Kültür hayatı mühim bir sınavdan geçti

Pandemi, sel baskınları, orman yangınları, kur dalgalanmaları, kadın cinayetleri, şehit haberleri gündemden düşmedi. Ama güzel şeyler de oldu. Bilhassa kültür sanat alanında.

Fikir Turu, duyuş ve düşünüş birliğine özen gösteren bir platform. Tarihsel, hatta toplumsal gelişme süreci içinde yaratılan her türlü değere bakmayı, anlamayı ve bunu okurlarıyla paylaşmayı seviyor. Kapılarını da yeniye, farklıya ve elbette özgün olana kapatmadan asla… Zira kültür, yaşadığımız çevreye etkin katılım sağlamamızı kolaylaştıran, hayatımızı anlamlı kılan, estetik haz ve eleştirme yeteneklerimizi öğrenme, geliştirme fırsatı yaratan bir varoluş süreci, bir toplumsal miras.

Ne ki, bazen yerel bazen küresel olaylar, bu süreci sekteye uğratabiliyor – pandemi gibi!

Sokağa çıkma kısıtlamasının olduğu günlerde, kitapçılar bir süre kapalı kaldı. Okur, çare bulmakta gecikmedi ama. İnternet üzerinden satış yapan kitap sitelerine yöneldi. Okuma oranı arttı. Ancak kitapçılar ekonomik dar boğaza girdi. Maliyetin altında indirim yapan platformlar, zincir mağazalar kültür hayatını etkiledi.

E-Kitap bir çözüm mü?

Basın Yayın Birliği Yönetim Kurulu Başkanlığını yürüten Emrah Kısakürek, “Kitap temel ihtiyaç mıdır?” sorusundan hareketle tartışmaları masaya yatırdı. Özellikle yüksek indirim vaadiyle pazara girmiş olan online platformların kitap sektörüne ve okuyucuya katkısı olmadığını vurguladı ve şu saptamayı yaptı:

“Sektörde artan indirim talepleri ve komisyon oranlarının yüksekliği, kitap fiyatlarının dolaylı olarak yükselmesine sebep oldu. Yayıncı, kitabın üretim maliyetlerinden sonra oluşan giderleri karşılayabilmek ve tahsil sürelerinin uzaması sebebiyle oluşan farkı en aza indirebilmek için kitap fiyatlarını yükseltmek zorunda kaldı. Temel ihtiyaç maddelerinde ilgili sektörün önde gelen dernek ve meslek birlikleri fiyatların suni artışını önleme konusunda birlikte çalışıp, bu ürünlerin halka ulaşmasını kolaylaştıracak tedbirler alır. Bunun aynı şekilde kitap için de geçerli olabileceğini düşünüyorum.”

Pandemi henüz hızını kesmemişken, yayın sektörünü bu kez kur dalgası vurdu. Kâğıt maliyetlerinin çok yüksek olması bu kez akıllara şu soruyu getirdi: E-kitap, nefes almakta zorlanan kitap sektörüne suni bir solunum sağlar mı?

Emrah Kısakürek’in buna yanıtı ve tavsiyesi şu yönde oldu:

“Ülkemizde e-kitabın basılı kitabın yerini alması kısa vadede çok mümkün gözükmüyor. Ancak özellikle üniversite kütüphaneleri ve araştırmacıların kaynağa ulaşımı bakımından e-kitap formatının büyük rahatlık olduğunu göz ardı etmemek lazım. Çünkü fiziki olarak büyüyemeyen bir kütüphane binasına kurulacak basit bir bilgisayarla milyonlarca e-kitap ulaşılır hale gelebiliyor.”

Tiyatro arayış halinde

Pandeminin etkilediği kültür aktivitelerinden biri de tiyatro. Salgın tüm meslek dalları gibi tiyatroyu da vurdu. Perdeler kapandı. Salonlar sessizliğe gömüldü. Ancak umut hiç kesilmedi. Ve “konteyner sahne” bir seçenek, bir deneysel çaba olarak çıktı karşımıza.

Tiyatro yönetmeni, oyuncu ve şair olarak tanıdığımız, Bakırköy Belediye Tiyatroları’nda genel sanat yönetmeni olarak görev yapan Turgay Kantürk, bu çabanın tiyatroya ne getirip ne götüreceğine baktı, “Konteyner sahne tiyatrolar için bir seçenek olabilir mi?” adlı yazısında.

Kantürk, tiyatronun her şartta var olma arayışında olduğunu vurgulayıp, mühim bir noktaya temas etti:

“Son yıllarda büyük yapımların azaldığı gözlemlendi ve bunun yanı sıra alternatif – yarı amatör yapıların ağırlık kazandığı bir tiyatro ortamı oluştu. Daha çok küçük topluluklarla, küçük sahnelerde, yeni arayışlar içinde olan genç ve orta kuşak tiyatrocuların öncülük ettiği ve itici güç olduğu bir yapı söz konusu. Çok seyirciliden nitelikli, ama az seyirciye yönelen bir tarzı benimseyen, klasik sahne yerine yeni oyun alanlarında, yeni bir dil arayışına yönelen, daha çok küçük gruplardan oluşan tiyatrolar çoğaldı.”

Bakalım bu oluşum zamanla nasıl evrilecek?

Tüketimde kışkırtıcı bir mekanizma: YouTuberlar

Eve kapanma, yalnız bir zorunluluk olarak gerçekleşmedi. Teknoloji ilerledikçe, dijital dünya hayatımızın bir parçası haline geldi. Ve çeşitli mecralar, hem daha önce olmayan bir mesleğin yükselişine sahne oldu hem de belli sorunları beraberinde getirdi.

Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi Reklamcılık Bölümü’nde Araştırma Görevlisi olarak çalışan Selçuk Bazarcı, “Tüketim kültürünün yeni taşıyıcıları: YouTuberlar” adlı makalesinde, okura farklı pencereler açtı. Niçin YouTube’un, tarihteki en büyük ve en renkli kuşak olarak görülen Z Kuşağı’nın kendini ifade ettiği “özgürlük” alanı olduğunu sorguladı. Satın almayı belirlemede niçin bu denli etkin bir rol oynadığını anlamaya ve anlatmaya çalıştı. YouTuberlar hayatımızda neye karşılık geldiği ve bu istiladan kurtulmanın yollarını izah etti. “YouTuber tarafından oluşturulan içerikte işbirliği olup olmadığını sezmek ve ilgili konuya şüpheyle yaklaşmak kişinin kendini korumaya alması açısından gerekli.” dedi:

“Özellikle aktarılan mesajlardaki argümanların detaylı bir şekilde irdelenmesi ve satın alıma giden yolda iknayı sağlayan dinamiklerin kişi tarafından iyi etüt edilmesi, hem tüketicinin o ürüne gerçekten ihtiyacı olup olmadığını anlamasında, hem de YouTuber’ın dayanmış olduğu güven odaklı unsurları daha iyi anlamlandırmasında belirleyici oluyor.”

Yunus Emre – Birleştirici güç!

Kültürün kuşaktan kuşağa aktarılan bir toplumsal miras olduğunu söylemiştik. İşte bazı yazarlar ve bazı eserler de bu mirasın en büyük parçası…

Bilindiği gibi UNESCO, 2021’i Dünya Yunus Emre Yılı olarak ilan etti. Neredeyse tüm ticari işletmelerin İngilizce olduğu, dilimize giren yabancı kavramların arttığı bir dönemde Yunus Emre ve Türkçe etkinlikleri bir silkinme yaratabilir mi? Böylesine değerli bir “ozan”ı, “sevgi filozof”unu dünyaya tanıtma için bu sene bir fırsat olabilir mi? Bunu tartıştı Cuma Duymaz, “Yunus Emre – Her dem yeniden”de… Ve Yunus Emre’nin birleştirici bir güç olduğunu söyledi:

“Şiirlerinin yeşerdiği sevgi iklimine kimin hangi gerekçeyle uğradığının önemi yok. Önemli olan Yunus’ta buluşmaktır. Bu buluşmaların evrensel boyuta taşınması elbette mümkündür, hatta gereklidir.”

Reşat Nuri okuyup da gözyaşı dökmeyen yok

Reşat Nuri Güntekin, tam 132 yıl önce, 25 Kasım 1889’da doğdu. Başta Çalıkuşu olmak üzere nice eseriyle unutulmazlar arasına girdi. Girdi, ama bu ülkenin büyük yazarlarını sayarken bir çırpıda aklımıza gelmez onun adı. Sosyolog Gökhan Yavuz Demir, bunun nedeni araştırdı. Çalıkuşu’nu bir klasiğe dönüştüren şey ne? Feride, dünün yahut bugünün “arzu edilen Türk kızı” mı, onu yazdı, “Çalıkuşu’nu her daim cazip kılan ne?” adlı makalesinde.

“Cumhuriyet’in ilk yıllarında Çalıkuşu’nun yarattığı etki, kendi ayakları üzerinde duran, cehaletle mücadele eden, güçlü ve eğitimli bir kadın figürünün dönemin genç kızlarına nasıl bir rol model teşkil ettiği bugün ancak tahmin edilebilir.” diyen Demir, çarpıcı bir saptamada bulundu:

“Bunca senenin ardından aynı idealizmin ve coşkunun kalmadığını, hatta artık köy, köylü ve köy hayatıyla ilgilenmediğimiz düşünülürse; genelde Reşat Nuri’den, özeldeyse Çalıkuşu’ndan, zamanın tornasından geçtikten sonra sadece hissî bir yoğunluğun ve berrak bir Türkçenin yankısının kaldığını söyleyebiliriz. Sanırım bunun için çoğumuz Reşat Nuri kitaplarını ortaöğretimde okuyoruz. Ve yine sanırım bundan ötürü pek çok yazar adına düzenlenen etkinliklerden birini Reşat Nuri için tertiplemeyi aklımıza getirmiyoruz.”

Son derviş – Sezai Karakoç

Edebiyat dünyasında yaprak dökümü yaşandı bu sene de… İsveç’te yaşayan öykü yazarı Demir Özlü, 13 Şubat’ta; psikolog ve yazar Doğan Cüceloğlu, 16 Şubat’ta; şair ve yazar Mustafa Yazgan, 5 Aralık’ta; gazeteci ve yazar Selahattin Duman, 21 Nisan’da; edebiyat eleştirmeni ve akademisyen Yıldız Ecevit, 22 Haziran’da; roman ve oyun yazarı Emine Işınsu Öksüz, 5 Mayıs’ta; Acı Para ve İmparator’un yazarı Erol Toy, 14 Mart’ta aramızdan ayrıldı.

Şair, yazar, düşünür ve siyasetçi Sezai Karakoç ise 16 Kasım’da, 88 yaşında hayata gözlerini kapattı. Sınıf arkadaşı Cemal Süreya onu şöyle tanımlamıştı: “Öyle bir Müslüman ki, Marx da bilir, Nietzsche de bilir, Rimbaud da bilir. Salvador Dali de sever. Nâzım da okur.”

Eleştirmen Sabit Kemal Bayıldıran, “Son derviş – Sezai Karakoç” adlı yazısında, Monna Rosa’nın şairi niçin büyüktü; siyasi fikirleri neydi; bunu tartıştı. Ve hakkını şu şekilde teslim etti:

“Karakoç’un düşüncelerinin çoğuna katılmam. Ama onun ileri sürdüğü düşünceleri eleştirirken dahi önümü hep iliklerim. Çünkü o, ömrünü inancına adamış, Âkif gibi, Fikret gibi bir tutarlılık simgesidir. Ayrıca Şeyh Galip’ten bu yana yetişen on büyük şairden biridir ki, her dile böylesine yetenekli şair nasip olmaz.”

Suat Derviş ve Sabahattin Ali

Tabii bu arada, geç keşfedilen Suat Derviş’u unutmadık. Serdar Soydan, Nâzım Hikmet’e, “Ağlasa da gizliyor gözlerinin yaşını; / Bir kere eğemedim bu kadının başını” mısralarını yazdıran; Almanca, İtalyanca ve İngilizceden çeviriler yapıp eserleri basılsın diye menajer tutan Suat Derviş’i niye geç keşfettik; bugün onu özel ve popüler kılan ne, sorularına yanıt aradı yazısında.

Kürk Mantolu Madonna ile neredeyse tüm zamanların en çok okunanı olan Sabahattin Ali de gündemimizdeydi. Sabahattin Ali’nin Yapıtlarını Sevme Sözlüğü dahil onlarca esere imza atan yazar, romancı, denemeci ve şair Atilla Birkiye, farklı bir portre çizdi bize. “Devrimci gecelerde” ezberden söylenen “Aldırma Gönül”ün hikâyesini okuduk. Dehşetengiz siyasî cinayeti hatırladık. 1948 ile 1965 arasındaki yasaklı yıllarına tanıklık ettik. Sonra kısmî bir unutuluş sürecini takip eden muazzam ilginin sebeplerine yoğunlaştık. Ne olmuştu, ne değişmişti de, Sabahattin Ali “yeniden” keşfedilmişti.

Yazarak para kazanmak mümkün mü?

Pandemiyle girmiştik söze, yine pandeminin rol aldığı bir olguyla devam edelim: Evlere kapanan, duygu ve düşüncelerini yazarak ifade etmek isteyenler için fırsat oldu. Bu süreçte birçok şair ve yazar online kurslar verdi. Ayrıca Wattpad rüzgârı yine esmeye devam etti. Bu platformda şiirlerini, hikâyelerini, romanlarını paylaşanlar, bir süre sonra bunları matbu hale de getirdiler. Aralarından bazıları yüz bin, üç yüz bin gibi ciddi tirajlara ulaştı.

Şair, yayıncı ve bir ara Türkiye Yayıncılar Birliği’nde Genel Sekreterlik ve Başkanlık görevlerinde bulunan Metin Celal, yazarak büyük paralar kazanmak isteyenlerin fotoğrafını çekti. Ve şu acı gerçeği paylaştı gençlerle:

“Yaratıcı Yazarlık Kursları’nda Murat Gülsoy, Mario Levi gibi az sayıda nitelikli hocadan yazarlığın tekniği öğrenilebilse bile zanaatkârlığın yanında sanat da gerektiği için kursların faydasının bir yere kadar olduğunu söylemeliyiz.”

Pisuvardan kripto sanata giden gizemli yol

Senenin en çok tartışılan “olay”larından biri de NFT’ydi. NFT, herhangi bir dijital dosyanın benzersiz olduğunu onaylayan, blok zinciri adı verilen dijital defterde depolanan bir veri birimi… Bitcoin, Ethereum ve Ripple derken, “değiştirilemez para” çılgınlığı olarak patadak giriverdi hayatımıza. Doğal olarak sanat eserlerine de geldi sıra. Ancak burada satılan “eser”ler dijital ve herkes tarafından istenirse indirilip çoğaltılabilecek yapıtlar. Yurtiçi ve yurtdışındaki birçok katalog ve sanat kitabında çalışmaları bulunan, şiirleri pek çok dile çevrilen Yeşim Ağaoğlu araştırıp yazdı. Biz de böylelikle, nasıl oluyor da bu yapıtlara milyon dolarlar ödeniyor, öğrendik.

Ağaoğlu, tamamen dijital ve herkes tarafından istenirse indirilip çoğaltılabilecek yapıtlar ve NFT’nin gizemli dünyasına dair bakınız ne demiş:

“Kanımca, sanat piyasasında bu yaşananların Korona salgını ve karantina altında süregelen yeni bir yaşam formuyla da çok yakın bir ilişkisi bulunuyor. Maskeler ardında suretimizi gizleyerek yaşadığımız, hemen her eylemimizi evlerimizde, kapalı kapılar ardında, elektronik ortamda gerçekleştirdiğimiz bugünlerde paranın ve sanatın da böyle gizli ve sanal olması pek de şaşırtıcı olmasa gerek. Çünkü bugünlerde sık sık yinelenen “yeni normal” düzenin çeşitli boyutlarıyla ne yazık ki kalıcı olacağını düşünüyorum.”

Görüldüğü gibi kültür/sanat açısından hareketli bir yıldı 2021. Fikir Turu olarak, bu hareketliliği okurlara, doğru kalemlerle yansıtmaya çalıştık. Tüm renkleri, tüm fikirleri, nitelikleri oranında kucaklamayı arzuladık.

Başarabildiysek ne âlâ!

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 29 Aralık 2021’de yayımlanmıştır.

Fikir Turu
Fikir Turuhttps://fikirturu.com/
Fikir Turu, yalnızca Türkiye’deki düşünce hayatını değil, dünyanın da ne düşündüğünü, tartıştığını okurlarına aktarmaya çalışıyor. Bu amaçla, İngilizce, Arapça, Rusça, Almanca ve Çince yazılmış önemli makalelerin belli başlı bölümlerini çevirerek, editoryal katkılarla okuruna sunmaya çalışıyor. Her makalenin orijinal metnine ve değerli çevirmen arkadaşlarımızın bilgilerine makalenin alt kısmındaki notlardan ulaşabilirsiniz.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Kültür hayatı mühim bir sınavdan geçti

Pandemi, sel baskınları, orman yangınları, kur dalgalanmaları, kadın cinayetleri, şehit haberleri gündemden düşmedi. Ama güzel şeyler de oldu. Bilhassa kültür sanat alanında.

Fikir Turu, duyuş ve düşünüş birliğine özen gösteren bir platform. Tarihsel, hatta toplumsal gelişme süreci içinde yaratılan her türlü değere bakmayı, anlamayı ve bunu okurlarıyla paylaşmayı seviyor. Kapılarını da yeniye, farklıya ve elbette özgün olana kapatmadan asla… Zira kültür, yaşadığımız çevreye etkin katılım sağlamamızı kolaylaştıran, hayatımızı anlamlı kılan, estetik haz ve eleştirme yeteneklerimizi öğrenme, geliştirme fırsatı yaratan bir varoluş süreci, bir toplumsal miras.

Ne ki, bazen yerel bazen küresel olaylar, bu süreci sekteye uğratabiliyor – pandemi gibi!

Sokağa çıkma kısıtlamasının olduğu günlerde, kitapçılar bir süre kapalı kaldı. Okur, çare bulmakta gecikmedi ama. İnternet üzerinden satış yapan kitap sitelerine yöneldi. Okuma oranı arttı. Ancak kitapçılar ekonomik dar boğaza girdi. Maliyetin altında indirim yapan platformlar, zincir mağazalar kültür hayatını etkiledi.

E-Kitap bir çözüm mü?

Basın Yayın Birliği Yönetim Kurulu Başkanlığını yürüten Emrah Kısakürek, “Kitap temel ihtiyaç mıdır?” sorusundan hareketle tartışmaları masaya yatırdı. Özellikle yüksek indirim vaadiyle pazara girmiş olan online platformların kitap sektörüne ve okuyucuya katkısı olmadığını vurguladı ve şu saptamayı yaptı:

“Sektörde artan indirim talepleri ve komisyon oranlarının yüksekliği, kitap fiyatlarının dolaylı olarak yükselmesine sebep oldu. Yayıncı, kitabın üretim maliyetlerinden sonra oluşan giderleri karşılayabilmek ve tahsil sürelerinin uzaması sebebiyle oluşan farkı en aza indirebilmek için kitap fiyatlarını yükseltmek zorunda kaldı. Temel ihtiyaç maddelerinde ilgili sektörün önde gelen dernek ve meslek birlikleri fiyatların suni artışını önleme konusunda birlikte çalışıp, bu ürünlerin halka ulaşmasını kolaylaştıracak tedbirler alır. Bunun aynı şekilde kitap için de geçerli olabileceğini düşünüyorum.”

Pandemi henüz hızını kesmemişken, yayın sektörünü bu kez kur dalgası vurdu. Kâğıt maliyetlerinin çok yüksek olması bu kez akıllara şu soruyu getirdi: E-kitap, nefes almakta zorlanan kitap sektörüne suni bir solunum sağlar mı?

Emrah Kısakürek’in buna yanıtı ve tavsiyesi şu yönde oldu:

“Ülkemizde e-kitabın basılı kitabın yerini alması kısa vadede çok mümkün gözükmüyor. Ancak özellikle üniversite kütüphaneleri ve araştırmacıların kaynağa ulaşımı bakımından e-kitap formatının büyük rahatlık olduğunu göz ardı etmemek lazım. Çünkü fiziki olarak büyüyemeyen bir kütüphane binasına kurulacak basit bir bilgisayarla milyonlarca e-kitap ulaşılır hale gelebiliyor.”

Tiyatro arayış halinde

Pandeminin etkilediği kültür aktivitelerinden biri de tiyatro. Salgın tüm meslek dalları gibi tiyatroyu da vurdu. Perdeler kapandı. Salonlar sessizliğe gömüldü. Ancak umut hiç kesilmedi. Ve “konteyner sahne” bir seçenek, bir deneysel çaba olarak çıktı karşımıza.

Tiyatro yönetmeni, oyuncu ve şair olarak tanıdığımız, Bakırköy Belediye Tiyatroları’nda genel sanat yönetmeni olarak görev yapan Turgay Kantürk, bu çabanın tiyatroya ne getirip ne götüreceğine baktı, “Konteyner sahne tiyatrolar için bir seçenek olabilir mi?” adlı yazısında.

Kantürk, tiyatronun her şartta var olma arayışında olduğunu vurgulayıp, mühim bir noktaya temas etti:

“Son yıllarda büyük yapımların azaldığı gözlemlendi ve bunun yanı sıra alternatif – yarı amatör yapıların ağırlık kazandığı bir tiyatro ortamı oluştu. Daha çok küçük topluluklarla, küçük sahnelerde, yeni arayışlar içinde olan genç ve orta kuşak tiyatrocuların öncülük ettiği ve itici güç olduğu bir yapı söz konusu. Çok seyirciliden nitelikli, ama az seyirciye yönelen bir tarzı benimseyen, klasik sahne yerine yeni oyun alanlarında, yeni bir dil arayışına yönelen, daha çok küçük gruplardan oluşan tiyatrolar çoğaldı.”

Bakalım bu oluşum zamanla nasıl evrilecek?

Tüketimde kışkırtıcı bir mekanizma: YouTuberlar

Eve kapanma, yalnız bir zorunluluk olarak gerçekleşmedi. Teknoloji ilerledikçe, dijital dünya hayatımızın bir parçası haline geldi. Ve çeşitli mecralar, hem daha önce olmayan bir mesleğin yükselişine sahne oldu hem de belli sorunları beraberinde getirdi.

Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi Reklamcılık Bölümü’nde Araştırma Görevlisi olarak çalışan Selçuk Bazarcı, “Tüketim kültürünün yeni taşıyıcıları: YouTuberlar” adlı makalesinde, okura farklı pencereler açtı. Niçin YouTube’un, tarihteki en büyük ve en renkli kuşak olarak görülen Z Kuşağı’nın kendini ifade ettiği “özgürlük” alanı olduğunu sorguladı. Satın almayı belirlemede niçin bu denli etkin bir rol oynadığını anlamaya ve anlatmaya çalıştı. YouTuberlar hayatımızda neye karşılık geldiği ve bu istiladan kurtulmanın yollarını izah etti. “YouTuber tarafından oluşturulan içerikte işbirliği olup olmadığını sezmek ve ilgili konuya şüpheyle yaklaşmak kişinin kendini korumaya alması açısından gerekli.” dedi:

“Özellikle aktarılan mesajlardaki argümanların detaylı bir şekilde irdelenmesi ve satın alıma giden yolda iknayı sağlayan dinamiklerin kişi tarafından iyi etüt edilmesi, hem tüketicinin o ürüne gerçekten ihtiyacı olup olmadığını anlamasında, hem de YouTuber’ın dayanmış olduğu güven odaklı unsurları daha iyi anlamlandırmasında belirleyici oluyor.”

Yunus Emre – Birleştirici güç!

Kültürün kuşaktan kuşağa aktarılan bir toplumsal miras olduğunu söylemiştik. İşte bazı yazarlar ve bazı eserler de bu mirasın en büyük parçası…

Bilindiği gibi UNESCO, 2021’i Dünya Yunus Emre Yılı olarak ilan etti. Neredeyse tüm ticari işletmelerin İngilizce olduğu, dilimize giren yabancı kavramların arttığı bir dönemde Yunus Emre ve Türkçe etkinlikleri bir silkinme yaratabilir mi? Böylesine değerli bir “ozan”ı, “sevgi filozof”unu dünyaya tanıtma için bu sene bir fırsat olabilir mi? Bunu tartıştı Cuma Duymaz, “Yunus Emre – Her dem yeniden”de… Ve Yunus Emre’nin birleştirici bir güç olduğunu söyledi:

“Şiirlerinin yeşerdiği sevgi iklimine kimin hangi gerekçeyle uğradığının önemi yok. Önemli olan Yunus’ta buluşmaktır. Bu buluşmaların evrensel boyuta taşınması elbette mümkündür, hatta gereklidir.”

Reşat Nuri okuyup da gözyaşı dökmeyen yok

Reşat Nuri Güntekin, tam 132 yıl önce, 25 Kasım 1889’da doğdu. Başta Çalıkuşu olmak üzere nice eseriyle unutulmazlar arasına girdi. Girdi, ama bu ülkenin büyük yazarlarını sayarken bir çırpıda aklımıza gelmez onun adı. Sosyolog Gökhan Yavuz Demir, bunun nedeni araştırdı. Çalıkuşu’nu bir klasiğe dönüştüren şey ne? Feride, dünün yahut bugünün “arzu edilen Türk kızı” mı, onu yazdı, “Çalıkuşu’nu her daim cazip kılan ne?” adlı makalesinde.

“Cumhuriyet’in ilk yıllarında Çalıkuşu’nun yarattığı etki, kendi ayakları üzerinde duran, cehaletle mücadele eden, güçlü ve eğitimli bir kadın figürünün dönemin genç kızlarına nasıl bir rol model teşkil ettiği bugün ancak tahmin edilebilir.” diyen Demir, çarpıcı bir saptamada bulundu:

“Bunca senenin ardından aynı idealizmin ve coşkunun kalmadığını, hatta artık köy, köylü ve köy hayatıyla ilgilenmediğimiz düşünülürse; genelde Reşat Nuri’den, özeldeyse Çalıkuşu’ndan, zamanın tornasından geçtikten sonra sadece hissî bir yoğunluğun ve berrak bir Türkçenin yankısının kaldığını söyleyebiliriz. Sanırım bunun için çoğumuz Reşat Nuri kitaplarını ortaöğretimde okuyoruz. Ve yine sanırım bundan ötürü pek çok yazar adına düzenlenen etkinliklerden birini Reşat Nuri için tertiplemeyi aklımıza getirmiyoruz.”

Son derviş – Sezai Karakoç

Edebiyat dünyasında yaprak dökümü yaşandı bu sene de… İsveç’te yaşayan öykü yazarı Demir Özlü, 13 Şubat’ta; psikolog ve yazar Doğan Cüceloğlu, 16 Şubat’ta; şair ve yazar Mustafa Yazgan, 5 Aralık’ta; gazeteci ve yazar Selahattin Duman, 21 Nisan’da; edebiyat eleştirmeni ve akademisyen Yıldız Ecevit, 22 Haziran’da; roman ve oyun yazarı Emine Işınsu Öksüz, 5 Mayıs’ta; Acı Para ve İmparator’un yazarı Erol Toy, 14 Mart’ta aramızdan ayrıldı.

Şair, yazar, düşünür ve siyasetçi Sezai Karakoç ise 16 Kasım’da, 88 yaşında hayata gözlerini kapattı. Sınıf arkadaşı Cemal Süreya onu şöyle tanımlamıştı: “Öyle bir Müslüman ki, Marx da bilir, Nietzsche de bilir, Rimbaud da bilir. Salvador Dali de sever. Nâzım da okur.”

Eleştirmen Sabit Kemal Bayıldıran, “Son derviş – Sezai Karakoç” adlı yazısında, Monna Rosa’nın şairi niçin büyüktü; siyasi fikirleri neydi; bunu tartıştı. Ve hakkını şu şekilde teslim etti:

“Karakoç’un düşüncelerinin çoğuna katılmam. Ama onun ileri sürdüğü düşünceleri eleştirirken dahi önümü hep iliklerim. Çünkü o, ömrünü inancına adamış, Âkif gibi, Fikret gibi bir tutarlılık simgesidir. Ayrıca Şeyh Galip’ten bu yana yetişen on büyük şairden biridir ki, her dile böylesine yetenekli şair nasip olmaz.”

Suat Derviş ve Sabahattin Ali

Tabii bu arada, geç keşfedilen Suat Derviş’u unutmadık. Serdar Soydan, Nâzım Hikmet’e, “Ağlasa da gizliyor gözlerinin yaşını; / Bir kere eğemedim bu kadının başını” mısralarını yazdıran; Almanca, İtalyanca ve İngilizceden çeviriler yapıp eserleri basılsın diye menajer tutan Suat Derviş’i niye geç keşfettik; bugün onu özel ve popüler kılan ne, sorularına yanıt aradı yazısında.

Kürk Mantolu Madonna ile neredeyse tüm zamanların en çok okunanı olan Sabahattin Ali de gündemimizdeydi. Sabahattin Ali’nin Yapıtlarını Sevme Sözlüğü dahil onlarca esere imza atan yazar, romancı, denemeci ve şair Atilla Birkiye, farklı bir portre çizdi bize. “Devrimci gecelerde” ezberden söylenen “Aldırma Gönül”ün hikâyesini okuduk. Dehşetengiz siyasî cinayeti hatırladık. 1948 ile 1965 arasındaki yasaklı yıllarına tanıklık ettik. Sonra kısmî bir unutuluş sürecini takip eden muazzam ilginin sebeplerine yoğunlaştık. Ne olmuştu, ne değişmişti de, Sabahattin Ali “yeniden” keşfedilmişti.

Yazarak para kazanmak mümkün mü?

Pandemiyle girmiştik söze, yine pandeminin rol aldığı bir olguyla devam edelim: Evlere kapanan, duygu ve düşüncelerini yazarak ifade etmek isteyenler için fırsat oldu. Bu süreçte birçok şair ve yazar online kurslar verdi. Ayrıca Wattpad rüzgârı yine esmeye devam etti. Bu platformda şiirlerini, hikâyelerini, romanlarını paylaşanlar, bir süre sonra bunları matbu hale de getirdiler. Aralarından bazıları yüz bin, üç yüz bin gibi ciddi tirajlara ulaştı.

Şair, yayıncı ve bir ara Türkiye Yayıncılar Birliği’nde Genel Sekreterlik ve Başkanlık görevlerinde bulunan Metin Celal, yazarak büyük paralar kazanmak isteyenlerin fotoğrafını çekti. Ve şu acı gerçeği paylaştı gençlerle:

“Yaratıcı Yazarlık Kursları’nda Murat Gülsoy, Mario Levi gibi az sayıda nitelikli hocadan yazarlığın tekniği öğrenilebilse bile zanaatkârlığın yanında sanat da gerektiği için kursların faydasının bir yere kadar olduğunu söylemeliyiz.”

Pisuvardan kripto sanata giden gizemli yol

Senenin en çok tartışılan “olay”larından biri de NFT’ydi. NFT, herhangi bir dijital dosyanın benzersiz olduğunu onaylayan, blok zinciri adı verilen dijital defterde depolanan bir veri birimi… Bitcoin, Ethereum ve Ripple derken, “değiştirilemez para” çılgınlığı olarak patadak giriverdi hayatımıza. Doğal olarak sanat eserlerine de geldi sıra. Ancak burada satılan “eser”ler dijital ve herkes tarafından istenirse indirilip çoğaltılabilecek yapıtlar. Yurtiçi ve yurtdışındaki birçok katalog ve sanat kitabında çalışmaları bulunan, şiirleri pek çok dile çevrilen Yeşim Ağaoğlu araştırıp yazdı. Biz de böylelikle, nasıl oluyor da bu yapıtlara milyon dolarlar ödeniyor, öğrendik.

Ağaoğlu, tamamen dijital ve herkes tarafından istenirse indirilip çoğaltılabilecek yapıtlar ve NFT’nin gizemli dünyasına dair bakınız ne demiş:

“Kanımca, sanat piyasasında bu yaşananların Korona salgını ve karantina altında süregelen yeni bir yaşam formuyla da çok yakın bir ilişkisi bulunuyor. Maskeler ardında suretimizi gizleyerek yaşadığımız, hemen her eylemimizi evlerimizde, kapalı kapılar ardında, elektronik ortamda gerçekleştirdiğimiz bugünlerde paranın ve sanatın da böyle gizli ve sanal olması pek de şaşırtıcı olmasa gerek. Çünkü bugünlerde sık sık yinelenen “yeni normal” düzenin çeşitli boyutlarıyla ne yazık ki kalıcı olacağını düşünüyorum.”

Görüldüğü gibi kültür/sanat açısından hareketli bir yıldı 2021. Fikir Turu olarak, bu hareketliliği okurlara, doğru kalemlerle yansıtmaya çalıştık. Tüm renkleri, tüm fikirleri, nitelikleri oranında kucaklamayı arzuladık.

Başarabildiysek ne âlâ!

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 29 Aralık 2021’de yayımlanmıştır.

Fikir Turu
Fikir Turuhttps://fikirturu.com/
Fikir Turu, yalnızca Türkiye’deki düşünce hayatını değil, dünyanın da ne düşündüğünü, tartıştığını okurlarına aktarmaya çalışıyor. Bu amaçla, İngilizce, Arapça, Rusça, Almanca ve Çince yazılmış önemli makalelerin belli başlı bölümlerini çevirerek, editoryal katkılarla okuruna sunmaya çalışıyor. Her makalenin orijinal metnine ve değerli çevirmen arkadaşlarımızın bilgilerine makalenin alt kısmındaki notlardan ulaşabilirsiniz.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x