9 yıl önce, pek çok insan gibi sıradan bir hayatımız vardı. Bize göre güzeldi de… Orta halli bir aileydik. Eşim kimyagerdi, ben de kuaförlük yapıyordum. Ama ihtiyacımız olduğundan değil, bu işi sevdiğim için evimizde bir oda açmıştım. Çocuklarım okula gidiyor, bir de ayrıca İngilizce kursuna devam ediyorlardı.
2011 yılında, Ramazan ayında bir gece sahura kalkmıştık, bir anda korkunç bir ses duydum, daha ne olduğunu anlayamadan bir tane daha… Meğer bombaymış. İşte o andan sonra bizim için bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmadı.
O korkunç seslerden sonra kayınvalidem aradı, “Bütün aile burada toplanalım, ne yapacağımıza karar verelim” dedi. Biz de üzerimizde ne kıyafet varsa onlarla attık kendimizi dışarı. Sokaklar bizim gibi insanlarla doluydu. Bazı çocuklar bezle, bazı insanlar pijamayla fırlamışlardı dışarı. Seslerse hiç durmuyordu, sanki her an başımıza bir bomba düşecek gibiydi.
Aslında gideceğimiz yol çok kısaydı, bir kilometre kadar ama sokaklar o kadar karışıktı ki. Herkes koşuşturuyordu. Çocuklarım o zaman küçüktü, bir tanesi kucağımdaydı, daha yürüyemiyordu. Diğer küçük olansa yeni yürümeye başlamıştı. Bir iki saat sonra daha güvenli olacağını düşünerek yakınlardaki bir köye, eşimin uzaktan bir akrabasının evine gittik. Bir akrabamız arabasıyla insanları uzaklara taşıyordu. Bizi de o götürdü.
Köyde her yer çok kalabalıktı. İnsanlar alt alta üst üsteydi. Camiler, sağlık ocağı her yer insan doluydu, kimileri arabada yatıyordu. Bizim kaldığımız evde 6-7 aile bir aradaydı. Bir hafta sonra Halep’e, evimize dönmeye karar verdik belki hayat normalleşir umuduyla. Ama elektrik, tüp, gaz hiçbir şey yoktu. Benim ailemin yaşadığı mahallede henüz savaş yoktu, bir süre de onların yanında kaldık. Bir süre sonra “Artık evimize dönelim, inşallah bir şey kalmadı” deyip eve geldik. Daha valizleri açmadan hemen yan tarafımıza bomba attılar. Eşim fırlayıp gitti, gecenin karanlığında bir taksi getirdi, tekrar ailemin yanına gittik. Ve oturup bundan sonra ne yapmamız gerektiğini düşünmeye başladık. Artık orada kalamayacağımız kesindi.
Eşim Türkiye’ye gitmeye karar verdi. Bizse tekrar aynı köye gittik, bu kez Sağlık Ocağı’nda bir odada günlerce kaldık. Eşim önce Gaziantep’e gitti ama ne kimyager olarak ne de başka bir alanda iş bulabildi. “Orada iş çok” diyerek ona İstanbul’a gitmesini tavsiye etmişler. O da bir umutla gitti, bir ayakkabıcıda iş buldu ama çok sürmedi.
İstanbul’a nasıl geldik?
Artık biz de dayanamaz hale gelmiştik, neredeyse yiyecek ekmek bulamıyorduk. Sonunda biz de gitmeye karar verdik. Ben, çocuklarım, eltim, çocukları ve erkek kardeşi. İlk denememizde polis bizi kaçak olduğumuz için sınırda durdurdu, çaresiz geri döndük Suriye’ye. Bir süre sonra tekrar denedik. Bu kez birilerine sorduk, öğrendik, birileriyle bağlantı kurduk, anlaştık. Bir araba geldi, bizi aldı, sonra “Bu telin altından gireceksiniz, yürüyeceksiniz öteki taraf Türkiye” dediler. Dediklerini yaptık, ne kadar yürüdük hatırlamıyorum. Sonra bizi Türk askerleri gördü, bize bağırdılar ve durdurdular. Askerlerden biri elindeki silahı bir adamın sırtına tutmuş, bize doğru yürüyorlardı. Adamı tanıyorduk, yakınımız olan bir ailenin babasıydı. Çok korktuk.
Askeri bir araç geldi, aramızdan bazılarını arabaya bindirip götürdü. 10 yaşındaki kızım Emine’yi de aldılar. Elimden hiçbir şey gelmedi. Araba giderken kızımla birbirimize bakıp ağlıyorduk. Kızımı nereye götürdüklerini bilmiyordum. Yarım saat sonra aynı araba gelip bizi de aldı, boş bir araziye götürdüler. Meğer Kilis’e gelmişiz. Güneş tepedeydi, yiyecek bir şeyimiz de yoktu, çocuklar acıktı. Öğlen saati bir otobüs oradaki herkesi aldı ve Suriye tarafında Babusselam’a bizi attılar.
15 gün sonra bir deneme daha yaptık. Sınırdaki asker bizi almadı. Bizim içinde olduğumuz grupta, Türkçe bilen bir erkek vardı, o askere “sadece kadınlar girsinler bari” dedi. Asker, “Saat 6’ya kadar kalın, başka bir asker gelecek belki o alır ama ben almam sizi” dedi. Sabah 9’dan akşam 6’ya kadar orada bekledik. Asker gelince insanlar yanına koştu, “Abi, bizi sok, çocukları al ne olur” dediler. Orada öylece duruyorduk, ne diyecek diye askerin ağzına bakıyorduk. Asker kabul etmedi, sonra da şarkı söylemeye başladı, ben de ağlamaya… Bizimle dalga geçiyordu.
Sonunda biz de kaçakçılarla anlaştık. Eşyalarımı sattım, elime biraz para geçti. Sabaha karşı 4’te adam geldi, bizi siyah bir arabaya bindirdi. Çok sessiz olacaksınız, dedi. O siyah araba hiç ışık açmadı askerler görmesin diye. Sonra sınırdaki teli açtılar, hepimiz oradan geçtik. Türkiye tarafında bir Türk bizi bekliyordu. Parayı o alıyordu. Önce Kilis’e geldik, sonra kaçakçı adam bizi Gaziantep’teki otogara bıraktı, oradan İstanbul’a geldik.
Geldiğimizin ertesi günü iş aramaya çıktım
Eşim iş bulamıyordu ama ben yine de geldiğimizin ertesi günü iş aramaya çıktım. Bağcılar’da bir kuaför salonunda işe girdim, aynı salon sahibi eşime de çaycılık işi buldu.
Geldiğimizden beri pek çok zorlukla karşılaştık. Parasız kaldık, derdimizi anlatamadık. Hastalandık, doktora gidemedik. Bir seferinde çok hastalandım. Bir Türk kadın beni hastaneye götürdü, ameliyat ettirdi. Okullarda problem yaşadık. İlk geldiğimizde, kızım Emine’yi Türk okuluna götürdüm ama zor aldılar okula, son sıraya oturttular. Suriye’de 5. sınıfa giderken burada 1. sınıfa aldılar. Birkaç gün sonra kızım ağlayarak geldi okuldan, “Anne herkes bana abla diyor” diye… Bir daha da okula gitmedi.
Kızım Emine tekstilde çalışmaya başladı, bir sene çalıştıktan sonra iş ortamından rahatsız oldu ve ayrılmak zorunda kaldı. Bir süre sonra yardım sever biri ile tanıştım, bir dernekleri vardı. Çalışan Suriyeli çocukları okula gönderiyorlardı. Kızımı da okula gönderdiler. Allah onlardan razı olsun. Kızım şimdi son sınıfta, çocuklarımın hepsi okuyor. Ben de dernekte tercüman olarak çalışmaya başladım. Eşim de özel bir Suriye okulunda öğretmenlik ve tercümanlık yapıyor.
Buradaki yaşamı Eroppa gibi düşünüyorduk
Buraya ilk geldiğimizde hayatın çok daha rahat olduğunu sanıyorduk. Hani siz nasıl Eroppa’da (Editörün notu: Kevser Hanım “Avrupa” yerine “Eroppa” kelimesini kullanıyor) daha çok iş olduğunu düşünüyorsunuz, işte öyle… Önce iş konusunda hayal kırıklığı yaşadık. Eşim kimyager ama hâlâ işini yapamıyor.
Kimsenin hayatı kolay değil. Eroppa’ya gidenlerin bazıları İslam açısından çok zorluk çekiyor. Eroppa’ya gidenler için “insanlar çok bozuluyor” diyorlar, öyle duyuyoruz. Suriye’de kalanlarsa acı çekiyorlar; savaş, pahalılık, elektrik yok, pislik. Biz onların arasındayız. Ne Suriye’deyiz ne Eroppa’da, Türkiye’deyiz onların ortasındayız.
Pişman değiliz burada olduğumuz için. Ama geçinmek zor, ne kadar çok çalışırsan çalış para yok.
Ama asıl mesele ayrımcılık, özellikle son sene çok oldu. İlk geldiğimizde çoğu insan bilmiyordu Suriyeli kimdir, nedir diye… Başta böyle değildi. Sonra yavaş yavaş “Yok, devlet size maaş veriyor, yok siz fatura ödemiyorsunuz, yok siz otobüse ücretsiz biniyorsunuz” gibi şeyler yayıldıkça insanlar Suriyelileri sevmemeye başladı. Önceden halkın yüzde 20’si sevmezdi Suriyelileri, şimdiyse ancak yüzde 20’si Suriyelileri seviyor. Mesela bir komşum var ilk geldiğimizden beri bizi sevmediler, merhaba bile demezler. Ama başka komşularımız var, onlarla da aile gibiyiz, Kevser bizim kızımız gibi diyorlar.
Sokakta Suriyeli olduğum için çok tacizle karşılaştım. Suriyeli olduğumuzu anlayınca hemen laf söylüyorlar.
Ama ben bu konuda insanlara şunu söylemek istiyorum. Suriye’deyken hiç aklımdan geçmezdi bir gün mülteci olacağım. Bize tepki gösterenler, bize kızanlar, lütfen kendi hayatlarını, çocuklarını düşünsün. Hiç kimse isteyerek böyle bir şeyi yaşamaz. Bizde bir söz var Arapça, neydim deme, ne olacağım de.
Normal bir insana nasıl muamele ediliyorsa, biz de öyle muamele istiyoruz. Tek isteğimiz bu. Bize yardım etsinler, acısınlar istemiyoruz. Bize acımasınlar, bir de kızmasınlar. Bizim imtihanımız zaten ağır, daha da zorlaştırmasınlar.
Bizi zaten mülteci olarak almadılar, misafir olarak aldılar Türkiye’ye. Avrupa’ya gidenlere maaş veriyorlar, onlar mülteci ama biz burada Türkler gibi yaşıyoruz, çalışıyoruz, ayaklarımızın üzerinde durmaya çalışıyoruz. Normal bir insana nasıl muamele ediliyorsa, biz de öyle muamele istiyoruz. Tek isteğimiz bu. Bize yardım etsinler, acısınlar istemiyoruz. Bize acımasınlar, bir de kızmasınlar. Bizim imtihanımız zaten ağır, daha da zorlaştırmasınlar.
Türkçe öğrenmek hayatımı nasıl değiştirdi?
Türkçeyi Türklerle konuşa konuşa öğrendim. En başta bir Türk komşum çok yardım etti. Aynı apartmanda oturuyorduk, her gün ona her şeyi sordum “bu ne?” diye. Duyduklarımı da Arapça harflerle not ettim önce. Kendime bir kural koydum, her gün 5 kelime öğreneceğim diye. Gece yatmadan kendime sordum, bugün beş kelime ne öğrendin diye, saydım öğrendiğim kelimeleri, öyle uyudum. Yavaş yavaş insanlardan, sokaktan öğrendim. Çok fazla TV izledim. Eski Türk filmlerindeki dili anlayabildiğim için onları izledim, şarkılar dinledim. Türkçe öğrenmek istediğim için çok çalıştım.
Bir kere Türkçeyi iyi öğrendikten sonra çok faydasını gördüm. Yaşadığımız zorlukların en az yarısı gitti. Hastaneye gittiğimde derdimi anlatabildim, komşularla konuşabildim. İş bulmamda da çok faydası oldu, şimdi tercümanlık yapıyorum.
Kendi sorunlarımı çözünce çevreme de katkı sağlamaya başladım. Türkçe bilmeyen Suriyelilere okulda, hastanede, yardıma ihtiyaçları olan yerlerde destek oluyorum. Mesela birisi hastaneden randevu alacak, alamıyor, ben yapıyorum. Gerekirse onlarla hastaneye gidiyorum. Veyahut okuldan bir kağıt geliyor, ailenin doldurması gerekiyor. Ben ya da çocuklarım onlara yardım ediyoruz. Hatta kızımın okulundaki müdür bir sıkıntı olursa beni arıyor, ben çevirmenlik yapıyorum. Bunları ücretsiz gönüllü yapıyorum. Suriyelilere yardım etmek için gelen gruplar oluyor, eğitimciler, vs. onlara rehberlik ve tercümanlık yapıyorum.
Zamanla çevremdeki pek çok kadına da yardımcı olmaya başladım, bundan çok mutlu oluyorum. Mesela bir kadını Halk Eğitim’in Türkçe kursuna kaydettiriyorum, bir diğerini mesleki eğitim kurslarına…Onlara yardımcı oluyorum, bilgilendiriyorum. Sekiz senedir aynı yerde yaşıyoruz, komşular beni tanıyor, sözüme güveniyor. Ev tutmak isteyen Suriyeliler ile ev sahipleri arasında iletişimi sağlıyorum. Ev sahipleri beni çağırıp yardım istiyorlar.
Eşim de Türkmen, zaten gelmeden biliyordu Türkçeyi. İngilizce ve Fransızca da biliyor, burada daha da ilerletti, kursa gitti. Eşim de tercüman olarak çok çalıştı, insanlara yardımcı olmaya çalıştı. Sultangazi’de Nüfus Bürosu’nda tercüman olarak çalıştı. Karakola, hastaneye, devlet dairesine gitmesi gerekene yol gösteriyor ya da onlarla gidiyordu. Şimdi de hem tercümanlık hem de bir Suriye okulunda ve Tayvanlıların derneğinde öğretmenlik yapıyor. Vatandaşlık da aldık.
Dönmeyi düşünüyor muyuz?
Hep konuşuluyor “Suriyeliler dönecek mi?” diye… Geri dönenlerle konuşuyoruz, hepsinin durumu zor. Biz duyuyoruz da çevremizden, Suriye’de hiçbir şeye güven yok. Bir yakınımız Şam’a gitti. Burada yaşamı iyiydi, çocukları Türk okuluna gidiyordu, çok da başarılıydılar. Ama çocuklar Arapçayı unuttu, burada büyüdüler, şimdi de orada zorlanıyorlar. Bizim çocuklarımız da öyle. Arapçayı unuttular. Orada işimiz yok, evimizin ne durumda olduğunu bilmiyoruz. Çocuklar okullarını bitirdiğinde, savaş biterse dönebiliriz ama şimdi değil.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 29 Ocak 2020’de yayımlanmıştır.