ABD kurucularının, 1787 yılında Anayasayı yazarken üzerinde en fazla durduğu konulardan biri de, yürütme erkinin tepesinde yer alacak makamın yetkileriydi.
Zira, çılgınlıklarıyla ünlü İngiliz Kralı 3. George’a baş kaldırıp ABD’yi kuran 13 koloniyi temsil eden ve farklı arka planlardan gelen bu kişilerin ortak endişesi, yeni bir monarşiye yol vermekti.
İronik olarak en büyük ikinci korkuları ise ‘demokrasi’ydi. ‘Demokrasi’ sözcüğünün ne ABD Bağımsızlık Bildirgesi’nde ne de Amerikan Anayasası’nda hiç geçmemesinin nedeni, demokrasiye bu temkinli bakışlarıydı. Devletin her türden tiranlığa dönüşmesinden kaygılıydılar. ‘Çoğunluğun tiranlığı’ da bunlardan biriydi. Bu nedenlerle başkanın seçilmesini doğrudan halk oyu yerine, her eyaletin belli delege oyuna sahip olduğu günümüzde 538 sandalyeli Seçiciler Kurulu (Electoral College) adlı bir kurula bıraktılar.
Demokrasinin zaaflarına karşı getirdikleri başka bir önlem de, kuvvetler ayrılığı ilkesini güçlü şekilde uygulamaya koymaları oldu. Merkezinde devlet başkanlığının değil, Kongrenin olduğu, yasama, yürütme ve yargı erklerinin birbiri üzerinde denetim gücüne sahip olduğu ‘denge-denetleme sistemi’ böyle ortaya çıktı.
Yine bu endişelerinin sonucu olarak ‘impeachment’ sistemini Anayasaya yazmaya da oybirliğiyle karar verdiler.
‘Impeachment’ Türkçeye yaygın bir yanlışla ‘azletmek’ olarak çevrildiği için süreç, Türk okuru için çoğu zaman kafa karıştırıcı olabiliyor. Impeachment uygulamasını, Türk hukuk işleyişindeki ‘iddianamenin mahkemece kabulü’ aşaması gibi düşünebiliriz. Yani, ‘impeachment’, ABD başkanı’nın azli anlamına gelmiyor. Başkanın azli, ‘impeachment’ sürecinden sonra bu sürecin olası sonuçlarından sadece biridir. Hem en ağır hem de gerçekleşme olasılığı en düşük sonucu…
Demokrasi’ sözcüğünün ne ABD Bağımsızlık Bildirgesinde ne de Amerikan Anayasasında hiç geçmemesinin nedeni ABD’nin kurucularının demokrasiye temkinli bakışıdır. Devletin her türden tiranlığa dönüşmesinden kaygılıydılar. ‘Çoğunluğun tiranlığı’ da bunlardan biriydi.
Bir başkan ne zaman görevden alınır?
ABD Anayasası’nda bir başkan hakkında azil sürecinin başlaması için “Vatana ihanet, rüşvet, ağır suç ve kabahatler” gerekçeleri sayılıyor.
Tamamı bir dönem vatan hainliğiyle suçlandıkları için, kurucu babalar, vatan hainliğinin muhaliflere karşı kullanılacak politik bir silaha dönüşmesini engellemek niyetiyle olağanüstü bir önlem aldılar. Vatan hainliğini somut bir biçimde tanımlayarak Anayasa’ya eklediler. ‘Sadece savaş zamanında ve düşmana fiili yardımın somut şekilde ispatlanması’ şartını getirdiler. Bu tanım nedeniyle ABD tarihinde sadece 13 kişi vatan hainliğiyle suçlanabilmiştir.
‘Ağır suç ve kabahatler’ deyimi ise aslında İngiliz uygulamasından alınan bir deyim ve esas olarak ‘kamu yetkisinin ve kamu güveninin suiistimali’ durumunu ifade ediyor.
ABD’de, Temsilciler Meclisinin 24 Eylül 2019 günü Trump hakkında başlattığı azil soruşturmasının dayanağı da ‘ağır suç ve kabahatler’ kapsamındaki ithamlardan oluşuyor. Azil soruşturmasının merkezindeki iddiaya göre, Donald Trump, Demokrat Parti’nin 2020 başkan aday adayları içinde en güçlü isim olan eski Başkan Yardımcısı Joe Biden’ın oğlu Hunter Biden’ın Ukrayna’daki işleri hakkında yolsuzluk iddialarına soruşturma açmaları için mayıs ayından beri Ukrayna’ya baskı yapıyordu.
Daha önce de Trump için azil soruşturması gündeme gelmiş ama tartışılmakla kalmıştı. Bu sefer böyle bir soruşturmayı başlatmaktaki tek yetkili ABD Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi’yi harekete geçiren ise, bir ‘ıslıkçı’nın Trump ile Ukrayna Devlet Başkanı’nın haziran ayında yaptıkları bir telefon konuşmasının içeriğini, 12 Ağustos günü Kongrenin ilgili komitelerine gönderilmek üzere Ulusal İstihbarat Direktörlüğüne rapor etmesi oldu. Ancak, Ulusal İstihbarat Direktörlüğü, rapordan bazı alıntılar eylül ayında medyaya sızıncaya kadar bu raporu Kongreye iletmedi.
Sonraki günlerde Trump’ın görüştüğü İtalya, Avustralya ve diğer bazı devlet başkanlarından da rakiplerine veya hakkında yürütülen Mueller soruşturmasını itibarsızlaştırmaya ilişkin yardımlar istediği de medyaya yansıdı. Washington DC Federal Bölge Hakimi bu hafta başvuru üzerine verdiği ara hükümle, Trump yönetiminin, yabancı devlet liderleriyle ikili görüşme ve telefon konuşmalarının kayıtlarını ve delilleri muhafaza talimatı verdi. Bütün bunlar azil sürecinin birçok ülke liderinin adının da karışacağı küresel bir dramaya dönüşme potansiyelinin göstergesi.
Washington DC Federal Bölge Hakimi Trump yönetiminin, yabancı devlet liderleriyle ikili görüşme ve telefon konuşmalarının kayıtlarını ve delilleri muhafaza talimatı verdi. Bütün bunlar azil sürecinin birçok ülke liderinin adının da karışacağı küresel bir dramaya dönüşme potansiyelinin göstergesi.
Islıkçılar ve Islıkçı Yasası
Amerikan literatüründe, bir devlet kurumunda veya şirkette, yasa ve etik dışı uygulamaları ifşa ederek kamuoyunun dikkatini buna çeken kişiye ‘whistleblower (ıslıkçı)’ deniyor. Kişisel kazanım peşinde olmayı ima eden ‘ispiyoncu’ sözcüğünün olumsuz anlamına karşı özellikle 1970’li yıllardan itibaren kullanılan bir deyim. Futbolun ilk döneminde hakemler de ‘whistleblower’ olarak adlandırılıyorlardı. 1989 yılında çıkarılan ‘Whistleblower Koruma Yasası’ ile bu türden ifşalar yapan kişiler devletin ve hukukun koruması altına alınıyor. Islıkçının kimliğini ifşa etmek suç. Aynı yasa, her hangi bir yasa dışı, etik dışı uygulamayı görüp de ifşa etmeyen kişileri ise ‘suç ortağı’ kategorisine alıyor.
Donald Trump’ın skandalın kamuoyuna malolmasından sonra attığı tweet mesajlarıyla doğrudan ‘ıslıkçı’yı hedef alması da, azil soruşturmasının parçasına dönüştü. Trump bir tweetinde, ‘beni suçlayan kişi ile yüzleşmek istiyorum. Bu benim hakkım’ diye yazdı.
Trump’ın bazı destekçilerinin de ‘ıslıkçı’nın kimliğini ifşa edene 50 bin dolar ödül vaat etmesi de endişeyi daha da artırdı. ‘Islıkçı Koruma Yasası’ garantisindeki ıslıkçının kimliğini başkanlık yetkisini kullanarak bulmaya çalışmak da soruşturmayı engelleme suçunun bir unsuru. Tabii ki Trump’ın ıslıkçı konusundaki bu ısrarlı çıkışlarının bir amacı da diğer potansiyel ‘ıslıkçı’lara göz dağı vermek olabilir. Şimdiden, azil sürecinde çok sayıda ‘ıslıkçı’ ile karşılaşılabileceği de gündeme gelmeye başladı.
Amerikan literatüründe, bir devlet kurumunda veya şirkette, yasa ve etik dışı uygulamaları ifşa ederek kamuoyunun dikkatini buna çeken kişiye ‘whistleblower (ıslıkçı)’ deniyor. ‘Whistleblower Koruma Yasası’ herhangi bir yasa dışı, etik dışı uygulamayı görüp de ifşa etmeyen kişileri ise ‘suç ortağı’ kategorisine alıyor.
Demokratların büyük dilemması
Demokrat Partililer, azil sürecinin Senatoda Cumhuriyetçi senatörlerin Trump’ı aklamasıyla sonuçlanmasının en yüksek olasılık olduğunun farkında. Bu yüzden de partinin bir kanadı, daha önce de gündeme gelmiş olmasına rağmen süreci başlatmak istememişti çünkü başkanlık seçim yılında Trump’a mağduru oynamayı ve aklanmış görünme fırsatı vermeyi siyasi açıdan vahim bir stratejik hata olarak görüyordu.
Diğer kanat ise siyasi maliyeti ne olursa olsun, başkana kimsenin hukukun üstünde olamayacağının hatırlatılması gerektiğini savunuyordu.
Azil sürecinin Demokratlar açısından bir diğer büyük dilemması ise partinin 2020 başkan adayı önseçim sürecini alt üst etme olasılığı.
Her ne kadar Biden, “Trump’ın bana saldırısı ona karşı en kazanabilir adayın ben olduğumu düşündüğünü gösteriyor” savunması yapsa da içten içe bir şüphe parti tabanında yayılıyor. Hunter Biden’ın Ukrayna’da yolsuzluk yaptığına dair tek bir delil bile sunulamasa da Ukrayna’nın onunla iş yapmak istemesinin tek nedeninin babası olduğunu düşünenler de var.
Azil süreci, bu anlamda Demokratları, “Biden’ı aday göstermezsek Trump’ın iddialarını kabul etmiş oluruz, gösterirsek, Ivanka Trump ve Jared Kushner’ın yaptıklarını nasıl eleştireceğiz?” ikileminde bırakmış gözüküyor.
Cumhuriyetçilerin büyük dilemması
Cumhuriyetçi Parti Kongre grubu da kendi dilemmasıyla karş karşıya. Başkanlık seçim yılına girilirken, partili başkanın koltuğunu kurtarmayı kaçınılmaz bir görev olarak görüyor. Ama, bu ‘kurtarma’ operasyonunun bedelinin ‘Cumhuriyetçi Parti’nin bir parti olarak tamamen yok olması olabilecek olması da kara kara düşündürüyor. Ortaya saçılan onca belgeye rağmen Trump’ın hukukun üstünde olduğunu savunma anlamına gelecek bir tutum, partiyi bir politik yaklaşımın kurumsal yapısı olmaktan çıkarıp, Trump’ın kişisel kariyerinin enstrümanına dönüştürecek. Partinin, Trump’ın kişiliği etrafında bir kült hareketine dönüşmesi daha hızlanabilir. Nitekim, Cumhuriyetçi muhafazakar eyaletlerin, Trump’a karşı parti içinden çıkacak adayların ona zarar vermesini engellemek için art arda 2020 önseçimlerini iptal etmesi de partinin kurumsal varlığı hakkındaki şüpheleri daha da derinleştiriyor.
Cumhuriyetçiler, başkanın koltuğunu kurtarmayı kaçınılmaz bir görev olarak görüyor. Ama, bu ‘kurtarma’ operasyonunun bedelinin ‘Cumhuriyetçi Parti’nin bir parti olarak tamamen yok olması olabilecek olması da kara kara düşündürüyor. Partinin, Trump’ın kişiliği etrafında bir kült hareketine dönüşmesi daha hızlanabilir.
Trump’ın büyük dilemması
Trump yönetimi bir yandan muhalif adayı karalamak için Ukrayna’ya baskı yaptığı iddialarını iftira olarak nitelendiriyor ama bir yandan da hem medyayı hem de Ukrayna’yı Biden hakkındaki iddiaları görmezden geldikleri için eleştirmeye devam ediyor. Bu arada, olası azil yargılamasında kendisini savunacak Cumhuriyetçileri zor durumda bırakacak gaflar yapmaya devam ediyor.
Örneğin Temsilciler Meclisinin soruşturma başlatmasından sadece birkaç gün sonra, Çin’den Biden’ın bu ülkedeki işlerini soruşturmasını kameralar önünde açıkça isteyebildi. Hem de, “Çin’e karşı bir çok opsiyonum var. İstediklerimizi yapmazlarsa muazzam bir gücümüz var” tehdidinde bulunduktan hemen sonra.
Bu çelişkili yaklaşımın tek nedeni, Trump’ın sorunlu kişisel psikolojisi değil. Trump’ın, azil sürecine karşı hangi stratejiyi izleyeceğinde bir türlü karar verememesinin de bir neticesi.
Trump azil sürecini, anayasal teamüllere uygun yürüterek günümüzün partizan ortamında bu işten kolayca sıyrılabilir ama hep aşağılayageldiği Cumhuriyetçi Kongre üyeleri tarafından ‘kurtarılmak’ ve onlarla partiyi paylaşma fikrinin huzursuzluğunu yaşadığı da açık.
Bundan dolayı da kendisi için daha riskli olan, ‘evet yaptım ve bana bir şey yaparsanız ağır sonuçları olur’ tehdit stratejisine kişisel olarak daha eğilimli. Nitekim Trump, Güneyli bir Evanjelist liderin, Trump’ın azlinin ABD’nin ikinci iç savaşını başlatacağı tehdidini retweet ederek paylaşmaktan çekinmedi.
Bazı hukukçulara göre anayasal yetkisini kullanan Kongreyi iç savaş ile tehdit eden bu tek tweet bile, soruşturmayı engeleme çabası olarak ‘impeachment’ için yeterli bir gerekçe oluşturuyor. Çin konusundaki çıkışı da böylesi bir meydan okuma… Yine, ‘bana değil, dininize, silah taşıma hakkınıza, göçmen işgaline karşı ülkenize kast ediliyor’ iddiasıyla motive ettiği Cumhuriyetçi tabanın yaratacağı baskı ile, Cumhuriyetçi milletvekili ve senatörleri, partili başkana destek olmaktan çok, kendi kişisel kariyerleri için aklanma oyu vermeye zorlamak daha çok işine geliyor. Fakat burada bir risk daha söz konusu. Partinin bölünmesi ve anayasal düzene bağlı kısmının partiden kopmasıyla, karşısında çok daha güçlü bir koalisyon oluşmasına zemin hazırlamak.
Trump’ın en sadık kitlesinde politika hakkında varoluşsal ve nihilist bir okuma var. Ya biz kazanıp varolacağız ve ülkemizi koruyacağız ya da onlar kazanacak, biz ve ülkemiz yok olacağız.
2020 bir seçim mi, mecburiyet mi?
Trump’ın en sadık kitlesinde politika hakkında varoluşsal ve nihilist bir okuma var: Ya biz kazanıp varolacağız ve ülkemizi koruyacağız ya da onlar kazanacak, biz ve ülkemiz yok olacağız.
Nitekim Trump bu psikolojiyi partinin bütün tabanına yaymak için, Demokratları veya genel kamuoyunu ikna etme çabasını bırakıp tamamen bir kültür savaşı stratejisi izleyeceğini gösteriyor.
Bugüne kadar yasaları ve anayasal teamülleri uygulamama konusunda cüretkar davranan Trump’ın azil yargılaması sürecinde Kongrenin isteklerini yerine getirmeme riski de var. Böylesi bir durumda, Cumhuriyetçi Partili senatörler de bu isteklerde ısrar etmedikçe, Kongre’nin Trump’a karşı yapabileceği pek fazla bir şey yok. Bu açıdan azil süreci, sadece Trump yönetimi için değil Amerikan anayasal sistemi için de bir test niteliği taşıyacak.
Ekonomi profesörü Daron Acemoğlu da, Donald Trump’ın Amerikan demokrasisinde yaptığı tahribatı Anayasa’nın durduramayacağını düşünenlerden. Acemoglu, James Robinson ile ortak kalem aldığı yazısında, Trump başkan olduktan sonra sistem onun suç ve etik dışı eğilimlerine engel olur diye düşünenlerin, bugün de sistemin bir şekilde Trump sorununu çözeceği iyimserliğiyle aynı hatayı işlediklerini savunuyor. Trump’ın gerekiyorsa kitlesel protestolar ve mutlaka seçim sandığı ile gönderilmesi gerektiğini savunan ikili, azledilerek gönderilmesinin, Trump’ın mobilize ettiği toplum kesimi ile yaşanan ayrışmayı derinleştireceği uyarısı yapıyor. Robert Mueller’ın Amerikan demokrasisine en büyük hediyesinin, raporunu, ‘azil süreci’ talebi ile bitirmeyerek, sadece başkanın yalancılığını, yolsuzluğunu ve suçlarını gözler önüne serip, harekete geçmeyi seçmenlere bırakması olduğunu belirten Acemoglu ve Robinson, “Amerikan demokrasisini Anayasa korumayacak. Sadece Amerikan toplumu bunu yapabilir” görüşünü savunuyor.
Fikirturu editörlerinin notu: ABD’deki sistemi ve Başkan Trump ile ilgili süreci anlamak istiyorsanız, çok çarpıcı ve ilham veren detaylarla dolu bu yazının uzun versiyonunu okuyabilirsiniz.
Twitter: @CemalTdemir
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 9 Ekim 2019’da yayımlanmıştır.