Çin: Bilimden doğan süper güç

Çin 100 yılda nasıl bir bilim devine dönüştü? Hangi aşamalardan geçti?

Çin özellikle son yıllarda teknolojide yaptığı yeniliklerle, üretimdeki çeşitliliğiyle, ekonomisiyle kendisinden söz ettiriyor. İnsan hakları, çalışma koşulları gibi meselelerde ağır eleştiriler alsa da dünya siyaseti üzerinde de etkilerini hissettiriyor.

Tennessee Üniversitesi tarihçilerinden Shellen Wu, Çin’in hemen her alanda artan bu etkisinin arkasında, kendi milli değerleri kadar, Batı ile kurduğu ilişkilerin de sonucunda ortaya çıkan bilimsel çabalarının olduğunu iddia ediyor. Wu bu savını dünyanın en saygın bilim dergilerinden Nature’da Ekim ayında yayınlanan “Çin: Bilimden doğan süper güç” adlı makalede anlatıyor. Yazar, öncelikle okurlara 2008 Pekin Olimpiyatları açılış töreninde, antik Çin’in dört büyük buluşu pusula, matbaa makinesi, kağıt ve barutu anlatan gösteriler yapıldığını anımsatıyor ve şöyle devam ediyor:

“Oysa Çinli felsefeci Feng Youlan’ın “Çin’de neden bilim yok?” başlıklı o provokatif makaleyi kaleme almasının üzerinden sadece 100 yıl geçti. Feng, Çin’in felsefi gelenekleri ve insan-doğa ilişkisine yönelik benzersiz bakış açısının, eski çağlardan bu yana ülkede bilim alanında sorgulayıcı bir anlayışın kök salmasına engel olduğu görüşündeydi. Feng ve pek çok dönemdaşına göre, hızla düşmekte olan bir ulusun tek kurtuluş yolu bilimdi.

Son 150 yıldır ülkenin kaderini çizen anlayış, refah ve güç edinebilmek için bilime ihtiyaç duyulduğu inancıydı. Bu inanç aslında yabancı etkisi ve Çin’in adaptasyon kabiliyetinin bir birleşiminden doğdu. Özellikle 1960-1970’lerde yerli bilim konusuna odaklanan Çin hükümeti, tarım ve tıp gibi alanlarda başarılı çalışmalara imza atsa da uzun vadede asıl ilerleme, Çin’in dış etkilere açık olduğu dönemlerde kaydedildi.”

“Çin’in geri kalmışlığının nedeni bilim alanındaki eksikliği”

Wu, 19 yüzyılın sonlarına doğru, ülkeye gelen misyonerlerin ve sömürgecilerin etkisiyle Çinli entelektüellerin kendi ülkelerindeki durumu sorgulamaya başladığını ve kabahati bilim eksikliğinde bulduklarını anlatıyor:

“1868’de Çin’de Batı bilimine ilişkin ilk ders kitabı olan Tabiat Felsefesine Giriş yayınlandı. Kitap, gelecek vadeden yetkililere yabancı dil ve Batı kaynaklı bilgiler öğreterek, imparatorluğu değişen dünyaya adapte etmeyi amaçlayan reform yanlıları tarafından kurulan Tercümanlık Koleji öğrencilerine yönelik olarak basılmıştı.

19. yüzyılda Çin’e giden misyonerlerin de etkisiyle Çinliler, bilimi Batı’nın giderek büyüyen askeri ve ekonomik gücünün temeli olarak görmeye başladı. Bu düşünceye göre, Çin’in geri kalmışlığının nedeni de ülkenin bilim alanındaki eksikliğiydi.

19. yüzyılda Çin’e giden misyonerlerin de etkisiyle Çinliler, bilimi Batı’nın giderek büyüyen askeri ve ekonomik gücünün temeli olarak görmeye başladı. Bu düşünceye göre, Çin’in geri kalmışlığının nedeni de ülkenin bilim alanındaki eksikliğiydi.

O yıllarda binlerce öğrenci, ağırlıklı olarak Japonya olmak üzere eğitim için yabancı ülkelere gitti. Fakat 1900’da ülkede çıkan isyanda, yabancılar kovuldukları için ülkeden ayrılırken, astronomi aygıtlarını, son derece detaylı ejderha figürleri ve benzer başka imparatorluk desenleri bulunan çok sayıda usturlap ve sekstantı da götürdü. Bu ganimetlerin bir kısmını ülkelerine götüren Amerikalılar bunların bir kısmıyla Çinli öğrenciler için burs fonu kurdu. Burstan faydalanan Çinli öğrenciler de 1914’te Cornell Üniversitesi’ne bağlı Çin Bilim Topluluğu’nu kurdu.”

Ulus kurma süreci

Wu’ya göre, Çin biliminin 21. yüzyılın ilk yarısındaki amiral gemisi böylece yurtdışında kurulmuş olsa da, o öğrenciler ülkelerine dönerek kendi alanlarında öncü isimler oldular.

“Modern bir ülke kurmanın temel taşları olarak kabul edilen disiplinlerde eğitim görmüş bu kişiler, zirai bilimler, genetik, biyoloji, kimya ve daha birçok alanda çalışmalara başladılar. Söz konusu bilim insanları, takip eden yıllarda araştırma gündemlerini yabancı modellere dayandırmak yerine, giderek daha çok yerli bilim üretme peşine düştüler.

Aynı dönemlerde popüler yazılarda ‘Çin’i bilimle kurtarmak’ (‘kexue jiuguo’) tabirine sıkça rastlanmaya başladı. Ulusu kurtaracak olan şeyin bilim olduğu inancı, 1937’deki Japon işgali sırasında zirveye ulaştı. Kendisinden çok daha üstün kuvvetlerle karşı karşıya kalan Milliyetçi Hükümet, Batı’daki dağlık Siçuan bölgesine çekildi. Çekilmeyi takiben pek çok bilim insanı da kendi istekleriyle o bölgeye gitti. Mesela jeologlar, çalışmalarına savaş dönemi başkenti Çongçing’in dışındaki bir çiftlikte devam ettiler.

Özetle, ulusal sorunlara bilim vasıtasıyla çözüm bulma arzusu, 1949’dan, yani Marksist ideoloji altında teoriden ziyade pratiğe öncelik verilmeye başlamadan önce de yaygındı. 21. yüzyıl boyunca ülkenin en büyük sıkıntısı, devasa boyutta ve giderek de büyüyen nüfusu besleyip yaşam standartlarını iyileştirmekti. Bu nedenle, yüzyılın her bir döneminde ülkenin bütün önde gelen bilim insanları, siyasi yönelimleri ne olursa olsun, kendilerini bu meseleye çözüm bulmaya adadı.”

Herkes için bilim

Wu, Japonya’nın İkinci Dünya Savaşı’ndaki yenilgisinden sonra Çin’den çıktığını, hemen arkasından başlayan iç savaşta da komünistlerin milliyetçileri mağlup ettiğini hatırlatıyor:

“Yeni rejim de bilimin gelişmesi yönünde atılmaya başlanan adımları devam ettirdi. Bilim halka ait ve halk için bir uğraş olarak tanımlandı. Araştırmalar, kitle sağlığı üzerine yoğunlaştı. Çin – Sovyetler Birliği işbirliğinin zirve yaptığı 1950’lerde Çin’in endüstriyel alanda kalkınmasına teknik ve bilimsel anlamda yardımcı olmak üzere ülke çapında 10 bin Sovyet danışman görevlendirildi.

1950-1960’lar özellikle kadınlar için ciddi anlamda yeni ufuklar açarak, toplumun bu kesiminin o zamana dek benzeri görülmemiş nispette bilim dünyasına katılımına imkân sağladı. Ancak bu dönüşüm kalıcı olamadı. Son 40 yılda pazar reformlarıyla birlikte cinsiyete dayalı önyargılar da geri döndü.”

Mao dönemi ise bilim alanında çalışan iş gücünün çeşitlendiği bir süreç oldu. Köylerinde ve iş yerlerindeki toplumsal hiyerarşiye karşı durmaya teşvik edilen kadınlar, köylüler ve gençler, bilime yaptıkları katkılardan dolayı övgülere mazhar oluyordu. 1950-1960’lar özellikle kadınlar için ciddi anlamda yeni ufuklar açarak, toplumun bu kesiminin o zamana dek benzeri görülmemiş nispette bilim dünyasına katılımına imkân sağladı. Örneğin, tıp alanında Nobel Ödülü kazanan Tu Youyou, Artemisinin maddesinin sıtmayı tedavi edici özellikleri ile ilgili araştırmasının büyük bölümünü o yıllarda yürüttü. Ancak bu dönüşüm kalıcı olamadı. Son 40 yılda pazar reformlarıyla birlikte cinsiyete dayalı önyargılar da geri döndü.”

1966’da bilime büyük darbe

Wu makalesinde 1966’da başlayan Kültür Devrimi’nin bilimsel çalışmaları gerilettiğine de dikkat çekiyor:

“Sağlam bir devlet ve araştırmalara destek özlemindeki bilim insanları, bu dönemde hızla hayal kırıklığına uğradı. 1966’da başlayan Kültür Devrimi kapsamında tüm üniversiteler kapatıldı. Yurtdışında eğitim, mali bir külfete dönüşürken, geçmiş yıllarda vatanseverlik duygusuyla ülkelerinde kalan araştırmacılar, bu kez seçkincilik karşıtı saldırıların hedefi haline geldiler. Artık devrimci yeterlilik, uzmanlıktan ve bunun getirdiği bilgi birikiminden daha önemli görülüyordu. Doğayı alt ederek sosyalizmi kurmaya yönelik baraj ve benzeri büyük çaplı mühendislik projeleri, kimi zaman uzmanların aksi yöndeki tavsiyelerine rağmen devam ettiriliyordu.

O dönemde ‘İki Bomba, Bir Uydu’ adı altında yürütülen nükleer çalışmalar, roket ve uydu araştırmaları gibi milli savunma açısından önemli projeler, ciddi miktarlarda devlet desteği almaya devam ediyor ve siyasi müdahalelerden korunuyordu. Bu sayede 1964 yılında nükleer bir güç haline gelen ülke, 1970’te de ilk başarılı uydu fırlatışını gerçekleştirdi.”

Mao’dan sonrası

Mao’nun 1976 yılında hayatını kaybetmesinin ardından, Wu’nun da anlattığı gibi bilim ve teknoloji bir kez daha ön plana çıktı.

“1978’de Deng Xiaoping’in ‘Dört Modernizasyon’ adı altında uygulamaya koyduğu politika kapsamında tarım, sanayi, milli savunma ile bilim ve teknoloji alanlarına tekrar ağırlık verilmeye başlandı.

Takip eden yıllarda Çin ekonomisi dışarıdan bakıldığında giderek daha çok kapitalist bir ekonomiye benzemeye başladı. Ancak Mao yıllarında benimsenen tepeden inme yaklaşım hâlâ net bir şekilde görülebiliyor. Eğitim ve kurumlar açısından merkezi bir altyapı oluşturan bu yaklaşım, böylelikle stratejik yatırımların hızlı bir şekilde yönlendirilmesine imkân sağlıyor. Örneğin, Çin’in 2025 yılı itibarıyla yüksek teknolojiye dayalı üretime geçme planının en önemli bileşenlerinden biri olan robotik endüstrisi, Şenyang’taki robotik araştırma merkezine yakın bir noktaya konuşlandırılmış durumda. Malzeme bilimi ve mühendisliği gibi diğer güçlü olunan alanlar da geçmiş dönemde olduğu gibi kaynak kıtlığı ve çevre sorunlarının üstesinden gelme fikrine dayanıyor.

Geçmiş yıllarda vatanseverlik duygusuyla ülkelerinde kalan araştırmacılar, bu kez seçkincilik karşıtı saldırıların hedefi haline geldiler. Artık devrimci yeterlilik, uzmanlıktan ve bunun getirdiği bilgi birikiminden daha önemli görülüyordu.

Bu reform ve açılım sürecinde, 1978-2018 yılları arasında sayıları 5,8 milyonu bulan ikinci bir Çinli öğrenci dalgası yurtdışında okumaya yöneldi. Yurtdışına giden bu yetenekler, devletin son yıllarda yaptığı bazı büyük çaplı yatırımların cazibesiyle ülkelerine geri döndü.”

Yeni fikirlere açık olmak

Wu makalesinde şu gözlemini de aktarıyor:

“Son 150 yılda bilim ve teknolojinin bir milletin ilerlemesini sağlayabileceği inancı Çin kültürüne derinden işleyerek, duvar sloganlarından posterlere, şehirlerden kırsal kesime her yerde kendini gösterir hale geldi. Farkında olunmayan şey ise, bilim ile dış kaynaklı etki ve fikirlere açık olmak arasındaki bağlantı.

Posterlerde ve afişlerde bilimsel gelişmeden övgüyle bahsediliyor. Bilim kurgu, kitapçılarda en çok aranan tür. Yeterli finansmana sahip laboratuvarlarıyla ve son teknolojiyle donatılmış saha istasyonlarıyla, Çin, bilimsel bir süper güç olarak sahip olduğu konuma dayanarak hızla ilerliyor.”

Makalenin orjinaline https://go.nature.com/32IQIxx linkinden ulaşabilirsiniz.

İngilizceden Türkçeye tercümesi Evren Serbest tarafından yapılmıştır.

Bu yazı ilk kez 24 Ekim 2019’da yayımlanmıştır.

 

Fikir Turu
Fikir Turuhttps://fikirturu.com/
Fikir Turu, yalnızca Türkiye’deki düşünce hayatını değil, dünyanın da ne düşündüğünü, tartıştığını okurlarına aktarmaya çalışıyor. Bu amaçla, İngilizce, Arapça, Rusça, Almanca ve Çince yazılmış önemli makalelerin belli başlı bölümlerini çevirerek, editoryal katkılarla okuruna sunmaya çalışıyor. Her makalenin orijinal metnine ve değerli çevirmen arkadaşlarımızın bilgilerine makalenin alt kısmındaki notlardan ulaşabilirsiniz.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Çin: Bilimden doğan süper güç

Çin 100 yılda nasıl bir bilim devine dönüştü? Hangi aşamalardan geçti?

Çin özellikle son yıllarda teknolojide yaptığı yeniliklerle, üretimdeki çeşitliliğiyle, ekonomisiyle kendisinden söz ettiriyor. İnsan hakları, çalışma koşulları gibi meselelerde ağır eleştiriler alsa da dünya siyaseti üzerinde de etkilerini hissettiriyor.

Tennessee Üniversitesi tarihçilerinden Shellen Wu, Çin’in hemen her alanda artan bu etkisinin arkasında, kendi milli değerleri kadar, Batı ile kurduğu ilişkilerin de sonucunda ortaya çıkan bilimsel çabalarının olduğunu iddia ediyor. Wu bu savını dünyanın en saygın bilim dergilerinden Nature’da Ekim ayında yayınlanan “Çin: Bilimden doğan süper güç” adlı makalede anlatıyor. Yazar, öncelikle okurlara 2008 Pekin Olimpiyatları açılış töreninde, antik Çin’in dört büyük buluşu pusula, matbaa makinesi, kağıt ve barutu anlatan gösteriler yapıldığını anımsatıyor ve şöyle devam ediyor:

“Oysa Çinli felsefeci Feng Youlan’ın “Çin’de neden bilim yok?” başlıklı o provokatif makaleyi kaleme almasının üzerinden sadece 100 yıl geçti. Feng, Çin’in felsefi gelenekleri ve insan-doğa ilişkisine yönelik benzersiz bakış açısının, eski çağlardan bu yana ülkede bilim alanında sorgulayıcı bir anlayışın kök salmasına engel olduğu görüşündeydi. Feng ve pek çok dönemdaşına göre, hızla düşmekte olan bir ulusun tek kurtuluş yolu bilimdi.

Son 150 yıldır ülkenin kaderini çizen anlayış, refah ve güç edinebilmek için bilime ihtiyaç duyulduğu inancıydı. Bu inanç aslında yabancı etkisi ve Çin’in adaptasyon kabiliyetinin bir birleşiminden doğdu. Özellikle 1960-1970’lerde yerli bilim konusuna odaklanan Çin hükümeti, tarım ve tıp gibi alanlarda başarılı çalışmalara imza atsa da uzun vadede asıl ilerleme, Çin’in dış etkilere açık olduğu dönemlerde kaydedildi.”

“Çin’in geri kalmışlığının nedeni bilim alanındaki eksikliği”

Wu, 19 yüzyılın sonlarına doğru, ülkeye gelen misyonerlerin ve sömürgecilerin etkisiyle Çinli entelektüellerin kendi ülkelerindeki durumu sorgulamaya başladığını ve kabahati bilim eksikliğinde bulduklarını anlatıyor:

“1868’de Çin’de Batı bilimine ilişkin ilk ders kitabı olan Tabiat Felsefesine Giriş yayınlandı. Kitap, gelecek vadeden yetkililere yabancı dil ve Batı kaynaklı bilgiler öğreterek, imparatorluğu değişen dünyaya adapte etmeyi amaçlayan reform yanlıları tarafından kurulan Tercümanlık Koleji öğrencilerine yönelik olarak basılmıştı.

19. yüzyılda Çin’e giden misyonerlerin de etkisiyle Çinliler, bilimi Batı’nın giderek büyüyen askeri ve ekonomik gücünün temeli olarak görmeye başladı. Bu düşünceye göre, Çin’in geri kalmışlığının nedeni de ülkenin bilim alanındaki eksikliğiydi.

19. yüzyılda Çin’e giden misyonerlerin de etkisiyle Çinliler, bilimi Batı’nın giderek büyüyen askeri ve ekonomik gücünün temeli olarak görmeye başladı. Bu düşünceye göre, Çin’in geri kalmışlığının nedeni de ülkenin bilim alanındaki eksikliğiydi.

O yıllarda binlerce öğrenci, ağırlıklı olarak Japonya olmak üzere eğitim için yabancı ülkelere gitti. Fakat 1900’da ülkede çıkan isyanda, yabancılar kovuldukları için ülkeden ayrılırken, astronomi aygıtlarını, son derece detaylı ejderha figürleri ve benzer başka imparatorluk desenleri bulunan çok sayıda usturlap ve sekstantı da götürdü. Bu ganimetlerin bir kısmını ülkelerine götüren Amerikalılar bunların bir kısmıyla Çinli öğrenciler için burs fonu kurdu. Burstan faydalanan Çinli öğrenciler de 1914’te Cornell Üniversitesi’ne bağlı Çin Bilim Topluluğu’nu kurdu.”

Ulus kurma süreci

Wu’ya göre, Çin biliminin 21. yüzyılın ilk yarısındaki amiral gemisi böylece yurtdışında kurulmuş olsa da, o öğrenciler ülkelerine dönerek kendi alanlarında öncü isimler oldular.

“Modern bir ülke kurmanın temel taşları olarak kabul edilen disiplinlerde eğitim görmüş bu kişiler, zirai bilimler, genetik, biyoloji, kimya ve daha birçok alanda çalışmalara başladılar. Söz konusu bilim insanları, takip eden yıllarda araştırma gündemlerini yabancı modellere dayandırmak yerine, giderek daha çok yerli bilim üretme peşine düştüler.

Aynı dönemlerde popüler yazılarda ‘Çin’i bilimle kurtarmak’ (‘kexue jiuguo’) tabirine sıkça rastlanmaya başladı. Ulusu kurtaracak olan şeyin bilim olduğu inancı, 1937’deki Japon işgali sırasında zirveye ulaştı. Kendisinden çok daha üstün kuvvetlerle karşı karşıya kalan Milliyetçi Hükümet, Batı’daki dağlık Siçuan bölgesine çekildi. Çekilmeyi takiben pek çok bilim insanı da kendi istekleriyle o bölgeye gitti. Mesela jeologlar, çalışmalarına savaş dönemi başkenti Çongçing’in dışındaki bir çiftlikte devam ettiler.

Özetle, ulusal sorunlara bilim vasıtasıyla çözüm bulma arzusu, 1949’dan, yani Marksist ideoloji altında teoriden ziyade pratiğe öncelik verilmeye başlamadan önce de yaygındı. 21. yüzyıl boyunca ülkenin en büyük sıkıntısı, devasa boyutta ve giderek de büyüyen nüfusu besleyip yaşam standartlarını iyileştirmekti. Bu nedenle, yüzyılın her bir döneminde ülkenin bütün önde gelen bilim insanları, siyasi yönelimleri ne olursa olsun, kendilerini bu meseleye çözüm bulmaya adadı.”

Herkes için bilim

Wu, Japonya’nın İkinci Dünya Savaşı’ndaki yenilgisinden sonra Çin’den çıktığını, hemen arkasından başlayan iç savaşta da komünistlerin milliyetçileri mağlup ettiğini hatırlatıyor:

“Yeni rejim de bilimin gelişmesi yönünde atılmaya başlanan adımları devam ettirdi. Bilim halka ait ve halk için bir uğraş olarak tanımlandı. Araştırmalar, kitle sağlığı üzerine yoğunlaştı. Çin – Sovyetler Birliği işbirliğinin zirve yaptığı 1950’lerde Çin’in endüstriyel alanda kalkınmasına teknik ve bilimsel anlamda yardımcı olmak üzere ülke çapında 10 bin Sovyet danışman görevlendirildi.

1950-1960’lar özellikle kadınlar için ciddi anlamda yeni ufuklar açarak, toplumun bu kesiminin o zamana dek benzeri görülmemiş nispette bilim dünyasına katılımına imkân sağladı. Ancak bu dönüşüm kalıcı olamadı. Son 40 yılda pazar reformlarıyla birlikte cinsiyete dayalı önyargılar da geri döndü.”

Mao dönemi ise bilim alanında çalışan iş gücünün çeşitlendiği bir süreç oldu. Köylerinde ve iş yerlerindeki toplumsal hiyerarşiye karşı durmaya teşvik edilen kadınlar, köylüler ve gençler, bilime yaptıkları katkılardan dolayı övgülere mazhar oluyordu. 1950-1960’lar özellikle kadınlar için ciddi anlamda yeni ufuklar açarak, toplumun bu kesiminin o zamana dek benzeri görülmemiş nispette bilim dünyasına katılımına imkân sağladı. Örneğin, tıp alanında Nobel Ödülü kazanan Tu Youyou, Artemisinin maddesinin sıtmayı tedavi edici özellikleri ile ilgili araştırmasının büyük bölümünü o yıllarda yürüttü. Ancak bu dönüşüm kalıcı olamadı. Son 40 yılda pazar reformlarıyla birlikte cinsiyete dayalı önyargılar da geri döndü.”

1966’da bilime büyük darbe

Wu makalesinde 1966’da başlayan Kültür Devrimi’nin bilimsel çalışmaları gerilettiğine de dikkat çekiyor:

“Sağlam bir devlet ve araştırmalara destek özlemindeki bilim insanları, bu dönemde hızla hayal kırıklığına uğradı. 1966’da başlayan Kültür Devrimi kapsamında tüm üniversiteler kapatıldı. Yurtdışında eğitim, mali bir külfete dönüşürken, geçmiş yıllarda vatanseverlik duygusuyla ülkelerinde kalan araştırmacılar, bu kez seçkincilik karşıtı saldırıların hedefi haline geldiler. Artık devrimci yeterlilik, uzmanlıktan ve bunun getirdiği bilgi birikiminden daha önemli görülüyordu. Doğayı alt ederek sosyalizmi kurmaya yönelik baraj ve benzeri büyük çaplı mühendislik projeleri, kimi zaman uzmanların aksi yöndeki tavsiyelerine rağmen devam ettiriliyordu.

O dönemde ‘İki Bomba, Bir Uydu’ adı altında yürütülen nükleer çalışmalar, roket ve uydu araştırmaları gibi milli savunma açısından önemli projeler, ciddi miktarlarda devlet desteği almaya devam ediyor ve siyasi müdahalelerden korunuyordu. Bu sayede 1964 yılında nükleer bir güç haline gelen ülke, 1970’te de ilk başarılı uydu fırlatışını gerçekleştirdi.”

Mao’dan sonrası

Mao’nun 1976 yılında hayatını kaybetmesinin ardından, Wu’nun da anlattığı gibi bilim ve teknoloji bir kez daha ön plana çıktı.

“1978’de Deng Xiaoping’in ‘Dört Modernizasyon’ adı altında uygulamaya koyduğu politika kapsamında tarım, sanayi, milli savunma ile bilim ve teknoloji alanlarına tekrar ağırlık verilmeye başlandı.

Takip eden yıllarda Çin ekonomisi dışarıdan bakıldığında giderek daha çok kapitalist bir ekonomiye benzemeye başladı. Ancak Mao yıllarında benimsenen tepeden inme yaklaşım hâlâ net bir şekilde görülebiliyor. Eğitim ve kurumlar açısından merkezi bir altyapı oluşturan bu yaklaşım, böylelikle stratejik yatırımların hızlı bir şekilde yönlendirilmesine imkân sağlıyor. Örneğin, Çin’in 2025 yılı itibarıyla yüksek teknolojiye dayalı üretime geçme planının en önemli bileşenlerinden biri olan robotik endüstrisi, Şenyang’taki robotik araştırma merkezine yakın bir noktaya konuşlandırılmış durumda. Malzeme bilimi ve mühendisliği gibi diğer güçlü olunan alanlar da geçmiş dönemde olduğu gibi kaynak kıtlığı ve çevre sorunlarının üstesinden gelme fikrine dayanıyor.

Geçmiş yıllarda vatanseverlik duygusuyla ülkelerinde kalan araştırmacılar, bu kez seçkincilik karşıtı saldırıların hedefi haline geldiler. Artık devrimci yeterlilik, uzmanlıktan ve bunun getirdiği bilgi birikiminden daha önemli görülüyordu.

Bu reform ve açılım sürecinde, 1978-2018 yılları arasında sayıları 5,8 milyonu bulan ikinci bir Çinli öğrenci dalgası yurtdışında okumaya yöneldi. Yurtdışına giden bu yetenekler, devletin son yıllarda yaptığı bazı büyük çaplı yatırımların cazibesiyle ülkelerine geri döndü.”

Yeni fikirlere açık olmak

Wu makalesinde şu gözlemini de aktarıyor:

“Son 150 yılda bilim ve teknolojinin bir milletin ilerlemesini sağlayabileceği inancı Çin kültürüne derinden işleyerek, duvar sloganlarından posterlere, şehirlerden kırsal kesime her yerde kendini gösterir hale geldi. Farkında olunmayan şey ise, bilim ile dış kaynaklı etki ve fikirlere açık olmak arasındaki bağlantı.

Posterlerde ve afişlerde bilimsel gelişmeden övgüyle bahsediliyor. Bilim kurgu, kitapçılarda en çok aranan tür. Yeterli finansmana sahip laboratuvarlarıyla ve son teknolojiyle donatılmış saha istasyonlarıyla, Çin, bilimsel bir süper güç olarak sahip olduğu konuma dayanarak hızla ilerliyor.”

Makalenin orjinaline https://go.nature.com/32IQIxx linkinden ulaşabilirsiniz.

İngilizceden Türkçeye tercümesi Evren Serbest tarafından yapılmıştır.

Bu yazı ilk kez 24 Ekim 2019’da yayımlanmıştır.

 

Fikir Turu
Fikir Turuhttps://fikirturu.com/
Fikir Turu, yalnızca Türkiye’deki düşünce hayatını değil, dünyanın da ne düşündüğünü, tartıştığını okurlarına aktarmaya çalışıyor. Bu amaçla, İngilizce, Arapça, Rusça, Almanca ve Çince yazılmış önemli makalelerin belli başlı bölümlerini çevirerek, editoryal katkılarla okuruna sunmaya çalışıyor. Her makalenin orijinal metnine ve değerli çevirmen arkadaşlarımızın bilgilerine makalenin alt kısmındaki notlardan ulaşabilirsiniz.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x