Henüz hazır olmadığımız ve baş etmek için şimdiden politikalar geliştirmek zorunda olduğumuz bir gerçek var: Türkiye yakın gelecekte çok yaşlı bir ülke durumuna gelecek.
Demografik verilere bakınca bu gerçek daha da belirginleşiyor.
2018 yılında yaşlı nüfus oranı dünyada yüzde 9.1, Türkiye’de ise yüzde 8.8 oldu. Hâlâ dünya ortalamasının çok az altında olsak bile bu rakam bizi 167 ülke arasında en fazla yaşlı nüfusu sahip 66. ülke yapmaya yetti. (TÜİK, 2019). Üstelik biz, 8.8 oranına 2018’de değil, 2020’de ulaşacağımızı tahmin ediyorduk, yani beklediğimizden de hızlı yaşlanıyoruz.
50 yıl önce yalnızca yüzde 120 olan yaşlı nüfusu artış oranımızın, önümüzdeki 50 yıl içinde yüzde 206’ya çıkması bekleniyor. Son beş yılda yaşlı nüfus oranımızın yüzde 16 arttığı da göz önüne alındığında karşı karşıya olduğumuz gerçek çok net: Çok yakında çift haneli rakamlarla, çok yaşlı toplumlar liginde yerimizi alacağız.
Kaynak: PopulationPyramid.net
Yaşlılık hızla kadın sorununa dönüyor
2015-2017 sonuçlarına göre, Türkiye’de doğuşta beklenen yaşam süresi erkekler için 75, kadınlar için 80.8 yıl olmak üzere ortalama 78 yıldı.
Tüm bu rakamlar yaşlanmanın tıbbi boyutu kadar sosyal, kültürel, ekonomik, hukuki vesair boyutlarını ihtiva eden sosyo-gerontolojik yaklaşıma dair anlamlar da içeriyor. Örneğin, 2070’te yaşlı erkek oranı yüzde 12.5’e, yaşlı kadın oranı ise yüzde 14.4’e çıkacak.
Üstelik kadınların kamusal alandan ve yüksek gelir getirici istihdam imkânlarından geniş ölçüde dışlanmalarının, sosyal güvenlikten mahrum kalmalarına, dolayısıyla ileri yaşlarında yoksullukla yüzleşmelerine yol açtığı göz önüne alındığında, yaşlılıkta yoksulluk sorununun da gittikçe kadın odaklı gelişmekte olduğunu göreceğiz.
Zaten hâlihazırda da durum böyle. 2017 yılında yaşlı nüfusun yoksulluk oranı yüzde 15.5 olarak tespit edilmişti ama yaşlı yoksul erkek oranı yüzde 13.5’le ortalamanın altında, kadınlarınki ise yüzde 17’lik bir oranla ortalamanın üstünde oldu. (TÜİK, 2019).
Kadınlar, erkeklerden 5.5 yıl daha fazla yaşayarak yaşlılıklarında yoksulluğun yanı sıra eşten/sevilenden mahrumiyet/dulluk sorunuyla da karşı karşıya kalıyorlar. (TÜİK, 2019). Ayrıca, sağlık teknolojilerine rağmen yaşlıların ileri yaşlarında demans, Alzheimer ve Parkinson gibi kronik hastalıklarla mücadele etmek durumunda kaldıkları da bilinen bir gerçek. Bu durum, özellikle yaşlı yoksul kadınların, giderek artan bir oranda bu hastalıklarla tek başlarına mücadele etmek durumda kalacakları anlamına geliyor.
Sağlık teknolojilerine rağmen yaşlıların ileri yaşlarında demans, Alzheimer ve Parkinson gibi kronik hastalıklarla mücadele etmek durumunda kaldıkları da bilinen bir gerçek. Bu durum, özellikle yaşlı yoksul kadınların, giderek artan bir oranda bu hastalıklarla tek başlarına mücadele etmek durumda kalacakları anlamına geliyor.
Kentleşme ve yaşlılık
Demografik dönüşümün yaşlı birey, özellikle kadın aleyhinde bir seyir izlemesinin tetikleyici birtakım sebepleri var. Bu nedenleri yaşlılıkla ilgili politikalar geliştirirken de göz önüne almak gerekiyor.
Hızlı kentleşme ve sağlık teknolojilerinin ilerlemesiyle birlikte doğum ve ölüm oranlarında bir düşüş yaşanıyor. Türkiye’de 1970’lerdeki yüzde 4’lük göreceli olarak düşük yaşlı nüfus oranını kentleşme düzeyinin yavaş olmasına bağlamak mümkün. Ancak 1980 sonrasında hızlı bir kentleşme sürecine giren Türkiye’de geniş aileden çekirdek aileye geçişin bir sonucu olarak çocuk nüfus oranı düştü, yaşlıya aile içinde bakım azaldı. Zira geleneksel olarak çocuk ve yaşlı bakımının kendisine görev olarak tevdi edildiği kadın, kentte aldığı eğitim neticesinde kamusal alanda ve iş hayatında daha çok yer almaya başladı. Bu da çocuk bakımı için kreşlerin, yaşlı bakımı için huzurevlerinin artmasını beraberinde getirdi.
Yaşlı bağımlılık oranı
Yaşlılıkla ilgili politikalar üretirken yine göz önüne alınması gereken başka bir veri de, çalışma çağındaki 100 kişiye düşen yaşlı sayısını ifade eden “yaşlı bağımlılık oranı”. Bu oran, 2014 yılında yüzde 11.8 iken, 2018 yılında yüzde 12.9’a yükseldi. Nüfus projeksiyonlarına göre, 2023 yılında yüzde 15.2’ye 2080 yılındaysa yüzde 43.6’ya çıkması bekleniyor. (TÜİK, 2019).
Çalışma çağındaki yüz kişiye düşen yaşlı sayısını ifade eden “yaşlı bağımlılık oranı” 2018 yılında yüzde 12.9’a yükseldi. Nüfus projeksiyonlarına göre, 2023 yılında yüzde 15.2’e, 2080 yılındaysa yüzde 43.6’ya çıkması bekleniyor.
Mevcut durum yaşlılık yükünü taşıyabilecek mi?
Yukarıdaki demografik veriler doğrultusunda yaşlılık meselesine baktığımızda mevcut çalışmaların 50 yıl sonrasındaki yaşlıların yükünü taşıyamayacağı ortada.
Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı bünyesinde 2011 yılında Engelli ve Yaşlı Hizmetleri Genel Müdürlüğü’nün kurulması, şüphesiz çok önemli bir adım ama Singapor gibi bir ülkede Yaşlılık Bakanlığı kurulması yönündeki çalışmaların son aşamaya gelmesi daha yapılacak çok işimizin olduğunu gösteriyor.
2019 Yaşlılar Yılı kapsamında 1. Yaşlılar Şûrası’nın düzenlenmesi de önemli bir adım. Üyesi olduğum Yaşlı Dostu Kentler ve Yerel Yönetimler Komisyon üyesi olarak Şura’da dile getirdiğim gibi kısa vadede Engelli ve Yaşlı Hizmetleri Genel Müdürlüğü’nün ikiye ayrılması, engellilerin ve yaşlıların gelecekte daha karmaşık hale gelecek sorunlarıyla mücadele etmemizi kolaylaştıracak. Aksi takdirde yaşlıların kronik sorunları ülkemizin şartlarından kaynaklanan diğer baskın meselelerin gölgesinde kalarak, sürdürülebilir yaşlılık politikalarının geliştirilmesi güçleşecek.
Kentlerin sorunları giderek yaşlılık sorunuyla iç içe geçecek
Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı Engelli ve Yaşlı Hizmetleri Genel Müdürlüğü’nün 2018 itibariyle huzurevleriyle ilgili yayımlanan tablolarında Türkiye’de bakanlığa bağlı 147, diğer resmî kuruluşlara bağlı 24 ve özel 225 toplamda 396 yaşlı bakım kuruluşu/huzurevi mevcut.
Bu kurumların 31 bin 218 kişilik kapasiteleriyle neredeyse dolu olduklarını ve hatta bakanlığa bağlı 147 huzurevi için sırada bekleyen 11 bin 21 yaşlının olması, 50 yıl sonra Türkiye’yi nasıl bir manzaranın beklediğini net olarak ortaya koyuyor. (AÇSHB, 2018).
Önlem alınmazsa yaşlıların kronik sorunları ülkemizin şartlarından kaynaklanan diğer baskın meselelerin gölgesinde kalarak, sürdürülebilir yaşlılık politikalarının geliştirilmesi güçleşecek.
Yaşlı bakım kuruluşlarının büyük oranda büyükşehirlerde olması, hep kırsal olarak gösterilen yaşlılığın artık kentlileştiğini de ortaya koyuyor. Örneğin mevcut 396 huzurevi ve yaşlı bakım merkezinin 111’inin sadece İstanbul’da olması bu savı destekler nitelikte. Dolayısıyla kentin sorunlarıyla iç içe geçerek “katmerli” bir hâl alan yaşlılık sorunlarının çözümü için ciddi bir planlamanın yapılması gerekiyor.
Her ne kadar toplam yaşlı nüfusunun yalnızca yüzde 0.43’lük kadar cüzi bir kısmı yaşlı kurumlarında kalsa da aile yapısının daha da zayıflaması, ileri yaşla gelen kronik hastalıklarla evde ve mahallede baş edilmemesi bu rakamı artıracak. Devlet, stratejik olarak yaşlıları büyük oranda tercih ettikleri mahallelerinde tutmak için evde bakım ve gündüzlü bakım gibi modelleri özendirse de sürdürülebilir bir planlama yapılmadığı takdirde kurumsal bakıma zorunlu bir yönelme olacak.
Yaşlı dostu olacak mıyız?
Fakat ister kurumsal bakım altında olsun ister kendi mahallesinde yaşasın, sonuçta önemli olan çevrenin ve toplumun yaşlı ve hatta yaş dostu kılınması.
Dünya Sağlık Örgütü’nün, aralarında İstanbul’un da olduğu 32 kenti baz alarak, dış mekânlar ve binalar; ulaşım; konut; sosyal katılım; toplumsal yaşama dâhil olma ve toplumun yaşlıya saygısı; vatandaşlık görevini yerine getirme ve işgücüne katılım; bilgi edinme ve iletişim; toplum desteği ve sağlık hizmetleri gibi sekiz ana başlıkta geliştirdiği kriterler detaylıca incelendiğinde çevrenin ne kadar yaşlı veya yaş dostu olup olmadığı görülebilir. (World Health Organization, 2007. Söz konusu çalışma için bkz: https://www.who.int/ageing/publications/Global_age_friendly_cities_Guide_English.pdf). Üstelik gelecekte kuşak çatışmasının sertleşip sertleşmeyeceği veya tersine kuşak dayanışmasının gelişip gelişmeyeceği bu sekiz ana başlıkta geliştirilecek sürdürülebilir sosyal politikalara bağlı.
Yaşlılar hızla ötekileşiyor
Eskiden gençler nasıl küçük görülüp yaşlılar yüceltilmişse bu kez tersi bir durum yaşanarak yaşlılar dışlanıp gençlik yüceltilecek. Bu da önceki gibi kuşak çatışmasına zemin hazırlayan bir durumdan öteye geçmeyecek.
Çoğu konuda olduğu gibi, yaşlılarla ilgili toplumsal algıda da büyük bir değişim yaşanıyor. Özellikle kitle iletişim araçlarının yaygınlaşmasıyla birlikte her alanda resmedilen veya gösterilen “ageism” denilen yaşçılık/yaşlı karşıtı imaj nedeniyle yaşlılar diğer kuşaklar tarafından “öteki” haline getiriliyor. Ciddi önlemler alınmadığı takdirde yaşlı egemenliğinin olduğu gerontokrasi döneminde gençler nasıl küçük görülüp yaşlılar yüceltilmişse bu kez tersi bir durum yaşanarak yaşlılar dışlanıp gençlik yüceltilecek. Bu da önceki gibi kuşak çatışmasına zemin hazırlayan bir durumdan öteye geçmeyecek.
Burada önemli olan nokta, kuşaklar arasındaki ilişkileri güçlendirerek kuşaklararası dayanışmayı sağlamak, çünkü her yaşın kendine göre bir güzelliği ve diğerine katacağı bir zenginlik var.
Aslında çocuk, genç, yaşlı gibi kategoriler bir yaşçılığa/ayrımcılığa yol açacaksa mesele yanlış yere çekilmiş demektir, çünkü buradaki kategorik ayırım sadece her yaşı kendi içinde doğru anlayıp ona dair ilmî mülahazalarda bulunmaktan ibaret. Bu nedenle, Türkiye’de uygulamalı gerontoloji ve sosyal gerontoloji gibi yaşlılığa dair ilmî yaklaşımların geliştirilmesi, ileride sertleşmesi beklenen kuşak çatışmasının çarelerini bulma ve mümkünse bunu kuşak dayanışmasıyla önleme noktasında büyük bir katkı sunacak.
Batı’da daha yaşlı nüfus azken bu konuda bilimsel merkezler kurulması bugün yaşlanan nüfuslarını daha kolay tolere etme imkânı verdi. Türkiye’de de yaşlı nüfus çok ciddi bir rakama ulaşmadan bugünden başlayarak yarının sorunlarına çareler üreten çok boyutlu çalışmaların yapılması ve sürdürülebilir politikalar geliştirilmesi gerekiyor.
Twitter: @Serifesendemir
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 1 Ekim 2019’da yayımlanmıştır.