zamanda. Dalından kopardığınız o elma, o haliyle insanların vücudu için tam da olması gerektiği gibi programlanmış. Beynimizin ihtiyaç duyduğu glikozu en doğru oranda ve yine sindirim sistemimizin ihtiyaç duyduğu lifle birlikte taşıyan gerçek bir besinden bahsediyoruz.

Ama artık hepsi birbirinden farklı fayda ve aromaya sahip, doğanın verdiği bu mucizeler endüstrileşmeye yenik düşmeye başladı.

Zira sanayileşmeyle birlikte insanlar ister istemez topraktan uzaklaştı. Bugün nüfusun sadece %7’si kırsal alanda yaşıyor. Başka bir deyişle 82 milyon nüfuslu bir ülke, sağlıklı beslenmek için 6 milyon kişinin yapacağı üretime bakıyor.

Dahası da var, artık yediğimiz ekmeğin hangi buğdaydan öğütüldüğünü, içtiğimiz suyun hangi kaynaktan çıktığını, tükettiğimiz peynirin hangi köydeki hangi inekten sağılan sütle üretildiğini, içtiğimiz sütün nereden ve nasıl geldiğini, çocuğumuza soyduğumuz elmanın hangi köydeki hangi ağaçtan kim tarafından koparıldığını bilmiyoruz. Takdir edersiniz ki; o sütler, peynirler, yoğurtlar, ekmekler, sular ve meyveler hiç de tarladaki haliyle, dalından koptuğu şekliyle kalmıyor, kalamıyor.

Sağlığımız için sorgulamak zorundayız

Bugün soframıza gelen mis kokulu bir tavuğun nasıl bir endüstriyel süreçten geçtiğini bilseniz, muhtemelen o tavuğu bırakın yemeği, koklamazdınız bile.

İşte gıda endüstrisi ve tam da burada ortaya çıkıyor. Bugün soframıza gelen mis kokulu bir tavuğun nasıl bir endüstriyel süreçten geçtiğini bilseniz; muhtemelen o tavuğu bırakın yemeği, koklamazdınız bile. Maalesef gıda endüstrisi bu süreçlerde ne hayvan sağlığını ne de insan sağlığını yeterince gözetiyor. Sadece üç temel hedefe odaklanılıyor; daha çok üretmek, daha çok tükettirmek ve daha uzun süre bozulmadan saklamak.

İşte bu çerçevede bugün bizler karşılaştığımız hemen her tür gıdaya – daha net tabiriyle endüstriyel ürüne sorgulayarak yaklaşmak durumundayız. Zira karşımıza gelen ürünlerde öyle şeylerle karşılaşıyoruz ki şaşırmamak, hayrete hatta dehşete düşmemek elde değil. Bundan 50 yıl öncesinde mobilyacılıkta kullanılan cilalar, bir böceğin salgısından meydana gelen zamklar, bir asalağın ezilmesiyle elde edilen boyalar, çocuklarda hiperaktiviteye sebep olan tekstil boyaları yani azo renklendiriciler… Bu ve bunun gibi niceleri bugün sıradanlaşmış birçok “gıda” görünümlü endüstriyel üründe kullanılıyor.

Bu ürünler öylesine sıradanlaştırılmış ki bunları tüketmeyen veya tüketmek istemeyenler toplumda garipsenebiliyor. Sakız çiğnemeyen veya gofret sevmeyen bir çocuğun toplumda garipsenir hale gelmesi, bu ürünleri çocuklarına tükettirmemek adına gayret gösteren ebeveynlerin toplumda adeta dışlanması, gıda endüstrisinin pazarlama ve stratejik boyutlarda da ne denli “başarılı” olduğunu gösteriyor.

Bir dakikadan az bir sürede 1,5 kg portakal yemiş gibi olmak

Tek bir gofret yaklaşık 1,5 kg. portakaldakine eşdeğer şeker içeriyor. Yani başka bir deyişle bir dakikadan daha az sürede – asla bu sürede tüketemeyeceğimiz – kadar yüksek oranda portakaldaki şekeri vücudumuza alabiliyoruz. Tek bir portakal yiyerek doyma hissini yaşayabilecekken, 1,5 kg. portakaldaki şekeri tüketerek bırakın doyma hissini, daha da aç olma ve sürekli bir şeyler tüketme hissini vücudumuzda normalleştiriyoruz.

Tek bir gofret yaklaşık 1,5 kg. portakaldakine eşdeğer şeker içeriyor. Yani başka bir deyişle bir dakikadan daha az sürede – asla bu sürede tüketemeyeceğimiz – kadar yüksek oranda portakaldaki şekeri vücudumuza alabiliyoruz.

Tüm bunlar şehir hayatının koşturması, stresi ve dayanılmaz hızı da eklenince toplumun kabullendiği, gerçek gıdaların yerini alan ve kendi normlarını oluşturan metalar haline geliyor ve bu metalar reklamlarla toplumun bilinçaltına bir güzel yerleştiriliyor.

İşte bu ve buna benzer algıların önüne geçmek için her şey aslında sizin elinizde: Paketi çevirin ve gerçeklerle yüzleşin!

Gerçeklerle yüzleşmek için etiketler

Her ambalajlı gıdanın arkasında, Türkiye Cumhuriyeti Tarım ve Orman Bakanlığı tarafından denetlenmiş bir içerik bilgisi ve besin değerleri tablosu bulunuyor. Bu tablolarda üründe yer alan kalori oranları, şeker, yağ, protein miktarları yer alıyor. Bu tablolarda aynı zamanda ürünlerdeki lif, vitamin, mineral miktarları ve bunun günlük ihtiyacın yüzdesel karşılama oranlarını bulmak mümkün. Bunlar paketlerde açık bir şekilde yazıyor yazmasına fakat bazen okuması zor punto ve renklerde, anlaması imkânsız ifadelerle yer alıyor.

Etiket verilerini anlamak için biraz da zaman gerekiyor. Bunu daha kolaylaştırmak veya bu süreci hızlandırmak adına sosyal medyada oluşturduğumuz Gıda Dedektifi hesabında 2,5 yıldır yaptığımız 1000’den fazla paylaşıma hızlıca göz atabilirsiniz ama burada temel olarak bilinmesi gereken bazı ipuçlarını vermeye çalışayım.

Kalori her şey demek değil

Kalori değerinin aslında her şey demek olmadığını, asıl önemli olanın kaloriyi oluşturan bileşenler olduğunu bilmemiz gerekiyor. Örneğin; 200 kaloriye sahip bir kek, 300 kaloriye sahip bir kekten daha sağlıklı gibi algılansa da; daha yüksek oranda şeker içerebilir. Zira kaloriyi oluşturan bileşenler sadece şeker değil, yağ ve protein de enerjinin bu kavramsal bileşenini ortaya koyuyor. Dolayısıyla yüksek kalorili gıda her zaman sağlıksız gıda demek olmadığı gibi, düşük kalorili ya da fit gıdalar da her zaman sağlıklı gıda anlamına gelmiyor.

Yüksek kalorili gıda her zaman sağlıksız gıda demek olmadığı gibi, düşük kalorili ya da fit gıdalar da her zaman sağlıklı gıda anlamına gelmiyor.

Dünya Sağlık Örgütü yetişkin bir bireyin günlük alması gereken kalori yani enerji miktarını ortalama 2000 kalori (kcal) olarak belirliyor. İlave şekerden alınması gereken maksimum miktar olarak %5’i, aşılmaması gereken miktar olarak ise %10’u belirliyor. Aynı oranlar, doymuş yağ oranı için de geçerli. Bu kriterler, ülkemizde ve tüm dünyada kabul gören sağlıklı endüstriyel ürün kriterleri olarak kabul ediliyor.

Bu oranları aşmadan bu ürünleri tüketirseniz – ki bugün karşı karşıya kaldığımız endüstriyel ürünlerle bu kriterleri aşmamak kolay değil – vücudunuzun ihtiyaç duyduğundan daha yoğun bir kalori almayacağınız için diyabet, obezite, kalp damar hastalıkları gibi şeker ve doymuş yağa bağlı hastalıklara yakalanma riskinizi de azaltacaksınız. Fakat bu oranları aşmak çok kolay.

Bir örnekle anlatayım: 2000 kcal enerji içinde %5’lik oran 100 kcal’ye tekabül ediyor. Demek ki günlük 100 kcal şeker alabilirsiniz. 1 gram şekerin 4 kcal enerji verdiği kabulünden yola çıkarsak, demek ki, günlük 25 gr. şeker alabiliriz.

İlk bakışta bu yüksek bir oran gibi gelebilir fakat bunun bir bardak meyveli maden suyunda ya da bir teneke kutu meşrubatta olduğunu söylesek? İşte endüstriyel ürünlerdeki temel mesele de bu. Yüksek oranda ilave şeker ve doymuş yağa bağlı kalori almak o denli kolay ki! Bu endüstriyel ürünler nedeniyle, bir bireyin tüm gün boyunca sadece bir kutu meşrubat dışında hiçbir şekilde ilave şeker almaması çok zor. Bunu engellemenin tek bir yolu var, şekeri ve yağı doğal yani gerçek gıdalardan almak.

Bir bardak meyveli maden suyundan alabileceğiniz yoğun şekeri bir elmadan, portakaldan ve hatta kalorisi yüksek üzümden almanız mümkün değildir. Zaten kalori farkındalığını da oluşturmak işte bu yüzden gerekiyor.

Bir bardak meyveli maden suyundan alabileceğiniz yoğun şekeri bir elmadan, portakaldan ve hatta kalorisi yüksek üzümden almanız mümkün değildir. Zaten kalori farkındalığını da oluşturmamız işte bu yüzden gerekiyor. Bu meyveleri doğal halleriyle tükettiğinizde lifiyle, vitamin ve mineralleriyle alırsınız ve vücudunuz da bunu çok iyi tanır.

Vücudun tanımadığı endüstriyel ürünler ise işte zamanla insanlığın son yıllardaki en büyük derdi olan kansere dönüşüyor. Alınan kalori vücutta yakılamadığı gibi vücut adeta bir çöp kutusu gibi sürekli katkılı bileşenler biriktiriyor. Bugün kolon kanseri olarak bilinen hastalığın en büyük sebeplerinden biri de liften yoksun gıdalar tüketmektir. Hatta araştırdığınızda görürsünüz ki, kolon kanseri olan kişilerin çoğunluğunda aynı zamanda diyabet veya beslenmeye bağlı diğer rahatsızlıklar mevcuttur. Vücudumuz resmen endüstriyel ürünlere karşı alarm veriyor.

Etiketler nasıl okunur?

İşte böylesi bir süreçte endüstriyel ürünleri tüketmeden önce mutlaka etiketlerine bakmalıyız. Reklamlardaki, pazarlamadaki algılardan, markalarla duygusal bağ kurmaksızın etkilerinden soyutlanarak, her şeyi bir kenara bırakarak sadece etiket verileriyle ürünleri sorgulamalıyız.

Yüksek şeker, doymuş ve trans yağlar içeren ürünler söz konusu olduğunda, “Benim bunu gerçekten tüketmeye ihtiyacım var mı?” sorusunu kendinize sormak sizi doğruya götürecektir.

Etiket verilerinde yazanlara, gerekli denetimlerden geçtiği kabulüyle güvenilir veri olarak yaklaşabiliriz. Etiketlerde yer alan besin değeri tabloları firmaların beyanı değil, ilgili bakanlıklar tarafından onaylanmış analiz verileridir. Yani her ürün piyasaya çıkmadan önce bizim bireysel olarak yapamayacağımız teknik analizlerden geçiyor ve bunlar pakete işleniyor.

Çocuklara yönelik olarak satılan şekerlerin üzerinde kullanılan renklendiricilerden dolayı “Çocukların dikkat ve aktiviteleri üzerinde olumsuz etkileri olabilir” uyarıları mevcuttur. Bu uyarılar yazılarak devlet görevini yapıyor ama olan, bunu bilmeden tüketen çocuklara oluyor.

Bu doğrultuda özellikle aldığımız endüstriyel gıdalardaki etiket verilerini dikkatle okumalı, özellikle şeker oranı ve doymuş yağ oranına dikkat etmeliyiz.

İçerikte invert şeker şurubu, glikoz-fruktoz şurubu, maltodekstrin ve dekstroz gibi yüksek şeker kaynaklarını gördüğümüz ürünleri yeniden tüketip tüketmeme adına sorgulamalıyız.

Lif oranı düşük ürünlerin kan şekerimizi hızla yükselteceğini bilmeliyiz. Koruyucu, renklendirici ve tatlandırıcı maddelere dikkat etmeliyiz. Öyle ki, bugün çocuklara yönelik olarak satılan şekerlerin üzerinde kullanılan renklendiricilerden dolayı, “Çocukların dikkat ve aktiviteleri üzerinde olumsuz etkileri olabilir” uyarıları mevcuttur. Bu uyarılar yazılarak devlet görevini yapıyor ama olan bunu bilmeden tüketen çocuklara oluyor. Çocuklarımıza hiperaktivite teşhisi koyulduğunda iş işten geçmiş oluyor ve herkes “kaderine” boyun eğiyor.

Ne yediğinizi bilin

Fakat bunu kader olarak görmek çok yanlış bir yaklaşım. Öyle ki, bugün gıdaların tüketim amacı beslenmeden çok öteye geçmiş durumdadır. Bu hedefinden şaşmış tüketimin ortaya koyduğu gerçekler de asla kadere değil, birer sebep-sonuç ilişkisine bağlı.

Maalesef günümüzde bu tarz tüketimlerin gıda ihtiyacından ziyade psikolojik ihtiyaçları da karşılamaya yönelik araçlar haline geldiği görülüyor. Bu sebeple ki firmalar “Haz peşinde koş”, “Mutluluğu yakala/paylaş” veya “İçindeki seni serbest bırak” gibi sloganlar ve dürtüleyici ifadelerle tüketimlerini anlamlandırmaya, satışlarını arttırmaya ve tüketiciyle psikolojik/duygusal bir bağ kurmaya çalışıyor. Tüm bunlar endüstriyel ürünlerin bizlere olan etkileri ve daha geniş kitlelere ulaşma çabasını gösteriyor. Sağlık kaygısının olmadığı, sağlıklı bir hayat vadetmeyen bu tüketim sürecinden uzaklaşarak, önce toprakla, havayla, güneşle ve suyla temas kurarak gerçek gıdaları tüketmeye bir an önce başlamamız gerekiyor.

Çok geç olmadan, vücudumuzu ve kendimizi yenilememiz şart. O yüzden bugünden tezi yok, etiketleri okumalı ve ne yediğimizi sorgulamalı, bilmeli ve anlamalıyız. #NeYediğiniziBilin

Twitter: @_gidadedektifi

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 18 Ekim 2019’da yayımlanmıştır.

Gıda Dedektifi
Gıda Dedektifi
Musa Özsoy - Gıda dedektifi 2018 yılında gıda güvenliği alanında “Denetle” projesini ve mobil uygulamasını hayata geçirdi. Çocuklarda meyve tüketimini özendirme amacıyla “Ponçikler Canlanıyor” isimli bir masal kitabı yazdı. Yıldız Teknik Üniversitesi Şehir Planlama bölümünden 2006 yılında mezun oldu. Özel bir şirkette 5 yıl çalıştıktan sonra kendi ofisini açtı. Şehirleşmenin gıda endüstrisi üzerinde; gıda endüstrisinin de toplum üzerindeki etkileri üzerine çalışıyor. 2017 yılının Mart ayında başlattığı “Gıda Dedektifi” projesiyle bir tüketici olarak fark ettiklerini, etiket okuma farkındalığını anlatmaya çalışıyor. Yazılarında, başta endüstriyel gıdaların bilinçli tüketimi olmak üzere; gıda güvenliği ve özellikle çocukların gıda tüketimleri özelinde de, toplumu etkilemeyi hedefliyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x