1990’lı yıllarda yoksullukla mücadele, tarım, suya erişim, doğal kaynakların ve çevrenin korunması gibi konular önem kazandı. Tüm bu sorunların çözümü için, sürdürülebilir kalkınma temeline dayanan yaklaşımlar önerildi.
Fakat o zamandan beri geçen zamanda, kentlerde yaşayan nüfus da arttı. Günümüzde dünya nüfusunun yarısından fazlası kentlerde yaşıyor, Türkiye’de ise 2023 yılı itibariyle nüfusun yüzde 93’ü kentlerde yaşıyor. Kentlerde nüfus arttıkça, doğal alanlar ve tarım alanları tahrip oluyor. Gıda ihtiyacı ve yoksulluk artıyor.
Bütün bunlar, kent içinde ve çevresinde bitki ve hayvan yetiştiriciliği yapılmasını, yani kentsel tarımı zorunlu kılıyor. Zira, çevresel sürdürülebilirliğin sağlanabilmesi, tarımsal alanlardaki baskının azaltılabilmesi ve gıda üretiminin sürdürülebilir olabilmesi için, kentsel tarıma ihtiyaç var.
Kent içinde yeşil alanların artmasından hava kirliliğinin azalmasına, iklim değişikliği ile mücadeleye katkı sağlamasından bio-çeşitliliği zenginleştirmesine kadar, kentsel tarımın birçok çevresel, sosyal ve ekonomik faydaları var.
Ayrıca pandemi sırasındaki kapanma dönemlerinde, farklı bölgelerden elde edilen gıda maddelerinin kentlere ulaştırılması gibi sorunlar, kentsel tarımın önemini artırdı.
Kentsel alanlarda gıda üretimini artırmayı hedefleyen kentsel tarım, kentlerin kendi kendilerine yetebilmelerine katkı sağlayacağı gibi, ulaşımdan kaynaklanan masrafları da ortadan kaldırarak, ucuz gıdaya erişimi de kolaylaştırır.
Ayrıca kentsel tarım faaliyetleri, toplumun farklı kesimlerini bir araya getirerek, insanların sosyalleşmelerini sağlar ve kullanılmayan kentsel alanları, sermayeye dönüştürür.
Bahçe kentlerden kişiye tahsis bahçelere
Sanayi devrimi sonucunda, kırsaldan kente yaşanan yoğun göç, hem kentlerin kontrolsüz büyümesine, hem de etraflarındaki tarım alanlarının yerleşime açılmasına neden oldu. Bu süreç sonucunda, tarımın yapılamaz hale gelmesiyle, kentsel tarım arayışları başladı.
Sanayileşmenin kent ve tarım alanları üzerindeki olumsuz etkilerinin giderilmesi için, 19. yüzyılın sonlarında, Ebenezer Howard’ın Bahçe Kent (Garden City) yaklaşımı ortaya çıktı. Bahçe Kent yaklaşımı, kentin, merkezden çevreye doğru yayılmasını sağlayan, kent çeperlerinde tarımsal etkinliklere yer veren bir anlayış.
Kıtlığın yaşandığı savaş zamanlarında, gıda ihtiyaçlarını karşılayabilmek için, kent içi tarım yapılmasından esinlenilerek, Almanya’da 19. yüzyılda “kişiye tahsis bahçeler” oluşturuldu. Bu bahçeler, kentlere göç eden insanların, kendi yiyeceklerini yetiştirebilmeleri için düzenlendi. 2000’li yıllarda kentsel tarım artık kamusal politikaların bir parçası oldu.
Kentsel tarıma en fazla önem veren şehirlerden biri bugün Paris. Kentin parkları ve çatı bahçelerinde artık çeşit çeşit bitki ve ağaç bulunuyor.
Paris’te 15. Bölge’de bulunan Parc des Expositions’daki kentsel çiftlik, Avrupa’nın en geniş alana sahip kentsel tarım alanlarından biri. Paris Belediyesi, Agripolis ile NU Paris işbirliği ile bu projeyi gerçekleştirdi. Çatı bahçesi olarak tasarlanan kentsel çiftlik, 14 bin metrekare alana sahip ve mantar, çilek, domates, marul, turp, salatalık, patlıcan, aromatik bitkiler gibi sebzelerin üretimi yapılıyor.[1]
Endüstriyel tarımdan ekolojik tarıma Küba örneği
1980 yıllarında Küba’da, ülkeye uygulanan ambargo nedeniyle kıtlık yaşadı. 1989-1993 yılları arasında, Küba ekonomisi yüzde 35 oranında daraldı ve ülkedeki tarım üretimi yarıya düştü. 1990’ların başında, ithalat yeteneklerini tamamen kaybeden Küba, yaşamsal bir krizle karşı karşıya kaldı. Bu dönemde insanlar, fosil yakıtlara, gübre, tarım ilaçlarına erişemiyordu. Endüstrileşmiş tarım sektörü birkaç yıl içinde felç oldu. Halkın hayatta kalabilmesi için, kendilerine yetecek gıdaları üretebilmesi gerekiyordu.
Tüm bunlar Küba’yı, kentsel alanların içinde gıda üretimi yapmak ve tarım sektörünü yeniden örgütlemek zorunda bıraktı. Hükümet, makineler ve kimyasal ilaçların kullanıldığı tarımsal yöntemleri terk etmeyi ve insan gücüne dayalı olan küçük ölçekli tarıma yönelmeyi hedefledi. Kentsel Tarım Ulusal Hareketi başlatıldı. Kent bahçeleri, sistematik bir biçimde kentsel tarıma adapte edildi. Birkaç yıl içerisinde, kentlerde yeşil alanlar arttı, atıl durumda olan alanlar verimli tarım alanlarına dönüştü.
Kentte yaşayan insanlar, sadece kendi bahçelerinde değil, iş yerlerindeki boş arazilerde, kentte kullanılmayan alanlarda da tarım yapmaya başladılar. Fosil yakıtlara, gübre ve tarım kimyasallarına erişim olmaması toprağın kalitesinin artmasına ve üretilenlerin gıdaların organik olmasına yol açtı.
Yaşanan bu dönüşümü, kırsal-endüstriyel tarımdan ekolojik tarıma geçiş olanak nitelendirebiliriz. Şimdi artık, Havana’da tamamen organik tarımın yapıldığı 8000’den fazla bahçe var. Bu bahçeler, ülkenin gıda ihtiyacının neredeyse yarısını karşılıyor. Küba’da yapılan kentsel tarımda, köklü sebzeler, tahıl ve baklagiller, meyveler, yumurta ve inek sütü üretiliyor.
Yoksulluğa çare: Arjantin’de kentsel tarım
Kentsel tarımın olumlu yönde değiştirdiği başka bir şehir de Arjantin’in üçüncü büyük kenti Rosario.
Arjantin’de 2001 yılında yaşanan ekonomik kriz nedeniyle işsizlik artmış ve krizin en ağır vurduğu kentlerden biri de Rosario olmuştu. Kent sakinlerinin yarısından fazlası yoksullukla mücadele etmeye çalışıyor ve gıda ihtiyacını karşılayamıyordu. Kentteki yoksulluk, suç oranlarının artmasına ve süpermarketlerin yağmalanmasına neden oluyordu. Bu ekonomik kriz yetmezmiş gibi kent, iklim değişikliğinin de pençesindeydi. Anormal hava olayları yaşanıyor, sıcaklık normallerin üstüne çıkıyor ve kentte sel baskınları oluyordu.
Rosario Belediyesi, iklim değişikliği ve yoksullukla mücadele edebilmek için, Kentsel Tarım Programı geliştirdi. Bu program ile Rosario’da kullanılmayan ve terk edilmiş arazilerde halkın tarım yapması teşvik edildi. Bu program kapsamında kent genelinde, kimyasallar kullanılmadan agro-ekolojik üretime başlandı. Halka, tarım yapabilmeleri için malzemeler, araçlar, tohumlar verildi. Kentsel tarımda çalışan ve üretilen ürünleri pazarda satan insanların yaklaşık yüzde 65’i kadın. Yaklaşık 300 aileye de kentsel tarım yapabilmeleri için geçici arsa tahsis edildi. 2400’den fazla aileye ve 40 okula agro-ekolojik üretim konusunda eğitimler verildi, bu eğitimler sayesinde birçok aile, kendi sebze bahçelerini kurdu ve bu ailelerin gelirleri arttı. Belediye, kentte kentsel tarımın gelişmesi için, çiftçilerin ürünlerini satabilecekleri çeşitli pazarların kurulmasını sağladı.
Kent bahçelerinde biber, patlıcan, domates, pırasa, kabak, mısır, marul gibi sebzeler üretiliyor. Günümüzde, kentte 825 hektarlık alan, ekolojik kentsel tarım için ayrılmış durumda. Kentte, her yıl, 2500 ton meyve ve sebze üretimi yapılıyor. Ayrıca kentsel tarım, binlerce aileye iş imkanı sağlayarak diğer Latin Amerika ülkeleri için de örnek teşkil ediyor.[2]
Tokyo’da kentsel çiftlik: Pasona Head Quarter Binası
Ekilebilir tarım alanlarının az olduğu, şehirlerini gökdelenlerin kapladığı Japonya’nın başkenti Tokyo’daki dokuz katlı Pasona Head Quarter binası da, kentsel tarımın önemli örneklerinden biri.
Bir insan kaynakları şirketi olan Pasona, elli yıllık bir binayı satın alarak, burada eko-ofis ve kent çiftliği kurdu. Bu bina, dış cephesindeki portakal ağaçları sayesinde portakal da dahil olmak üzere, çalışanları için yiyecek üreten bir proje olarak geliştirildi. Binada 200 tür meyve, sebze, pirinç içeren 43 bin metrekarelik tarım arazisi bulunuyor.
Binada aynı zamanda, kentsel tarım ile ilgili eğitimler de veriliyor. Enerji verimliliği sağlanabilmesi için geliştirilmiş bir aydınlatma sistemi var. Pasona kent merkezindeki ofis binasında kentsel tarımın olabileceğini göstererek Tokyo’da devrim yarattı.
Kentin merkezinde yer alan Pasona, sürdürülebilir kentsel yaşamın sembolü olarak kabul edildi. 10 yıl önce, kent merkezindeki ofis binasında kentsel tarımın olabileceğini göstererek Tokyo’da devrim yarattı. Bu proje, sadece Japonya için değil, dünyada birçok kentsel alan için gıda güvenliği açısından örnek teşkil ediyor.[3]
Türkiye’de kentsel tarım
Türkiye’de kentsel tarımın tarihi çok eskilere dayanıyor ve akla hemen İstanbul’un tarihi Yedikule Bostanları geliyor. İstanbul’un bostanları yüzyıllar boyunca, kentin taze gıda ihtiyacını karşılamıştı. Bu bostanlar, tarihi ve kültürel değerleriyle, kent kimliğinin önemli bir parçası. Günümüzde, yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olan bostanların, sürdürülebilirliğinin sağlanması büyük önem taşıyor.
Yedikule Bostanları günümüzde Yedikule Koruma Girişimi desteğiyle korunmaya çalışılıyor. Sivil toplum kuruluşları, Tarihi Yedikule Bostanları’nın korunabilmesi için mücadele ediyor. İstanbul’un tarihinde önemli olan bostan kültürünün yaşatılması ve bahçecilik kültürümüzün gelecek nesillere aktarılması büyük önem taşıyor.
Türkiye’de sivil toplum örgütleri ve derneklerin desteği ile oluşturulan başka kent bostanları da bulunuyor. Kuzguncuk Kent Bostanı da bunlardan biri, 700 yıldır Kuzguncuk Mahallesi’nin içinde yer alıyor. Günümüzde ürün vermeye devam eden Kuzguncuk Kent Bostanı, Kuzguncuklular Derneği ve mahallede yaşayan insanlar tarafından korunuyor. Tarımsal üretimin yapıldığı bu alan aynı zamanda farklı çevreler için bir buluşma, toplanma alanı. Bostanda üretimin yanı sıra yılın belli zamanlarında, çeşitli şenlikler de düzenleniyor.[4]
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 25 Temmuz 2024’te yayımlanmıştır.
[1]www.nu-paris.com, www.agripolis.eu
[2]www.wri.org/insights/rosario-urban-farming-tackles-climate-change
[3]https://theprofessionaltimes.com/2024/05/20/japans-urban-farming-revolution-cultivating-a-sustainable-future/ , https://www.thenationalnews.com/uae/2024/03/02/vertical-farming-global-food-security-solution-or-expensive-way-to-grow-leafy-greens/
[4] Kayasü, S., & Durmaz, B. (2021). Türkiye’de Kentsel Tarımın Yapısal ve Oluşumsal Çerçevesi. İDEALKENT, 12(34), 1358-1389. https://doi.org/10.51765/tayod.1216052