Radikal belirsizlik yaşadığımız bugünlerde hepimizin yanıtını merak ettiği sorular belli: İş yerleri tekrar açılacak ve yeniden istihdam sağlanacak mı? Dünya görülmedik bir ekonomik krize mi girecek? Eskisi gibi seyahat edebilecek miyiz? Merkez bankaları ve hükümetlerin aktardığı paralar ağır ekonomik durgunluğun önüne geçebilecek mi?
Şimdilik kesin olan tek şey, pandeminin siyasi ve iktisadi güç mekanizmalarında etkisi sonradan hissedilecek kalıcı değişikliklere yol açacak olması.
Geçirdiğimiz bu köklü dönüşümü daha iyi anlamak için Foreign Policy dergisi içlerinde iki Nobel Barış ödüllü iktisatçının da olduğu önde gelen dokuz düşünüre pandemi sonrası ekonomik ve finansal düzene dair tahminlerini sordu. Fikir Turu olarak biz de bu görüşlerin özetini Türkçeye çevirerek sunuyoruz.
Joseph E. Stiglitz, Nobel ödüllü ekonomist:
Küreselleşme ile kendi kendine yeterlilik arasında daha iyi bir denge kurmalıyız
Ülkelerin gıda ve enerji güvenliği politikaları izlemesi gerektiği çağrısına iktisatçılar pek kulak asmamışlardı. Çünkü sınırların anlamını kaybettiği küresel bir dünyada, kendi ekonomimizde bir şeyler ters gittiğinde daima başka ülkelerden yardım istemenin bir yolu olduğunu düşünüyorlardı. Tüm ülkelerin yüz maskelerinden tıbbi malzemelere kadar kaynak temini sıkıntısı çektiği şu günlerde, sınırlar birdenbire önem kazandı. Koronavirüs krizi, ulus devletin siyasi ve ekonomik açıdan temel aktör olduğunu tekrar hatırlatmış oldu.
Görünürde etkili tedarik zincirlerimizi kurmak üzere, her bir zincirde en düşük maliyetli üreticiyi bulmak için dünyayı araştırdık. Yalnız, böylesine dirençsiz, yeterince çeşitlendirilmemiş ve kesintilere karşı savunmasız bir sistem kurarken aslında basiretsizce davrandık. Az veya hiç mal stokunun olmadığı tam zamanında üretim ve dağıtım küçük problemlerin üstesinden gelebilirken; şimdi geldiğimiz noktada beklenmedik bir sorun karşısında sistemin nasıl alt üst olduğuna şahit olduk.
Hâlbuki 2008 finansal krizinden çıkaracağımız ders, ekonomide dirençliliğin önemini kavramak olmalıydı. Görünüşte etkili ve küçük şokların etkisini yok edebilen, birbirine bağlı finansal bir düzen inşa etmiştik; fakat ne yazık ki bu düzen, sistemsel açıdan kırılgan bir yapıya sahipti. Hükümetlerin geniş çaplı kurtarma paketleri olmadığında emlak balonu patladığından bu sistem de çökecekti. Görünen o ki, 2008’deki ders bir kulağımızdan girip diğerinden çıkmıştı.
Bu pandeminin ardından inşa edeceğimiz ekonomik sistem daha öngörülü, dirençli ve ekonomik küreselleşmenin siyasi küreselleşmeyi geride bıraktığının farkında olan bir sistem olmalı. Ancak bu sayede, ülkeler bir yandan küreselleşmenin avantajlarından yararlanırken diğer yandan da kendine yeterli hale geleceklerdir.
Robert J. Shiller, Yale Üniversitesi:
Risk paylaşımına olanak sağlayan yeni uluslararası örgütler kurmalıyız
Bilhassa savaş zamanlarında köklü değişimler olur. Her ne kadar karşımızda şu an yabancı bir güç yerine, düşman olarak bir virüs bulunsa da COVID-19 pandemisi, köklü değişikliklerin önünü açacak savaş benzeri bir ortam yarattı.
Savaş zamanları, tıpkı bu virüs gibi ortak bir düşman hâsıl olduğunda, yalnızca aynı ülkeden değil farklı ülkelerden insanları da bir araya getirir. Gelişmiş ülkelerdeki insanlar, benzer duyguları paylaştığı yoksul ülkelerdeki kimselere karşı daha fazla sempati duyabilir. Bu salgın, sayısız Zoom toplantılarıyla da bizleri bir araya getiriyor. Dünya birdenbire daha küçük ve samimi bir hal almış oldu.
Pandemi aynı zamanda, daha büyük eşitsizliklere meydan vermemek için etkili tedbirlerin alınması gibi, bu sorunla baş etmek üzere yeni yöntem ve kuruluşların oluşturulması için bir zemin yaratmış oldu. Kim bilir, belki de hükümetlerin açıkladığı acil önlem paketleri, evrensel bir temel gelirin oluşması için ilk adım sayılabilir. Bu kriz, Amerika Birleşik Devletleri’nde daha iyi ve evrensel bir sağlık sigortasının ardındaki itici gücü oluşturabilir. Bu savaşta hepimiz aynı cephede olduğumuza göre, ülkeler arasında risk paylaşımına olanak sağlayan yeni uluslararası örgütlerin kurulması için bir adım atabiliriz. Bu savaş atmosferi son bulduğunda, kurulan yeni örgütler var olmaya devam edecektir.
Gita Gopinath, Uluslararası Para Fonu Baş Ekonomisti:
Asıl risk, korkularımızın siyasi amaçlar uğruna istismar edilmesidir
Acı veren can kayıpları, küresel tedarik zincirlerinin kırılması, dost ülkeler arasında tıbbi malzemelerin gönderiminin sekteye uğraması ve 1930’lardan bu yana yaşanan en derin küresel ekonomik daralma gibi bir dizi olayın üstünden yalnızca birkaç hafta geçtikten sonra açık sınırların zayıf noktaları da su yüzüne çıkmış oldu.
İnsanlar belki de kendi risklerini yeniden gözden geçirip, belirsiz bir süre için seyahatlerini kısıtlama yoluna gidecekler. Böylelikle 50 yıldır yükselen uluslararası hareketlilik de tersine dönmüş olacak.
COVID-19 krizinden önce de küresel ekonomiye olan destek azaldığından, bu pandemi büyük olasılıkla küreselleşmenin fayda ve maliyetlerinin gözden geçirilmesini hızlandıracaktır. Bu küresel tedarik zincirlerinin parçası olan firmalar, karşılıklı bağımlılık ve kesintilere bağlı büyük kayıpları ilk elden tecrübe eden yerler oldu. Söz konusu firmalar, gelecekte kuyruk risklerini daha kapsamlı bir şekilde analiz edebilir, bu da daha yerel ve dayanıklı tedarik zincirlerinin oluşmasına yol açabilir. Küreselleşmeyi sermaye akımlarına karşı istikrarlı bir açılımla benimseyen yükselen piyasalarda, söz konusu ülkeler ani ekonomik düşüşlerin yaratacağı istikrar bozucu etkilere karşı kendini korumaya çalışacağından, sermaye kısıtlamalarının yeniden devreye gireceğini düşünüyoruz.
İnsanların ve şirketlerin kendi çıkarlarını göz önünde tutarak küreselleşmeye sırt çevirmesiyle birlikte asıl tehdit, bazı siyasi karar alıcıların açık sınırlara yönelik var olan korkuları istismar etmesinden kaynaklanacaktır. Bu sayede, kendine yeterlilik kılıfı altında ticarete korumacı ve kısıtlamalar getirecek ve halk sağlığını gözetme bahanesiyle insanların dolaşımını kısıtlayabileceklerdir. Bunun önünü almak ve 50 yıldan daha uzun bir zamanda kolektif çabalarla inşa edilen uluslararası birlik ruhunu canlandırmak şimdi küresel liderlerin elindedir.
Carmen Reinhart, Harvard Üniversitesi Uluslararası Finansal Sistem Profesörü
Küreselleşmeye son bir darbe daha
Birinci Dünya Savaşı ve 1930’ların başındaki küresel ekonomik buhran, bir önceki küreselleşme dönemine ölümcül bir darbe vurmuştu. Ticaret engelleri ve sermaye kontrollerinin yeniden devreye girmesinin yanı sıra, ülkelerin yüzde 40’ından daha fazlasının borçlarını ödeyememesi bu ülkelerin 1950’lere kadar veya daha sonraki yıllarda da küresel sermaye piyasalarına girmesini engellemiş, bu da küreselleşmenin adeta sonu olmuştu. İkinci Dünya Savaşı son bulduğunda, Bretton Woods para sistemi, iç finansal baskılanmayla sermaye akışları üzerinde geniş çaplı kontrolleri birleştirerek önceki küresel ticaret ve finans dönemiyle çok küçük bir benzerlik sergilemiştir.
Pandeminin tetiklediği iktisadi durgunluk daha ağır ve uzun süreli olabilir ve 1930’larda olduğu gibi borcunu ödeyemeyen devletlerin sayısı birden artabilir.
Modern küreselleşme döngüsü, 2008-2009 finansal krizinden günümüze Avrupa borç krizi, Brexit ve ABD-Çin arasındaki ticaret savaşı gibi bir dizi sorunla karşı karşıya kaldı. Çoğu ülkede popülizmin yükselişe geçmesi, yurt içi ekonomiye öncelik verilmesi gibi bir yönelimi de beraberinde getirdi.
Koronavirüs pandemisi, 1930’lardan bu yana gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeleri aynı anda etkileyen ilk kriz olma özelliğini taşıyor. Ekonomilerdeki gerileme ağır ve uzun süreli olabilir. 1930’larda olduğu gibi borcunu ödeyemeyen devletlerin sayısı birden artabilir. Ticareti ve sermaye akışlarını sınırlandırma çağrıları olgunlaşmak için böyle kötü zamanlarda kendine uygun bir zemin bulabilir.
Uzun bir süre devam edecek olan koronavirüs pandemisi kontrol altına alındıktan sonra bile, salgın öncesi küresel tedarik zincirleri ve uluslararası seyahatin güvenilirliğine yönelik şüpheler ile dirençlilik ve kendine yeterlilik kaygıları varlığını sürdürmeye devam edecektir. Her ne kadar koronavirüs sonrası inşa edilecek olan finansal yapı bizleri Bretton Woods sisteminin küreselleşme öncesi dönemine götürmeyecek olsa da, bu krizin uluslararası ticaret ve finansa verdiği zarar yüksek ihtimalle uzun süreli ve geniş kapsamlı olacaktır.
Adam Posen, Peterson Uluslararası Ekonomi Enstitüsü Başkanı:
Ekonomik milliyetçilik giderek devletleri kendi ekonomilerini dünyanın geri kalanından kapatmaya yönlendirecek
Pandemi dünya ekonomisinde önceden var olan 4 durumu daha da kötüleştirecek. Büyük operasyonla bunları geri döndürmek mümkün ama böylesi bir müdahale olmazsa şartlar kronik hale gelebilir ve zarar verebilir. Bu koşulların ilki, uzun dönem iktisadi durgunluk: Yani düşük verimlilik artışı, özel yatırımların getiri vermemesi ve neredeyse deflasyon koşularının bir bileşimi… İnsanlar riskten kaçınır ve pandemi sonrası daha fazla tasarruf ederse, bu durum daha da derinleşerek talep ve inovasyonu sürekli olarak zayıflatır.
İkincisi, zengin ülkeler (birkaç yükselen pazarla birlikte) ile dünyanın geri kalanı arasındaki kriz elastikiyeti uçurumu daha da genişleyecektir.
Üçüncüsü, kısmen güvene kaçışın sonucu olarak ve gelişmekte olan ülkelerin bariz risklerinden ötürü, dünya ticaretin finansmanında ABD dolarına aşırı bağımlılığını sürdürecektir. ABD yatırımlar için daha az cazip hale gelse de cazibesi dünyanın büyük bölümüne nazaran artacaktır. Bu da sürekli memnuniyetsizliğe yol açacaktır.
Son olarak, ekonomik milliyetçilik giderek devletleri kendi ekonomilerini dünyanın geri kalanından kapatmaya yönlendirecektir.
Eswar Prasad, Cornell Üniversitesi Ticaret Politikası Profesörü:
Dünya kurtuluş için yüzünü merkez bankalarına döndü hem de her zamankinden fazla…
Pandeminin biçimlendirdiği ekonomik ve mali katliam, dünya ekonomisi üzerinde derin izler bırakabilir. Merkez bankaları kendi kurallarını bir kenara bırakarak adımlar attılar. ABD Merkez Bankası, finansal piyasaları varlık alımlarıyla destekledi ve diğer merkez bankalarına dolar likiditesi sağladı. Avrupa Merkez Bankası, avroyu desteklemek için “sınır koymayacağını” ilan edip büyük miktarda devlet ve şirket tahvili ile diğer varlıkları satın alacağını açıkladı. İngiltere Merkez Bankası kamu harcamalarını doğrudan finanse ediyor. Hindistan Merkez Bankası gibi bazı yükselen piyasalarda bile merkez bankaları tüm riskleri yok sayıp olağanüstü önlemler almayı düşünüyor.
Eskiden ihtiyatlı ve muhafazakâr olarak kabul edilen merkez bankası yöneticileri, çeviklik, cesaret ve yaratıcılıkla hareket edebileceklerini gösterdiler.
Siyasi liderler sınır ötesi eşgüdüme sıcak bakmasa bile merkez bankacılar birlikte uyum içinde hareket edebilirler.
Merkez bankaları, ekonomik ve mali krizlere karşı şimdi ön ve ana savunma hattına yerleştiler. Bu konumda uzun süre kalacaklar. Bu muazzam yeni rolün üzerlerine yükleyeceği gerçekçi olmayan sorumluluklar ve beklentiler onları kızdırabilir.
Adam Tooze, Columbia Üniversitesi Avrupa Enstitüsü Direktörü ve Tarih Profesörü:
Normal ekonomi asla geri dönmez
Sokağa çıkma yasakları başladığında, dürtüsel olarak tarihsel benzetmeleri arandı. 1914, 1929 veya 1941’e mi geri dönülüyordu? O zamandan beri, her zamankinden daha fazla ön plana çıkan konu, yaşadığımız şokun tarihsel olarak yeni olup olmadığı… Gün ışığına çıkan yeni bir şey var. Ve bu çok korkutucu…
Ekonomik düşüş hesap edilenin ötesinde. Birçok ülke daha önce hiç olmadığı kadar derin ve zalim bir ekonomik şokla karşı karşıya. Zaten çevrimiçi rekabetin şiddetli baskısı altında olan perakendecilik gibi sektörlerde, geçici sokağa çıkma yasakları ölümcül olabilir. Birçok mağaza yeniden açılmayacak, çalışanları kalıcı olarak işlerini kaybedilecek. Milyonlarca işçi, küçük işletme sahibi ve aileleri felaketle karşı karşıya… Sokağa çıkma yasakları ne kadar uzun sürerse, ekonomideki yaralar o kadar derin olur ve iyileşme o kadar uzun sürer.
Ekonomi ve finans hakkında bildiğimizi düşündüğümüz şey kökünden sarsıldı. 2008 mali krizinin yarattığı şoktan beri, radikal belirsizliğin hafife alınmaması gerektiği çok konuşuldu. Artık gerçek radikal belirsizliğin neye benzediğini biliyoruz.
II. Dünya Savaşı’ndan bu yana toplamda en büyük mali canlandırma çabasına tanık oluyoruz, ancak ilk turun yeterli olmayacağı açık. Merkez bankaları benzeri görülmemiş akrobasi hareketleri yaparken, bu eylemler hakkında birkaç yanılsama var. Tarihte birikmiş borçlarla başa çıkmak için köklü seçenekler bulunuyor. Bunlar arasında enflasyonda küçük sıçramaya izin vermek veya planlı biçimde kamu borçlarını temerrüde düşürmek (merkez bankaları kontrolündeki kamu borçlarını etkiliyorsa göründüğü kadar sert olmayacaktır) önerilebiliyor.
İşletmelerin ve hane halklarının tepkisi riskten kaçınma ve güvenli limanlara sığınmak olursa durgunluk artacaktır. Krizin biriktirdiği borçlara kamunun tepkisi kemer sıkma olursa durum daha da kötüleşir. Bunun yerine krizden çıkmaya liderlik yapabilecek daha aktif, daha vizyon sahibi bir hükümeti göreve çağırmak daha mantıklı olacaktır. Fakat asıl soru, bu hükümetin ne şekilde oluşacağı ve hangi siyasi güçlerin bu hükümeti denetleyeceğidir.
Laura D’Andrea Tyson, Berkeley’deki California Universitesi Haas İşletme Okulu Profesörü:
İşini kaybedenlerin çoğu asla geri alamayacak
Salgın ve sonrasındaki nekahet dönemi, halen sürmekte olan dijitalleşme ve otomasyon sürecini hızlandıracaktır. Bu süreç son 20 yılda yüksek vasıflı işleri arttırırken, orta vasıflı işlerin sayısının azalmasına yol açtı ve ortalama ücretlerin yerinde saymasına katkıda bulunarak gelir adaletsizliğini artırdı.
Pandeminin yol açtığı ekonomik kaymaların hızlandırdığı talepteki değişimler, GSYİH’nın gelecekteki kompozisyonunu da değiştirecek. Hizmetlerin ekonomideki payı artmaya devam edecektir. Ancak, dijitalleşme bu hizmetlerin organize edilmesi ve sunulma şeklindeki değişiklikleri yönlendirdiğinden, bireysel hizmetlerin perakende, konaklama, seyahat, eğitim, sağlık ve kamu sektörlerindeki payı azalacaktır.
Birçok düşük ücretli, düşük vasıflı, yüz yüze hizmet işi, özellikle küçük firmalar tarafından sağlananlar, ekonominin iyileşmesinden sonra geri dönmeyecektir. Bununla birlikte, emniyet, itfaiye, sağlık, lojistik, toplu taşıma ve gıda gibi temel hizmetleri sağlayan işçiler daha fazla talep görecek, yeni iş fırsatları yaratacak ve bu geleneksel olarak düşük ücretli sektörlerde maaşları artırma ve sosyal yardımları iyileştirme baskısını artıracaktır. Kriz, standart dışı, güvencesiz istihdamın (yarı zamanlı veya geçici işçilerle birden fazla işveren ile çalışanlar) büyümesini hızlandıracaktır. Bu durum, işçilerle birlikte hareket eden, “taşınabilir” bir sosyal yardım sistemlerinin ortaya çıkışına yol açarken işveren tanımını genişletecektir. Yeni işlerde gerekli becerileri sağlamak için dijital olarak sunulan yeni düşük maliyetli eğitim programlarının uygulanması gerekecektir. Pek çok kişinin aniden uzaktan çalışmaya bağımlı hale gelmesi, ekonomik faaliyetin hızlanan dijitalleşmesini sağlamak için Wi-Fi, geniş bant ve diğer altyapının önemli ve kapsayıcı bir şekilde genişlemesinin gerekli olacağını bize hatırlatmıştır.
Kishore Mahbubani, Singapur Ulusal Üniversitesi Asya Araştırmaları Enstitüsü üyesi:
Daha Çin merkezli bir küreselleşme
COVID-19 salgını, daha önce başlamış bir değişimi hızlandıracak: ABD merkezli küreselleşmeden daha Çin merkezli bir küreselleşmeye geçiş…
Amerikan halkı küreselleşme ve uluslararası ticarete olan inancını yitirdi. Serbest ticaret anlaşmaları ABD Başkanı Donald Trump ile veya ABD olmadan da zehirlidir. Buna karşılık Çin, küreselleşme ve uluslararası ticarete olan inancını yitirmedi. Çinli liderler şimdi, Çin’in 1842’den 1949’a kadar olan utanç yüzyılının, kibirlerinin ve liderlerinin dünyadan koparmak için nafile çabalarının bir sonucu olduğunu iyi biliyorlar. Buna karşılık, son birkaç on yıllık ekonomik canlanma dünyaya daha fazla açılmanın bir eseridir. Çin halkı da kültürel güven patlaması yaşadı. Her yerde rekabet edebileceklerine inanıyorlar.
Yeni kitabımda (“Has China Won?” – Çin Kazandı mı?) da belirttiğim üzere, ABD’nin iki seçeneği var. Birincil hedefi küresel üstünlüğünü korumaksa, Çin ile siyasi ve ekonomik olarak sıfır toplamlı, yani kimsenin kazanamayacağı bir jeopolitik yarışmaya katılmak zorunda kalacak. Bununla birlikte, ABD’nin hedefi, sosyal durumu kötüleşen Amerikan halkının refahını iyileştirmekse, Çin ile iş birliği yapmalıdır. Makul olan iş birliğinin daha iyi bir seçim olacağını önermektir. Bununla birlikte, ABD’de Çin’e yönelik düşmanca siyasi yaklaşım göz önüne alındığında, makul tavsiyeler boşa gidebilir.
Bu yazı ilk kez 16 Nisan 2020’de yayımlanmıştır.