Enformasyonun ve toplumun sanal ağlar tarafından kontrol edilmesi, zaman ve mekân kavramlarını görece ortadan kaldırıyor. Fakat bu durum gerçekliğin anlamını da dönüştürüyor.
Biz farkında bile olmadan hayatımıza aşama aşama ama hızlı bir biçimde sızan birtakım sistemler bireylerin kişiliklerini ve ruhlarını ele geçirmiş durumda. Sosyal medya bağlantısı, e-posta mesajlarını okuma, fotoğraf çekme ve kamerayla görüntü alma, ses kaydı, müzik sistemleri, televizyon ve radyo, gazete/dergi ve kitap okuma, oyunlar ve her tür eğlence, e-ajanda üzerinden günü ve çalışma hayatını planlama, navigasyon ve uydu üzerinden tüm dünyayı haritalama, telefon bağlantısıyla sesli ve görüntülü görüşme, saat ve kronometre, alarm, hesap makinesi, vb. gibi sayısız fonksiyonu bir arada sunan bütüne tümleşik sistemler diyoruz.
Tümleşik sistemler üzerinden inşa ettiğimiz dünyayı, artık ceplerimizde taşıdığımız telefonlar üzerinden dolu dolu yaşarken, “biz” olmaktan çıkıyor ya da yeni bir “biz” kurguluyoruz! Bu durum, doğal olarak bireylerin bilinçleri ile dünyaya bakış açılarını da dönüştürüyor. Karl Marx’ın, bireylerin toplumsal varlıklarının bilinçleri tarafından belirlendiği varsayımını temel aldığımızda, durum çok daha vahim bir hale bürünüyor.
Bahsedilen gelişmeler, hem dünya hem de ülkemiz açısından geçerli. Fakat söz konusu Türkiye olduğunda, işler biraz daha çatallaşıyor zira, kültürel anlamda “ben kimim” sorusunun cevabını yaklaşık bir yüz yıldır verememiş ve toplumsal kimliğine yönelik arayışı bir türlü sonlandıramamış bir toplumun üyeleriyiz. Benzer şekilde, toplumsallaşmayı da bir türlü oturtamayıp, şehirde yaşayıp kırsalda gibi davranan ve şehirli gibi davranıp kır kökenli gibi düşünen bir cemaatiz. Hal böyle olunca, toplumsal kaygılar ve mahalle baskısı yüzünden, olduğumuz gibi değil olmamız beklendiği gibi tavırlar sergiliyoruz. Dolayısıyla bu durum, gerçek dünya gibi sanal âlemdeki davranış ve zihniyetimize de fazlasıyla yansıyor.
Olanı değil, olunmak isteneni sanal alemde sergilemek
Sosyal medya, hikâye anlatıcılığına yeni bir boyut getirdi. Yaşadığımız çağda hikâyeler, bireyler için kendini ifadenin ötesinde varoluşsal bir boyut kazandı.
Konunun, öncelikle “varoluşsal” boyutu mevcut. Bizi biz yapan, hem hikâyelerimiz hem de onları nasıl anlattığımız olmuştur. İnsanlar, tarihin her döneminde hikâyeler üzerinden kendilerini ifade etmeye çalıştılar. Ancak sosyal medya, hikâye anlatıcılığına yeni bir boyut getirdi. Yaşadığımız çağda hikâyeler, bireyler için kendini ifadenin ötesinde varoluşsal bir boyut kazandı. Bireyler, hem gündelik yaşamlarına ait gerçeklikleri hem de hayallerini, -genellikle de kurmacaya dayalı olarak- bazen sözcükler bazen de fotoğraflar üzerinden hikâyeleştiriyorlar bugün. Sosyal medya üzerinden hayat bulan hikâyeler, sadece olanı değil, bilinçaltına ve beklentilere uzanan bir şekilde olunmak isteneni de kamusal yaşama sunuyor.
Filozof, yazar ve sinemacı Guy Debord’un 21. yüzyılın sonlarına damgasını vuran “Gösteri Toplumu” adlı kült eserinde ortaya attığı iddialar ile bilişim veya enformasyon çağı olarak nitelenen tekno-gerçeklik iç içe geçerken, postmodern çağın sanatsal anlamdaki müjdeleyicilerinden olan Andy Warhol’un “bir gün herkes on beş dakikalığına ünlü olacak” sözü adeta kehanet gibi gerçeğe dönüşüyor.
Sanal alemde “Polyannacılık” oynamak ve psikolojik bedelleri
Artık bireyler, eğitim ve gelir seviyeleri ne kadar farklı olsa da, sosyal medya üzerinden var olma uğraşındalar. Kısacası, sanal kimlikler giderek gerçek kimliklerin önüne geçiyor ve sanal kurgular giderek gerçekliği boğuyor!
Hikâyeleştirdikleri yaşamlarında dışarıya karşı “Polyannacılık” oynayarak göstermelik mutluluk enstantaneleri vermeyi adeta bir görev olarak görmeye başlayan bireyler, diğer yandan iç dünyalarında yaşadıkları sıkıntı ve mutsuzlukları farkında olmadan perçinliyorlar. Bu durum, sınav ve başarı temelinde ağır bir maratonun içinde olan çocuklar ve gençler kadar, iş yaşamının boğuculuğu karşısında nefes alma ihtiyacını sanal dünyada bulan yetişkinler için de geçerli! Temelde ciddi psikolojik sorunlara dönüşebilen söz konusu olgu, kalıcı travmaların ötesinde kişilik bölünmelerine kadar gidebiliyor maalesef.
Nostalji peşindeki X kuşağı Facebook’ta, Z kuşağı Instagram’da
Daha çok “X Kuşağı” olarak da nitelendirilen orta yaş ve üstünün kullandığı Facebook mecrasında toplumsal ve siyasi içerikli konular ile nostaljik paylaşımlar öne çıkarken; “Z Kuşağı” ile kavramsallaştırılan günümüz gençliğinin tercihi olan Instagram’daysa, çok değil yakın bir zamana kadar ‘mahrem’ kabul edilen pek çok kişisel bilgi ve bunların fotoğrafları öne çıkabiliyor.
Hikayeleştirilen hayatlar ve mutluluk arayışları bağlamında, sosyal medya temelli olarak mahremiyet olgusu da ciddi bir dönüşüm geçiriyor. Bu, özellikle kuşaklar arası zihniyet farklılıklaşmalarının da altını çiziyor.
Daha çok “X Kuşağı” olarak da nitelendirilen orta yaş ve üstünün kullandığı Facebook mecrasında toplumsal ve siyasi içerikli konular ile nostaljik paylaşımlar öne çıkarken; “Z Kuşağı” ile kavramsallaştırılan günümüz gençliğinin tercihi olan Instagram’daysa, çok değil yakın bir zamana kadar ‘mahrem’ kabul edilen pek çok kişisel bilgi ve bunların fotoğrafları öne çıkabiliyor.
Genç kuşak, aile evlerinin içinde bile özgürce yaşayamadıklarını artık rahatça kamusal alanda teşhir edebiliyor. Gençlerin hepsi olmasa da en azından bir kısmı, böylece mahalle baskısı ve -sosyal medya takipçileri içinde yer almayan- akrabaların kınama ya da eleştirilerine maruz kalmadan kendilerini ifade edebildikleri düşüncesindeler.
Sanal alemin “karanlık yüzü”
İnternet, sosyal medya, sanal alem toplumda hep benzer yönleriyle öne çıkıyor, konuşuluyor. Çokça konuşulmayan ama özellikle çocuklar için çok büyük risk arz eden kısım ise, sanal alemin karanlık yüzü.
Mahremiyetler alanındaki bu dönüşüm özellikle çocuklar açısından oldukça karanlık bir dünyanın kapılarını da aralıyor. Sosyal medya aracılığıyla yaşanan zihniyet dönüşümü, sanal âlemde başta çocuk pornosu olmak üzere çok ciddi tehlikeleri de beraberinde taşıyor.
Merkezi İngiltere’de bulunan ve Avrupa Birliği’nin desteklediği Internet Watch Foundation (İnternet İzleme Vakfı); çocuk pornografisi içeren binlerce sitede on binlerce bireysel internet adresinin tespit edildiğini, istismar edilen çocukların yüzde 91’inin de 12 yaş altındakiler olduğunu tespit etmişti. Türkiye Adalet Bakanlığı verileri de 2009-2017 arasında Türkiye’de “çocuk pornosu” vakalarında büyük artış olduğunu gösteriyor.
Dark Web ve sanal alem
Araştırmalara göre, en çok arama yapılan iki yüz anahtar sözcükten yarısı pornografiyle ilişkili ve internet indirmelerinin de yine yarıya yakını pornografik içeriklerden oluşuyor. Bu sitelerin yaklaşık dörtte birinin pornografik içerikli olması yanında, yasal internetin dışında kalan ve internetin karanlık sokakları olarak nitelenen “dark web” adlı mecranın sanal dünyanın yüzde 90’ından fazlasını oluşturduğu ve burada akla gelebilecek suç tiplerinin en uç örneklerinin yer aldığı gerçeği bir diğer vahim boyut.
Bu alandaki çalışmalar, internette saatlerce sörf yapan milyonlarca çocuk baz alındığında, her 4 çocuktan birinin pornografi sitelerine girdiğini ve bunlara ilk giriş yaşının 11 olduğunu ortaya koyuyor. 13-16 yaşındakilerin yarıdan fazlası kendi odalarından internete bağlanıyor ve 9-16 yaşlarındaki çocukların yine yarıdan fazlası da sosyal ağ profiline sahip. Bu çocuklar, kişisel bilgilerini paylaşmak veya gerçek hayatta hiç karşılaşmadığı insanlarla konuşmak gibi çevrimiçi eylemlere ait riskleri farkında olmayan hassas bir grubu oluşturuyorlar.
Çocuklar sanal dünyaya neden bu kadar bağımlı?
Bu durumun temelindeki nedenlere inildiğinde, konuyu daha bebeklik sürecinde başlayan teknoloji bağımlılığıyla açıklamak tek başına yeterli olmuyor. İş gününün yorgunluğu içindeki veya ev işlerini yetiştirme kaygısındaki ebeveynler, daha bebeklikten itibaren çocukların eline cep telefonu ya da tablet vermeye fazlasıyla alışmış durumdalar. Söz konusu durum, bazen ağlayan bebeğin susması, bazen kendi başına oyalanmasının sağlanması, bazen de bu mecralarda açılan çizgi filmlere dalıp kolayca yemek yemesi gibi nedenlere dayanabiliyor. Ancak bundan fazlası da var.
Kelime dağarcığı hızla daralan ve duygularını kod haline dönüşen kısaltılmış cümleler ya da görsel emojilerle ifade eden bir kuşak ortaya çıkmış durumda.
Bu bağımlılığı, teknolojik determinist bir bakış açısıyla sınırlamamak gerek; çünkü çok başka etkenler de mevcut. Ebeveynleri tarafından eğitim hayatlarında acımasız ve fazlasıyla yorucu bir yarışın içine atılarak maddi ve manevi açılardan olağanüstü bir baskı altında tutulan çocuklar, hem mahalle kültürünün hem de güvenli bir çevresel ortamın ortadan kalktığı bir dönemde, alternatif rahatlama ve oyun imkanlarını -çoğunlukla kaçamak olarak- sanal dünyada buluyorlar.
Duygularını ancak emojilerle ifade edebilen bir kuşak
Bu alanda baş gösteren sayısız tehlikeleri kısa bir makaleye sığdırmak oldukça güç. Sabun köpüğü trendler ile ‘popüler’ olarak nitelenen enformasyonların bombardımanı altındaki sanal alemdeki bireylerin ama özellikle gençlerin ve çocukların büyük çoğunluğu niteliksiz veri yığılımlarından dolayı, hem kültürel perspektifleri hem de duyguları azami derecede daralıp köreliyor.
Burada sadece çocuklar ile gençlerden değil; uzun vadede konuya yaklaşıldığında, bilgiye sahip olamadan sadece kendilerine sunulan enformasyon kırıntılarıyla idare eden ve entelektüel açıdan sonuna kadar cehaletin batağına gömülmekte olan sanal kimliklerden bahsediyoruz. Bu durum o denli uç noktalara ulaşmakta ki, kelime dağarcığı hızla daralan ve duygularını kod haline dönüşen kısaltılmış cümleler ya da görsel emojilerle ifade eden bir kuşak ortaya çıkmış durumda. Giderek duygularını ifade etmekten uzaklaşan bu nesil, gelecek yaşamlarında sağlıklı ilişkiler kurmakta da oldukça zorlanacak.
Sonuç olarak, günümüzde yüksek teknoloji ve onun arsız çocuğu olarak niteleyebileceğimiz sanal âlem, elektronik araçlar ile sosyal medyanın yoğun kullanımı üzerinden egemen bir toplumsal ilişkiler kümesi oluşturan bütüncül yapı olarak hükümranlığını ilan ediyor. Bunun maalesef en büyük bedelini çocuklar ile gençler öderken, toplum da teknolojinin şekillendirdiği bir kültür temelinde dönüşüyor.
Twitter’dan takip edin: @ugurdolgun
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 20 Aralık 2019’da yayımlanmıştır.