Koronavirüs ile mücadelede karantina, izolasyon dönemleri sona erdi, dünyanın hemen her ülkesinde artık normalleşme dönemine geçildi. Ancak son 1-2 gündür Çin’den gelen haberler “2. Dalga mı geliyor?” sorusunu herkesin aklına getiriyor.
Pekin’in et dağıtım merkezi (et hali) sayılabilecek Xinfadi Pazarı çok sayıda COVID-19 vakası görülmesi üzerine kapatıldı. Uzun bir aradan sonra COVID-19 vakasının merkezi bir noktada tekrar ortaya çıkması medyada da farklı şekillerde yer buluyor. Çin medyasında Kovid-19 ile korunmada önlemlerin önemine dikkat çekiliyor ancak konu ile ilgili toplumsal birliği ve Parti’nin gücünü güçlendirmeye yönelik yazıların daha öne çıkıyor.
Çin Halk Ordusu’nun günlük gazetesi Jifang Junbao’da Ma Chengcheng ‘Salgın karşıtı pratik canlı bir ideolojik ve politik derstir’ başlıklı yorum yazısı, Xi yönetiminin halkı yeni dönemde iç ve dış politikada yaşanacak sorunlara, sıkıntılara koronavirüs üzerinden hazırlamasını ve içerideki desteğini güçlendirme çabasını görmek açısından iyi bir örnek sayılabilir. Yazıda şunlara değiniyor:
“Çin ulusunun 5000 yıllık tarihi ders kitapları muhteşem mücadeleler, parlak anlar, cesur ve hızlı ilerlemelerle doludur. Her okunduğunda insana derin bir ilham ve gayret gücü verir. Bu yılın başında beklenmedik bir şekilde gelen koronavirüse karşı halk da topyekün bir mücadele verdi. … Büyük ulusal ruhu yeni dönemde yeniden parlattı.”
Salgın ile mücadele Çin Komünist Partisi’nin güçlü liderliğini gösterdi. 1,4 milyarlık büyük bir ülke olarak Çin beklenmedik bir şekilde aniden gelen patlak veren doğal felaketi Çin Komünist Partisi’nin güçlü liderliği sayesinde durdurdu. … Bu tarihi süreç aynı zamanda bir kez daha Parti liderliğinin parti ve ülke için ne kadar önemli olduğunu gösterdi. … Salgın ile mücadele pratiği sosyalist sistemin üstünlüğünü kanıtladı. … Salgın ile mücadele halk ordusunun (Çin Halk Ordusu, resmi orduyu kastediyor) zorlukların üstesinden gelme gücünü gösterdi. İnsanlar zorda olduğunda askerler insiyatif aldı.”
Asya’nın iki devi çatışırsa ne olur?
Çin’de bu tür birleştirici mesajların öne çıkmasına çok da şaşırmamalıyız zira Çin’in mevcut sorunlarına bir yenisi daha eklendi: Çin – Hindistan çatışması.
Kısa süre önce Asya’nın iki devinin sınırında başlayan gerilim Çin-Hint askerlerinin çatışması ile sonuçlandı. Bazı kaynaklara göre 40’a yakın Hint askeri öldü, Çin ise kayıpları konusunda bir açıklama yapmadı. Çin’in önde gelen ve Çin Komünist Partisi’ne yakın, şahin dış politika yaklaşımı ile bilinen gazetesi Huanqiu Shibao’da ‘Hindistan sınır durumu ile ilgili iki yanlış yargıdan kurtulmalı’ başlıklı editöryel yazıda son gelişmeler şöyle değerlendiriliyor:
“Bu şimdiye kadar Çin-Hindistan askerleri arasındaki en ciddi çatışma. Hindistan medyasına göre 1975’den itibaren iki ülke arasındaki sınır çatışmalarında ilk defa askerlerin öldü. Hindistan sınır hattında kapsamlı altyapı tesisleri inşa ediyor ve sınır sorunlarını göz ardı ederek Fiili Kontrol Hattı’nı (Line of Actual Control) zorlayarak tesisleri Çin tarafına kaydırıyordu. Taraflar birkaç defa fiziksel çatışmaya girdi, Çin askerleri Hint askerlerini durdurdu.
Hindistan tarafının kibri ve pervasızlığı Çin-Hindistan sınırındaki tansiyonun ana nedeni. Son yıllarda Yeni Delhi’nin sınır sorunundaki katı tutumu iki yanlış yargıdan kaynaklanıyor. İlki; Hindistan, ABD’nin Çin’e artan stratejik baskısı nedeniyle Çin’in kendisi ile ilişkilerini kötüleştirmek istemediğine inanıyor. Ayrıca Hindistan tarafının provokasyonlarına karşılık isteksiz olduğunu düşünüyor. İkinci olarak, bazı Hindistanlılar yanlış bir şekilde kendi ülkelerinin askeri olarak Çin’den üstün olduğuna inanıyor. Bu iki yanlış algı Hindistan’ın fikrinin rasyonalitesini etkiliyor ve Çin politikasında baskıyı artırıyor.
Çin, Hindistan ile çatışmak istemiyor ikili sınır sorunlarını barışçıl yollarla çözmek istiyor. Bu Çin’in zayıflığı değil, iyi niyetidir. … Washington yönetimi, Hindistan’ın Çin ile ilişkilerinin kötüleşmesini sömürüyor, kaldıraç olarak kullanıyor böylece Hindistan da kendisini ABD’nin çıkarlarına feda ediyor.”
Rusya’nın COVID-19 sözlüğü
Rus medyası ise bugünlerde COVID-19 salgını ile ilgili haber ve tartışmalara geniş yer veriyor. Republic internet gazetesindeki yazısında, İvan Davidov toplumda adeta yeni bir korona sözlüğünün oluştuğuna dikkat çekiyor:
“Bu süreçte insanlar hem yeni kelimeleri kullanmaya başladı hem de günlük hayatta kullanılan bazı sözlerin anlamları değişti. Bizim dünyamız dilde yaşar. Biz dünyayı görmüyoruz ama dünyanın dilimizdeki yansımasını bakıyoruz. Dil canlıdır, dünyada neler olup bittiğine tepki verir, alışılmış kelimeler anlamları değiştirir, yeni kelimeler ortaya çıkarır.”
Republic gazetesinde yayımlanan ve üç yazıdan oluşan seri okuyucuların interaktif katılımıyla oluşmuş durumda. İşte sözlüğe giren kelimelerden bazıları ve anlamları:
Çin:
- Pandemi tehdidi ile ilgili bilgileri gizleyen devlet. Rusya’nın güvenilir jeopolitik ortağı. Kahramanca Donald Trump’a karşı çıkıyor.
- İnsanların yarasayı yedikleri yer.
Maske – Gardırobun en şık öğesi. Para cezasına karşı korur (Ayrıca Bkz. para cezası) ama her zaman değil.
Para cezası: Yeni Rus ekonomisinin temeli, petrol fiyatlarında önemli bir düşüşün yaşandığı mevcut koşullarda gelir elde edilmesini sağlayan bir eylem.
Sağlık işçileri: Çağın kahramanı, koronavirüsle savaşırken kendi hayatını riske atanlar.
Köpek: İzolasyon koşullarında şehirde yasal bir şekilde hareket edebilme aracı.
Virolog: Sosyal medya kullanıcıları arasında en yaygın meslek. Özel eğitim gerektirmez. Rusça’da yetkin bir şekilde yazma becerisi gerektirmez.
Zoom: Rusların kendini izole ettiği dönemde sıkça kullandıkları bir program, eğitimi arttırmaya ve önemli toplantılar yapmaya yarar.
Moskvich: Normalde Moskovalı olanlar ve kentliler için kullanılan bir kelimeydi, şimdiyse: Enfeksiyon kaynağı. Muskovit-karantinaya!
Kovidnik: (Bu süreçte üretilmiş yeni bir kelime) – Hastane, koronavirüs enfeksiyonu olan hastaların tedavi edildiği yer.
Kendini izolasyona almak /izole etmek: Çalışma dışı haftalarda evinde tamamen gönüllü olarak oturmak.
Bill Gates – Yeni bir virüse karşı bir aşı yaratma bahanesiyle tüm dünya da insanlara çip takmayı planlayan sinsi bir Amerikalı.
Türkiye ve Mısır arasında yeni bir kapı açılabilir mi?
Libya’daki gelişmeler, Ortadoğu coğrafyasının da ana gündem maddelerinden biri.
Araştırmacı yazar Firas Ebu Hilal, Arap dünyasının önde gelen haber-analiz portal Arabi21’de yayınlanan “Libya çatışması Türkiye ve Mısır arasında yeni bir kapı açabilir mi” başlıklı makalesinde, Türkiye’nin Libya’da yürüttüğü operasyonların sürpriz sonuçları olabileceğine dikkatleri çekiyor ve Mısır ile ilişkilere değiniyor:
“Türkiye’nin desteklediği Ulusal Mutabakat Hükümeti Libya iç savaşını kazanırsa, Sisi darbesi sonrası kopma noktasına gelen Türkiye-Mısır ilişkilerinin yeniden normalleşebilir ve bu da iki ülke arsanda yeni bir döneme kapı aralayacaktır.”
JadidArab haber portalında yazan Mısırlı gazeteci Sam Hamad da Libya konusuna farklı bir bakış açısı getiriyor. “Yenilgi karşısında Hafter ve Destekçileri Barış için Şeffaf bir Teklifte Bulunuyorlar” başlıklı yazısında şu değerlendirmeleri yapıyor: “Libya iç savaşının dış aktörleri olan Türkiye ve Mısır-BAE karşılaşması Libya sorununu çözemeyecek, Türk askeri müdahalesinin ya da Hafter’in gayrimeşru iktidar gaspı girişimleri değil, siyasi demokratik geçiş süreci ile sorun çözülebilir. Bu bağlamda Türkiye’nin askeri rolünün ötesinde diplomatik rolü çok önemlidir. Çözüme, Darbeci Hafter’in etkisizleştirilmesi ve tekrar Trablus ve Tobruk diyaloğunun birliğe kadar sürdürülmesi sayesinde ulaşılabilir.
Yeni Zelanda’nın heykel ikilemi: Yıkılmalı mı yıkılmamalı mı?
ABD’de George Floyd’un polis tarafından öldürülmesinin ardından dünyanın dört bir yanında ırkçılık karşıtı protestolar patlak verdi. Bu protestolarda, kölelik yanlısı ve sömürgeci geçmişi yansıtan heykeller yıkıldı. Ancak bu eylemler Yeni Zelanda’da farklı bir tartışma yarattı.
Irkçılık karşıtı protestolar Yeni Zelanda’da da düzenlendi. Mart 2019’da Christchurch’te tarihinin en büyük terör saldırısını yaşayan ülkede, aşırı sağcı ve ırkçılara karşı tepki hâlâ yüksek. Ancak konu heykel yıkmaya gelince kafalar karışıyor. Çünkü uzak bir koloni olarak kurulan ülke tarihine geçen isimlerin bir şekilde, sömürgecilik ve köle ticareti ile ilişkisi bulunuyordu.
Tarih profesörü Katie Pickles, Yeni Zelanda’nın en çok okunan haber ve yorum Stuff.co.nz sitesi için kaleme aldığı yazıda bu duruma dikkat çekti ve bir öneride bulunuyor:
“Heykellerin bazılarının en azından toplumun bir kesimi için rahatsız edici olduğu kabul edilmeli ve bunlar müzelere veya heykel parklarına kaldırılmalı. (…) Cadde ve yerleşim yeri isimlerinin değişmesi ise pek çok yerde olduğu için kolay olmayacaktır (…) ama sömürge şiddetini yansıtan bariz isimlerin değiştirilmesi ile başlanabilir. Dünyanın bu kısmında heykeller, anıtlar ve yer isimlerinin değiştirilmesi yerleşimci toplumların ve ırk ilişkilerinin dönüşümünü kökünden değiştirecektir. Sömürge bu ülkenin farklı bir tarihiydi ve biz bu ülkede işleri farklı yapmak zorundayız.”
Kore yarımadasının kısır döngüsü
Uzakdoğu’da ise barış ümidi yine yerini hayal kırıklığına bıraktı. ABD ile Kuzey Kore arasındaki müzakerelerin çökmesinin ardından Pyongyang yönetimi Güney Kore ile köprüleri attı ve tehdit söylemine geri döndü. Kuzey Kore Lideri Kim Jong-un’un kız kardeşi ve Komünist Partisi Merkez Komitesi Başkanı Kim Yo-Yung, 13 Haziran’da Güney Kore ile tüm görüşmeleri askıya aldıklarını ve yeni bir askeri harekat başlatabileceklerini söyledi.
Korean Times yazarı ve Kore-Amerikan ilişkileri profesörü Tong Kim de makalesinde, yarımadanın kuzeyi ile güneyi arasındaki ilişkilerinin kısır döngüsüne geri döndüğünü ve böyle yaşamaya alışmak gerektiğini belirtiyor:
“Pyongyang’ın ne tür bir askeri eylem başlatacağı açık değil, ancak Güney’e karşı her şeyden önce psikolojik bir saldırı başlattıkları ve iki Kore arası ilişkiler durumunu etkili bir şekilde yeniden bir çatışma döngüsüne dönüştürdükleri aşikar (…) Kuzey’in ağır ekonomik sıkıntılar yaşadığı, COVID-19 ile durumun daha da ağırlaştığı ve nükleer füze geliştirme programı nedeniyle uygulanan yaptırımlardan muzdarip olduğu yönünde belirtiler, sert ekonomik sıkıntılar yaşadığına dair göstergeler var. Kuzey için Güney’le çatışma siyaseti hem iç sorunlardan uzaklaşılması hem de liderle dayanışmanın artırılmasına yarıyor.”
İran’da korona ile mücadeleye devam, bu kez daha mı dikkatli?
İran’da korona salgını yeniden alevlendi. Salgının ikinci dalgasının şiddetini ve yaygınlığını azaltmak amacıyla Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, cumartesi günü Yaşam için Ulusal Koalisyon ilan etti, vatandaşları gereksiz seyahatlerden kaçınmaya ve sağlık protokollerine uymaya davet etti. Ruhani bu kez ülkedeki yatak sayısının, sağlık tesislerinin ve sağlık personelinin sınırsız olmadığının da altını çizdi.
İran’da koronavirüs vakalarında tekrar görülen artış, İran medyasında da çeşitli yönleriyle sıklıkla ele alınıyor. Muhafazakâr görüşe yakın gazeteler, salgın karşısında daha çok ulusal birlik, beraberlik ve dayanışmanın gerekliliğini vurguluyor. İran gazetesinde yazan sosyolog Taki Azad Ermeki’nin ‘İran’ın Korona Krizi’nde Birbirine Yaklaşan Tavrı’ başlıklı makalesi, bu yaklaşımın bir örneğini sergiliyor. Ermeki şu cümlelere yer veriyor yazısında:
“Korona’nın yayılması ve ondan kaynaklı krizler, bu tehlikeli virüse karşı devletin çeşitli organları arasında dayanışma ve birliğe yol açtı ve onun neticesi olarak entegre bir yönetimi getirdi. … Devlet içerisinde gerçekleşen karar alma ile – elbette bu hususta Rehberliğin rolü özellikle işaret edilmelidir – ne mutlu ki korona hastalığı hizipçi muhaliflerin ve politik grupların oynaması için bir olgu haline gelmedi.”
Diğer yandan, reformist görüşe yakın gazetelerse salgının toplumsal yaşam üzerindeki olumsuz etkileri üzerinde yoğunlaşıyor ve devletin değil halkın kaygılarını önceleyen bir yaklaşım sergiliyor. Afitab-ı Yezd gazetesinde ‘Korona İran Ekonomisinin Nefesini Kesmiştir’ başlıklı bir köşe yazısı kaleme alan Doç. Dr. Kerim İslamluyan ekonomiye dikkat çekiyor:
“Koronanın yayılması nedeniyle ülke ekonomik alanda ciddi sorunlar ile karşı karşıya kaldı ve bu sürecin yakınlarda son bulmayacağı görülüyor. Bütçede öngörülen mali gelirlerin gerçekleşmemesi sonucunda, bütçe açığı öngörülenden daha fazla olacaktır. … İran’ın Çin, Irak, Birleşik Arap Emirlikleri, Afganistan ve Türkiye gibi ülkelere ihracatının önemli bir kısmı sağlık kaygılarından dolayı sınırların kapalı olması ve ticari alışverişlerin azalması neticesinde kayboldu. Ortaya ciddi bir dış ticaret açığı çıktı. … Turizm de bu süreçten çok etkilendi. Korona, seyahatleri iptal ederek turizme sektörüne, otelciliğe, taşımacılığa, restoranlara ve onlarla alakalı işyerlerine şiddetli şekilde zarar verdi.”
Reformist kanada yakın bir başka gazete olan Arman-ı Milli’de yazan Davud Ali Babayi, “Korona’nın Zirve Yapmasının Etkenleri ve Ondan Korunma’ başlıklı makalesinde, korona salgının yeniden canlanmasını hükümetin sorumluluğu çerçevesinde tartışıyor:
“Eğer kısıtlamalar uygulanmaz ve halk kendi haline bırakılırsa, işyerlerinin açılmasının ciddi sonuçları olacağına dair uyarılar yapmıştık. İran’da kısıtlamalar yalnızca iki hafta sürdü. … Yeniden artışın sebebi açık: Halka yönelik kısıtlamaların mevcut olmayışı, otomobillerin şehirler ve bölgeler arası yolculuğu, daha fazla işyerinin tekrar açılması, kutsal türbelerin ve camilerin açılması, sosyal mesafe yokluğu ve halkı kendi haline bırakmak. Halk durumun normale döndüğü ve koronanın bittiği sonucuna vardı ve şimdi onun bedelini ödüyor.”
Bu yazı ilk kez 18 Haziran 2020’de yayımlanmıştır.