Son zamanlarda yapay zekâ araçları sürekli bizimle olan birer asistan gibi. Her türlü soruya —cevabı yeterli bulunsun ya da bulunmasın— yanıt verebiliyorlar. Peki, özellikle gençlerin hayatlarının her alanında kullanmaya başladıkları bu araçlar bizi korkutmalı mı? Teknoloji, kültür ve insan bağlantısının kesişim noktaları hakkında yazan, Harvard Üniversitesi öğretim üyesi Rhea Tibrewala, Psyche internet sitesinde yayımlanan yazısında, kendi gözlemlerinden yola çıkarak gençlerin yapay zekâ araçlarını nasıl kullandıklarını, sınırlar çizip çizemediklerini ve tüm bunların nasıl bir değişime işaret ettiğini anlatıyor.
Yazının bazı bölümlerini aktarıyoruz:
“Bir eğitmen olarak, öğrencilerin yapay zekâyı bir araçtan fazlası olarak nasıl kullandıklarına tanıklık ediyorum. Bu, hepimizin yakında karşı karşıya kalacağı psikolojik bir değişim. Mesela bir öğrencim, ‘ChatGPT hoşlandığım çocuğun karışık sinyaller gönderdiğini düşünüyor’ dedi. Şaşırmış olmalıyım ki hemen ekledi: ‘Bunun saçma olduğunu biliyorum. Ama mesajlarımızı kopyalayıp gerçekte ne demek istediğini soruyorum.’ Hatta daha az hevesli, daha mesafeli görünecek bir cevap yazmak için bile ondan yardım istediğini itiraf etti: ‘Aşırı tepki verdiğimi düşünmemek amacıyla kullanıyorum.’ O anda, yapay zekâdan ne yapması gerektiğini söylemesini istemediğini fark ettim. Daha fazla kontrol sahibi olduğunu hissetmesine yardım etmesini istiyordu.
400’den fazla üniversite öğrencisiyle aynı yurtta kalan bir öğretim üyesi olarak, paylaşmaya ne kadar istekli olduklarına her zaman şaşırmışımdır. Göreve başlarken dersler, zaman yönetimi ve belki de gece geç saatlerde yaşanacak ödev krizleri hakkında konuşacağımızı tahmin ediyordum. Ama her şey hakkında konuştuğumuzu gördüm: Ayrılıklar, arkadaşlıklar, korkular ve ailevi gerginlikler.
Benim rolüm sakin ve güvenilir bir şekilde öğrencilerin kendi sonuçlarına varmalarına yardımcı olmak. Sorular soruyor, bakış açıları sunuyor, kendi belirsizlikleri içinde onlara rehberlik etmeye çalışıyorum. Ancak son zamanlarda bu konuşmalarda yeni bir varlık fark ettim: Öğrenciler düşüncelerini sadece bana değil, yapay zekâya da yönlendiriyorlar.
İlk başta, yapay zekâ araçlarını sadece okumaları özetlemek, müfredat taslağı çıkarmak ve diğer pratik görevler için gelişigüzel kullandıklarını varsaydım. Ama giderek bambaşka bir şey gözlemliyorum. ChatGPT gibi araçlar, tanıdığım genç yetişkinler için duygusal birer arkadaş gibiler; iç dünyalarında yalnızca bir üretkenlik kısayolu olmaktan çıkıp aktif bir katılımcıya dönüşüyorlar.
Yapay zekâ ile birlikte düşünmek
Bu geçici bir trend olarak görülebilir ama yapay zekânın benimsenme hızı ve yaygınlığı benzersiz. (…) İleri yaştaki yetişkinler yapay zekâyı yalnızca bir araç olarak görürken; öğrenciler onu günlük yaşamlarına dahil ediyor, (…) onunla birlikte yaşamayı ve düşünmeyi de öğreniyor.
Örneğin Felipe adlı bir öğrenci, yapay zekânın terapisti olduğunu söylüyor. Uzun süredir meditasyon yapan Felipe, ChatGPT’yi rol modellerini (örneğin sinir bilimci ve filozof Sam Harris) taklit etmeye teşvik ediyor ve ona nasıl daha fazla anda kalabileceğini veya huzursuz anlarda nasıl tepki verebileceğini soruyor.
Yardımcı robotlar bir süredir piyasada, ancak Felipe ChatGPT’yi tercih ediyor. Belki de daha erişilebilir hissettirdiği için: Terapiye gitmekten ziyade, tarafsız ve her zaman ulaşılabilir bir sesle konuşmak gibi. Genel olması, ona güvenmeyi kolaylaştırıyor. Öğrenciler bunu resmi bir müdahale olarak değil, kendi düşüncelerinin bir uzantısı olarak görüyorlar.
Felipe, modelin sıklıkla daha önce hiç düşünmediği bakış açılarını paylaştığını söyleyerek, ‘Kararlara daha rasyonel yaklaşmama yardımcı oluyor’ diyor. Yapay zekânın dinlediği, hatırladığı ve duygusal bir şekilde yanıt verdiği bu tür bir etkileşim, yardım ile yakınlık arasındaki çizgiyi bulanıklaştırıyor.
Merak ettiğimden, ChatGPT’ye bir öğrencinin sorabileceği türden bir soru sormayı denedim: ‘Kendimi sürekli sorguluyorum; aşırı tepki verip vermediğimi nasıl anlarım?’
Cevabı soğuk ya da yargılayıcı değildi. Bunun yerine, sorumu parçalara ayırdı: ‘Duraksa ve duyguyu adlandır… Öfke, korku, utanç, hayal kırıklığı? Adlandırmak, duyguyu tepkiden ayırmana yardımcı olur.’ Daha uzun vadeli bir bakış açısı benimsememi önerdi: ‘Bir hafta, bir ay, bir yıl sonra bu senin için hâlâ önemli olur muydu?’ Aynı durum bir arkadaşımın başına gelseydi nasıl yaklaşacağımı hayal etmemi istedi. Son olarak, küçük ve rahatlatıcı bir dürtü sundu: ‘Derinlemesine düşündüğün için “aşırı” değilsin…’ Bir makineyle değil, bir arkadaşla, güvendiğim bir sırdaşla konuşuyormuşum gibi hissettim. (…)
Ancak bu rahatlığın gizli bir bedeli olabilir. Özellikle de bir yapay zekâ arkadaş, iyi bir arkadaş veya terapistin yapabileceği gibi kişinin varsayımlarını sorgulamak yerine, çok sık onaylıyorsa. Felipe, kişisel bilgiler söz konusu olduğunda, yapay zekânın bazen sadece bir araç olduğunu unutmanın kolay olduğunu kabul ediyor. (…)
Felipe’nin hikâyesinde beni etkileyen, yalnızca yapay zekâ karşısındaki rahatlığı değil, aynı zamanda bunun kendi neslinin yapısına nasıl da uyduğu. COVID-19 yıllarını; çevrimiçi derslerin, saatlerce ekran başında olmanın ve algoritma odaklı akışlara sürekli maruz kalmanın, yapılandırılmamış zamanın ve yüz yüze sohbetin yerini aldığı dönemi hatırlıyor. Öğrenme konusunda meydana gelen bu çarpıcı değişim ve teknolojinin hızla benimsenmesi, kendisinin ve birçok akranının dünyayla etkileşim kurma biçimini şekillendirdi. Hikâyesi, daha geniş bir psikolojik değişime işaret ediyor: Makinelerin giderek daha insani hissettiği ve benliğin giderek daha dijitalleştiği bir zamanda, nasıl düşünüleceğini, odaklanılacağını ve ilişki kurulacağını yeniden öğrenen bir nesil.”
Belirsizlik ortadan kalkıyor mu?
Yazar, yapay zekâ araçlarının bilgiye, farklı bakış açılarına ve günlük desteğe sürekli erişim sağladığını ancak aynı zamanda büyümeyi destekleyen mücadeleyi de kolaylaştırdığını belirtiyor: “Her şüphe anında giderilebiliyorsa veya her karar yardımsever bir makine tarafından kolayca verilebiliyorsa, belirsizlikle boğuşmanın karmaşık ve dolambaçlı sürecine ne olacak?
Bu gerilim, günde birkaç kez ChatGPT kullanan hevesli senarist Charisma örneğinde açıkça görülüyor. Şehirde yürürken yüksek sesle onunla konuşuyor ve merakını uyandıran şeyler soruyor. Üniversitede kendisine dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu (DEHB) teşhisi konan Charisma da, Felipe gibi, aracı sözde terapist olarak kullanıyor ve ilaç etkileri veya düşünce kalıpları hakkında sorular soruyor. Bu anlarda, yapay zekânın hayatının en mahrem köşelerine girmesine izin vermekten son derece memnun.
Ancak konu yaratıcı çalışmalarına geldiğinde bir sınır çiziyor. Tempoyu veya yapıyı kontrol etmek için ara sıra bir metni ChatGPT’den geçirse de, en duygusal katmanlarını girmeyi reddediyor. ‘Bir türlü ayrıntıya giremiyor’ diyor. Dahası, bir gün yaratmayı umduğu eseri metalaştırabilecek bir sistemi istemeden eğitmekten endişe ediyor.
Charisma’nın deneyimi, bir kişinin zihninin bir uzantısı olarak yapay zekâyı nasıl kucaklayıp, benliğinin en insani hissettiren kısımlarını nasıl da koruyabileceğini gösteriyor. Onun gibi gençler, yapay zekânın kullanımı yaygınlaştıkça, neye dokunmasına izin verip neye vermeyeceğimize karar vermemiz gerektiğini öğretiyor olabilir.
İçsel diyaloglar dışsallaşıyor
Bu hikâyelerde görülen değişim, sadece teknolojik değil, psikolojik. Yapay zekâ düşünme sürecine katılmaya başlıyor. İlk bakışta bu sadece daha yüksek bir ‘yardım’ seviyesi gibi görünebilir. Ama bence daha derin bir şey oluyor: Özel, içsel diyalog dışsallaşıyor ve bir makineyle birlikte şekilleniyor. Yapay zekâ, işleri çözdüğümüz alana giriyor.
Bu, doğası gereği iyi ya da kötü olmayabilir. Ancak yeni bir durum ve gençlerin buna ne kadar doğal bir şekilde uyum sağladığı dikkat çekici. Konuştuğum öğrencilerin çoğu, bu değişimi bir miktar öz farkındalıkla, sınırlar çizerek ve yapay zekâya aşırı bağımlı olmamaya çalışarak yönetiyor gibi görünüyor. Ancak herkes bu kadar düşünceli olmayacak. Yapay zekânın düşüncemizde daha büyük bir rol oynadığı makul bir gelecekte, belki de en önemli beceri teknolojik akıcılık değil, tutunduğumuz şeylere (bizi biz yapan düşünce yapılarımıza) bağlı kalma kabiliyeti olacaktır.
Öğrencilerin yapay zekâdan beklentileri, benden beklediklerinden çok da farklı değil. Muğlak düşünceler, belirsizlikler, yüksek sesle söylemeye hazır olmadıkları şeyler… Kendilerini daha net duymalarına ve hissetmekten anlamaya geçmelerine yardımcı olacak sorular soruyorum. Yapay zekâ da giderek daha akıllı veya bilge olduğu için değil, ulaşılabilir olduğu için bu role bürünüyor. Yargılamadan, usanmadan yanıt verdiği için tercih ediliyor. Ve tıpkı iyi bir fikir danışmanı gibi, yalnız düşünmediğinizi hissetmenize yardımcı olduğu için.
Öğrencilerin üniversitede kurduğu insani ilişkilerinde hâlâ yeri doldurulamaz bir şey olduğuna inanıyorum: Zorlu meseleleri çözmek için yüz yüze geçirilen sessiz saatler. Ama aynı zamanda bu yeni arkadaşın çekiciliğini de görüyorum. Soru şu: Onun nasıl bir varlık göstermesini istiyoruz? Rahatlamak, düşünmek veya tavsiye almak için ne kadar çok yapay zekâya yönelirsek, hem başkalarıyla hem de kendimizle bağlantı kurmanın yavaş, karmaşık ve son derece insani boyutunu atlatmak o kadar kolaylaşır. Yapay zekâ bu ilişkilerin yerini tamamen alamayabilir, ancak bazı yönlerden onları yerinden edebilir ve dışa açılmak yerine içe kapanmayı kolaylaştırabilir. Soru bu yüzden önemli. Öğrenciler kapımı çaldığında, eski usulle onları dinlemeye devam edeceğim. Bazen benim, bazen yapay zekânın söylediklerini dikkate alacaklar. Düşünceli olursak, belki ikisine de yer vardır.”
Bu yazı ilk kez 8 Ekim 2025’te yayımlanmıştır.
