[et_pb_section admin_label=”section”]
[et_pb_row admin_label=”row”]
[et_pb_column type=”4_4″][et_pb_text admin_label=”Text”]Mart 2020 itibariyle, tüm dünya tam olarak nasıl baş edeceğini bilmediği ve ne kadar süreceğini kestiremediği koronavirüs salgınıyla karşı karşıya. İnsanlar evlerine çekilirken, tüketim ve üretim azalıyor, işsizlik artıyor, hükümetlerin açıkladığı ekonomi paketlerinin ne kadar etkin olacağı henüz bilinmiyor.
London School of Economics öğretim üyelerinden Branco Milanovic, koronavirüs pandemisinin ekonomik yansımalarının, makroekonominin hemen çözüp halledeceği sıradan bir problem olmadığını, tam tersine, dünyanın şu anda küresel ekonomide kökten bir değişime tanıklık ettiğini düşünenlerden.
Talep yönetiminin aşamayacağı sorunlar
Milonoviç, Foreign Affairs dergisine yazdığı makalede, pandemiyle birlikte hem arz hem de talep açısından bir krize girdiğimizi söylüyor:
“Arz düşüyor; çünkü şirketler ya kapanıyor ya da çalışanlarının yeni koronavirüsün yol açtığı COVID-19 hastalığına yakalanmaması için iş yükünü azaltıyor. Nasıl bir fabrika savaşta bombalansa, düşük faiz oranları ilerleyen gün, hafta ve aylarda kaybedilen arzı telafi edemeyeceği gibi, şu anda da kaybolan arzı dengeleyemiyor.
Arz şoku, insanlar evlerine kapandığı için talepte yaşanan düşüşle birlikte daha kötü bir hal aldı. Herkesin normalde kullandığı mal ve hizmetler artık bulunmuyor. Ülke sınırlarını kapatıp hava trafiğini durdurduğunuzda, hiçbir fiyat ve talep düzenlemesi insanları uçmaya teşvik etmeyecektir. Enfeksiyon kapma ihtimalinden dolayı, insanlar restoranlara ve halka açık etkinliklere gitmekten korkuyorsa veya gitmeleri yasaklandıysa, talep yönetiminin arza çok ufak bir etkisi olacaktır. Hele ki halk sağlığı açısından, çok da istenilen bir etki bırakmayacaktır.”
Kendi kendine yeterlilik mi geliyor?
Milonoviç, dünyanın, doğal ekonomi veya ekonomik bakımdan kendi kendine yeterli olma da diyebileceğimiz ciddi bir değişim ihtimaliyle karşı karşıya olduğunu da anlatıyor:
“Söz konusu değişim, küreselleşmenin tam zıddı. Küreselleşme, eşit olmayan ekonomiler arasında iş bölümünü öngörürken; doğal ekonomiye dönüş, kendi kendine yeterliliğe işaret ediyor. Böyle bir dönüşüm, kesin olacak diye de bir şey yok. Şayet önümüzdeki altı ay veya bir yıl içinde ulusal hükümetler bu krizin üstesinden gelebilirse, tam zamanında teslimat yapan sıkı üretim zincirleri gibi bileşenlerin gözden geçirilmesi şartıyla, dünya tekrar küreselleşmeye yönelebilir.
Ancak kriz devam ederse, bu durum küreselleşmenin de sonunu getirebilir. Kriz ne kadar uzun sürerse, insan, mal ve sermayenin serbest dolaşımının önündeki engeller o kadar uzun sürecek, mevcut durum da gittikçe normal görünmeye başlayacaktır. Özel çıkarlar bu durumun devamını sağlarken, yeni bir salgın korkusu, kendi kendine yeterlilik taleplerini canlandıracaktır. Ekonomik çıkarlar ve sağlık kaygıları da bu noktada birbiriyle örtüşecektir. Normal şartlar altında milyonlarca insanın seyahat ettiğini düşündüğümüzde, ülkeye girişlerde pasaport ve vize kontrollerin yanı sıra sağlık belgesinin sunulması gibi basit gibi görünen bir uygulamanın getirilmesi bile küreselleşmeye geri dönüşe engel teşkil edecektir.”
Ayakta kalmanın yolu
Dördüncü ve altıncı yüzyıllar arasında Batı Roma İmparatorluğu’nun kendi kendine yeten özel bölgelere ayrılmasıyla, küreselleşmenin ilk çöküşünün yaşandığını anımsatan Milonoviç, o dönemde ticaretin bu bölgeler arasında mal fazlasının takası biçiminde yapıldığını anlatıyor ve şöyle devam ediyor:
“Mevcut krizde ise, belli bir alanda uzmanlaşmamış kimseler avantajlı konumda bulunuyor. Kendi besininizi ürettiğiniz takdirde ve devletin sağladığı elektrik, su gibi hizmetlere bağlı kalmadığınız müddetçe, yalnızca besin tedarik zincirindeki kırılmalardan değil, aynı zamanda enfeksiyon kapma riskinden de uzak olursunuz. Bu, aynı zamanda enfekte olmuş birisinin ürettiği besine ihtiyaç duymadığınızı veya evinizdeki bir şeyin tamiri için hasta olma ihtimaliyle gelen birine muhtaç olmadığınızı da gösterir. Kısacası, başkalarına ne kadar az ihtiyaç duyarsanız, o kadar güvendesiniz demektir. Özelleştirilmiş ekonomide avantaj olarak kabul ettiğimiz ne varsa, şu anda dezavantaja dönüşmüş durumda.
Doğal ekonomiye dönüş, yalnızca ekonomik baskıların değil, salgın hastalık ve ölüm korkusu gibi daha temel kaygıların bir sonucu olabilir. Bu nedenle de standart ekonomik tedbirler yalnızca geçici çözümler sunar. Hâlbuki söz konusu tedbirlerin, işini kaybeden, hiçbir güvencesi olmayan ve sağlık sigortası dahi bulunmayan kimselere güvenlik sağlaması gereklidir. Bu kimseler faturalarını ödeyemez duruma geldikçe, bankacılık krizlerinden evden çıkarılmalara kadar bir dizi problem de birbirini takip edecektir.”
Toplumsal çözülme uzak bir ihtimal mi?
Yazarın dikkat çektiği başka bir nokta da toplumsal çözülmenin sanıldığı kadar uzak olmayacağı ihtimali:
“Umudunu, işini ve mal varlığını kaybedenler, kendilerinden daha iyi durumda olanlara karşı düşman kesilebilecektir. Hâlihazırda Amerikalıların %30’unun hiçbir mal varlığı bulunmuyor. Bu krizden dolayı insanlar parasız, işsiz kaldıkça ve sağlık hizmetine erişemediği müddetçe, birçok kimse umudunu yitirip öfkelenecektir. Neticede, İtalya’da mahkûmların hapishaneden kaçması veya 2005 New Orleans’taki Katrina Kasırgası’ndan sonra gördüğümüz yağmalama vakaları gibi durumlar daha yaygın bir hal alacaktır. Ayaklanma veya kamu malına zarar gibi durumları bastırmak için devletlerin orduyu veya paramiliter birlikleri devreye sokması halinde, toplumlar da yavaş yavaş parçalanmaya başlayacaktır.
Tam da bu nedenle, mevcut ekonomi politikalarının temel amacı, toplumsal çözülmenin önüne geçmek olmalıdır. Gelişmiş toplumlar, iktisat politikasının en önemli rolünün bu olağanüstü baskı altında sosyal bağları güçlü tutmak olduğunun bilincine varmalı; ekonominin ve bilhassa finansal piyasaların servetinin bu gerçeği ört bas etmesine izin vermemelidir.”
Bu yazı ilk kez 26 Mart 2020’de yayımlanmıştır.
[/et_pb_row]
[/et_pb_section]