IMF için Yolun Sonu Göründü mü?

Bugünlerde dünya ekonomisinde resesyon endişeleri öne çıkıyor; ABD ile Çin arasındaki ticaret savaşlarının mevcut sistemde köklü değişikliklere yol açma ihtimali tüm yönleriyle değerlendiriliyor. Bütün bunlar da, küresel ekonomik yönetişim mimarisinin ve bu arada Uluslararası Para Fonu’nun (IMF) geleceğinin giderek daha fazla sorgulanmasına neden oluyor.

Uluslararası politika ve ekonomi çevrelerinin gündeminde IMF odaklı pek çok soru var: IMF’nin işleyiş mantığı ve kurumsal politika öncelikleri son yetmiş yıl içinde nasıl dönüştü? Gelişmekte olan ülkelerde ve Türkiye’de yıllarca uyguladığı istikrar ve yapısal uyum programlarının performansı ne ölçüde yeterli oldu? Küresel finansal yönetişim alanında IMF’nin radikal biçimde yeniden yapılandırılması veya yeni kurumsal aktörlerin ortaya çıkması ihtimali nedir? Tüm bu sorulara yanıt aramak içinse önce geçmişe, IMF’nin nereden nereye geldiğine ve tarih içinde edindiği misyon değişikliklerine bakmalıyız.

Başlangıç: Ulusal krizlerin salgın olmasını önlemek

Küresel sistemde 19. yüzyıldaki İngiliz hegemonyasından (Pax-Brittanica) 20. yüzyılın ABD hegemonyasına (Pax-Americana) geçilirken yaşanan en önemli değişimlerden biri, uluslararası ekonominin finans, ticaret, kalkınma gibi alanlarında istikrar sağlama fonksiyonunun kurumsal yapılar aracılığıyla sağlanması oldu.

Uluslararası finans ve ticaret sistemlerinin liberal karakterlerini güçlendirmek, muhtemel krizleri önlemek ve piyasalarda akışkanlığı sağlamak gibi işlevler 19. yüzyılda Büyük Britanya devleti tarafından üstlenilmişti. İkinci Dünya Savaşı sonrası oluşan küresel yeni düzendeyse bu işlevleri yerine getirmeleri için uzman kurumsal mekanizmalar geliştirildi. Gerçi henüz savaş devam ederken, uluslararası siyasi istikrarı sağlayıp çatışmaların barışçıl çözümünü koordine etmek üzere Birleşmiş Milletler’in bir çatı örgütü olarak inşa edilmesi ve bu çatının altında da dünya ekonomisini düzenleyecek kurumsal yapılar tasarlanması için çalışmalar başlamıştı.

1944’te, ABD’nin New Hampshire eyaletindeki Bretton Woods kasabasında düzenlenen bir konferans ile nihai şekli verilen Uluslararası Para Fonu (International Money Fund – IMF), Dünya Bankası ve Gümrük Tarifleri ve Ticaret Anlaşması (GATT) gibi kurumlar savaş sonrası dönemde dünya ekonomisinin -en azından Soğuk Savaş’ın Batı kampında- izlediği dönüşüm çizgisini büyük oranda belirlediler.

Kurumsal tasarımında ABD Maliye Bakanı Harry Dexter White ile İngilizlerin efsane iktisatçısı John Maynard Keynes’in imzası bulunan IMF esas itibarıyla bir Anglo-Sakson projesi olarak ortaya çıksa da, kısa zamanda küresel bir nitelik kazandı.

Keynes, ulusal ekonomilerin 19.yüzyılda ve özellikle de iki dünya savaşı arası dönemde sürüklendikleri ödemeler dengesi krizlerinin kontrol altında tutulması ve küresel ticaret ile finans sistemleri üzerinde baskı oluşturmaması için uluslararası bir düzenleme mimarisi oluşturulmasında ısrarcıydı.

IMF, ülkelerin belli oranlar dâhilinde finansman sağlayarak ortak oldukları ve mali dengeleri bozulduğunda da belli şartlar altında ‘son kertede borç verici’ olarak başvurabildikleri bir uluslararası fon olarak yapılandırıldı.

Bu bağlamda IMF, ülkelerin belli oranlar dâhilinde finansman sağlayarak ortak oldukları ve mali dengeleri bozulduğunda da belli şartlar altında ‘son kertede borç verici’ olarak başvurabildikleri bir uluslararası fon olarak yapılandırıldı.

Böylece uluslararası finans piyasalarından borçlanmakta zorlanan ülkelere avantajlı koşullarda acil finansman kaynağı sağlanması ve ulusal krizlerin ‘salgın’ etkilerinin kontrol altında tutulması amaçlandı.

Ancak kurulduğu günden bu yana Bretton Woods kuruluşları içinde uluslararası kamuoyunun en çok dikkatini çeken ve hararetli tartışmalara konu olan IMF’nin küresel rolü, içinden geçilen siyasi ve ekonomik konjonktürlere bağlı olarak birçok defa yeniden tanımlandı.

1950’li ve 1960’lı yıllarında biçilen yeni rol

Dünya ekonomisinde başlıca para birimlerinin değerinin ABD dolarına, ABD dolarının değerinin ise altına endekslendiği ‘sabit kur’ sisteminin geçerli olduğu 1950’li ve 60’lı yıllarda IMF’nin başlıca misyonu, üye ülkelerin sabit kur sistemine sadık kalmalarını sağlamaktı.

1930’lu yıllarda özellikle Avrupa’da karşılıklı devalüasyonlarla ilerleyen saldırgan korumacılık politikalarının tekrar etmesini önlemek üzere IMF, üye ülkelerin ulusal kur değerlerinin belli sınırlar içinde tutulması için gözetmen rolü oynadı. Bu rol, Keynes’in IMF’nin kuruluşu döneminde uluslararası istikrar adına altını çizdiği önemli kurumsal görevlerden biriydi.

Ancak 1960’ların sonunda Amerikan ekonomisinde Vietnam Savaşı’nın ve Almanya-Japonya gibi rakiplerin yükselişinin neden olduğu zayıflama sebebiyle ABD doları, değer kaybetmeye başlayınca sabit kur sistemi ömrünü tamamladı. 1971’de Başkan Nixon yönetiminin dolar ve altın arasındaki sabit konvertibilite ilişkisini kaldırma kararının ardından dünya ekonomisinde kademeli olarak ‘dalgalı kur’ rejimine geçildi ve IMF’nin misyon tanımı da yenilendi.

Sabit kur rejimi varken, üye ülkelerin bütçe ve cari dengelerine odaklanıp ulusal para birimlerinin değerini korumaya odaklanan IMF, dalgalı kur rejiminde serbestleştirilen uluslararası sermaye hareketlerinin sağlıklı bir biçimde genişletilmesine odaklandı.

Özellikle 1970’lerdeki petrol krizleri ve 1980’lerdeki uluslararası borç krizlerinden sonra IMF’nin öncelikli küresel rolü, ‘finansal krizlerin önlenmesi ve yönetişimi’ olarak netleşti.

Özellikle 1970’lerdeki petrol krizleri ve 1980’lerdeki uluslararası borç krizlerinden sonra IMF’nin öncelikli küresel rolü, ‘finansal krizlerin önlenmesi ve yönetişimi’ olarak netleşti.

Çokuluslu bankalar ile dev küresel şirketler dünyanın dört bir tarafında piyasalarını genişletip yeni ülkeleri operasyon alanlarına katarlarken, IMF’ye hem ekonomik küreselleşmeyi destekleme hem de potansiyel finansal krizleri önceden belirleyip önleme görevi verildi.

IMF: ABD’nin dış politika aracı mı?

Yalnız bütün bu ekonomik gelişmeler olup biterken IMF’nin küresel misyonu ve imajı özellikle ABD’nin dış politika öncelikleriyle fazlasıyla ilişkili olduğu yönünde çok sert eleştirilere muhatap oldu.

Dünya Bankası ile birlikte ‘Bretton Woods ikizleri’ olarak adlandırılan IMF; 1980’lerdeki uluslararası borç krizinin ardından Latin Amerika, Asya ve Ortadoğu’daki birçok ülkede istikrar ve yapısal uyum programları uygulayarak bu ülkelerin hem kapitalist piyasa yapılarına hem de ABD ittifak sistemine yaklaştırılmasında kritik bir rol oynadı.

Aynı şekilde Soğuk Savaş’ın son yıllarında Doğu Avrupa’daki sosyalist rejimlerin Sovyetler Birliği’nden uzaklaştırılması için Vaşington yönetimi tarafından kurumsal bir manivela olarak devreye alındı. Bunun dışında ABD’nin uluslararası siyasi yönelimleri ve dış politika oryantasyonu ile uyumlu politikalar izleyen gelişmekte olan ülkelere kredi paketleri sağlanırken daha toleranslı davranıldığı da gözlerden kaçmadı.

Türkiye’nin IMF ile 1958 yılında Menderes hükümetinin son döneminde başlayan ve 2008 yılına kadar tam on dokuz Stand By anlaşması ile devam eden kredi ilişkisi, Türkiye ile ABD arasındaki siyasi ve diplomatik ilişkilere paralel bir seyir izledi.

Türkiye’nin IMF ile 1958 yılında Menderes hükümetinin son döneminde başlayan ve 2008 yılına kadar tam on dokuz Stand By anlaşması ile devam eden kredi ilişkisi, Türkiye ile ABD arasındaki siyasi ve diplomatik ilişkilere paralel bir seyir izledi.

IMF ve Türkiye: Elli yıllık bir ilişki

Bu elli yıllık ilişki boyunca IMF’nin açtığı kredi kotasını çoğu zaman aşan ve geri ödeme takvimlerine riayet etmeyen Ankara’nın bu tavırları Soğuk Savaş’ta ya da Teröre Karşı Küresel Savaş’ta önemli bir müttefik olarak görüldüğü için zaman zaman görmezden gelindi.

2001 yılında ABD’nin Afganistan işgali öncesi desteği beklenen Türkiye’ye tarihin en büyük IMF kredi paketi açılırken, benzer bir ekonomik krizden geçen Arjantin’e ‘pardon’ denilerek kapılar kapatılabildi.

Nitekim AK Parti iktidarının 2008’de IMF ile kredi ilişkilerini sonlandırma yönünde aldığı cesur karar, hem ekonomik hem de siyasi anlamda ABD’den daha özerk dış politikalar uygulama iradesinin bir yansıması olarak algılandı.

Küresel ekonomi politik sistemin kapsamlı değişimler geçirdiği ve çok-kutuplu uluslararası yapının ABD, Çin, Rusya, Avrupalı güçler, BRICS ülkeleri ve bölgesel aktörler arasında esnek ve değişken ittifaklar üzerinden yeniden tanımlandığı günümüzde IMF’nin mevcut yapısı ve çalışma metotlarıyla yola devam edebilmesi pek kolay değil. Zira günümüzün dünyası, Dexter White ile Keynes’in kafa kafaya verip rahatça kurumsal mühendislik yapabildikleri Anglo-Sakson güdümlü uluslararası yapıdan çok uzak.

Dahası, ABD yönetiminin liberal uluslararası sistemi desteklemek için her türlü maliyeti üstlenmekten kaçınması ve daha dar bir ulusal çıkar tanımlamasına yönelmesi, gerek Birleşmiş Milletler ve NATO gibi güvenlik örgütlerinin, gerekse IMF gibi çok-taraflı ekonomik kuruluşların altlarını hızla boşaltıyor.

Dünya dengeleri değişirken IMF’nin geleceği

Dünya ekonomisinin ağırlık merkezi Asya-Pasifik eksenine doğru kayarken, IMF yönetiminde hâlâ ABD ve Avrupa ülkelerinin öncelikli söz hakkına sahip olmaları mevcut küresel güç dengelerini asla yansıtmıyor. Dolayısıyla başta Çin olmak üzere BRICS ülkelerinin ABD’ye karşı küresel ekonomik yönetişim reformu bağlamında gündeme getirdikleri en önemli konulardan birinin IMF’nin kurumsal yapısı, üye ülkelerin oy hakları ve kredi koşulları konusunda yapılacak gerçekçi reformlar olması hiç şaşırtıcı değil.

Başta Çin olmak üzere BRICS ülkelerinin ABD’ye karşı küresel ekonomik yönetişim reformu bağlamında gündeme getirdikleri en önemli konulardan birinin IMF’nin kurumsal yapısı, üye ülkelerin oy hakları ve kredi koşulları konusunda yapılacak gerçekçi reformlar olması hiç şaşırtıcı değil.

Bu konularda ABD-Avrupa hattının şu ana kadar gösterdiği güçlü direnç ve G-20 gibi daha katılımcı küresel platformların zayıflaması, özellikle Çin’in hem IMF hem de Dünya Bankası’nı devre dışı bırakabilmek amacıyla merkezinde kendisinin olacağı alternatif kurumsal yapıların temellerinin atılmasına yol açtı.

ABD dolarının küresel rezerv para konumunu koruduğu bir dünyada bu yapıların Bretton Woods kuruluşlarının yerini almaları beklemek gerçekçi olmasa da, uzun vadeli bir kurumsal dönüşümün ilk adımlarını oluşturdukları söylenebilir.

Önümüzdeki yıllarda ABD, Çin ve diğer küresel güçler arasında ticaret ve teknoloji savaşları devam ederken IMF gibi İkinci Dünya Savaşı sonrası küresel güç dengelerini yansıtan kurumsal mekanizmaların radikal biçimde dönüştürülmeleri, önemli mücadele alanlarından bir olmaya devam edecek.

Twitter’dan takip edin: @sadikunay

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 1 Kasım 2019’da yayımlanmıştır.

Sadık Ünay
Sadık Ünay
Prof. Dr. Sadık Ünay, İstanbul Üniversitesi, İktisat Fakültesi, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi. Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümünde lisans (1997), Manchester Üniversitesi'nde uluslararası ekonomi politik yüksek lisans (1999) ve doktora (2005) eğitimi aldı. Manchester, Huddersfield, Birmingham ve Yıldız Teknik üniversitelerinde öğretim üyesi olarak görev aldı. TİKA ve İslam İşbirliği Teşkilatı bünyesinde proje danışmanlığı yaptı. Kalkınmacı Modernlik: Küresel Ekonomi Politik ve Türkiye (2013), Doğu Asya'nın Politik Ekonomisi (2017), Global Political Economy after the Crisis (2018) kitapları ile politik ekonomi, kalkınma, küresel yönetişim, bilim-teknoloji politikaları ve Doğu Asya konularında onlarca ulusal ve uluslararası makalesi yayımlandı.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

1 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

IMF için Yolun Sonu Göründü mü?

Bugünlerde dünya ekonomisinde resesyon endişeleri öne çıkıyor; ABD ile Çin arasındaki ticaret savaşlarının mevcut sistemde köklü değişikliklere yol açma ihtimali tüm yönleriyle değerlendiriliyor. Bütün bunlar da, küresel ekonomik yönetişim mimarisinin ve bu arada Uluslararası Para Fonu’nun (IMF) geleceğinin giderek daha fazla sorgulanmasına neden oluyor.

Uluslararası politika ve ekonomi çevrelerinin gündeminde IMF odaklı pek çok soru var: IMF’nin işleyiş mantığı ve kurumsal politika öncelikleri son yetmiş yıl içinde nasıl dönüştü? Gelişmekte olan ülkelerde ve Türkiye’de yıllarca uyguladığı istikrar ve yapısal uyum programlarının performansı ne ölçüde yeterli oldu? Küresel finansal yönetişim alanında IMF’nin radikal biçimde yeniden yapılandırılması veya yeni kurumsal aktörlerin ortaya çıkması ihtimali nedir? Tüm bu sorulara yanıt aramak içinse önce geçmişe, IMF’nin nereden nereye geldiğine ve tarih içinde edindiği misyon değişikliklerine bakmalıyız.

Başlangıç: Ulusal krizlerin salgın olmasını önlemek

Küresel sistemde 19. yüzyıldaki İngiliz hegemonyasından (Pax-Brittanica) 20. yüzyılın ABD hegemonyasına (Pax-Americana) geçilirken yaşanan en önemli değişimlerden biri, uluslararası ekonominin finans, ticaret, kalkınma gibi alanlarında istikrar sağlama fonksiyonunun kurumsal yapılar aracılığıyla sağlanması oldu.

Uluslararası finans ve ticaret sistemlerinin liberal karakterlerini güçlendirmek, muhtemel krizleri önlemek ve piyasalarda akışkanlığı sağlamak gibi işlevler 19. yüzyılda Büyük Britanya devleti tarafından üstlenilmişti. İkinci Dünya Savaşı sonrası oluşan küresel yeni düzendeyse bu işlevleri yerine getirmeleri için uzman kurumsal mekanizmalar geliştirildi. Gerçi henüz savaş devam ederken, uluslararası siyasi istikrarı sağlayıp çatışmaların barışçıl çözümünü koordine etmek üzere Birleşmiş Milletler’in bir çatı örgütü olarak inşa edilmesi ve bu çatının altında da dünya ekonomisini düzenleyecek kurumsal yapılar tasarlanması için çalışmalar başlamıştı.

1944’te, ABD’nin New Hampshire eyaletindeki Bretton Woods kasabasında düzenlenen bir konferans ile nihai şekli verilen Uluslararası Para Fonu (International Money Fund – IMF), Dünya Bankası ve Gümrük Tarifleri ve Ticaret Anlaşması (GATT) gibi kurumlar savaş sonrası dönemde dünya ekonomisinin -en azından Soğuk Savaş’ın Batı kampında- izlediği dönüşüm çizgisini büyük oranda belirlediler.

Kurumsal tasarımında ABD Maliye Bakanı Harry Dexter White ile İngilizlerin efsane iktisatçısı John Maynard Keynes’in imzası bulunan IMF esas itibarıyla bir Anglo-Sakson projesi olarak ortaya çıksa da, kısa zamanda küresel bir nitelik kazandı.

Keynes, ulusal ekonomilerin 19.yüzyılda ve özellikle de iki dünya savaşı arası dönemde sürüklendikleri ödemeler dengesi krizlerinin kontrol altında tutulması ve küresel ticaret ile finans sistemleri üzerinde baskı oluşturmaması için uluslararası bir düzenleme mimarisi oluşturulmasında ısrarcıydı.

IMF, ülkelerin belli oranlar dâhilinde finansman sağlayarak ortak oldukları ve mali dengeleri bozulduğunda da belli şartlar altında ‘son kertede borç verici’ olarak başvurabildikleri bir uluslararası fon olarak yapılandırıldı.

Bu bağlamda IMF, ülkelerin belli oranlar dâhilinde finansman sağlayarak ortak oldukları ve mali dengeleri bozulduğunda da belli şartlar altında ‘son kertede borç verici’ olarak başvurabildikleri bir uluslararası fon olarak yapılandırıldı.

Böylece uluslararası finans piyasalarından borçlanmakta zorlanan ülkelere avantajlı koşullarda acil finansman kaynağı sağlanması ve ulusal krizlerin ‘salgın’ etkilerinin kontrol altında tutulması amaçlandı.

Ancak kurulduğu günden bu yana Bretton Woods kuruluşları içinde uluslararası kamuoyunun en çok dikkatini çeken ve hararetli tartışmalara konu olan IMF’nin küresel rolü, içinden geçilen siyasi ve ekonomik konjonktürlere bağlı olarak birçok defa yeniden tanımlandı.

1950’li ve 1960’lı yıllarında biçilen yeni rol

Dünya ekonomisinde başlıca para birimlerinin değerinin ABD dolarına, ABD dolarının değerinin ise altına endekslendiği ‘sabit kur’ sisteminin geçerli olduğu 1950’li ve 60’lı yıllarda IMF’nin başlıca misyonu, üye ülkelerin sabit kur sistemine sadık kalmalarını sağlamaktı.

1930’lu yıllarda özellikle Avrupa’da karşılıklı devalüasyonlarla ilerleyen saldırgan korumacılık politikalarının tekrar etmesini önlemek üzere IMF, üye ülkelerin ulusal kur değerlerinin belli sınırlar içinde tutulması için gözetmen rolü oynadı. Bu rol, Keynes’in IMF’nin kuruluşu döneminde uluslararası istikrar adına altını çizdiği önemli kurumsal görevlerden biriydi.

Ancak 1960’ların sonunda Amerikan ekonomisinde Vietnam Savaşı’nın ve Almanya-Japonya gibi rakiplerin yükselişinin neden olduğu zayıflama sebebiyle ABD doları, değer kaybetmeye başlayınca sabit kur sistemi ömrünü tamamladı. 1971’de Başkan Nixon yönetiminin dolar ve altın arasındaki sabit konvertibilite ilişkisini kaldırma kararının ardından dünya ekonomisinde kademeli olarak ‘dalgalı kur’ rejimine geçildi ve IMF’nin misyon tanımı da yenilendi.

Sabit kur rejimi varken, üye ülkelerin bütçe ve cari dengelerine odaklanıp ulusal para birimlerinin değerini korumaya odaklanan IMF, dalgalı kur rejiminde serbestleştirilen uluslararası sermaye hareketlerinin sağlıklı bir biçimde genişletilmesine odaklandı.

Özellikle 1970’lerdeki petrol krizleri ve 1980’lerdeki uluslararası borç krizlerinden sonra IMF’nin öncelikli küresel rolü, ‘finansal krizlerin önlenmesi ve yönetişimi’ olarak netleşti.

Özellikle 1970’lerdeki petrol krizleri ve 1980’lerdeki uluslararası borç krizlerinden sonra IMF’nin öncelikli küresel rolü, ‘finansal krizlerin önlenmesi ve yönetişimi’ olarak netleşti.

Çokuluslu bankalar ile dev küresel şirketler dünyanın dört bir tarafında piyasalarını genişletip yeni ülkeleri operasyon alanlarına katarlarken, IMF’ye hem ekonomik küreselleşmeyi destekleme hem de potansiyel finansal krizleri önceden belirleyip önleme görevi verildi.

IMF: ABD’nin dış politika aracı mı?

Yalnız bütün bu ekonomik gelişmeler olup biterken IMF’nin küresel misyonu ve imajı özellikle ABD’nin dış politika öncelikleriyle fazlasıyla ilişkili olduğu yönünde çok sert eleştirilere muhatap oldu.

Dünya Bankası ile birlikte ‘Bretton Woods ikizleri’ olarak adlandırılan IMF; 1980’lerdeki uluslararası borç krizinin ardından Latin Amerika, Asya ve Ortadoğu’daki birçok ülkede istikrar ve yapısal uyum programları uygulayarak bu ülkelerin hem kapitalist piyasa yapılarına hem de ABD ittifak sistemine yaklaştırılmasında kritik bir rol oynadı.

Aynı şekilde Soğuk Savaş’ın son yıllarında Doğu Avrupa’daki sosyalist rejimlerin Sovyetler Birliği’nden uzaklaştırılması için Vaşington yönetimi tarafından kurumsal bir manivela olarak devreye alındı. Bunun dışında ABD’nin uluslararası siyasi yönelimleri ve dış politika oryantasyonu ile uyumlu politikalar izleyen gelişmekte olan ülkelere kredi paketleri sağlanırken daha toleranslı davranıldığı da gözlerden kaçmadı.

Türkiye’nin IMF ile 1958 yılında Menderes hükümetinin son döneminde başlayan ve 2008 yılına kadar tam on dokuz Stand By anlaşması ile devam eden kredi ilişkisi, Türkiye ile ABD arasındaki siyasi ve diplomatik ilişkilere paralel bir seyir izledi.

Türkiye’nin IMF ile 1958 yılında Menderes hükümetinin son döneminde başlayan ve 2008 yılına kadar tam on dokuz Stand By anlaşması ile devam eden kredi ilişkisi, Türkiye ile ABD arasındaki siyasi ve diplomatik ilişkilere paralel bir seyir izledi.

IMF ve Türkiye: Elli yıllık bir ilişki

Bu elli yıllık ilişki boyunca IMF’nin açtığı kredi kotasını çoğu zaman aşan ve geri ödeme takvimlerine riayet etmeyen Ankara’nın bu tavırları Soğuk Savaş’ta ya da Teröre Karşı Küresel Savaş’ta önemli bir müttefik olarak görüldüğü için zaman zaman görmezden gelindi.

2001 yılında ABD’nin Afganistan işgali öncesi desteği beklenen Türkiye’ye tarihin en büyük IMF kredi paketi açılırken, benzer bir ekonomik krizden geçen Arjantin’e ‘pardon’ denilerek kapılar kapatılabildi.

Nitekim AK Parti iktidarının 2008’de IMF ile kredi ilişkilerini sonlandırma yönünde aldığı cesur karar, hem ekonomik hem de siyasi anlamda ABD’den daha özerk dış politikalar uygulama iradesinin bir yansıması olarak algılandı.

Küresel ekonomi politik sistemin kapsamlı değişimler geçirdiği ve çok-kutuplu uluslararası yapının ABD, Çin, Rusya, Avrupalı güçler, BRICS ülkeleri ve bölgesel aktörler arasında esnek ve değişken ittifaklar üzerinden yeniden tanımlandığı günümüzde IMF’nin mevcut yapısı ve çalışma metotlarıyla yola devam edebilmesi pek kolay değil. Zira günümüzün dünyası, Dexter White ile Keynes’in kafa kafaya verip rahatça kurumsal mühendislik yapabildikleri Anglo-Sakson güdümlü uluslararası yapıdan çok uzak.

Dahası, ABD yönetiminin liberal uluslararası sistemi desteklemek için her türlü maliyeti üstlenmekten kaçınması ve daha dar bir ulusal çıkar tanımlamasına yönelmesi, gerek Birleşmiş Milletler ve NATO gibi güvenlik örgütlerinin, gerekse IMF gibi çok-taraflı ekonomik kuruluşların altlarını hızla boşaltıyor.

Dünya dengeleri değişirken IMF’nin geleceği

Dünya ekonomisinin ağırlık merkezi Asya-Pasifik eksenine doğru kayarken, IMF yönetiminde hâlâ ABD ve Avrupa ülkelerinin öncelikli söz hakkına sahip olmaları mevcut küresel güç dengelerini asla yansıtmıyor. Dolayısıyla başta Çin olmak üzere BRICS ülkelerinin ABD’ye karşı küresel ekonomik yönetişim reformu bağlamında gündeme getirdikleri en önemli konulardan birinin IMF’nin kurumsal yapısı, üye ülkelerin oy hakları ve kredi koşulları konusunda yapılacak gerçekçi reformlar olması hiç şaşırtıcı değil.

Başta Çin olmak üzere BRICS ülkelerinin ABD’ye karşı küresel ekonomik yönetişim reformu bağlamında gündeme getirdikleri en önemli konulardan birinin IMF’nin kurumsal yapısı, üye ülkelerin oy hakları ve kredi koşulları konusunda yapılacak gerçekçi reformlar olması hiç şaşırtıcı değil.

Bu konularda ABD-Avrupa hattının şu ana kadar gösterdiği güçlü direnç ve G-20 gibi daha katılımcı küresel platformların zayıflaması, özellikle Çin’in hem IMF hem de Dünya Bankası’nı devre dışı bırakabilmek amacıyla merkezinde kendisinin olacağı alternatif kurumsal yapıların temellerinin atılmasına yol açtı.

ABD dolarının küresel rezerv para konumunu koruduğu bir dünyada bu yapıların Bretton Woods kuruluşlarının yerini almaları beklemek gerçekçi olmasa da, uzun vadeli bir kurumsal dönüşümün ilk adımlarını oluşturdukları söylenebilir.

Önümüzdeki yıllarda ABD, Çin ve diğer küresel güçler arasında ticaret ve teknoloji savaşları devam ederken IMF gibi İkinci Dünya Savaşı sonrası küresel güç dengelerini yansıtan kurumsal mekanizmaların radikal biçimde dönüştürülmeleri, önemli mücadele alanlarından bir olmaya devam edecek.

Twitter’dan takip edin: @sadikunay

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 1 Kasım 2019’da yayımlanmıştır.

Sadık Ünay
Sadık Ünay
Prof. Dr. Sadık Ünay, İstanbul Üniversitesi, İktisat Fakültesi, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi. Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümünde lisans (1997), Manchester Üniversitesi'nde uluslararası ekonomi politik yüksek lisans (1999) ve doktora (2005) eğitimi aldı. Manchester, Huddersfield, Birmingham ve Yıldız Teknik üniversitelerinde öğretim üyesi olarak görev aldı. TİKA ve İslam İşbirliği Teşkilatı bünyesinde proje danışmanlığı yaptı. Kalkınmacı Modernlik: Küresel Ekonomi Politik ve Türkiye (2013), Doğu Asya'nın Politik Ekonomisi (2017), Global Political Economy after the Crisis (2018) kitapları ile politik ekonomi, kalkınma, küresel yönetişim, bilim-teknoloji politikaları ve Doğu Asya konularında onlarca ulusal ve uluslararası makalesi yayımlandı.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

1 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

1
0
Would love your thoughts, please comment.x