Bir ülkeye sınıf atlatan politika: Tekno-milliyetçilik

Yeni dünya düzeninin temelindeki tekno-milliyetçilik nedir? Milliyetçilikten farkı ne? Hangi koşullarda ortaya çıktı? Hangi ülke bu konuda neler yapıyor? Kimler avantajlı, kimler geride kaldı? Türkiye’nin tekno-milliyetçilik karnesi nasıl?

Avrupalı bilim insanı bir arkadaşım, “Ekonominiz hâlâ az gelişmiş, nasıl bu tarz politikaları üstlenmeyi teklif ediyorsunuz?” diye sordu. Ona “uzun vadeli kalkınma sorunları ve ulusal çıkarlar açısından bakıyoruz” dedim. [İleri teknolojiler] görmezden gelebileceğimiz bir mesele değil… Eğer atom ve hidrojen bombalarımız olmasaydı, uydular fırlatmasaydık, Çin etkili bir büyük güç olarak kabul edilmezdi… Fakir olduğumuz için ileri teknolojiler geliştirmekle uğraşmamayı ve geride kalmayı göze alamayız; çünkü angaje olmazsak, bu alanlarda gelişmezsek, [Batı’yla aramızdaki] boşluk daha da büyüyecek ve onlara yetişmesi oldukça zor olacak.

Deng Xiaoping, 24 Ekim1988

Son on yılda gittikçe yoğunlaşan bir ticaret savaşı nedeniyle yaşanan Washington-Pekin eksenindeki gerilimler artık doğrudan bir teknoloji yarışına evriliyor. Üstelik benzer ürünler ortaya koyan bir teknoloji savaşından çok, özgün ve farklı çalışmalar ortaya koyma mücadelesi veren ve işbirliğine kapalı bir rekabet bu.

Oysa Soğuk Savaş’ın bitmesinden sonra bilgi alışverişi ve serbestleşme yoluyla inovasyonun hızla yayılması mümkün hale gelmişti. Ancak değişen dünya düzeni ve teknolojik dönüşüm hızının artmasıyla, kazan-kazan iş birliğinin yerine sıfır toplamlı rekabet ön plana çıkmaya başladı. Herkesin herkese karşı olduğu, ‘birbirinin kurdu olma’ temelinde yükselen Hobbesyen ilişkilerin[efn_note]İnsan doğasının bencil ve sınır tanımaz olduğunu, bu nedenle bazı özgürlüklerinden vazgeçmeleri karşılığında, büyük bir yapı tarafından yönetilmeleri gerektiğini söyleyen, 17. Yüzyıl İngiliz düşünürü.[/efn_note] uluslararası versiyonuna doğru gidiyoruz. Öyle ki, internetin iki veya üçe bölünme (ABD, Çin ve AB) ihtimali dahi dile getiriliyor.

Bu karmaşık ve değişken bağlamda ayakta kalabilmek için ülkeler pek çok alanda farklı politika çizgileri izlemeye başladı. Teknolojik altyapıları gelişmiş ülkelerin gerisinde kalan ülkelerin izlediği tekno-milliyetçi politikalarsa hiç şüphesiz mercek altına almaya ve üzerinde çalışılmaya değer.

Her ülkenin kendi ekonomik, sosyal, coğrafi ve demografik özellikleri temelinde şekillenmekle birlikte, tekno-milliyetçiliğin ana hatlarını şu şekilde tanımlamak mümkün: Kamu veya en azından devlet tarafından yönlendirilmiş sanayi politikaları ve yatırımları; geleceğin endüstrilerine yapılan pahalı yatırımlarla ulusal güç projeksiyonu; bugüne değil, yarına yatırım; savunma sanayiinde özerkliğe ulaşmak için ileri teknolojilere yatırım; diğer ülkelerle daha az veya sınırlı/koşullu iş birliği.

Tekno-milliyetçiliğin ana hatlarını şu şekilde tanımlamak mümkün: Kamu veya en azından devlet tarafından yönlendirilmiş sanayi politikaları ve yatırımları; geleceğin endüstrilerine yapılan pahalı yatırımlarla ulusal güç projeksiyonu; bugüne değil, yarına yatırım; savunma sanayiinde özerkliğe ulaşmak için ileri teknolojilere yatırım; diğer ülkelerle daha az veya sınırlı/koşullu iş birliği.

Nereden çıktı bu tekno-milliyetçilik?

Tekno-milliyetçiliğin birçok ülkede yayılmasının arkasında iki akım var. Bunlardan ilki, verinin ve bu verinin getirdiği gücün öneminin artması. Devletler, dev teknoloji şirketlerine ellerindeki verileri paylaşmaları için baskı uyguluyor, uygulanan bu baskılar yeterli olmadığı takdirde de regülasyon veya yaptırım yollarıyla veriyi yerelleştirmeye çalışıyor.

Veri etrafında dönen küresel rekabetinse iki ana kutbu bulunuyor: ABD’deki Silikon Vadisi ve Çin’deki devlet gözetimi veya kontrolü altındaki şirketler.

Tekno-milliyetçiliğin yaygınlaştırılmasının ikinci nedeni de, 1945 sonrasında oluşan dünya düzeninin sarsılması. Başta Çin olmak üzere, gelişmekte olan ülkeler askeri ve ekonomik güç açısından Batılı ülkelerin seviyesine ulaşıyor. Sert ve yumuşak güçteki bu yükselişe paralel olarak teknolojik rekabet de kızışıyor. Bu durum ileri teknolojilerdeki Batı hegemonyasının da sonunu işaret ediyor.

Tekno-milliyetçi politikalar bu iki akımla beraber son dönemde yaygınlaşmış olsa da aslında yeni bir fenomen değil. İnternet, bilgisayar ve akıllı telefon gibi teknolojilerin birçoğu, ABD hükümeti ve özellikle Pentagon tarafından yapılan yatırım veya iş birliği yoluyla mümkün olmuştu. Örneğin İnternet ve PC’ler için gerekli yarı iletkenler, Amerikan ordusu tarafından kullanılacak yeni teknolojiler üretmekten sorumlu ABD Savunma Bakanlığı’na bağlı DARPA adlı kuruluşun fonlarıyla geliştirilmişti.

Tekno-milliyetçilik ve korumacılığın farkı ne?

Tekno-milliyetçilik ve korumacılık terimleri çoğu zaman birbirinin yerine kullanılıyor. Oysa tekno-milliyetçilik korumacılığın ötesine geçiyor.

Doğası gereği tekno-milliyetçiliğin ana hedefi, ülke sanayisinin uluslararası rekabet kapasitesini arttırmak; korumacılığın temel amacıysa iç piyasadaki uluslararası rekabeti ortadan kaldırmak.

Tekno-milliyetçiliğin en önemli ilkesi, yerli piyasayı teşvik etmek ve bunu olabildiğince ulusal sermaye ile yapmak. Fakat bu durum, yabancı sermayeye kapalı olmak anlamına da gelmiyor, tabii ki sıkı kurallar altında yabancı sermaye yatırımları da kabul ediliyor. Oysa korumacılığın temelinde yabancı sermaye ve ürünlerin iç piyasaya erişimin kısıtlanması var.

Tekno-milliyetçiliği farklı kılan bir başka özelliği de geliştirilme yöntemi. Teknolojik milliyetçiliğin temelinde tamamının veya bir kısmının devlet tarafından karşılandığı inovosyona yatırım var.

Tekno-milliyetçiliği farklı kılan bir başka özelliği de, geliştirilme yöntemi. Teknolojik milliyetçiliğin temelinde tamamının veya bir kısmının devlet tarafından karşılandığı inovosyona yatırım var. Korumacılıktaysa, yatırıma ilişkin bir politika olmamakla birlikte en yaygın yöntem gümrük vergisi uygulamaları.

Tekno-milliyetçilikte öncü Çin

Tekno-milliyetçilik denilince akla ilk gelen ülke Çin, bu alandaki uygulamalarına ve geliştirdiği politikalara bakmak da konu hakkında epey fikir veriyor.

Mesela, Çin’de ister kamu ister özel sektörden olsun, Çinli teknoloji şirketleri izledikleri stratejilerde devletin onayına ihtiyaç duyuyorlar. Bu şirketler Pekin’in belirlediği ortak stratejiyi takip etmek zorunda. Bu konuda en büyük örnek, son dönemde uluslararası teknoloji ve güvenlik gündeminden düşmeyen Huawei. Özel ve güçlü bir şirket olmasına rağmen, Çin hükümeti Huawei’yi veri toplama ve teknoloji transferi gibi tekno-milliyetçi politikalar için kullanıyor.

Çin için yeni teknolojiler geliştirmenin amacı, ilk etapta kâr etmek ya da vatandaşların refahını arttırmakla ile ilgili değil. Teknoloji geliştirmenin bizatihi kendisi stratejik bir öneme sahip. Zira son teknolojilere sahip olmak, Pekin tarafından uzun yıllardır gelişmiş ülkelerle aynı masaya oturmanın anahtarı olarak görülüyor.

Çin’in tekno-milliyetçi politikalarının somut örnekleri arasında sayılabilecek en bilindik uygulamalar da şunlar: Made in China 2025 (yeni teknolojilere yatırım), yabancı şirketlerin bankacılık sistemine erişimi için Çin’e özgü şifreleme standartları, yabancı uzmanları çekmek için Bin Yetenekler Programı, doğrudan yabancı yatırımları yönlendirmek için Yabancı Yatırımlara Rehberlik Kataloğu.

Tekno-milliyetçiliği uygulayamayan ülke ABD

Çin ve birçok gelişmekte olan ülkenin agresif teknoloji politikalarına karşı ABD’nin şu ana kadarki tepkisi korumacı politikalara başvurmak oldu. Diğer ülkelerin tekno-milliyetçi politikalarına karşı koymak için, ABD Başkanı Donald Trump yüksek gümrük vergilerine başvuruyor.

ABD’nin tekno-milliyetçi politikalar gütmesinin önündeyse önemli bir engel var: Amerikan teknoloji şirketlerinin güçlü ve devletten bağımsız olmaları. Bu şirketler kendi belirledikleri stratejileri takip ediyor ve aşırı devlet kontrolüne yol açabilecek iş birliklerinden olabildiğince uzak duruyorlar. Bu durum, ABD hükümeti ile büyük teknoloji firmalarının birçok konuda zıt pozisyonlar almasına ve politikalar izlemesine yol açıyor.

ABD’nin tekno-milliyetçi politikalar gütmesinin önündeki ana engel, teknoloji şirketlerinin güçlü ve devletten bağımsız olmaları. Bu şirketler kendi belirledikleri stratejileri takip ediyor ve aşırı devlet kontrolüne yol açabilecek iş birliklerinden olabildiğince uzak duruyorlar.

Mega tekno-milliyetçilik projeleri peşindeki Suudi Arabistan

Suudi Arabistan da tekno-milliyetçilik vizyonunu geliştirmeye çalışan ülkelerden. Veliaht Prens Muhammed Bin Salman ileri teknolojilere yapılan yatırımlarla ülkesini petrol sonrası ekonomiye hazırlamayı hedefliyor.

Bu bağlamda ortaya çıkan birkaç mega projeden biri, geleceğin şehri olarak lanse edilen, gelişmiş teknoloji odaklı bir kent olan NEOM. Şehrin inşasının 500 milyar dolara mal olması bekleniyor.

Riyad ayrıca küresel teknoloji fonlarına da yatırım yapıyor. Suudi Arabistan’ın, Japon Softbank’ın Vizyon Fonu’na 45 milyar dolar yatırdığı biliniyor. Fonun toplam değeriyse 100 milyar dolar.

Ortak stratejisini hâlâ oluşturamayan Avrupa Birliği

Avrupa Birliği’nin yarım kalan entegrasyonu, birçok konuda olduğu gibi, inovasyon ve dijitalleşmede de Avrupa Birliği’nin (AB) önündeki en büyük engel.

AB en üst seviyede regülasyonlar geliştirmeye çalışsa da üye ülkeler hâlâ ortak stratejiler kuramıyorlar. Üstelik bu regülasyonlar küresel rekabette AB’ye avantaj sağlamaktan ziyade, ortak pazarı düzenliyor.

Örneğin, rekabet yasası gereği AB, pazarın çok büyük bir kısmına sahip olan Amerikan şirketlerini cezalandırıyor. Ancak aynı yasa, Avrupalı “teknoloji/endüstri şampiyonlarının” çıkmasını engelliyor ve küresel rekabette AB’yi bir adım geride tutuyor.

Önündeki tüm engellere rağmen AB son dönemde birçok tekno-milliyetçi girişimde bulundu. Brüksel, Avrupa Birliği Genel Veri Koruma Tüzüğü (GDPR) aracılığıyla veri korumada küresel standardı belirlemeyi hedefliyor. Bunun yanı sıra üye devletler, Google, Amazon, Facebook, Apple, Microsoft beşlisinden (GAFAM) daha fazla veri lokalizasyonu elde etmek için düzenlemeler üzerinde çalışıyor.

Son olarak, yeni bütçe döneminde Brüksel, AB dışı şirketlerin AR-GE çalışmalarına yaptığı katkıları daha sıkı tutacağa benziyor. Örneğin, uygulanacak yeni şartlardan biri de fikri mülkiyetin AB sınırları içerisinde kalması.

Tekno-milliyetçilikte deneyimli Japonya

Japonya, aynı Çin gibi Batı’yla arasındaki farkı kapatmak için on yıllardır tekno-milliyetçi politikalara başvuran ve bu alanda büyük tecrübesi olan ülkelerden. Tokyo, İkinci Dünya Savaşı sonrası geliştirdiği tekno-milliyetçi politikalarla hızlıca Batılı ülkeleri yakalamıştı; bunu da askeri potansiyeli sivil kabiliyetlere yerleştirerek, yani savunma sanayi ile KOBİ ekosistemini birleştirerek başardı.

Bu alanda en tecrübeli ülke olmakla beraber Japonya tekno-milliyetçi çark diye tabir edebileceğimiz döngünün de sonuna yaklaştı. Soğuk Savaş sonrası Çin ve ABD’nin aksine Japonya savunma bütçesini arttırmamayı tercih etti. Bu durum yabancı yatırıma tamamıyla kapalı olan savunma sanayini derinden etkiledi.

Gelinen son noktada, Japonya tekno-milliyetçiliğin ana ilkelerinden biri olan finansal devlet desteğini veremez oldu. Tokyo, artık tek başına geliştiremediği ileri teknolojileri müttefikleri ve özellikle ABD’yle ortak üretimle geliştiriyor. Japonya’nın tekno-milliyetçi hikâyesi başta Çin olmak üzere birçok gelişmekte olan ülke için ana örneği teşkil ediyor.

Türkiye tekno-milliyetçilikte nerede?

Bugünkü uluslararası güvenlik bağlamı Türkiye’yi özellikle savunma teknolojilerinde tekno-milliyetçi politikalar izlemeye itti. Bu alanda büyük bir atılım gerçekleştirerek Türk Silahlı Kuvvetleri envanterinin yüzde 68’ini yerli üretimden karşılamayı başardı.

Ankara, yerli üretimi millileştirmek ve Türk savunma sanayiinin olabildiğince bağımsızlaştırmak için başka ülkelerle yapılan ortak üretim anlaşmalarında özellikle teknoloji transferi üzerinde duruyor. Hem devlet destekli ve merkezi bir stratejinin takip edilmesi hem de yapılan ortaklık ve doğrudan yabancı yatırımlara getirilen koşullar, Türkiye’nin savunma sanayiinde tekno-milliyetçi politikalar takip ettiğinin en belirgin göstergesi.

Savunma sanayiindeki birkaç başarı hikâyesi dışında, maalesef teknolojik altyapı konusunda Türkiye hâlâ çok geride. Örneğin, Ar-Ge harcamalarının GSYİH içindeki oranı 2017 yılında sadece %1.

Ancak savunma sanayiindeki birkaç başarı hikâyesi dışında, maalesef teknolojik altyapı konusunda Türkiye hâlâ çok geride. Örneğin, Ar-Ge harcamalarının GSYİH içindeki oranı 2017 yılında sadece %1 idi.

2018 yılında girişim yatırımları ve yeni fikirlere sermaye sağlayan melek yatırımların toplamı sadece 60 milyon dolar. Bu rakam, aynı yıl ABD’de 100 milyar dolar civarıydı.[efn_note]https://www.geekwire.com/2019/vc-funding-u-s-startups-nears-100-billion-2018-highest-since-dot-com-era/[/efn_note] İmalat sanayi ihracatında yüksek teknoloji ürünlerin payı ise 2018 yılında sadece %3,2 oldu.

Son yıllarda Türkiye bu durumu değiştirebilmek için “Milli Teknoloji Hamlesi” adı altında bir savunma ve teknoloji stratejisi belirledi. Bu stratejinin temel amacı, ekonomik ve teknolojik anlamda daha bağımsız bir ülke olmak.

Milli Teknoloji Hamlesi’nin belgelenmiş hali, 2023 Sanayi ve Teknoloji Stratejisi olarak kağıda döküldü ve bir yol haritasına dönüştürüldü. Belge birçok tekno-milliyetçi politikayı barındırıyor. Ar-Ge yatırımının arttırılması, beşeri sermayenin güçlendirilmesi, veriye verilen önem, fikri mülkiyet haklarının güncellenmesi bu belgede yer alan politikalardan birkaçı.

Bu stratejinin başarılı olması Türkiye’nin önümüzdeki on yıllarda ‘gelişmekte olan ülke’den ‘gelişmiş ülke’ statüsüne geçmesinde çok büyük önem arz edecek. Dünyada gerek politik gerek ekonomik anlamda söz sahibi olmak istiyorsak, 4. Endüstri Devrimi’ni kaçırma seçeneğimiz olmamalı.

Bir dönem, Çinli lider Deng Xiaoping’in ülkesinin teknoloji politikaları için söyledikleri bugün Türkiye için hâlâ geçerli: “İleri teknolojiler geliştirmekle uğraşmamayı ve geride kalmayı göze alamayız; çünkü angaje olmazsak, bu alanlarda gelişmezsek, Batı’yla aramızdaki boşluk daha da büyüyecek.”

Twitter’dan takip edin: @EmreKursatKaya

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 4 Kasım 2019’da yayımlanmıştır.

Emre Kürşat Kaya
Emre Kürşat Kaya
Emre Kürşat Kaya, Ekonomi ve Dış Politika Çalışmaları Merkezi araştırmacısı. 2018 yılında Utrecht Üniversitesi ile Masaryk Üniversitesi’den, Avrupa Yönetimi çift diploma yüksek lisans derecesini aldı. Ağırlıklı olarak Türkiye-AB ilişkileri, Türk ve AB güvenlik ve savunma doktrinleri, siber güvenlik trendleri ve Orta Doğu’daki gelişmeler üzerine çalışıyor. Fransızca, İngilizce, Arapça biliyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Bir ülkeye sınıf atlatan politika: Tekno-milliyetçilik

Yeni dünya düzeninin temelindeki tekno-milliyetçilik nedir? Milliyetçilikten farkı ne? Hangi koşullarda ortaya çıktı? Hangi ülke bu konuda neler yapıyor? Kimler avantajlı, kimler geride kaldı? Türkiye’nin tekno-milliyetçilik karnesi nasıl?

Avrupalı bilim insanı bir arkadaşım, “Ekonominiz hâlâ az gelişmiş, nasıl bu tarz politikaları üstlenmeyi teklif ediyorsunuz?” diye sordu. Ona “uzun vadeli kalkınma sorunları ve ulusal çıkarlar açısından bakıyoruz” dedim. [İleri teknolojiler] görmezden gelebileceğimiz bir mesele değil… Eğer atom ve hidrojen bombalarımız olmasaydı, uydular fırlatmasaydık, Çin etkili bir büyük güç olarak kabul edilmezdi… Fakir olduğumuz için ileri teknolojiler geliştirmekle uğraşmamayı ve geride kalmayı göze alamayız; çünkü angaje olmazsak, bu alanlarda gelişmezsek, [Batı’yla aramızdaki] boşluk daha da büyüyecek ve onlara yetişmesi oldukça zor olacak.

Deng Xiaoping, 24 Ekim1988

Son on yılda gittikçe yoğunlaşan bir ticaret savaşı nedeniyle yaşanan Washington-Pekin eksenindeki gerilimler artık doğrudan bir teknoloji yarışına evriliyor. Üstelik benzer ürünler ortaya koyan bir teknoloji savaşından çok, özgün ve farklı çalışmalar ortaya koyma mücadelesi veren ve işbirliğine kapalı bir rekabet bu.

Oysa Soğuk Savaş’ın bitmesinden sonra bilgi alışverişi ve serbestleşme yoluyla inovasyonun hızla yayılması mümkün hale gelmişti. Ancak değişen dünya düzeni ve teknolojik dönüşüm hızının artmasıyla, kazan-kazan iş birliğinin yerine sıfır toplamlı rekabet ön plana çıkmaya başladı. Herkesin herkese karşı olduğu, ‘birbirinin kurdu olma’ temelinde yükselen Hobbesyen ilişkilerin[efn_note]İnsan doğasının bencil ve sınır tanımaz olduğunu, bu nedenle bazı özgürlüklerinden vazgeçmeleri karşılığında, büyük bir yapı tarafından yönetilmeleri gerektiğini söyleyen, 17. Yüzyıl İngiliz düşünürü.[/efn_note] uluslararası versiyonuna doğru gidiyoruz. Öyle ki, internetin iki veya üçe bölünme (ABD, Çin ve AB) ihtimali dahi dile getiriliyor.

Bu karmaşık ve değişken bağlamda ayakta kalabilmek için ülkeler pek çok alanda farklı politika çizgileri izlemeye başladı. Teknolojik altyapıları gelişmiş ülkelerin gerisinde kalan ülkelerin izlediği tekno-milliyetçi politikalarsa hiç şüphesiz mercek altına almaya ve üzerinde çalışılmaya değer.

Her ülkenin kendi ekonomik, sosyal, coğrafi ve demografik özellikleri temelinde şekillenmekle birlikte, tekno-milliyetçiliğin ana hatlarını şu şekilde tanımlamak mümkün: Kamu veya en azından devlet tarafından yönlendirilmiş sanayi politikaları ve yatırımları; geleceğin endüstrilerine yapılan pahalı yatırımlarla ulusal güç projeksiyonu; bugüne değil, yarına yatırım; savunma sanayiinde özerkliğe ulaşmak için ileri teknolojilere yatırım; diğer ülkelerle daha az veya sınırlı/koşullu iş birliği.

Tekno-milliyetçiliğin ana hatlarını şu şekilde tanımlamak mümkün: Kamu veya en azından devlet tarafından yönlendirilmiş sanayi politikaları ve yatırımları; geleceğin endüstrilerine yapılan pahalı yatırımlarla ulusal güç projeksiyonu; bugüne değil, yarına yatırım; savunma sanayiinde özerkliğe ulaşmak için ileri teknolojilere yatırım; diğer ülkelerle daha az veya sınırlı/koşullu iş birliği.

Nereden çıktı bu tekno-milliyetçilik?

Tekno-milliyetçiliğin birçok ülkede yayılmasının arkasında iki akım var. Bunlardan ilki, verinin ve bu verinin getirdiği gücün öneminin artması. Devletler, dev teknoloji şirketlerine ellerindeki verileri paylaşmaları için baskı uyguluyor, uygulanan bu baskılar yeterli olmadığı takdirde de regülasyon veya yaptırım yollarıyla veriyi yerelleştirmeye çalışıyor.

Veri etrafında dönen küresel rekabetinse iki ana kutbu bulunuyor: ABD’deki Silikon Vadisi ve Çin’deki devlet gözetimi veya kontrolü altındaki şirketler.

Tekno-milliyetçiliğin yaygınlaştırılmasının ikinci nedeni de, 1945 sonrasında oluşan dünya düzeninin sarsılması. Başta Çin olmak üzere, gelişmekte olan ülkeler askeri ve ekonomik güç açısından Batılı ülkelerin seviyesine ulaşıyor. Sert ve yumuşak güçteki bu yükselişe paralel olarak teknolojik rekabet de kızışıyor. Bu durum ileri teknolojilerdeki Batı hegemonyasının da sonunu işaret ediyor.

Tekno-milliyetçi politikalar bu iki akımla beraber son dönemde yaygınlaşmış olsa da aslında yeni bir fenomen değil. İnternet, bilgisayar ve akıllı telefon gibi teknolojilerin birçoğu, ABD hükümeti ve özellikle Pentagon tarafından yapılan yatırım veya iş birliği yoluyla mümkün olmuştu. Örneğin İnternet ve PC’ler için gerekli yarı iletkenler, Amerikan ordusu tarafından kullanılacak yeni teknolojiler üretmekten sorumlu ABD Savunma Bakanlığı’na bağlı DARPA adlı kuruluşun fonlarıyla geliştirilmişti.

Tekno-milliyetçilik ve korumacılığın farkı ne?

Tekno-milliyetçilik ve korumacılık terimleri çoğu zaman birbirinin yerine kullanılıyor. Oysa tekno-milliyetçilik korumacılığın ötesine geçiyor.

Doğası gereği tekno-milliyetçiliğin ana hedefi, ülke sanayisinin uluslararası rekabet kapasitesini arttırmak; korumacılığın temel amacıysa iç piyasadaki uluslararası rekabeti ortadan kaldırmak.

Tekno-milliyetçiliğin en önemli ilkesi, yerli piyasayı teşvik etmek ve bunu olabildiğince ulusal sermaye ile yapmak. Fakat bu durum, yabancı sermayeye kapalı olmak anlamına da gelmiyor, tabii ki sıkı kurallar altında yabancı sermaye yatırımları da kabul ediliyor. Oysa korumacılığın temelinde yabancı sermaye ve ürünlerin iç piyasaya erişimin kısıtlanması var.

Tekno-milliyetçiliği farklı kılan bir başka özelliği de geliştirilme yöntemi. Teknolojik milliyetçiliğin temelinde tamamının veya bir kısmının devlet tarafından karşılandığı inovosyona yatırım var.

Tekno-milliyetçiliği farklı kılan bir başka özelliği de, geliştirilme yöntemi. Teknolojik milliyetçiliğin temelinde tamamının veya bir kısmının devlet tarafından karşılandığı inovosyona yatırım var. Korumacılıktaysa, yatırıma ilişkin bir politika olmamakla birlikte en yaygın yöntem gümrük vergisi uygulamaları.

Tekno-milliyetçilikte öncü Çin

Tekno-milliyetçilik denilince akla ilk gelen ülke Çin, bu alandaki uygulamalarına ve geliştirdiği politikalara bakmak da konu hakkında epey fikir veriyor.

Mesela, Çin’de ister kamu ister özel sektörden olsun, Çinli teknoloji şirketleri izledikleri stratejilerde devletin onayına ihtiyaç duyuyorlar. Bu şirketler Pekin’in belirlediği ortak stratejiyi takip etmek zorunda. Bu konuda en büyük örnek, son dönemde uluslararası teknoloji ve güvenlik gündeminden düşmeyen Huawei. Özel ve güçlü bir şirket olmasına rağmen, Çin hükümeti Huawei’yi veri toplama ve teknoloji transferi gibi tekno-milliyetçi politikalar için kullanıyor.

Çin için yeni teknolojiler geliştirmenin amacı, ilk etapta kâr etmek ya da vatandaşların refahını arttırmakla ile ilgili değil. Teknoloji geliştirmenin bizatihi kendisi stratejik bir öneme sahip. Zira son teknolojilere sahip olmak, Pekin tarafından uzun yıllardır gelişmiş ülkelerle aynı masaya oturmanın anahtarı olarak görülüyor.

Çin’in tekno-milliyetçi politikalarının somut örnekleri arasında sayılabilecek en bilindik uygulamalar da şunlar: Made in China 2025 (yeni teknolojilere yatırım), yabancı şirketlerin bankacılık sistemine erişimi için Çin’e özgü şifreleme standartları, yabancı uzmanları çekmek için Bin Yetenekler Programı, doğrudan yabancı yatırımları yönlendirmek için Yabancı Yatırımlara Rehberlik Kataloğu.

Tekno-milliyetçiliği uygulayamayan ülke ABD

Çin ve birçok gelişmekte olan ülkenin agresif teknoloji politikalarına karşı ABD’nin şu ana kadarki tepkisi korumacı politikalara başvurmak oldu. Diğer ülkelerin tekno-milliyetçi politikalarına karşı koymak için, ABD Başkanı Donald Trump yüksek gümrük vergilerine başvuruyor.

ABD’nin tekno-milliyetçi politikalar gütmesinin önündeyse önemli bir engel var: Amerikan teknoloji şirketlerinin güçlü ve devletten bağımsız olmaları. Bu şirketler kendi belirledikleri stratejileri takip ediyor ve aşırı devlet kontrolüne yol açabilecek iş birliklerinden olabildiğince uzak duruyorlar. Bu durum, ABD hükümeti ile büyük teknoloji firmalarının birçok konuda zıt pozisyonlar almasına ve politikalar izlemesine yol açıyor.

ABD’nin tekno-milliyetçi politikalar gütmesinin önündeki ana engel, teknoloji şirketlerinin güçlü ve devletten bağımsız olmaları. Bu şirketler kendi belirledikleri stratejileri takip ediyor ve aşırı devlet kontrolüne yol açabilecek iş birliklerinden olabildiğince uzak duruyorlar.

Mega tekno-milliyetçilik projeleri peşindeki Suudi Arabistan

Suudi Arabistan da tekno-milliyetçilik vizyonunu geliştirmeye çalışan ülkelerden. Veliaht Prens Muhammed Bin Salman ileri teknolojilere yapılan yatırımlarla ülkesini petrol sonrası ekonomiye hazırlamayı hedefliyor.

Bu bağlamda ortaya çıkan birkaç mega projeden biri, geleceğin şehri olarak lanse edilen, gelişmiş teknoloji odaklı bir kent olan NEOM. Şehrin inşasının 500 milyar dolara mal olması bekleniyor.

Riyad ayrıca küresel teknoloji fonlarına da yatırım yapıyor. Suudi Arabistan’ın, Japon Softbank’ın Vizyon Fonu’na 45 milyar dolar yatırdığı biliniyor. Fonun toplam değeriyse 100 milyar dolar.

Ortak stratejisini hâlâ oluşturamayan Avrupa Birliği

Avrupa Birliği’nin yarım kalan entegrasyonu, birçok konuda olduğu gibi, inovasyon ve dijitalleşmede de Avrupa Birliği’nin (AB) önündeki en büyük engel.

AB en üst seviyede regülasyonlar geliştirmeye çalışsa da üye ülkeler hâlâ ortak stratejiler kuramıyorlar. Üstelik bu regülasyonlar küresel rekabette AB’ye avantaj sağlamaktan ziyade, ortak pazarı düzenliyor.

Örneğin, rekabet yasası gereği AB, pazarın çok büyük bir kısmına sahip olan Amerikan şirketlerini cezalandırıyor. Ancak aynı yasa, Avrupalı “teknoloji/endüstri şampiyonlarının” çıkmasını engelliyor ve küresel rekabette AB’yi bir adım geride tutuyor.

Önündeki tüm engellere rağmen AB son dönemde birçok tekno-milliyetçi girişimde bulundu. Brüksel, Avrupa Birliği Genel Veri Koruma Tüzüğü (GDPR) aracılığıyla veri korumada küresel standardı belirlemeyi hedefliyor. Bunun yanı sıra üye devletler, Google, Amazon, Facebook, Apple, Microsoft beşlisinden (GAFAM) daha fazla veri lokalizasyonu elde etmek için düzenlemeler üzerinde çalışıyor.

Son olarak, yeni bütçe döneminde Brüksel, AB dışı şirketlerin AR-GE çalışmalarına yaptığı katkıları daha sıkı tutacağa benziyor. Örneğin, uygulanacak yeni şartlardan biri de fikri mülkiyetin AB sınırları içerisinde kalması.

Tekno-milliyetçilikte deneyimli Japonya

Japonya, aynı Çin gibi Batı’yla arasındaki farkı kapatmak için on yıllardır tekno-milliyetçi politikalara başvuran ve bu alanda büyük tecrübesi olan ülkelerden. Tokyo, İkinci Dünya Savaşı sonrası geliştirdiği tekno-milliyetçi politikalarla hızlıca Batılı ülkeleri yakalamıştı; bunu da askeri potansiyeli sivil kabiliyetlere yerleştirerek, yani savunma sanayi ile KOBİ ekosistemini birleştirerek başardı.

Bu alanda en tecrübeli ülke olmakla beraber Japonya tekno-milliyetçi çark diye tabir edebileceğimiz döngünün de sonuna yaklaştı. Soğuk Savaş sonrası Çin ve ABD’nin aksine Japonya savunma bütçesini arttırmamayı tercih etti. Bu durum yabancı yatırıma tamamıyla kapalı olan savunma sanayini derinden etkiledi.

Gelinen son noktada, Japonya tekno-milliyetçiliğin ana ilkelerinden biri olan finansal devlet desteğini veremez oldu. Tokyo, artık tek başına geliştiremediği ileri teknolojileri müttefikleri ve özellikle ABD’yle ortak üretimle geliştiriyor. Japonya’nın tekno-milliyetçi hikâyesi başta Çin olmak üzere birçok gelişmekte olan ülke için ana örneği teşkil ediyor.

Türkiye tekno-milliyetçilikte nerede?

Bugünkü uluslararası güvenlik bağlamı Türkiye’yi özellikle savunma teknolojilerinde tekno-milliyetçi politikalar izlemeye itti. Bu alanda büyük bir atılım gerçekleştirerek Türk Silahlı Kuvvetleri envanterinin yüzde 68’ini yerli üretimden karşılamayı başardı.

Ankara, yerli üretimi millileştirmek ve Türk savunma sanayiinin olabildiğince bağımsızlaştırmak için başka ülkelerle yapılan ortak üretim anlaşmalarında özellikle teknoloji transferi üzerinde duruyor. Hem devlet destekli ve merkezi bir stratejinin takip edilmesi hem de yapılan ortaklık ve doğrudan yabancı yatırımlara getirilen koşullar, Türkiye’nin savunma sanayiinde tekno-milliyetçi politikalar takip ettiğinin en belirgin göstergesi.

Savunma sanayiindeki birkaç başarı hikâyesi dışında, maalesef teknolojik altyapı konusunda Türkiye hâlâ çok geride. Örneğin, Ar-Ge harcamalarının GSYİH içindeki oranı 2017 yılında sadece %1.

Ancak savunma sanayiindeki birkaç başarı hikâyesi dışında, maalesef teknolojik altyapı konusunda Türkiye hâlâ çok geride. Örneğin, Ar-Ge harcamalarının GSYİH içindeki oranı 2017 yılında sadece %1 idi.

2018 yılında girişim yatırımları ve yeni fikirlere sermaye sağlayan melek yatırımların toplamı sadece 60 milyon dolar. Bu rakam, aynı yıl ABD’de 100 milyar dolar civarıydı.[efn_note]https://www.geekwire.com/2019/vc-funding-u-s-startups-nears-100-billion-2018-highest-since-dot-com-era/[/efn_note] İmalat sanayi ihracatında yüksek teknoloji ürünlerin payı ise 2018 yılında sadece %3,2 oldu.

Son yıllarda Türkiye bu durumu değiştirebilmek için “Milli Teknoloji Hamlesi” adı altında bir savunma ve teknoloji stratejisi belirledi. Bu stratejinin temel amacı, ekonomik ve teknolojik anlamda daha bağımsız bir ülke olmak.

Milli Teknoloji Hamlesi’nin belgelenmiş hali, 2023 Sanayi ve Teknoloji Stratejisi olarak kağıda döküldü ve bir yol haritasına dönüştürüldü. Belge birçok tekno-milliyetçi politikayı barındırıyor. Ar-Ge yatırımının arttırılması, beşeri sermayenin güçlendirilmesi, veriye verilen önem, fikri mülkiyet haklarının güncellenmesi bu belgede yer alan politikalardan birkaçı.

Bu stratejinin başarılı olması Türkiye’nin önümüzdeki on yıllarda ‘gelişmekte olan ülke’den ‘gelişmiş ülke’ statüsüne geçmesinde çok büyük önem arz edecek. Dünyada gerek politik gerek ekonomik anlamda söz sahibi olmak istiyorsak, 4. Endüstri Devrimi’ni kaçırma seçeneğimiz olmamalı.

Bir dönem, Çinli lider Deng Xiaoping’in ülkesinin teknoloji politikaları için söyledikleri bugün Türkiye için hâlâ geçerli: “İleri teknolojiler geliştirmekle uğraşmamayı ve geride kalmayı göze alamayız; çünkü angaje olmazsak, bu alanlarda gelişmezsek, Batı’yla aramızdaki boşluk daha da büyüyecek.”

Twitter’dan takip edin: @EmreKursatKaya

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 4 Kasım 2019’da yayımlanmıştır.

Emre Kürşat Kaya
Emre Kürşat Kaya
Emre Kürşat Kaya, Ekonomi ve Dış Politika Çalışmaları Merkezi araştırmacısı. 2018 yılında Utrecht Üniversitesi ile Masaryk Üniversitesi’den, Avrupa Yönetimi çift diploma yüksek lisans derecesini aldı. Ağırlıklı olarak Türkiye-AB ilişkileri, Türk ve AB güvenlik ve savunma doktrinleri, siber güvenlik trendleri ve Orta Doğu’daki gelişmeler üzerine çalışıyor. Fransızca, İngilizce, Arapça biliyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x