Neo-aşı karşıtlığı ve sağlığımıza bedelleri

Aşı karşıtlığı tartışmaları neden son bulmuyor? Bu karşıtlığı neden şimdi daha ziyade görece eğitimli kesimler savunuyor? Bilimsel tabanı olmayan bu tartışmanın sağlığımıza bedelleri ne olabilir?

Bugünlerde bilim dünyası, ‘bazı delilerin’ kuyuya attığı taşı çıkartmak için uğraşıyor ama taşın bedelini de yaşamlarıyla çocuklar ödüyor.

Oysa, yakın bir tarihe kadar, aşılama konusunda çok önemli başarılar elde etmiş, on yıl öncesine kadar, çocuklarda aşılanma oranını yüzde 95’e kadar çıkarmayı başarmıştık, şimdiyse aşı karşıtlığı kampanyaları sayesinde hızla geriye doğru gidiyoruz. Aşılanma oranı yüzde 67’ye indi. Çocuklarını aşılatmayan aileler, yalnızca kendi çocuklarının değil, başka çocukların hayatını da tehlikeye atmayı marifet biliyorlar.

Bu yaşadığımız ikinci aşı karşıtı dalga ama her ikisinde de argümanlar aynı; aşılar kısırlaştırıyor, aslında iyileştirmiyor, hastalık saçıyor; aşıları savunanlar bizi hasta edip, tedavi üzerinden para kazanıyorlar, vs.

Bu ikinci dalga aşı karşıtlığının özel nedenleri ve maliyetleri üzerinde, özel olarak duracağım ama önce bazı “hayati” hatırlatmalar yapmakta fayda var.

Aşılar, öyle iddia edildiği gibi kısırlık, kanser, vs. nedeni değildir, tam tersine ortalama yaşam ömrünün uzamış olmasının temel nedenidir.

Aşılar sayesinde kuduz, çocuk felci, hatta hepatitler gibi pek çok öldürücü ve korkutucu hastalık birçok ülkede artık görülmez olmuş, bazı ülkelerde de çok azalmıştır. Çiçek gibi bir hastalık da yeryüzünden silinmiştir.

Aşıları tartışılır hale getirmek, çok ciddi bir sorundur ve bilimin yüzlerce yıllık kazanımlarını hiçe saymak anlamına gelir.

İnsanlığın bilimin rehberiyle güçlü bir şekilde ileriye doğru ilerlemesi tekdüze ve kesintisiz olmamıştır, arada bir çatlak sesler çıkmıştır. Aşıları tartışılır hale getirmek, çok ciddi bir sorundur ve bilimin yüzlerce yıllık kazanımlarını hiçe saymak anlamına gelir.

Neo-aşı karşıtlığının temelleri neler?

Şimdi tanık olduğumuz aşı karşıtlığı eskiden de olduğu gibi bilim karşıtlığının bir parçasıdır. İlk dalga aşı karşıtlığı, açıkça çocuk ölümlerini savunuyordu, çünkü aşı yaparak onları hastalıktan korumaya çalışmak, güya kaderlerini değiştirmeye çalışmaktı ve aşı karşıtlarına göre, kadere müdahale edilememeliydi.

Neo-aşı karşıtlığının da benzer bir temeli var, ama bu sefer biraz daha süslü bir karşıtlık bu. İçinden geçtiğimiz, hakikat sonrası toplumun ayrılmaz bir parçası haline gelen, bilime değil, bilerek isteyerek sosyal medyadaki yalanlara inanma, olguya dayalı bilgiyi ‘sırf okumuşlar savunuyor’ diye dışlama ve küçümseme üzerine kurulu bir yaklaşım. Aynı zihniyet her alanda var; iklim değişikliğinin de palavra olduğuna inanıyor, iklim değişikliğinin asıl hedefinin, yoksulların daha da yoksullaştırılması olduğunu savunuyorlar. Oysa, aslında kıyamet daha erken kopsun diye uğraşan bazı inançları ve grupları hatırlatıyorlar zira komplo teorileriyle dünyayı açıklamak hem kolaylarına geliyor hem de bilimin ve teknolojinin hızla ilerlemesinden ürken kitleleri daha kolay yönlendirebiliyorlar.

Neo-aşı karşıtlığının bir önceki aşı karşıtı dalgadan önemli bir farkı da, insanların bilinçlendirildiğinde çocuklarını aşılatmaktan çekinmemeleriydi. Oysa şimdiki aşı karşıtı kampanyaları yürütenler, görece eğitimli kesimler.

Türkiye’de eğitim seviyesi arttığı için, aşı karşıtlığı da arttı, diyebiliriz. Oysa, on yıl önce aşı karşıtlığı yoktu. Çocuklarımızın %95’i aşılanmıştı ve ülkemizde bu alanda muazzam bir başarı elde edilmişti. Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması (TNSA) 2018 raporuna göre tüm aşıları olmuş çocukların oranı %67’ye geriledi. Bu oranın daha da düşmesinden korkuluyor. (Kaynak: TNSA 2018 raporu).

Şekil 1. Aşı takviminin 2013 TNSA’dan bu yana değişmesi ve 2008 TNSA ve 2013 TNSA’da aşı kapsamlarının 15-26 aylık çocuklar için verilmiş olması nedeniyle, önceki yıllarla 2018 TNSA arasında doğrudan bir karşılaştırma yapmak mümkün değildir. 2013 TNSA’da tam aşılı (1 doz BCG, 1 doz KKK, 3’er doz DTaP-IPV-Hib, HepB ve PCV) çocukların oranının %74 olduğu görülmektedir (Şekil 10.2). Yaşa uygun tüm aşıları olmuş çocukların güncel oranı ise OPV 1’in dahil edilmesi, KKK aşısının çıkarılması ve yaş grubunun 12-23 ay olarak değiştirilmesi sonucu %67 olmuştur.

Aşılar neden son 10 yılda tartışılır oldu?

Aşı kararı kamusaldır. Kamu yararına bu karar devlet tarafından verilir, bireye bırakılamaz. Zaten neo-aşı karşıtlığının yayılmasıyla birlikte İtalya ve Almanya bu alanda zorlayıcı kararlar almaya başladı. Örneğin bu ülkelerde aşısını yaptırmayan çocukları okula almayacaklar.

Bilgiyle baş edemediği için bilim karşıtı olmayı tercih etmenin yanı sıra, neo-aşı karşıtı dalganın bu dönemde ortaya çıkmasının bazı öznel koşulları da var.

Pandemik influenza yani domuz gribi olarak bilinen hastalığın ilk ortaya çıkış döneminde aşıların rolü de tartışılmaya başlandı. Tam 10 yıl önce, dünyada bir pandemi (salgını) görüldü. Ölümlerin çok olacağına dair korkuların olduğu influenza pandemisiydi. Beklenen ölümleri engellemek için mutasyona uğramış olan H1N1 influenza A türüne karşı yeni aşı geliştirildi. Gerçekten bir pandemi oldu, yani pek çok kıtada, dünyanın her bir yanında hastalık görüldü ama beklenen ölümler olmadı. Pandemi hafif geçti. Pandemi hafif geçtiği için aşının rolü hafife alınmaya başladı.

Koruyucu merkezi sağlık sistemlerinin terkedilmesi ve son 30 yıldır sosyal politikalarda yaşananların sonuçları, geçtiğimiz yıllarda alınmaya başlandı. Tüm dünya benzer bir durumu yaşıyor. Dünyada orta ve üzeri gelişmişlikte olan ülkelerle paylaştığımız bu durumda 1980’li yıllardan itibaren, aşılar tıpkı ilaçlar gibi alınır satılır bir meta haline dönüştüler. Bir önceki dönemde aşı uygulamaları sosyal devletin vazgeçilmez önemde ve merkezinde olan bir uygulamasıydı.

Son zamanlarda ise, aşılar kamusal bir uygulama olmaktansa, bireyin tıpkı ilaçlarda olduğu gibi kendisinin karar vereceği bir meta gibi algılanır oldu. Aşının yapılması için izin istenir oldu. Oysa, aşı kararı kamusaldır. Kamu yararına bu karar devlet tarafından verilir, bireye bırakılamaz. Zaten neo-aşı karşıtlığının yayılmasıyla birlikte İtalya ve Almanya bu alanda zorlayıcı kararlar almaya başladı. Örneğin bu ülkelerde aşısını yaptırmayan çocukları okula almayacaklar.

Hakikat-sonrası durumun (post-truth) başka bir zararı da, herkesin, her an, istediği bir şeyi yapabileceğini hayal edebiliyor ve hayal ettikten sonra olabileceği masalına inanması. Bu çerçevede, kimileri, çok uzun ve meşakkatli olan tıp eğitimini almadan doktormuş gibi konuşabiliyorlar.

Popülist politikaların hâkim olduğu ülkelerde aşı karşıtlığı daha fazla artıyor. Batı Avrupa ülkelerini kapsayan böyle bir çalışma[efn_note]Kennedy J. Populist politics and vaccine hesitancy in Western Europe. An analysis of national level data. Eur J Public Health 2019)[/efn_note] var.

Trump’ın aşılar, iklim değişikliği gibi güncel bilimsel konulardaki yaklaşımını da buna örnek gösterebiliriz.

Sağlık hakkında konuşmak kolay ve ilgi çekici. Bazen ünlü olmak isteyenler, dikkat çekmek isteyenler bu konuya fırsatçı bir şekilde ilişiyorlar. Hekimlik mesleği, kolay elde edilemeyecek özel bilgi birikimi ve bir tür üniforma sayılacak beyaz önlüğün etkisiyle otorite olarak algılanıyor. Ama yumuşak, silahsız bir otorite. O nedenle, başkalarından çıkarılamayan öfkelerin yansıtılacağı kolay bir hedef de olabiliyorlar. Cahili sağlık çalışanını bıçaklıyor, dövüyor, öldürüyor; entel-dantel olanı da ezikliğini sözle saldırarak çıkarmaya çalışıyor.

Hekimler ve bilim tartışmaya kapalı mı?

Oysa, tıp ve bilim dünyası eleştiriye açıktır, hatta en açık kesimdir diyebilirim zira bu açıklık olmasaydı bilimsel ilerleme de sağlanamazdı. Ama önemli bir noktayı da gözden kaçırmamak gerek, neo-aşı karşıtları gibi, işkembeden üfürmek yerine, bilim insanları bir söz söylemeden önce kılı kırk yarmak zorundalar. Bu, bilim üretmenin temelinde olan bir alışkanlık, çünkü her söylenin olgulara, araştırmalara, gerçeklere dayanması gerek. Kuyumcu hassasiyetiyle çalışan bilim insanları maalesef tümdengelim yöntemini kullanmıyorlar.

Kuyumcu titizliği gerektiren bilimsel yöntemin ışığında, neo-aşı karşıtlarının hevesle üzerinde tepindiği iddialardan birine, kızamık aşısı ve otizm arasındaki ilişkiye bakalım.

Londra’da 1990’lı yıllarda, çok hırslı bir İngiliz akademisyen olan Dr. Wakefield, kızamık aşısı ve otizm arasında ilişki olduğunu öne sürdü. Şöhret peşinde koşmayı tercih eden bilim insanlarından biri olan Wakefield iddiasını elinde bir kanıt olmaksızın ortaya koymuştu. Buna karşın iddiası 1998 yılında, tıp dünyası için önemli bir odak sayılan saygın tıp dergisi Lancet’da yayımlandı. Tam 12 yıl sonra, 2010’da, bu iddianın uydurma olduğu anlaşıldı ve yazı geri çekildi. Dr. Wakefield ise İngiltere’de meslekten men edildi. Şimdi Batı’da çok sayıda kızamık geçiren çocuk var. Kızamığın yeniden salgın bir hastalığa dönüşmesinde, İngiltere’de kızamık olgularının artmasında Dr. Wakefield’in sahte yazısının etkisi olduğu açıktır. Wakefield hâlâ şöhret peşinde koşmaya devam ediyor.

Son aylarda, Kongo’da yaşanan kızamık salgını Ebola virüsünden daha fazla kişinin ölümüne sebep oldu, ülkede çoğunluğu 5 yaş altında 5 bin 500’den fazla çocuk hayatını kaybetti.

Biz hekimler, Hipokrat’tan bugüne kalan temel ilkemizi hiç unutmamalıyız: “önce zarar verme”. Yani halkımıza, temel tıp yaklaşımının doğruları hakkında yanlış mesajlar vermek, onları alternatif yollara sevk etmek yarar getirmeyecek, aksine zarar verecektir.

Aşı tartışması sağlığımızı nasıl etkileyebilir?

Bu tartışmaların kamu sağlığına etkileri nasıl olabilir?

Maalesef bu sorunun yanıtı hiç iç açıcı değil. Son aylarda, Kongo’da yaşanan kızamık salgını Ebola virüsünden daha fazla kişinin ölümüne sebep oldu, ülkede çoğunluğu 5 yaş altında 5 bin 500’den fazla çocuk hayatını kaybetti.

Kızamık salgınıyla mücadele eden bir diğer ülke ise, 200 bin nüfuslu Pasifik ülkesi Samoa. Ülkedeki salgından 4 binden fazla insan etkilenmiş durumda ve şimdiye dek 60 kişi aşıyla kontrol altına alınabilen kızamıktan yaşamını yitirdi.

Aşıyı savunmak, bilimi savunmaktan geçiyor. Ne ilginçtir ki, ülkemizde ve dünyada, abur cubur bilgiye karşı kanıta dayalı bilgiyi ve bilimi savunmak günün görevi haline geldi.

Twitter’dan takip edin: @oergonul1

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 11 Aralık 2019’da yayımlanmıştır.

Önder Ergönül
Önder Ergönül
Prof. Dr. Önder Ergönül - Koç Üniversitesi Tıp Fakültesi, Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı Başkanı, Avrupa Klinik Mikrobiyoloji ve Enfeksiyon Hastalıkları Derneği (ESCMID) Yönetim Kurulu Üyesi, Yeni Enfeksiyonlar Grubu Sorumlusu ve Türk Klinik Mikrobiyoloji ve Enfeksiyon Hastalıkları Derneği (KLİMİK) Yönetim Kurulu Üyesi. Bilim Akademisi Asli Üyesi.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Neo-aşı karşıtlığı ve sağlığımıza bedelleri

Aşı karşıtlığı tartışmaları neden son bulmuyor? Bu karşıtlığı neden şimdi daha ziyade görece eğitimli kesimler savunuyor? Bilimsel tabanı olmayan bu tartışmanın sağlığımıza bedelleri ne olabilir?

Bugünlerde bilim dünyası, ‘bazı delilerin’ kuyuya attığı taşı çıkartmak için uğraşıyor ama taşın bedelini de yaşamlarıyla çocuklar ödüyor.

Oysa, yakın bir tarihe kadar, aşılama konusunda çok önemli başarılar elde etmiş, on yıl öncesine kadar, çocuklarda aşılanma oranını yüzde 95’e kadar çıkarmayı başarmıştık, şimdiyse aşı karşıtlığı kampanyaları sayesinde hızla geriye doğru gidiyoruz. Aşılanma oranı yüzde 67’ye indi. Çocuklarını aşılatmayan aileler, yalnızca kendi çocuklarının değil, başka çocukların hayatını da tehlikeye atmayı marifet biliyorlar.

Bu yaşadığımız ikinci aşı karşıtı dalga ama her ikisinde de argümanlar aynı; aşılar kısırlaştırıyor, aslında iyileştirmiyor, hastalık saçıyor; aşıları savunanlar bizi hasta edip, tedavi üzerinden para kazanıyorlar, vs.

Bu ikinci dalga aşı karşıtlığının özel nedenleri ve maliyetleri üzerinde, özel olarak duracağım ama önce bazı “hayati” hatırlatmalar yapmakta fayda var.

Aşılar, öyle iddia edildiği gibi kısırlık, kanser, vs. nedeni değildir, tam tersine ortalama yaşam ömrünün uzamış olmasının temel nedenidir.

Aşılar sayesinde kuduz, çocuk felci, hatta hepatitler gibi pek çok öldürücü ve korkutucu hastalık birçok ülkede artık görülmez olmuş, bazı ülkelerde de çok azalmıştır. Çiçek gibi bir hastalık da yeryüzünden silinmiştir.

Aşıları tartışılır hale getirmek, çok ciddi bir sorundur ve bilimin yüzlerce yıllık kazanımlarını hiçe saymak anlamına gelir.

İnsanlığın bilimin rehberiyle güçlü bir şekilde ileriye doğru ilerlemesi tekdüze ve kesintisiz olmamıştır, arada bir çatlak sesler çıkmıştır. Aşıları tartışılır hale getirmek, çok ciddi bir sorundur ve bilimin yüzlerce yıllık kazanımlarını hiçe saymak anlamına gelir.

Neo-aşı karşıtlığının temelleri neler?

Şimdi tanık olduğumuz aşı karşıtlığı eskiden de olduğu gibi bilim karşıtlığının bir parçasıdır. İlk dalga aşı karşıtlığı, açıkça çocuk ölümlerini savunuyordu, çünkü aşı yaparak onları hastalıktan korumaya çalışmak, güya kaderlerini değiştirmeye çalışmaktı ve aşı karşıtlarına göre, kadere müdahale edilememeliydi.

Neo-aşı karşıtlığının da benzer bir temeli var, ama bu sefer biraz daha süslü bir karşıtlık bu. İçinden geçtiğimiz, hakikat sonrası toplumun ayrılmaz bir parçası haline gelen, bilime değil, bilerek isteyerek sosyal medyadaki yalanlara inanma, olguya dayalı bilgiyi ‘sırf okumuşlar savunuyor’ diye dışlama ve küçümseme üzerine kurulu bir yaklaşım. Aynı zihniyet her alanda var; iklim değişikliğinin de palavra olduğuna inanıyor, iklim değişikliğinin asıl hedefinin, yoksulların daha da yoksullaştırılması olduğunu savunuyorlar. Oysa, aslında kıyamet daha erken kopsun diye uğraşan bazı inançları ve grupları hatırlatıyorlar zira komplo teorileriyle dünyayı açıklamak hem kolaylarına geliyor hem de bilimin ve teknolojinin hızla ilerlemesinden ürken kitleleri daha kolay yönlendirebiliyorlar.

Neo-aşı karşıtlığının bir önceki aşı karşıtı dalgadan önemli bir farkı da, insanların bilinçlendirildiğinde çocuklarını aşılatmaktan çekinmemeleriydi. Oysa şimdiki aşı karşıtı kampanyaları yürütenler, görece eğitimli kesimler.

Türkiye’de eğitim seviyesi arttığı için, aşı karşıtlığı da arttı, diyebiliriz. Oysa, on yıl önce aşı karşıtlığı yoktu. Çocuklarımızın %95’i aşılanmıştı ve ülkemizde bu alanda muazzam bir başarı elde edilmişti. Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması (TNSA) 2018 raporuna göre tüm aşıları olmuş çocukların oranı %67’ye geriledi. Bu oranın daha da düşmesinden korkuluyor. (Kaynak: TNSA 2018 raporu).

Şekil 1. Aşı takviminin 2013 TNSA’dan bu yana değişmesi ve 2008 TNSA ve 2013 TNSA’da aşı kapsamlarının 15-26 aylık çocuklar için verilmiş olması nedeniyle, önceki yıllarla 2018 TNSA arasında doğrudan bir karşılaştırma yapmak mümkün değildir. 2013 TNSA’da tam aşılı (1 doz BCG, 1 doz KKK, 3’er doz DTaP-IPV-Hib, HepB ve PCV) çocukların oranının %74 olduğu görülmektedir (Şekil 10.2). Yaşa uygun tüm aşıları olmuş çocukların güncel oranı ise OPV 1’in dahil edilmesi, KKK aşısının çıkarılması ve yaş grubunun 12-23 ay olarak değiştirilmesi sonucu %67 olmuştur.

Aşılar neden son 10 yılda tartışılır oldu?

Aşı kararı kamusaldır. Kamu yararına bu karar devlet tarafından verilir, bireye bırakılamaz. Zaten neo-aşı karşıtlığının yayılmasıyla birlikte İtalya ve Almanya bu alanda zorlayıcı kararlar almaya başladı. Örneğin bu ülkelerde aşısını yaptırmayan çocukları okula almayacaklar.

Bilgiyle baş edemediği için bilim karşıtı olmayı tercih etmenin yanı sıra, neo-aşı karşıtı dalganın bu dönemde ortaya çıkmasının bazı öznel koşulları da var.

Pandemik influenza yani domuz gribi olarak bilinen hastalığın ilk ortaya çıkış döneminde aşıların rolü de tartışılmaya başlandı. Tam 10 yıl önce, dünyada bir pandemi (salgını) görüldü. Ölümlerin çok olacağına dair korkuların olduğu influenza pandemisiydi. Beklenen ölümleri engellemek için mutasyona uğramış olan H1N1 influenza A türüne karşı yeni aşı geliştirildi. Gerçekten bir pandemi oldu, yani pek çok kıtada, dünyanın her bir yanında hastalık görüldü ama beklenen ölümler olmadı. Pandemi hafif geçti. Pandemi hafif geçtiği için aşının rolü hafife alınmaya başladı.

Koruyucu merkezi sağlık sistemlerinin terkedilmesi ve son 30 yıldır sosyal politikalarda yaşananların sonuçları, geçtiğimiz yıllarda alınmaya başlandı. Tüm dünya benzer bir durumu yaşıyor. Dünyada orta ve üzeri gelişmişlikte olan ülkelerle paylaştığımız bu durumda 1980’li yıllardan itibaren, aşılar tıpkı ilaçlar gibi alınır satılır bir meta haline dönüştüler. Bir önceki dönemde aşı uygulamaları sosyal devletin vazgeçilmez önemde ve merkezinde olan bir uygulamasıydı.

Son zamanlarda ise, aşılar kamusal bir uygulama olmaktansa, bireyin tıpkı ilaçlarda olduğu gibi kendisinin karar vereceği bir meta gibi algılanır oldu. Aşının yapılması için izin istenir oldu. Oysa, aşı kararı kamusaldır. Kamu yararına bu karar devlet tarafından verilir, bireye bırakılamaz. Zaten neo-aşı karşıtlığının yayılmasıyla birlikte İtalya ve Almanya bu alanda zorlayıcı kararlar almaya başladı. Örneğin bu ülkelerde aşısını yaptırmayan çocukları okula almayacaklar.

Hakikat-sonrası durumun (post-truth) başka bir zararı da, herkesin, her an, istediği bir şeyi yapabileceğini hayal edebiliyor ve hayal ettikten sonra olabileceği masalına inanması. Bu çerçevede, kimileri, çok uzun ve meşakkatli olan tıp eğitimini almadan doktormuş gibi konuşabiliyorlar.

Popülist politikaların hâkim olduğu ülkelerde aşı karşıtlığı daha fazla artıyor. Batı Avrupa ülkelerini kapsayan böyle bir çalışma[efn_note]Kennedy J. Populist politics and vaccine hesitancy in Western Europe. An analysis of national level data. Eur J Public Health 2019)[/efn_note] var.

Trump’ın aşılar, iklim değişikliği gibi güncel bilimsel konulardaki yaklaşımını da buna örnek gösterebiliriz.

Sağlık hakkında konuşmak kolay ve ilgi çekici. Bazen ünlü olmak isteyenler, dikkat çekmek isteyenler bu konuya fırsatçı bir şekilde ilişiyorlar. Hekimlik mesleği, kolay elde edilemeyecek özel bilgi birikimi ve bir tür üniforma sayılacak beyaz önlüğün etkisiyle otorite olarak algılanıyor. Ama yumuşak, silahsız bir otorite. O nedenle, başkalarından çıkarılamayan öfkelerin yansıtılacağı kolay bir hedef de olabiliyorlar. Cahili sağlık çalışanını bıçaklıyor, dövüyor, öldürüyor; entel-dantel olanı da ezikliğini sözle saldırarak çıkarmaya çalışıyor.

Hekimler ve bilim tartışmaya kapalı mı?

Oysa, tıp ve bilim dünyası eleştiriye açıktır, hatta en açık kesimdir diyebilirim zira bu açıklık olmasaydı bilimsel ilerleme de sağlanamazdı. Ama önemli bir noktayı da gözden kaçırmamak gerek, neo-aşı karşıtları gibi, işkembeden üfürmek yerine, bilim insanları bir söz söylemeden önce kılı kırk yarmak zorundalar. Bu, bilim üretmenin temelinde olan bir alışkanlık, çünkü her söylenin olgulara, araştırmalara, gerçeklere dayanması gerek. Kuyumcu hassasiyetiyle çalışan bilim insanları maalesef tümdengelim yöntemini kullanmıyorlar.

Kuyumcu titizliği gerektiren bilimsel yöntemin ışığında, neo-aşı karşıtlarının hevesle üzerinde tepindiği iddialardan birine, kızamık aşısı ve otizm arasındaki ilişkiye bakalım.

Londra’da 1990’lı yıllarda, çok hırslı bir İngiliz akademisyen olan Dr. Wakefield, kızamık aşısı ve otizm arasında ilişki olduğunu öne sürdü. Şöhret peşinde koşmayı tercih eden bilim insanlarından biri olan Wakefield iddiasını elinde bir kanıt olmaksızın ortaya koymuştu. Buna karşın iddiası 1998 yılında, tıp dünyası için önemli bir odak sayılan saygın tıp dergisi Lancet’da yayımlandı. Tam 12 yıl sonra, 2010’da, bu iddianın uydurma olduğu anlaşıldı ve yazı geri çekildi. Dr. Wakefield ise İngiltere’de meslekten men edildi. Şimdi Batı’da çok sayıda kızamık geçiren çocuk var. Kızamığın yeniden salgın bir hastalığa dönüşmesinde, İngiltere’de kızamık olgularının artmasında Dr. Wakefield’in sahte yazısının etkisi olduğu açıktır. Wakefield hâlâ şöhret peşinde koşmaya devam ediyor.

Son aylarda, Kongo’da yaşanan kızamık salgını Ebola virüsünden daha fazla kişinin ölümüne sebep oldu, ülkede çoğunluğu 5 yaş altında 5 bin 500’den fazla çocuk hayatını kaybetti.

Biz hekimler, Hipokrat’tan bugüne kalan temel ilkemizi hiç unutmamalıyız: “önce zarar verme”. Yani halkımıza, temel tıp yaklaşımının doğruları hakkında yanlış mesajlar vermek, onları alternatif yollara sevk etmek yarar getirmeyecek, aksine zarar verecektir.

Aşı tartışması sağlığımızı nasıl etkileyebilir?

Bu tartışmaların kamu sağlığına etkileri nasıl olabilir?

Maalesef bu sorunun yanıtı hiç iç açıcı değil. Son aylarda, Kongo’da yaşanan kızamık salgını Ebola virüsünden daha fazla kişinin ölümüne sebep oldu, ülkede çoğunluğu 5 yaş altında 5 bin 500’den fazla çocuk hayatını kaybetti.

Kızamık salgınıyla mücadele eden bir diğer ülke ise, 200 bin nüfuslu Pasifik ülkesi Samoa. Ülkedeki salgından 4 binden fazla insan etkilenmiş durumda ve şimdiye dek 60 kişi aşıyla kontrol altına alınabilen kızamıktan yaşamını yitirdi.

Aşıyı savunmak, bilimi savunmaktan geçiyor. Ne ilginçtir ki, ülkemizde ve dünyada, abur cubur bilgiye karşı kanıta dayalı bilgiyi ve bilimi savunmak günün görevi haline geldi.

Twitter’dan takip edin: @oergonul1

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 11 Aralık 2019’da yayımlanmıştır.

Önder Ergönül
Önder Ergönül
Prof. Dr. Önder Ergönül - Koç Üniversitesi Tıp Fakültesi, Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı Başkanı, Avrupa Klinik Mikrobiyoloji ve Enfeksiyon Hastalıkları Derneği (ESCMID) Yönetim Kurulu Üyesi, Yeni Enfeksiyonlar Grubu Sorumlusu ve Türk Klinik Mikrobiyoloji ve Enfeksiyon Hastalıkları Derneği (KLİMİK) Yönetim Kurulu Üyesi. Bilim Akademisi Asli Üyesi.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x