Suudi Arabistan – BAE ittifakı sona mı yaklaşıyor?

BAE, başta Yemen’deki askeri varlığını küçültmek ve İran ile ilişkilerini tazelemek üzere, müttefiki Suudi Arabistan ile ayrışan dış politika adımları atmaya başladı. Arap Baharı’na karşıtlık temelinde gelişen BAE-Suudi Arabistan ittifakının sonuna gelip gelinmediğini değerlendiren uluslararası ilişkiler uzmanı Muhammed es-Said’e göre Körfez’de kartlar yeniden dağıtılıyor.

Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) bir süredir dış politikasını değiştireceğine dair verdiği sinyaller ve attığı bazı adımlar, Ortadoğu’daki belirleyici ittifaklardan biri olan BAE-Suudi Arabistan ittifakının da sonuna gelindiği iddialarına yol açıyor.

BAE’nin son zamanlarda attığı en dikkat çekici adımlardan biri, Temmuz ayı başında Yemen’de İran destekli Husilere karşı Suudi Arabistan öncülüğündeki koalisyona desteğini azaltarak bu ülkedeki askerlerini geri çekeceğini duyurması.

Ayrıca BAE, Suudi Arabistan’ın hedefindeki İran ile de ilişkilerini düzeltecek adımlar atma peşinde. Örneğin İran ve BAE’den üst düzey güvenlik yetkilileri Temmuz ayı sonunda Tahran’da bir araya gelerek, 6 yıl aradan sonra yeniden Ortak Sahil Güvenlik Toplantısı düzenledi.

Son olarak Ağustos ayı başında BAE destekli ayrılıkçı Güney Geçiş Konseyi milisleri, -Riyad’ın destek verdiği- meşru Hadi hükümetinin birlikleriyle şiddetli çatışmalara girdi ve geçici başkent Aden’in ve başkanlık sarayının kontrolünü ele geçirdi. Bütün bu gelişmeleri Al Jazeera’da yayınlanan “Düşman Kardeşler: Aden Darbesi Suudi Arabistan-BAE İttifakının Sonunun İlanı mı?” başlıklı yazısında değerlendiren uluslararası ilişkiler uzmanı ve araştırmacı Muhammed es-Said, BAE’nin politikalarını gözden geçirmesinin sadece Yemen’i değil, bütün bölgeyi, özellikle de Yemen Savaşı’nın fiili komutanı Suudi Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ı etkileyeceğini düşünüyor:

“Bin Selman, kazananı olmayan, uluslararası eleştirilere giderek daha fazla maruz kaldığı bir savaşta ansızın kendisini yapayalnız bulmakla kalmadı, aynı zamanda İran’a karşı ‘büyük kutsal savaş’ta tek ve izole hale gelmenin -büyük bir ihtimalle- şokunu da yaşıyor. Bu da demek oluyor ki, BAE’nin Yemen’den çekilmesi, son yıllarda Suudi-BAE ilişkilerine indirilmiş en bariz hançer.”

Es-Said, BAE-Suudi ittifakının daha da zedeleneceğini, zira BAE’nin Suudi Arabistan’ın pahasına da olsa, kendi özel gündemini takip etme temayülü içinde olduğunu, iki ülke arasındaki vizyon ve çıkar farklılıklarının da derinleşeceğini öne sürüyor.

Yazar Muhammed es-Said, BAE-Suudi ittifakının daha da zedeleneceğini, zira BAE’nin Suudi Arabistan’ın pahasına da olsa, kendi özel gündemini takip etme temayülü içinde olduğunu, iki ülke arasındaki vizyon ve çıkar farklılıklarının da derinleşeceğini öne sürüyor.

Abu Dabi’nin oynadığı bütün bahisler

Yazara göre, 2010 yılı sonunda Arap Baharı’na karşı koymak ve bölgede otoriter rejimlere yeniden istikrar kazandırma arzusuyla, BAE ve Suudi Arabistan ortak çıkarlar temelinde özel ilişkiler geliştirdi:

“Bu özel ilişkilerin ilk meyvesi, 2013 ortasında Mısır’da General Abdulfettah es-Sisi’nin askeri darbesi oldu. 2015’te Yemen’de Husilere karşı koyma ve Cumhurbaşkanı Abdurabbu Mansur Hadi’yi San’a’da yeniden iktidara getirme örtüsü altında başlayan Yemen’e ortak askeri müdahale, bu ilişkilerin en net tezahürüydü. Dört küsur yıldır devam eden bu savaş, iki ülke arasında ortak çıkarları derinleştirdi ve Abu Dabi Veliaht Prensi Muhammed bin Zayid ile genç Suudi Veliaht Prensi Muhammed bin Selman arasında kader ortaklığı duygusunu güçlendirdi.“

“Yemen, Suudi-BAE ittifakının en önemli sahası haline gelirken aynı zamanda söz konusu ittifakta ilk ayrışmaların baş gösterdiği alan oldu,” diye yazan es-Said’e göre, müttefikler arasında örtülü ihtilaflar zaman içinde Yemen üzerinden açığa çıktı.

Riyad yönetimi, Müslüman Kardeşler’in Yemen kolu olan ve Taiz’de en etkili güç sayılan Islah Partisi’yle ilişki geliştirdi. BAE ise Islah hareketine karşı tavır aldı. Böylece iki müttefikin Yemen’de kiminle iş tutmak gerektiği konusunda ortak bir yaklaşım sergileyememeleri nedeniyle nüfuz alanlarının paylaşımı noktasında zımni bir anlaşmaya varıldı:

“Buna göre Suudi Arabistan Husilerle çatışmaların çoğunun cereyan ettiği, kendi sınırına yakın kuzey bölgelerinin komutasını üstlenirken; BAE de Aden ve güneyin komutasını, yani ‘terörle mücadele’ operasyonlarının sorumluluğunu üzerine aldı.”

Yazara göre, kısa sürede BAE, güney Yemen’de fiili otoriteye ve iktidarı belirleyici güce dönüşerek hegemonya kurmayı başardı. Kuzeyden ayrılmayı talep eden Güney Geçiş Konseyi başta olmak üzere çeşitli siyasi yapılar ve milis güçleri kurarak onları destekledi. Zira, “Yemen’in güneyinde BAE yanlısı bir devletin varlığı, Babu’l-Mendeb Boğazı’nı ve Kızıldeniz’deki petrol akışını kontrol etmesini sağlamak için ideal olabilirdi”

Gelinen noktada Abu Dabi, stratejisini değiştirmek ve askeri varlığını azaltıp daha diplomatik bir yöntem benimseyerek Yemen çatışmasına askeri yaklaşımdan vazgeçmek zorunda kaldı.

“Gelinen noktada Abu Dabi, stratejisini değiştirmek ve askeri varlığını azaltıp daha diplomatik bir yöntem benimseyerek Yemen çatışmasına askeri yaklaşımdan vazgeçmek zorunda kaldı. Abu Dabi, Riyad’ın aksine, Yemen’deki özel çıkarlarını fiilen gerçekleştirdiğini ve artık bir ufku olmayan ve açık bir düşmanı bulunmayan bir savaş için daha fazla kaynak tüketmeye gerek olmadığını muhtemelen düşünüyor. (…) Ayrıca Abu Dabi, Yemen’deki çatışmanın nihai sonucu olarak ülkenin bölünmesini tercih ediyor ki böyle bir senaryoda BAE, kuzeyde Husilerden gelen tehditlerden coğrafi olarak nispeten uzak kalırken üzerine çok fazla yatırım yaptığı güneyde hayati stratejik çıkarlarını koruyacağını görüyor.”

Es-Sadi, BAE’nin Yemen’den çekilme kararını güçlendiren birçok dış faktörün de olduğuna dikkat çekiyor:

“Bunların başında, Arap Körfezi ve Hürmüz Boğazı’nda İran’ın başta BAE olmak üzere Amerikan müttefiklerine ait gemileri ve petrol tankerlerini hedef alan son dönemdeki faaliyetleri geliyor. Washington İran’la askeri bir karşılaşmaya isteksiz görünürken (…) Abu Dabi de Tahran’dan gelecek herhangi bir tali zararı kontrol altına almak için Amerikan korumasına bel bağlayamayacağını görüyor ve bu da onu ihtiyatlı olup askerlerini kendi ülkesinin yakınında tutmaya itiyor.”

“Benzer şekilde BAE liderliği, -Amerikan Kongre üyelerinin Suudi Arabistan’a (ve bazı önerilerde BAE’ye) silah ihracını durdurmaya dönük karar çıkartmaya çalışması nedeniyle- Riyad’ın Amerikan siyasi fırtınasının tam merkezinde durduğu bir dönemde, Suud’la yakın irtibattan endişeli görünüyor. Her ne kadar Kongre kararları Trump’ın veto hakkını kullanması nedeniyle uygulamaya geçemese de BAE, Trump’ın ve Amerikan yönetiminin desteğine bel bağlayamayacağını idrak etmiş durumda, hele de 2020 seçimleri yaklaştığı bir dönemde etkili Kongre üyelerinin desteğini kaybederken ve Trump yerine Demokrat bir başkanın seçilme ihtimali varken…”

Yeniden konumlanma

Es-Sadi, Yemen’den çekilme kararının üzerinden daha bir ay geçmeden Abu Dabi’nin 26 ve 30 Temmuz tarihlerinde İran’a peş peşe iki resmi heyet yolladığını ve akabinde de 1 Ağustos’ta sınır güvenliği konusunda bir mutabakat muhtırası imzalandığını hatırlatıyor:

“BAE açısından İran’la çatışma, jeopolitik nitelikli olup -Suudi Arabistan-İran örneğinde olduğu gibi- mezhepsel veya ideolojik değil,” diyen yazar, BAE’yi oluşturan yedi emirlikten en güçlü ikisinin yani Abu Dabi ve Dubai’nin İran konusunda farklı yaklaşımları olduğunu dikkat çekiyor:

BAE açısından İran’la çatışma, jeopolitik nitelikli olup -Suudi Arabistan-İran örneğinde olduğu gibi- mezhepsel veya ideolojik değil,

“BAE tarihsel olarak İran’la ilişkilerinde çok daha diplomatik bir siyaset benimseyegeldi; her ne kadar iki ülke arasındaki çatışma BAE’nin bağımsızlık kazandığı tarihe kadar geri gitse de. (…) BAE’nin İran’la ilişkilerinde mevcut hasmane siyaseti, öncelikle Suud’la ittifakının bir sonucu olup Tahran’a tamamen düşman bir Amerikan yönetiminin varlığıyla daha da güçlendi. Abu Dabi ile BAE’ye bağlı diğer emirlikler, bilhassa Dubai arasında İran’la ilişkiler konusunda giderek artan büyük bir ihtilaf olduğunu iddia edersek çok da abartmış sayılmayız.”

“Petrolle zenginleşen ve İran’ı düşman gören Abu Dabi’nin aksine, Dubai’nin iktisadi zenginliği büyük ölçüde ticaret ve turizme dayalı olup onlarca yıldır İran’la ticari ilişkilerini korudu. Yine Dubai’de önemli ve etkili bir Şii azınlığın yanı sıra İran kökenli çok sayıda başarılı iş adamı da var. Dubai’deki finansal kurumlar İran’a yaptırımları delmekte hep bir arka kanal işlevi gördü. Dolayısıyla Dubai, çoğunlukla BAE’nin İran siyasetinin şekillenmesinde Abu Dabi’ye karşı bir karşı-denge rolü oynadı; ta ki 2008 Küresel Finans Krizi akabinde çöküşten Abu Dabi müdahalesiyle kurtulana kadar.”

“Sonuç olarak son yıllarda Dubai siyaseten büyük ölçüde içe çekildi ve Abu Dabi BAE dış politika üretimini tekeline aldı. Ancak Abu Dabi yönetiminin son yıllarda Yemen savaşı, İran’a karşı husumet politikası ve Libya’ya müdahale gibi siyasi maceraları, Dubai ve marjinalleşen diğer emirliklerin yöneticilerinin öfkesini çekmişe benziyor. İstihbarat kaynaklarına göre, Dubai Emiri Muhammed bin Raşid Âl Maktum’un muhalefeti, BAE’nin Yemen’den çekilmesinde ve son dönemde İran’a yönelik daha esnek bir siyasetin güdülmesinde büyük bir rol oynadı.”

“Öte yandan BAE yöneticilerinin tamamı, ülkelerinin İran’a karşı bölgesel veya küresel herhangi bir çatışmada en büyük ve en kırılgan hedef olabileceği, bunun da son yıllarda edindikleri siyasi ve askeri kazanımları heba edebileceği kanaatine varmış görünüyor. (…)”

Düşman Kardeşler ittifakı

“Yeni BAE siyasetinin tek kaybedeni, en yakın müttefiki Riyad,” diyen yazara göre, Suudi Arabistan liderliği, özellikle de Muhammed bin Selman, BAE’nin Yemen’e müdahalesinin gerçek hedeflerini görmezden gelmenin bedelini ödemek zorunda kalacak:

BAE’nin hedefleri hiçbir zaman Suud’unkilerle örtüşmedi. BAE’nin Yemen’den resmen geri çekilme kararıyla birlikte, Suudi Arabistan, Muhammed bin Selman’ın Yemen Savaşı’nı şahsi savaşına dönüştürmesinin siyasi faturasını sadece kendisine yüklenmiş olarak bulacak.

“BAE’nin hedefleri hiçbir zaman tam olarak Suud’unkilerle örtüşmedi. BAE’nin Yemen’den geri çekilme kararıyla birlikte, Suudi Arabistan, Muhammed bin Selman’ın Yemen Savaşı’nı şahsi savaşına dönüştürmesinin siyasi faturasını sadece kendisine yüklenmiş olarak bulacak.”

Daha geniş stratejik düzeyde Suudi Arabistan, Batı’nın İran’a karşı duruşunda herhangi bir siyasi değişimin de en büyük bedelini ödeyecek. BAE’nin Yemen sahasında ve Körfez’deki su yollarında İran’la çatışmadan çekilmesinin ardından Suud’un geriye kalan tek seçeneği, Trump’ın yeniden seçilip İran’a karşı kararlı siyasetini sürdürmesi ümidiyle 2020 Amerikan seçimlerini gözetmek. Zira Amerikan yönetimi bu cepheleşmede Riyad’ın tek ve son müttefiki haline geldi.”

Fakat yine de yazara göre, bütün bunlara rağmen Suud-BAE ittifakı çöküşün eşiğinde değil:

“Bir yandan iki ülke, -Libya’dan Cezayir’e, Sudan’dan Yemen’e ve hatta Katar’a yönelik ablukayla birlikte Körfez İşbirliği Konseyi’nin resmen olmasa da fiilen dağılmasının ardından Körfez’in bizzat kendi içinde- çeşitli çatışma alanlarında -siyasal İslamcı gruplardan tutun Arap dünyasında devrimci değişim güçlerine kadar- ezeli düşmanlarına karşı hâlâ birbiriyle işbirliğine muhtaç durumda.

Öte yandan BAE’nin İran siyasetindeki son değişiklikleri, radikal bir dönüşüm değil, çatışmaların faturasını düşürmeye dönük stratejik yeniden konumlanma olarak değerlendirmek gerekir.

Sonuç olarak, Abu Dabi ve Riyad yönetimleri birbirlerine muhtaç olduklarını biliyorlar; ancak aynı zamanda ittifaklarının çatışmalar ve ayrışmalardan nasibini alacağının ve önümüzdeki dönemde yakın geçmişteki kadar etkin olamayacaklarının da farkındalar. Mevcut etkinlikleri, bu iki Körfez ülkesini, Ortadoğu’da çoğunlukla pervasızca ve düşüncesizce yürüttükleri siyasetlerinin etkilerinden önemli ölçüde korumuştu. Aden’deki son darbe, bu ittifakın yeniden şekillenmesinde dönüm noktalarından biri olabilir.”

Bu yazı ilk kez 29 Ağustos 2019’da yayımlanmıştır.

 

Orjinal metnin Arapça’dan Türkçe’ye çevirisi Zahide Tuba Kor tarafından yapılmıştır. Yazının orijinalini görmek için: https://bit.ly/2OP0r2R

Fikir Turu
Fikir Turuhttps://fikirturu.com/
Fikir Turu, yalnızca Türkiye’deki düşünce hayatını değil, dünyanın da ne düşündüğünü, tartıştığını okurlarına aktarmaya çalışıyor. Bu amaçla, İngilizce, Arapça, Rusça, Almanca ve Çince yazılmış önemli makalelerin belli başlı bölümlerini çevirerek, editoryal katkılarla okuruna sunmaya çalışıyor. Her makalenin orijinal metnine ve değerli çevirmen arkadaşlarımızın bilgilerine makalenin alt kısmındaki notlardan ulaşabilirsiniz.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Suudi Arabistan – BAE ittifakı sona mı yaklaşıyor?

BAE, başta Yemen’deki askeri varlığını küçültmek ve İran ile ilişkilerini tazelemek üzere, müttefiki Suudi Arabistan ile ayrışan dış politika adımları atmaya başladı. Arap Baharı’na karşıtlık temelinde gelişen BAE-Suudi Arabistan ittifakının sonuna gelip gelinmediğini değerlendiren uluslararası ilişkiler uzmanı Muhammed es-Said’e göre Körfez’de kartlar yeniden dağıtılıyor.

Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) bir süredir dış politikasını değiştireceğine dair verdiği sinyaller ve attığı bazı adımlar, Ortadoğu’daki belirleyici ittifaklardan biri olan BAE-Suudi Arabistan ittifakının da sonuna gelindiği iddialarına yol açıyor.

BAE’nin son zamanlarda attığı en dikkat çekici adımlardan biri, Temmuz ayı başında Yemen’de İran destekli Husilere karşı Suudi Arabistan öncülüğündeki koalisyona desteğini azaltarak bu ülkedeki askerlerini geri çekeceğini duyurması.

Ayrıca BAE, Suudi Arabistan’ın hedefindeki İran ile de ilişkilerini düzeltecek adımlar atma peşinde. Örneğin İran ve BAE’den üst düzey güvenlik yetkilileri Temmuz ayı sonunda Tahran’da bir araya gelerek, 6 yıl aradan sonra yeniden Ortak Sahil Güvenlik Toplantısı düzenledi.

Son olarak Ağustos ayı başında BAE destekli ayrılıkçı Güney Geçiş Konseyi milisleri, -Riyad’ın destek verdiği- meşru Hadi hükümetinin birlikleriyle şiddetli çatışmalara girdi ve geçici başkent Aden’in ve başkanlık sarayının kontrolünü ele geçirdi. Bütün bu gelişmeleri Al Jazeera’da yayınlanan “Düşman Kardeşler: Aden Darbesi Suudi Arabistan-BAE İttifakının Sonunun İlanı mı?” başlıklı yazısında değerlendiren uluslararası ilişkiler uzmanı ve araştırmacı Muhammed es-Said, BAE’nin politikalarını gözden geçirmesinin sadece Yemen’i değil, bütün bölgeyi, özellikle de Yemen Savaşı’nın fiili komutanı Suudi Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ı etkileyeceğini düşünüyor:

“Bin Selman, kazananı olmayan, uluslararası eleştirilere giderek daha fazla maruz kaldığı bir savaşta ansızın kendisini yapayalnız bulmakla kalmadı, aynı zamanda İran’a karşı ‘büyük kutsal savaş’ta tek ve izole hale gelmenin -büyük bir ihtimalle- şokunu da yaşıyor. Bu da demek oluyor ki, BAE’nin Yemen’den çekilmesi, son yıllarda Suudi-BAE ilişkilerine indirilmiş en bariz hançer.”

Es-Said, BAE-Suudi ittifakının daha da zedeleneceğini, zira BAE’nin Suudi Arabistan’ın pahasına da olsa, kendi özel gündemini takip etme temayülü içinde olduğunu, iki ülke arasındaki vizyon ve çıkar farklılıklarının da derinleşeceğini öne sürüyor.

Yazar Muhammed es-Said, BAE-Suudi ittifakının daha da zedeleneceğini, zira BAE’nin Suudi Arabistan’ın pahasına da olsa, kendi özel gündemini takip etme temayülü içinde olduğunu, iki ülke arasındaki vizyon ve çıkar farklılıklarının da derinleşeceğini öne sürüyor.

Abu Dabi’nin oynadığı bütün bahisler

Yazara göre, 2010 yılı sonunda Arap Baharı’na karşı koymak ve bölgede otoriter rejimlere yeniden istikrar kazandırma arzusuyla, BAE ve Suudi Arabistan ortak çıkarlar temelinde özel ilişkiler geliştirdi:

“Bu özel ilişkilerin ilk meyvesi, 2013 ortasında Mısır’da General Abdulfettah es-Sisi’nin askeri darbesi oldu. 2015’te Yemen’de Husilere karşı koyma ve Cumhurbaşkanı Abdurabbu Mansur Hadi’yi San’a’da yeniden iktidara getirme örtüsü altında başlayan Yemen’e ortak askeri müdahale, bu ilişkilerin en net tezahürüydü. Dört küsur yıldır devam eden bu savaş, iki ülke arasında ortak çıkarları derinleştirdi ve Abu Dabi Veliaht Prensi Muhammed bin Zayid ile genç Suudi Veliaht Prensi Muhammed bin Selman arasında kader ortaklığı duygusunu güçlendirdi.“

“Yemen, Suudi-BAE ittifakının en önemli sahası haline gelirken aynı zamanda söz konusu ittifakta ilk ayrışmaların baş gösterdiği alan oldu,” diye yazan es-Said’e göre, müttefikler arasında örtülü ihtilaflar zaman içinde Yemen üzerinden açığa çıktı.

Riyad yönetimi, Müslüman Kardeşler’in Yemen kolu olan ve Taiz’de en etkili güç sayılan Islah Partisi’yle ilişki geliştirdi. BAE ise Islah hareketine karşı tavır aldı. Böylece iki müttefikin Yemen’de kiminle iş tutmak gerektiği konusunda ortak bir yaklaşım sergileyememeleri nedeniyle nüfuz alanlarının paylaşımı noktasında zımni bir anlaşmaya varıldı:

“Buna göre Suudi Arabistan Husilerle çatışmaların çoğunun cereyan ettiği, kendi sınırına yakın kuzey bölgelerinin komutasını üstlenirken; BAE de Aden ve güneyin komutasını, yani ‘terörle mücadele’ operasyonlarının sorumluluğunu üzerine aldı.”

Yazara göre, kısa sürede BAE, güney Yemen’de fiili otoriteye ve iktidarı belirleyici güce dönüşerek hegemonya kurmayı başardı. Kuzeyden ayrılmayı talep eden Güney Geçiş Konseyi başta olmak üzere çeşitli siyasi yapılar ve milis güçleri kurarak onları destekledi. Zira, “Yemen’in güneyinde BAE yanlısı bir devletin varlığı, Babu’l-Mendeb Boğazı’nı ve Kızıldeniz’deki petrol akışını kontrol etmesini sağlamak için ideal olabilirdi”

Gelinen noktada Abu Dabi, stratejisini değiştirmek ve askeri varlığını azaltıp daha diplomatik bir yöntem benimseyerek Yemen çatışmasına askeri yaklaşımdan vazgeçmek zorunda kaldı.

“Gelinen noktada Abu Dabi, stratejisini değiştirmek ve askeri varlığını azaltıp daha diplomatik bir yöntem benimseyerek Yemen çatışmasına askeri yaklaşımdan vazgeçmek zorunda kaldı. Abu Dabi, Riyad’ın aksine, Yemen’deki özel çıkarlarını fiilen gerçekleştirdiğini ve artık bir ufku olmayan ve açık bir düşmanı bulunmayan bir savaş için daha fazla kaynak tüketmeye gerek olmadığını muhtemelen düşünüyor. (…) Ayrıca Abu Dabi, Yemen’deki çatışmanın nihai sonucu olarak ülkenin bölünmesini tercih ediyor ki böyle bir senaryoda BAE, kuzeyde Husilerden gelen tehditlerden coğrafi olarak nispeten uzak kalırken üzerine çok fazla yatırım yaptığı güneyde hayati stratejik çıkarlarını koruyacağını görüyor.”

Es-Sadi, BAE’nin Yemen’den çekilme kararını güçlendiren birçok dış faktörün de olduğuna dikkat çekiyor:

“Bunların başında, Arap Körfezi ve Hürmüz Boğazı’nda İran’ın başta BAE olmak üzere Amerikan müttefiklerine ait gemileri ve petrol tankerlerini hedef alan son dönemdeki faaliyetleri geliyor. Washington İran’la askeri bir karşılaşmaya isteksiz görünürken (…) Abu Dabi de Tahran’dan gelecek herhangi bir tali zararı kontrol altına almak için Amerikan korumasına bel bağlayamayacağını görüyor ve bu da onu ihtiyatlı olup askerlerini kendi ülkesinin yakınında tutmaya itiyor.”

“Benzer şekilde BAE liderliği, -Amerikan Kongre üyelerinin Suudi Arabistan’a (ve bazı önerilerde BAE’ye) silah ihracını durdurmaya dönük karar çıkartmaya çalışması nedeniyle- Riyad’ın Amerikan siyasi fırtınasının tam merkezinde durduğu bir dönemde, Suud’la yakın irtibattan endişeli görünüyor. Her ne kadar Kongre kararları Trump’ın veto hakkını kullanması nedeniyle uygulamaya geçemese de BAE, Trump’ın ve Amerikan yönetiminin desteğine bel bağlayamayacağını idrak etmiş durumda, hele de 2020 seçimleri yaklaştığı bir dönemde etkili Kongre üyelerinin desteğini kaybederken ve Trump yerine Demokrat bir başkanın seçilme ihtimali varken…”

Yeniden konumlanma

Es-Sadi, Yemen’den çekilme kararının üzerinden daha bir ay geçmeden Abu Dabi’nin 26 ve 30 Temmuz tarihlerinde İran’a peş peşe iki resmi heyet yolladığını ve akabinde de 1 Ağustos’ta sınır güvenliği konusunda bir mutabakat muhtırası imzalandığını hatırlatıyor:

“BAE açısından İran’la çatışma, jeopolitik nitelikli olup -Suudi Arabistan-İran örneğinde olduğu gibi- mezhepsel veya ideolojik değil,” diyen yazar, BAE’yi oluşturan yedi emirlikten en güçlü ikisinin yani Abu Dabi ve Dubai’nin İran konusunda farklı yaklaşımları olduğunu dikkat çekiyor:

BAE açısından İran’la çatışma, jeopolitik nitelikli olup -Suudi Arabistan-İran örneğinde olduğu gibi- mezhepsel veya ideolojik değil,

“BAE tarihsel olarak İran’la ilişkilerinde çok daha diplomatik bir siyaset benimseyegeldi; her ne kadar iki ülke arasındaki çatışma BAE’nin bağımsızlık kazandığı tarihe kadar geri gitse de. (…) BAE’nin İran’la ilişkilerinde mevcut hasmane siyaseti, öncelikle Suud’la ittifakının bir sonucu olup Tahran’a tamamen düşman bir Amerikan yönetiminin varlığıyla daha da güçlendi. Abu Dabi ile BAE’ye bağlı diğer emirlikler, bilhassa Dubai arasında İran’la ilişkiler konusunda giderek artan büyük bir ihtilaf olduğunu iddia edersek çok da abartmış sayılmayız.”

“Petrolle zenginleşen ve İran’ı düşman gören Abu Dabi’nin aksine, Dubai’nin iktisadi zenginliği büyük ölçüde ticaret ve turizme dayalı olup onlarca yıldır İran’la ticari ilişkilerini korudu. Yine Dubai’de önemli ve etkili bir Şii azınlığın yanı sıra İran kökenli çok sayıda başarılı iş adamı da var. Dubai’deki finansal kurumlar İran’a yaptırımları delmekte hep bir arka kanal işlevi gördü. Dolayısıyla Dubai, çoğunlukla BAE’nin İran siyasetinin şekillenmesinde Abu Dabi’ye karşı bir karşı-denge rolü oynadı; ta ki 2008 Küresel Finans Krizi akabinde çöküşten Abu Dabi müdahalesiyle kurtulana kadar.”

“Sonuç olarak son yıllarda Dubai siyaseten büyük ölçüde içe çekildi ve Abu Dabi BAE dış politika üretimini tekeline aldı. Ancak Abu Dabi yönetiminin son yıllarda Yemen savaşı, İran’a karşı husumet politikası ve Libya’ya müdahale gibi siyasi maceraları, Dubai ve marjinalleşen diğer emirliklerin yöneticilerinin öfkesini çekmişe benziyor. İstihbarat kaynaklarına göre, Dubai Emiri Muhammed bin Raşid Âl Maktum’un muhalefeti, BAE’nin Yemen’den çekilmesinde ve son dönemde İran’a yönelik daha esnek bir siyasetin güdülmesinde büyük bir rol oynadı.”

“Öte yandan BAE yöneticilerinin tamamı, ülkelerinin İran’a karşı bölgesel veya küresel herhangi bir çatışmada en büyük ve en kırılgan hedef olabileceği, bunun da son yıllarda edindikleri siyasi ve askeri kazanımları heba edebileceği kanaatine varmış görünüyor. (…)”

Düşman Kardeşler ittifakı

“Yeni BAE siyasetinin tek kaybedeni, en yakın müttefiki Riyad,” diyen yazara göre, Suudi Arabistan liderliği, özellikle de Muhammed bin Selman, BAE’nin Yemen’e müdahalesinin gerçek hedeflerini görmezden gelmenin bedelini ödemek zorunda kalacak:

BAE’nin hedefleri hiçbir zaman Suud’unkilerle örtüşmedi. BAE’nin Yemen’den resmen geri çekilme kararıyla birlikte, Suudi Arabistan, Muhammed bin Selman’ın Yemen Savaşı’nı şahsi savaşına dönüştürmesinin siyasi faturasını sadece kendisine yüklenmiş olarak bulacak.

“BAE’nin hedefleri hiçbir zaman tam olarak Suud’unkilerle örtüşmedi. BAE’nin Yemen’den geri çekilme kararıyla birlikte, Suudi Arabistan, Muhammed bin Selman’ın Yemen Savaşı’nı şahsi savaşına dönüştürmesinin siyasi faturasını sadece kendisine yüklenmiş olarak bulacak.”

Daha geniş stratejik düzeyde Suudi Arabistan, Batı’nın İran’a karşı duruşunda herhangi bir siyasi değişimin de en büyük bedelini ödeyecek. BAE’nin Yemen sahasında ve Körfez’deki su yollarında İran’la çatışmadan çekilmesinin ardından Suud’un geriye kalan tek seçeneği, Trump’ın yeniden seçilip İran’a karşı kararlı siyasetini sürdürmesi ümidiyle 2020 Amerikan seçimlerini gözetmek. Zira Amerikan yönetimi bu cepheleşmede Riyad’ın tek ve son müttefiki haline geldi.”

Fakat yine de yazara göre, bütün bunlara rağmen Suud-BAE ittifakı çöküşün eşiğinde değil:

“Bir yandan iki ülke, -Libya’dan Cezayir’e, Sudan’dan Yemen’e ve hatta Katar’a yönelik ablukayla birlikte Körfez İşbirliği Konseyi’nin resmen olmasa da fiilen dağılmasının ardından Körfez’in bizzat kendi içinde- çeşitli çatışma alanlarında -siyasal İslamcı gruplardan tutun Arap dünyasında devrimci değişim güçlerine kadar- ezeli düşmanlarına karşı hâlâ birbiriyle işbirliğine muhtaç durumda.

Öte yandan BAE’nin İran siyasetindeki son değişiklikleri, radikal bir dönüşüm değil, çatışmaların faturasını düşürmeye dönük stratejik yeniden konumlanma olarak değerlendirmek gerekir.

Sonuç olarak, Abu Dabi ve Riyad yönetimleri birbirlerine muhtaç olduklarını biliyorlar; ancak aynı zamanda ittifaklarının çatışmalar ve ayrışmalardan nasibini alacağının ve önümüzdeki dönemde yakın geçmişteki kadar etkin olamayacaklarının da farkındalar. Mevcut etkinlikleri, bu iki Körfez ülkesini, Ortadoğu’da çoğunlukla pervasızca ve düşüncesizce yürüttükleri siyasetlerinin etkilerinden önemli ölçüde korumuştu. Aden’deki son darbe, bu ittifakın yeniden şekillenmesinde dönüm noktalarından biri olabilir.”

Bu yazı ilk kez 29 Ağustos 2019’da yayımlanmıştır.

 

Orjinal metnin Arapça’dan Türkçe’ye çevirisi Zahide Tuba Kor tarafından yapılmıştır. Yazının orijinalini görmek için: https://bit.ly/2OP0r2R

Fikir Turu
Fikir Turuhttps://fikirturu.com/
Fikir Turu, yalnızca Türkiye’deki düşünce hayatını değil, dünyanın da ne düşündüğünü, tartıştığını okurlarına aktarmaya çalışıyor. Bu amaçla, İngilizce, Arapça, Rusça, Almanca ve Çince yazılmış önemli makalelerin belli başlı bölümlerini çevirerek, editoryal katkılarla okuruna sunmaya çalışıyor. Her makalenin orijinal metnine ve değerli çevirmen arkadaşlarımızın bilgilerine makalenin alt kısmındaki notlardan ulaşabilirsiniz.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x