Skywalker emperyalizme karşı

Star Wars serisinin sonuncu filmi ve şu an vizyonda olan The Rise of Skywalker’da daha önce görmediğimiz birçok dünyayı ziyaret ettik. Bunlardan biri, Pasana isimli bir çöl gezegeni. Hint düğünlerini anımsatan dev bir şölene tanıklık ediyoruz burada. C-3PO bunun 42 yılda bir gerçekleşen bir kutlama olduğunu söylüyor. Protokol androidinin repliğinde 42 rakamının geçmesi tesadüf değil elbette. Star Wars fırtınası sinemalarda tam olarak 42 yıl önce, 1977’de esmeye başlamıştı. Ama tabii bu fırtınaya aslında 1960’ların sonunda bir kelebeğin kanat çırpışı neden olmuştu. O kelebek George Lucas’tı.

İçine kapanık ama isyankâr, arabalara ve hız yapmaya düşkün, hayalperest bir sinema öğrencisi olan Lucas, o dönem Hollywood’un içine düştüğü kısır döngünün dışında farklı hikâyeler anlatmak istiyordu. Daha okul yıllarında George Orwell’in 1984’ünden esinler taşıyan THX-1138 isimli kısa filmiyle dikkat çekti. Hemen sonra bu filmi uzun metraja dönüştürdü. Fakat yapımcılar filmi beğenmemişti, filmi Lucas’tan izinsiz kısalttılar. Film daha sonra gişede çuvalladı. Lucas kariyerinin başında ağır bir yenilgi almıştı.

Bu sırada Vietnam Savaşı devam ediyor, Amerikan sinema sektörü büyük ölçüde bu savaşa karşı sessizliğini sürdürüyordu. Lucas “sahte belgesel” olarak çekeceği Apocalypse Now projesiyle Amerika’nın sömürgeci anlayışının belgesi olan bu savaşı ele alacaktı. Fakat sonra kendini diğer projesi American Grafitti’de buldu. Lucas’ın gençlik yıllarından izler taşıyan American Graffiti’yi yapımcılar yine beğenmedi, filmi Lucas’tan izinsiz yine kısalttılar. Buna itiraz eden Lucas’ı filmi vizyona sokmamakla tehdit ettiler. Film nihayetinde az kopya sayısıyla vizyona girdi ve yapımcıların öngörüsünün tersine bir gişe başarısı elde etti. Lucas, Luke Skywalker’ın dev İmparatorluk araçları AT-AT’ları devirmesi gibi Hollywood’a karşı bir galibiyet elde etmişti. İşte şimdi uzun zamandır aklında olan Star Wars’u hayata geçirebilirdi.

Çılgın proje: Star Wars

Fakat yapımcılar bu projeyi çılgınlık olarak gördüler. Birkaç firma reddettikten sonra George Lucas 20th Century Fox’ı kendi yönetmenlik kaşesini azaltarak (ama oyuncak haklarını kendi üstüne alarak!) ikna etti. Yapımcılar projenin akıbetinden kuşkuluydu. Set çalışanları bile Lucas’ın ne yaptığını anlamıyordu. Oyuncuların büyük kısmı çocuk filmi çektiklerini düşünüp senaryoda olup bitenlerle alay ediyorlardı. Tabii ki son gülen Lucas oldu, Star Wars 1977’de vizyona girer girmez emsalsiz bir başarı elde etti. Böylesine bir sinema çılgınlığıyla dünya ilk defa karşılaşıyordu. Sinema salonları filmlerdeki karakterler gibi giyinen insanlarla dolup taşıyordu.

Gençliği 1970’li yılların sonlarına isabet edenler özellikle perdede gördükleri konuşan robotlarla, ışık hızına çıkan uzay gemileriyle, lazer tabancalarıyla büyülenmişti. Lucas’ın Amerikalı mitoloji profesörü ve eserlerinin bazıları Türkçe’ye çevrilmiş Joseph Campbell’in çalışmalarından yola çıkarak oluşturduğu hikâye, usta çizer Ralph McQuarrie’nin vizyonuyla buluşmuş, yetenekli dekor ve maket yaratıcıları ile bambaşka bir evrenin kapıları açılmıştı.

Yine de bu inanılmaz başarının sırrı sadece filmin görselliğiyle açıklanabilir miydi? Star Wars’ta Lucas gerçekten ne anlatıyordu? Tüm bu perdede olup biten uzay fantezileri gerçekten de filmin başında yazdığı gibi “uzun zaman önce, çok, çok uzak bir galakside” mi geçiyordu?

Yine de bu inanılmaz başarının sırrı sadece filmin görselliğiyle açıklanabilir miydi? Star Wars’ta Lucas gerçekten ne anlatıyordu? Tüm bu perdede olup biten uzay fantezileri gerçekten de filmin başında yazdığı gibi “uzun zaman önce, çok, çok uzak bir galakside” mi geçiyordu? Tabii ki hayır.

Tabii ki hayır. Aslında Lucas, günümüze ve dünyamıza bir ayna tutuyor, özellikle de Vietnam’da olanlara uzay filtresiyle bakıyordu. 1955’te başlayıp 1975’te sona eren Vietnam Savaşı, Amerika Tarihi’nin en utanç verici sayfasıydı şüphesiz. ABD savaşın sonunda binlerce genç askerini kaybetmiş ve “dünya devi” olarak acı bir yenilgiyi tatmıştı. Savaşın travmatik izleri Star Wars’un sinemaları domine ettiği 1977’de hâlâ tazeydi, George Lucas’ın bu bağlantıyı açıklaması tepki çekebilirdi. Filmde seyircilerin özdeşleştiği protagonistler, Rebels / Asiler üyeleriydi ve onlar Vietkong’u, yani Vietnam Ulusal Kurtuluş Cephesi’ni temsil ediyordu.

Bu alegori Lucas’ın 1973’te projesini satmaya çalışırken aldığı notlarda tüm netliğiyle geçiyor. “Dev teknolojik bir imparatorluk küçük özgürlük savaşçılarının peşine düşer” diye yazmıştı genç sinemacı. Fakat filmin arkasındaki bu metaforu 1980’de vizyona giren İmparator / Empire Strikes Back’e kadar sakladı. Bu süre zarfında Darth Vader’ın ve diğer İmparatorluk komutanlarının üniformalarındaki Nazi benzerliği konuşuldu, ki İkinci Dünya Savaşı da Lucas’ın esinlendiği konulardan biriydi.

İmparatorun gerçek adı

1981’de, Lucas’a “İmparator eskiden bir jedi mıydı?” diye bir soru geldi. Lucas o esnada sırrı daha fazla saklamayıp “Hayır, o bir politikacı. Adı da Richard M. Nixon. Senatoyu değiştirdi, ele geçirdi ve emperyalist bir adama dönüştü. Ama çok iyi biriymiş gibi davranıyordu” diye yanıt verdi. Lucas, bundan sonra Star Wars’un siyasi yönünü hiç saklamadı. Return of the Jedi’daki taht odasının Oval Ofis’ten esinlenerek yapıldığı gibi birçok detay paylaşıldı. 1983’te Star Wars markası ironik bir şekilde dönemin başkanı Ronald Reagan’ın diline pelesenk oldu. Reagan Soğuk Savaş’ın hararetli günlerinde ABD’yi olası nükleer füzelerden koruyacak askeri bir tasarı programı açıkladı, programın adını Star Wars koymuştu. George Lucas hemen Reagan’a dava açtı.

Star Wars filmlerindeki siyasi tavır her filmle birlikte daha da fazla kendini gösterdi. 1999’da başlayan ikinci üçleme tam anlamıyla o dönem Amerika’nın başındaki Bush hükümetini ve dünyada yükselen diktatör rejimlerini hedef alıyordu. Lucas, “Darth Vader George Bush’tur. Palpatine ise Dick Cheney” diyerek bu alegoriyi hiç sakınmadan açıkladı.

2005’te Bölüm 6: Sith’in İntikamı’ndan sonra Lucas, Star Wars fikrinin aklına ilk düştüğü ânı şöyle anlattı: “Nixon’ın ikinci defa seçilmek için uğraştığı dönemdi. Bu, bana tarih boyunca hep karşılaştığımız gerçeği, demokrasilerin diktatörlüklere dönüşmesini hatırlattı. “Demokrasiler yıkılmıyor, teslim ediliyor” Lucas bu mesajını filmde Palpatine’in senatoda tüm yetkiyi oy birliğiyle aldığı sahnede Natalie Portman’ın canlandırdığı Padme Amidala ile vermişti. Günümüzde de çok sık paylaşılan o replikte Padme şöyle diyordu: “Demek özgürlük böyle ölüyormuş, bir sürü alkışla.”

Lucas’ın siyasi dertleri Star Wars’un fikirsel boyutunu desteklerken bir de filmin duygusal yanını güçlendiren kişisel dertleri vardı. Genç Lucas’ın Francis Ford Coppola ile kurduğu küçük firma endüstri içinde ayakta kalamamış, Hollywood, Lucas’ın yeteneğini öğütmeye, onu emir kulu bir stüdyo yönetmeni yapmaya uğraşmıştı. İşte tam da bu yüzden Star Wars’un asıl kahramanı olan Luke’un adı Lucas’tan geliyordu. İmparator Palpatine, Hollywood İmparatorluğu’ydu, Ölüm Yıldızı ise genç sinemacıların yaratıcılığını körelten silahtı. Luke, Ölüm Yıldızı’nı proton torpilini küçük bir holden bırakınca patlattı, Lucas ise Hollywood’u oyuncak haklarını kendi üstüne alarak yendi.

20th Century Fox, o zamana kadar gelir getirmeyen oyuncak ve diğer yan ürün haklarını Lucas’a vermekte bir beis görmemişti. Fakat o oyuncaklar dünyanın dört bir yanındaki çocukların ve gençlerin vazgeçilmezi oldular. Nihayetinde Lucas filmin başarısıyla eş tutabileceğimiz oyuncak satışlarıyla Hollywood’a kafa tutan Lucas Film İmparatorluğu’nu kurdu. Lucas yine kurucusu olduğu ILM şirketiyle uzun süre Hollywood’un en önemli özel efekt şirketiyle de Amerikan sinemasına yön vermeye devam etti.

Lucas bu mesajını filmde Palpatine’in senatoda tüm yetkiyi oy birliğiyle aldığı sahnede Natalie Portman’ın canlandırdığı Padme Amidala ile vermişti. Günümüzde de çok sık paylaşılan o replikte Padme şöyle diyordu: “Demek özgürlük böyle ölüyormuş, bir sürü alkışla.”

Gizli tehlike: Hayranların saldırısı

1999’da başlayıp 2005’te biten Skywalker Sagası’nın kronolojik sıralamadaki ilk üç filmi her ne kadar ticari olarak başarılı olsa da hayranların öfkesiyle karşılaştı. Jar Jar Binks karakteri öylesine sert eleştirilerin hedefi oldu ki, bu CGI karakteri seslendiren ve hareketlerini oynayan Ahmed Best depresyona girip intihar etmeyi düşündüğünü açıkladı. Tabii eleştirilerin asıl merkezinde George Lucas vardı. Milyonlarca çocuğun çocukluğunu Star Wars hikâyeleriyle renklendiren Lucas şimdi “Çocukluğumuzu mahvettin!” tarzındaki eleştirilere maruz kalıyordu.

2005’ten sonra Star Wars projeleri büyük ölçüde durdu. Oysa rivayet edilen televizyon projelerini ve Skywalker Sagası’nın son üçlemesini bekliyorduk.

Anlaşılan o ki, tepkilerden dolayı Lucas kendi yarattığı Star Wars’tan soğumuştu. Bir ortak arıyordu. Yeni üçleme için yazdığı tretmanları Disney’in CEO’su Robert Iger’la paylaştı. Iger, Star Wars’u canlandırmaya niyetlendi, sadece tretmanları satın almak yerine komple Lucas Film’i satın almaya karar verdi. 2012’de satış gerçekleşti. Tabii işler beklendiği gibi gitmedi. Lucas şirketini ve Star Wars’un gelecek filmlerinin haklarını satarken Disney’e teslim ettiği tretmanların kullanılacağını düşünüyordu. Fakat Disney İmparatorluğu aynı fikirde değildi!

Robert Iger ve Disney, Star Wars’u yenilemenin tek yolunun yeni nesil yönetmenlerden geçtiğini düşünüyordu. Lucas’ın tretmanları göz ardı edildi ve 7. Bölüm: Güç Uyanıyor, yeni Spielberg olarak görülen J. J. Abrams’a devredildi. Sadece iki sene sonra gelen Bölüm 8: Son Jedi’yi ise Looper’la yıldızı parlayan Rian Johnson çekti.

Geçtiğimiz Cuma vizyona giren Skywalker’ın Yükselişi’nde ise yönetmen koltuğunda yeniden Abrams’ı gördük. Bu son üçleme, Lucas’ın bölüm 1-2-3’ünden bile daha çok tartışıldı. Nerd veya geek diye kodlandırdığımız aşırı tutkulu Star Wars hayranları, Bölüm 7’yi, 1977’de izlediğimiz Bölüm 4: Yeni Bir Umut ile olan benzerliğinden dolayı eleştirirken, Bölüm 8’i ise hiçbir bölüme benzemez halinden dolayı eleştiri yağmuruna tuttular. Son film Skywalker’ın Yükselişi bu iki tavrı dengeleyen ve Saga’yı hakkıyla kapatan bir film olsa da bazı senaryo tercihlerinden dolayı eleştirilerden kaçamadı.

İmparator’un dönüşü!

Lucas’ın mirasçısı Abrams, Güç Uyanıyor’da “Güney Amerika’ya kaçan Naziler Arjantin’de bir araya gelip orada güçlenselerdi” gibi bir fikre yaslanmıştı. 2016’da vizyona giren “A Star Wars Story: Rogue One” ise bariz Trump ve Meksika duvarı göndermeleri içeriyor, bu yüzden Trump taraftarlarının öfkeli karalama kampanyalarına maruz kalıyordu.

Lucas’ın veliahtları Abrams ve Johnson, Skywalker’ın son üç filminde Lucas’tan miras kalan siyasi bilinci sürdürmeye çalıştılar aslında. Abrams, Güç Uyanıyor’da “Güney Amerika’ya kaçan Naziler Arjantin’de bir araya gelip orada güçlenselerdi” gibi bir fikre yaslanmıştı.

2016’da vizyona giren “A Star Wars Story: Rogue One” ise bariz Trump ve Meksika duvarı göndermeleri içeriyor, bu yüzden Trump taraftarlarının öfkeli karalama kampanyalarına maruz kalıyordu. Yine de Disney çatısı altında çekilen Star Wars filmlerinde Lucas’ın protest tavrını ve altı sağlam siyasi söylemini bulmak pek mümkün değildi.

Fakat bunların ötesinde asıl mesele, Star Wars evreninin yaratıcısı Lucas’ın artık kendi evreni üzerinde söz hakkı olmamasıydı. Disney onu aldatmış, kendi yardımcısı Kathleen Kennedy ise onu sırtından bıçaklamıştı. Lucas bu öfkesini Charlie Rose’a verdiği röportajda belli etmekten geri kalmadı, “Tüm bu Star Wars filmleri… Onları sevdim, onları yarattım, hepsiyle yakından ilgilendim ve onları beyaz insan tacirlerine (white slavers) sattım” dedi. Daha sonra bu sert ifadeyi kullandığından dolayı özür dilese de Lucas’ın olup bitenden memnuniyetsizliği verdiği tek tük röportajlarda belli oluyordu. Bu süreçte Luke Skywalker’ı oynayan Mark Hamill de yeni filmlerde tercih edilen birçok kararı sorgulayan demeçler vererek bir anlamda Lucas’ın sözcülüğünü yaptı.

Skywalker Sagası’nın son filmi The Rise of Skywalker’ın mutlu sonla bittiğini söylemek “spoiler” olmaz herhalde. İmparator sonunda yeniliyor. Ama gerçek hayatta durum farklı. Diktatörlerin ve sağ partilerin amansız yükselişi dünyanın dört bir yanında devam ediyor. Hollywood’u soracak olursanız, 1970’lerde olduğundan da beter bir kısır döngüye girmiş durumda. Ve maalesef onu kurtaracak genç bir Lucas görünmüyor ortalıkta. Bir zamanlar Hollywood’un karşısına dikilmiş, ona kendi kurallarıyla meydan okuyan idealist sinemacı George Lucas ise şimdi çocuğunu satmış olmanın çaresizliğiyle İmparator’un karşısında diz çökmüş görünüyor. Karanlık taraf zaten hep böyle yapmaz mı? Sizi bir illüzyonla kandırır ve siz onunla oyalanırken gücüne güç katar. Neyse ki, biz asilerin her zaman tutunacağı bir şey var. Onu da hep Star Wars filmlerinden öğrendik: “Umut”.

Twitter: @doguyucel

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 27 Aralık 2019’da yayımlanmıştır.

Doğu Yücel
Doğu Yücel
Doğu Yücel, 1998'den beri Radikal, Blue Jean, Altyazı gibi çeşitli yayınlarda müzik ve sinema yazıları yazdı. Yazar olarak 1997’de Gençlik Kitabevi’nin, 1998’de ise Nostromo dergisinin öykü yarışmalarında başarı ödülleri kazanarak dikkat çekti. 2000’de ilk kitabı Düşler, Kabuslar ve Gelecek Masalları yayımlandı. Bu kitabı takiben Hayalet Kitap (2002), Varolmayanlar (2011), Güneş Hırsızları (2014), Kimdir Bu Mitat Karaman? (2017) ve Öldüğünü Google’dan Öğrenen Adam (2019) raflara çıktı. Yazar, 2004’te Okul, 2006’da Küçük Kıyamet filmlerinin senaryolarına imza attı.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Skywalker emperyalizme karşı

Star Wars serisinin sonuncu filmi ve şu an vizyonda olan The Rise of Skywalker’da daha önce görmediğimiz birçok dünyayı ziyaret ettik. Bunlardan biri, Pasana isimli bir çöl gezegeni. Hint düğünlerini anımsatan dev bir şölene tanıklık ediyoruz burada. C-3PO bunun 42 yılda bir gerçekleşen bir kutlama olduğunu söylüyor. Protokol androidinin repliğinde 42 rakamının geçmesi tesadüf değil elbette. Star Wars fırtınası sinemalarda tam olarak 42 yıl önce, 1977’de esmeye başlamıştı. Ama tabii bu fırtınaya aslında 1960’ların sonunda bir kelebeğin kanat çırpışı neden olmuştu. O kelebek George Lucas’tı.

İçine kapanık ama isyankâr, arabalara ve hız yapmaya düşkün, hayalperest bir sinema öğrencisi olan Lucas, o dönem Hollywood’un içine düştüğü kısır döngünün dışında farklı hikâyeler anlatmak istiyordu. Daha okul yıllarında George Orwell’in 1984’ünden esinler taşıyan THX-1138 isimli kısa filmiyle dikkat çekti. Hemen sonra bu filmi uzun metraja dönüştürdü. Fakat yapımcılar filmi beğenmemişti, filmi Lucas’tan izinsiz kısalttılar. Film daha sonra gişede çuvalladı. Lucas kariyerinin başında ağır bir yenilgi almıştı.

Bu sırada Vietnam Savaşı devam ediyor, Amerikan sinema sektörü büyük ölçüde bu savaşa karşı sessizliğini sürdürüyordu. Lucas “sahte belgesel” olarak çekeceği Apocalypse Now projesiyle Amerika’nın sömürgeci anlayışının belgesi olan bu savaşı ele alacaktı. Fakat sonra kendini diğer projesi American Grafitti’de buldu. Lucas’ın gençlik yıllarından izler taşıyan American Graffiti’yi yapımcılar yine beğenmedi, filmi Lucas’tan izinsiz yine kısalttılar. Buna itiraz eden Lucas’ı filmi vizyona sokmamakla tehdit ettiler. Film nihayetinde az kopya sayısıyla vizyona girdi ve yapımcıların öngörüsünün tersine bir gişe başarısı elde etti. Lucas, Luke Skywalker’ın dev İmparatorluk araçları AT-AT’ları devirmesi gibi Hollywood’a karşı bir galibiyet elde etmişti. İşte şimdi uzun zamandır aklında olan Star Wars’u hayata geçirebilirdi.

Çılgın proje: Star Wars

Fakat yapımcılar bu projeyi çılgınlık olarak gördüler. Birkaç firma reddettikten sonra George Lucas 20th Century Fox’ı kendi yönetmenlik kaşesini azaltarak (ama oyuncak haklarını kendi üstüne alarak!) ikna etti. Yapımcılar projenin akıbetinden kuşkuluydu. Set çalışanları bile Lucas’ın ne yaptığını anlamıyordu. Oyuncuların büyük kısmı çocuk filmi çektiklerini düşünüp senaryoda olup bitenlerle alay ediyorlardı. Tabii ki son gülen Lucas oldu, Star Wars 1977’de vizyona girer girmez emsalsiz bir başarı elde etti. Böylesine bir sinema çılgınlığıyla dünya ilk defa karşılaşıyordu. Sinema salonları filmlerdeki karakterler gibi giyinen insanlarla dolup taşıyordu.

Gençliği 1970’li yılların sonlarına isabet edenler özellikle perdede gördükleri konuşan robotlarla, ışık hızına çıkan uzay gemileriyle, lazer tabancalarıyla büyülenmişti. Lucas’ın Amerikalı mitoloji profesörü ve eserlerinin bazıları Türkçe’ye çevrilmiş Joseph Campbell’in çalışmalarından yola çıkarak oluşturduğu hikâye, usta çizer Ralph McQuarrie’nin vizyonuyla buluşmuş, yetenekli dekor ve maket yaratıcıları ile bambaşka bir evrenin kapıları açılmıştı.

Yine de bu inanılmaz başarının sırrı sadece filmin görselliğiyle açıklanabilir miydi? Star Wars’ta Lucas gerçekten ne anlatıyordu? Tüm bu perdede olup biten uzay fantezileri gerçekten de filmin başında yazdığı gibi “uzun zaman önce, çok, çok uzak bir galakside” mi geçiyordu?

Yine de bu inanılmaz başarının sırrı sadece filmin görselliğiyle açıklanabilir miydi? Star Wars’ta Lucas gerçekten ne anlatıyordu? Tüm bu perdede olup biten uzay fantezileri gerçekten de filmin başında yazdığı gibi “uzun zaman önce, çok, çok uzak bir galakside” mi geçiyordu? Tabii ki hayır.

Tabii ki hayır. Aslında Lucas, günümüze ve dünyamıza bir ayna tutuyor, özellikle de Vietnam’da olanlara uzay filtresiyle bakıyordu. 1955’te başlayıp 1975’te sona eren Vietnam Savaşı, Amerika Tarihi’nin en utanç verici sayfasıydı şüphesiz. ABD savaşın sonunda binlerce genç askerini kaybetmiş ve “dünya devi” olarak acı bir yenilgiyi tatmıştı. Savaşın travmatik izleri Star Wars’un sinemaları domine ettiği 1977’de hâlâ tazeydi, George Lucas’ın bu bağlantıyı açıklaması tepki çekebilirdi. Filmde seyircilerin özdeşleştiği protagonistler, Rebels / Asiler üyeleriydi ve onlar Vietkong’u, yani Vietnam Ulusal Kurtuluş Cephesi’ni temsil ediyordu.

Bu alegori Lucas’ın 1973’te projesini satmaya çalışırken aldığı notlarda tüm netliğiyle geçiyor. “Dev teknolojik bir imparatorluk küçük özgürlük savaşçılarının peşine düşer” diye yazmıştı genç sinemacı. Fakat filmin arkasındaki bu metaforu 1980’de vizyona giren İmparator / Empire Strikes Back’e kadar sakladı. Bu süre zarfında Darth Vader’ın ve diğer İmparatorluk komutanlarının üniformalarındaki Nazi benzerliği konuşuldu, ki İkinci Dünya Savaşı da Lucas’ın esinlendiği konulardan biriydi.

İmparatorun gerçek adı

1981’de, Lucas’a “İmparator eskiden bir jedi mıydı?” diye bir soru geldi. Lucas o esnada sırrı daha fazla saklamayıp “Hayır, o bir politikacı. Adı da Richard M. Nixon. Senatoyu değiştirdi, ele geçirdi ve emperyalist bir adama dönüştü. Ama çok iyi biriymiş gibi davranıyordu” diye yanıt verdi. Lucas, bundan sonra Star Wars’un siyasi yönünü hiç saklamadı. Return of the Jedi’daki taht odasının Oval Ofis’ten esinlenerek yapıldığı gibi birçok detay paylaşıldı. 1983’te Star Wars markası ironik bir şekilde dönemin başkanı Ronald Reagan’ın diline pelesenk oldu. Reagan Soğuk Savaş’ın hararetli günlerinde ABD’yi olası nükleer füzelerden koruyacak askeri bir tasarı programı açıkladı, programın adını Star Wars koymuştu. George Lucas hemen Reagan’a dava açtı.

Star Wars filmlerindeki siyasi tavır her filmle birlikte daha da fazla kendini gösterdi. 1999’da başlayan ikinci üçleme tam anlamıyla o dönem Amerika’nın başındaki Bush hükümetini ve dünyada yükselen diktatör rejimlerini hedef alıyordu. Lucas, “Darth Vader George Bush’tur. Palpatine ise Dick Cheney” diyerek bu alegoriyi hiç sakınmadan açıkladı.

2005’te Bölüm 6: Sith’in İntikamı’ndan sonra Lucas, Star Wars fikrinin aklına ilk düştüğü ânı şöyle anlattı: “Nixon’ın ikinci defa seçilmek için uğraştığı dönemdi. Bu, bana tarih boyunca hep karşılaştığımız gerçeği, demokrasilerin diktatörlüklere dönüşmesini hatırlattı. “Demokrasiler yıkılmıyor, teslim ediliyor” Lucas bu mesajını filmde Palpatine’in senatoda tüm yetkiyi oy birliğiyle aldığı sahnede Natalie Portman’ın canlandırdığı Padme Amidala ile vermişti. Günümüzde de çok sık paylaşılan o replikte Padme şöyle diyordu: “Demek özgürlük böyle ölüyormuş, bir sürü alkışla.”

Lucas’ın siyasi dertleri Star Wars’un fikirsel boyutunu desteklerken bir de filmin duygusal yanını güçlendiren kişisel dertleri vardı. Genç Lucas’ın Francis Ford Coppola ile kurduğu küçük firma endüstri içinde ayakta kalamamış, Hollywood, Lucas’ın yeteneğini öğütmeye, onu emir kulu bir stüdyo yönetmeni yapmaya uğraşmıştı. İşte tam da bu yüzden Star Wars’un asıl kahramanı olan Luke’un adı Lucas’tan geliyordu. İmparator Palpatine, Hollywood İmparatorluğu’ydu, Ölüm Yıldızı ise genç sinemacıların yaratıcılığını körelten silahtı. Luke, Ölüm Yıldızı’nı proton torpilini küçük bir holden bırakınca patlattı, Lucas ise Hollywood’u oyuncak haklarını kendi üstüne alarak yendi.

20th Century Fox, o zamana kadar gelir getirmeyen oyuncak ve diğer yan ürün haklarını Lucas’a vermekte bir beis görmemişti. Fakat o oyuncaklar dünyanın dört bir yanındaki çocukların ve gençlerin vazgeçilmezi oldular. Nihayetinde Lucas filmin başarısıyla eş tutabileceğimiz oyuncak satışlarıyla Hollywood’a kafa tutan Lucas Film İmparatorluğu’nu kurdu. Lucas yine kurucusu olduğu ILM şirketiyle uzun süre Hollywood’un en önemli özel efekt şirketiyle de Amerikan sinemasına yön vermeye devam etti.

Lucas bu mesajını filmde Palpatine’in senatoda tüm yetkiyi oy birliğiyle aldığı sahnede Natalie Portman’ın canlandırdığı Padme Amidala ile vermişti. Günümüzde de çok sık paylaşılan o replikte Padme şöyle diyordu: “Demek özgürlük böyle ölüyormuş, bir sürü alkışla.”

Gizli tehlike: Hayranların saldırısı

1999’da başlayıp 2005’te biten Skywalker Sagası’nın kronolojik sıralamadaki ilk üç filmi her ne kadar ticari olarak başarılı olsa da hayranların öfkesiyle karşılaştı. Jar Jar Binks karakteri öylesine sert eleştirilerin hedefi oldu ki, bu CGI karakteri seslendiren ve hareketlerini oynayan Ahmed Best depresyona girip intihar etmeyi düşündüğünü açıkladı. Tabii eleştirilerin asıl merkezinde George Lucas vardı. Milyonlarca çocuğun çocukluğunu Star Wars hikâyeleriyle renklendiren Lucas şimdi “Çocukluğumuzu mahvettin!” tarzındaki eleştirilere maruz kalıyordu.

2005’ten sonra Star Wars projeleri büyük ölçüde durdu. Oysa rivayet edilen televizyon projelerini ve Skywalker Sagası’nın son üçlemesini bekliyorduk.

Anlaşılan o ki, tepkilerden dolayı Lucas kendi yarattığı Star Wars’tan soğumuştu. Bir ortak arıyordu. Yeni üçleme için yazdığı tretmanları Disney’in CEO’su Robert Iger’la paylaştı. Iger, Star Wars’u canlandırmaya niyetlendi, sadece tretmanları satın almak yerine komple Lucas Film’i satın almaya karar verdi. 2012’de satış gerçekleşti. Tabii işler beklendiği gibi gitmedi. Lucas şirketini ve Star Wars’un gelecek filmlerinin haklarını satarken Disney’e teslim ettiği tretmanların kullanılacağını düşünüyordu. Fakat Disney İmparatorluğu aynı fikirde değildi!

Robert Iger ve Disney, Star Wars’u yenilemenin tek yolunun yeni nesil yönetmenlerden geçtiğini düşünüyordu. Lucas’ın tretmanları göz ardı edildi ve 7. Bölüm: Güç Uyanıyor, yeni Spielberg olarak görülen J. J. Abrams’a devredildi. Sadece iki sene sonra gelen Bölüm 8: Son Jedi’yi ise Looper’la yıldızı parlayan Rian Johnson çekti.

Geçtiğimiz Cuma vizyona giren Skywalker’ın Yükselişi’nde ise yönetmen koltuğunda yeniden Abrams’ı gördük. Bu son üçleme, Lucas’ın bölüm 1-2-3’ünden bile daha çok tartışıldı. Nerd veya geek diye kodlandırdığımız aşırı tutkulu Star Wars hayranları, Bölüm 7’yi, 1977’de izlediğimiz Bölüm 4: Yeni Bir Umut ile olan benzerliğinden dolayı eleştirirken, Bölüm 8’i ise hiçbir bölüme benzemez halinden dolayı eleştiri yağmuruna tuttular. Son film Skywalker’ın Yükselişi bu iki tavrı dengeleyen ve Saga’yı hakkıyla kapatan bir film olsa da bazı senaryo tercihlerinden dolayı eleştirilerden kaçamadı.

İmparator’un dönüşü!

Lucas’ın mirasçısı Abrams, Güç Uyanıyor’da “Güney Amerika’ya kaçan Naziler Arjantin’de bir araya gelip orada güçlenselerdi” gibi bir fikre yaslanmıştı. 2016’da vizyona giren “A Star Wars Story: Rogue One” ise bariz Trump ve Meksika duvarı göndermeleri içeriyor, bu yüzden Trump taraftarlarının öfkeli karalama kampanyalarına maruz kalıyordu.

Lucas’ın veliahtları Abrams ve Johnson, Skywalker’ın son üç filminde Lucas’tan miras kalan siyasi bilinci sürdürmeye çalıştılar aslında. Abrams, Güç Uyanıyor’da “Güney Amerika’ya kaçan Naziler Arjantin’de bir araya gelip orada güçlenselerdi” gibi bir fikre yaslanmıştı.

2016’da vizyona giren “A Star Wars Story: Rogue One” ise bariz Trump ve Meksika duvarı göndermeleri içeriyor, bu yüzden Trump taraftarlarının öfkeli karalama kampanyalarına maruz kalıyordu. Yine de Disney çatısı altında çekilen Star Wars filmlerinde Lucas’ın protest tavrını ve altı sağlam siyasi söylemini bulmak pek mümkün değildi.

Fakat bunların ötesinde asıl mesele, Star Wars evreninin yaratıcısı Lucas’ın artık kendi evreni üzerinde söz hakkı olmamasıydı. Disney onu aldatmış, kendi yardımcısı Kathleen Kennedy ise onu sırtından bıçaklamıştı. Lucas bu öfkesini Charlie Rose’a verdiği röportajda belli etmekten geri kalmadı, “Tüm bu Star Wars filmleri… Onları sevdim, onları yarattım, hepsiyle yakından ilgilendim ve onları beyaz insan tacirlerine (white slavers) sattım” dedi. Daha sonra bu sert ifadeyi kullandığından dolayı özür dilese de Lucas’ın olup bitenden memnuniyetsizliği verdiği tek tük röportajlarda belli oluyordu. Bu süreçte Luke Skywalker’ı oynayan Mark Hamill de yeni filmlerde tercih edilen birçok kararı sorgulayan demeçler vererek bir anlamda Lucas’ın sözcülüğünü yaptı.

Skywalker Sagası’nın son filmi The Rise of Skywalker’ın mutlu sonla bittiğini söylemek “spoiler” olmaz herhalde. İmparator sonunda yeniliyor. Ama gerçek hayatta durum farklı. Diktatörlerin ve sağ partilerin amansız yükselişi dünyanın dört bir yanında devam ediyor. Hollywood’u soracak olursanız, 1970’lerde olduğundan da beter bir kısır döngüye girmiş durumda. Ve maalesef onu kurtaracak genç bir Lucas görünmüyor ortalıkta. Bir zamanlar Hollywood’un karşısına dikilmiş, ona kendi kurallarıyla meydan okuyan idealist sinemacı George Lucas ise şimdi çocuğunu satmış olmanın çaresizliğiyle İmparator’un karşısında diz çökmüş görünüyor. Karanlık taraf zaten hep böyle yapmaz mı? Sizi bir illüzyonla kandırır ve siz onunla oyalanırken gücüne güç katar. Neyse ki, biz asilerin her zaman tutunacağı bir şey var. Onu da hep Star Wars filmlerinden öğrendik: “Umut”.

Twitter: @doguyucel

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 27 Aralık 2019’da yayımlanmıştır.

Doğu Yücel
Doğu Yücel
Doğu Yücel, 1998'den beri Radikal, Blue Jean, Altyazı gibi çeşitli yayınlarda müzik ve sinema yazıları yazdı. Yazar olarak 1997’de Gençlik Kitabevi’nin, 1998’de ise Nostromo dergisinin öykü yarışmalarında başarı ödülleri kazanarak dikkat çekti. 2000’de ilk kitabı Düşler, Kabuslar ve Gelecek Masalları yayımlandı. Bu kitabı takiben Hayalet Kitap (2002), Varolmayanlar (2011), Güneş Hırsızları (2014), Kimdir Bu Mitat Karaman? (2017) ve Öldüğünü Google’dan Öğrenen Adam (2019) raflara çıktı. Yazar, 2004’te Okul, 2006’da Küçük Kıyamet filmlerinin senaryolarına imza attı.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x