Uzayın derinliklerinden notlar: Güneş dost mu düşman mı?

Kasım ayının ilk günlerinde, gecenin karanlığında kuzey illerimizden de gözlenebilen görsel bir şölen yaşandı. Finlandiya, İsveç, Norveç gibi kuzey ülkelerinde oldukça sık gözlenen kuzey ışıkları, ülkemizin de yer aldığı ekvatora daha yakın enlemlerden de gözlendi.

Kuzey ışıkları görsel güzelliğinin yanı sıra, bizlere yaşadığımız gezegen ve ona çok yakın yıldız (Güneş) hakkında önemli bilgiler veriyor.

Güneş her yıldız gibi hem sürekli ışıma yapıyor hem de ara sıra çevresine yüksek enerjili yüklü parçacıklar içeren madde savuruyor. Güneş fırtınaları adı verilen bu olaylarla Dünya’ya doğru gelen yüklü parçacıklar Dünya’nın manyetik alanı ile etkileşip Dünya’nın manyetik alanı boyunca hareket ederek kutuplarına doğru taşınıyor. Dünya’ya yaklaşan yüksek enerjili parçacıklar atmosferi oluşturan moleküllerle (azot ve oksijen) etkileşip gözlenen kutup ışıklarını ortaya çıkarıyor.

Bu görsel şölen Dünya’nın manyetik alanının görevini yerine getirdiğini, Dünya’daki yaşamı Güneş’in yaşama zarar verebilecek etkilerine karşı koruduğunu gösteriyor.

Kuzey kutup ışıklarının bizim coğrafyamızdan bile gözlenmesi, buna sebep olan Güneş fırtınasının boyutunun büyük olduğunun bir göstergesi. Bu olayın bu boyutta gözlenmesinin bir diğer sebebi ise oldukça sıcak ve bulutsuz bir sonbahar yaşıyor olmamız.

Bize en yakın yıldız Güneş

Dünya’da yaşamın en önemli gereksinimlerinden biri enerji. Gerekli enerjinin tamamının kaynağı ise Güneş, yani bize en yakın yıldız. Tıpkı diğer yıldızlar gibi Güneş de kendi çekirdeğinde ürettiği enerjiyi yayıyor. Yaydığı ışımada Dünya’daki yaşamı tehdit edecek yüksek enerjili radyasyon da var. Ayrıca yüksek enerjili yüklü parçacıklar da içeren bol miktarda maddeyi de etrafına savuruyor.

Peki bu kadar bağımlı olduğumuz Güneş bize dost mu, düşman mı?

Bu soruyu yanıtlamadan önce başka soru ile Güneş’i yani sıradan bir yıldızı daha yakından tanıyalım. Yıldız enerjisini nasıl üretiyor? ‘Yıldızlar devasa gaz ve toz bulutlarının çökmesi sonucu oluşur’ ifadesini ortaokul yıllarında hepimiz öğrendik. Çöken madde bol miktarda hidrojen atomundan oluşuyor. Gaz bulutu çöktükçe merkezi sıcaklık ve yoğunluk artıyor. Sıcaklık ve yoğunluk belli seviyeye ulaşınca yıldız çekirdeğinde füzyon (kaynaşma veya birleşme) tepkimesi adı verilen süreç başlıyor.

Kaba tarif ile dört hidrojen atomu yüksek sıcaklık ve yoğunluk ortamında bir araya gelip bir helyum atomu meydana getiriyor. Burada önemli bir ayrıntı var. Füzyon tepkimesine girenlerin (dört hidrojen) kütlesi, üründen (helyum) binde 7 kadar fazla. Tepkimenin dengeli olabilmesi için enerji açığa çıkarıyor. Bir başka deyişle, yıldız çekirdeğinde enerji üretimi başlıyor.

Çöken yapının çekirdeğinde füzyon tepkimesi başlaması çok önemli bir aşama. Zira bu evreye kadar madde çekirdeğe doğru kendi üzerine çökmekteydi. Çekirdekte füzyon ile üretilen enerji ise merkezden dışa doğru radyasyon, dolayısı ile çökmeye karşı koyan basınç oluşturur. Zıt yönlü iki basınç[efn_note]İçe doğru kütle basıncı ile dışa doğru olan radyasyon basıncı[/efn_note] dengelendiği zaman çökme sona erer, yıldız meydana gelmiş olur.

Bu süreç Güneş’in çekirdeğinde 4.6 milyar yıldır süregeliyor. Bu sayede Güneş kendi kütlesinin üzerine çökmesine engel olabiliyor ve belli bir dengede varlığını sürdürüyor. Güneş’in çekirdeğinde füzyon tepkimesi dursa, içeriden dışa doğru olan çökmeye karşı koyucu basınç ortadan kalkar, Güneş’in kütlesi kendi üzerine çökerdi. Bir başka deyişle, Güneş’in enerji üretimi kendi dengesini sürdürebilmek için gerekli.

Güneş füzyon tepkimesi ile ürettiği enerjiyi yüzeyine taşıyıp yüzeyinden yayıyor. Biz de bu arada ondan yararlanmış oluyoruz.

Ancak Güneş’in yaydığı radyasyon sadece bizim ihtiyacımız olan türden radyasyonla sınırlı değil. Güneş, Dünya yüzeyinde tüm canlılığı yok edecek yüksek enerjili mor ötesi ve X-ışını radyasyonu da yayıyor. Bunlara ek olarak, Güneş patlamaları ile daha da yüksek enerjili gama ışınları yayılıyor. Bunlar da yetmez gibi, Güneş fırtınaları ile yüksek enerjili ve elektrik yükü olan büyük miktarda maddeyi çevresine savuruyor. Yaklaşık 5 milyar yıl yaşındaki bir yıldızdan beklenen her şeyi Güneş de yapıyor.

Nasıl Güneş ile uyum içinde yaşayabiliyoruz?

Baştaki sorumuza geri dönersek, enerjisine muhtaç olduğumuz, ancak Dünya’da yaşamı tehdit edebilecek bunca olayın cereyan ettiği yanı başımızda sayılacak yıldızla nasıl uyum içinde yaşayabiliyoruz?

Bu, Dünya’nın iki önemli kalkanı sayesinde mümkün olabiliyor. İlk koruyucu kalkan Dünya’nın manyetik alanı. Güneş’ten savrulan yüksek enerjili yüklü parçacıklar Dünya’nın manyetik alanına takılıp yüzeye doğru taşınıyorlar.

Diğer koruyucu tabaka olan atmosfer ise mor ötesi ve X-ışını gibi zararlı radyasyonların geçişini engelliyor. Dünya yüzeyinde konforlu yaşam bu koruyucu bileşenler sayesinde mümkün oluyor.

Güneş fırtınaları ile yayılan yüklü parçacıklar bazen eşsiz gökyüzü olaylarına yol açıyor. Dünya’ya doğru savrulan yüksek enerjili elektrik yüklü parçacıklar manyetik alana takılıp Dünya’nın manyetik kutbuna doğru ilerlerken atmosfer tabakasına ulaşıyor. Atmosferin en bol molekülleri olan azot ve oksijen ile etkileşen yüklü parçacıklar onların ışıma yapmasına neden oluyor. Kuzey ve güney manyetik kutuplara yakın bölgelerden gözlenebilen bu gök olayında yeşil renkli ışıma oksijen molekülleri ile etkileşimden, mavi, mor ve pembemsi renkte ışıma ise azot molekülleri ile etkileşim sonucu meydana geliyor.

Kuzey ışıkları olarak adlandırılan ve Finlandiya, Norveç, İsveç gibi kuzey manyetik kutba yakın ülkelerde gözlenebilen bu muhteşem gökyüzü olayı aslında Güneş’in yıkıcı etkinliğini sürdürdüğünü, Dünya’nın koruyucu kalkanlarının da görevlerini eksiksiz yerine getirdiğini gösteriyor.

Uzayda metallerin peşinde

Göktaşları güneş sisteminin en ilkel yapıları. Yani milyarlarca yıldır değişikliğe uğramadan bugüne kadar gelebilmiş, güneş sisteminin geçmişi hakkında bilgi edinebileceğimiz önemli yapılar. Geçen ay Bennu isimli göktaşına iniş yapıp bir miktar yüzey taşı ile geri dönen OSIRIS-Rex misyonunu incelemiştik.

NASA’nın Psyche misyonu da Güneş sisteminin en yoğun göktaşına doğru yol alıyor. NASA Psyche’yi Florida’da bulunan Kennedy Uzay Üssü’nden Ekim ayında fırlattı. Uzun bir yolculuktan sonra %50’den fazla demir içeren göktaşına varacak. Peki orada neler arayacak?

Psyche güneş sisteminin metal içeriği en fazla göktaşı. Kütlesinin %50’sinden fazlasını demir ve nikelin oluşturduğu düşünülüyor. Bu içerik Dünya’nın çekirdeğini oluşturan metallerle aynı. Ancak Dünya yüzeyinin binlerce kilometre derinlikte yer alan metalik katmanlarına erişmek mümkün değil. O nedenle Psyche incelemeleri Dünya’nın da önemli parçası metalik iç katmanların anlaşılmasında önemli rol oynayacak.

Evrende yalnız mıyız?

Uzaya dair yapılan çalışmaların neredeyse tamamı aslında o en çok merak edilen sorunun yanıtını aramaya yönelik: Evrende yalnız mıyız?

Bu sorunun cevabını hep merak ediyoruz. Uzaylılar var mı? Arada gelip bizi gözetliyor mu? Bize zarar verirler mi? NASA’nın Eylül 2023’deki Tanımlanamayan Sıradışı Olaylar raporu sonrası konu yeniden alevlendi. Peki rapor bize ne söylüyor?

Yakın geçmişte uzaylı fosili bulunduğu iddiası gündemi biraz meşgul etti. Çevrenizde de gökyüzünde sıra dışı bir cisim gördüğünü iddia eden insanlar olmuştur. Hatta ellerinde görsel kanıt da olabilir. Genelde resim bir kenarında karartı olarak beliren sıra dışı yapılar insanın aklına doğal olarak uzaylıları getiriyor. Bu tür olaylara savaş uçağı ve ticari uçak pilotları da şahit olabiliyor. Onların yıllar içinde gözlemleri ve ifadeleri üzerine NASA 2022 ortalarında bağımsız uzmanlardan oluşan bir komisyon oluşturdu. Elde edilen gözlemleri inceleyen bu komisyon geçtiğimiz aylarda nihai raporunu yayınladı.

Rapor özetle eldeki gözlemlerden uzaylıların olup olmadığını kestirmek mümkün değil diyor. Ancak bundan uzaylılar kesinlikle yoktur sonucuna da varmıyor. Bunu aydınlatabilmek için odaklı gözlemler yapılmalı diyor.

Şimdi bu raporu bir kenara bırakıp olasılıkları düşünelim. Uzaylılar, yani uzak gezegenlerde geliştirdikleri teknoloji ile bize kadar ulaşmış zeki[efn_note]Doğal veya yapay[/efn_note] yaratıklar varsa, buraya neden gelmiş olabilirler?

Bizim uzaklarda neler olduğunu merak ettiğimiz gibi onlar da ‘Evrende yalnız mıyız?’ sorusu ile yola çıkıp bizi bulmuşlar diyelim. Bu kadar yakınımıza sokulup temas kurmadan geri giderler mi?

Uzaylılar ‘insan’ benzeri ise cevap hayır olur. Bu kadar yakınımıza gelebilmişse bizden çok daha ileri teknoloji geliştirmişler demektir. İnsan zorda kaldığında veya yeni yerlere gittiğinde oraları yakıp yıkarak hakimiyet kurageldi. 21. yüzyılda dahi aynı şeyleri yapıyor. ‘İnsani uzaylılar’ bunu yapmadığına göre muhtemelen uzaylılar yakınlarımıza gelmiyor.

Başka olası durum ise uzaylıların insansı reaksiyonları taşımayan yapay zekaya sahip robotlar olabileceği. Bu durumları da ilerleyen yazılarda ele alalım.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 9 Kasım 2023’te yayımlanmıştır.

Ersin Göğüş
Ersin Göğüş
Prof. Dr. Ersin Göğüş, Sabancı Üniversitesi Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi, astrofizikçi. ODTÜ Fizik Bölümü’nden mezun olduktan sonra, NASA Marshall Uzay ve Havacılık Merkezi’nde yürüttüğü araştırmalarla doktora derecesini aldı. Amerikan Ulusal Uzay Bilimleri ve Teknolojileri Merkezi ve Sabancı Üniversitesi'nde çalışmalarını sürdürdü. Yüksek enerji astrofiziği alanında, nötron yıldızları, gama ışını patlamaları ve güneş sistemi dışındaki gezegenler konularında araştırmalar yapmaya devam ediyor. Bilimsel çalışmalarının yanı sıra, temel bilim eğitiminde astronominin rolü ve astronominin eğitime entegrasyonu konularında öğretmenlere yönelik eğitim programları düzenliyor. 2004 yılında Türkiye Bilimler Akademisi tarafından Genç Bilim İnsanı Ödülü’ne layık görüldü, 2008’de TÜBİTAK Teşvik Ödülü’nü, 2012 yılında FABED Eser Tümen Üstün Başarı Ödülü’nü aldı. Bilim Akademisi’nin asli üyesi.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Uzayın derinliklerinden notlar: Güneş dost mu düşman mı?

Kasım ayının ilk günlerinde, gecenin karanlığında kuzey illerimizden de gözlenebilen görsel bir şölen yaşandı. Finlandiya, İsveç, Norveç gibi kuzey ülkelerinde oldukça sık gözlenen kuzey ışıkları, ülkemizin de yer aldığı ekvatora daha yakın enlemlerden de gözlendi.

Kuzey ışıkları görsel güzelliğinin yanı sıra, bizlere yaşadığımız gezegen ve ona çok yakın yıldız (Güneş) hakkında önemli bilgiler veriyor.

Güneş her yıldız gibi hem sürekli ışıma yapıyor hem de ara sıra çevresine yüksek enerjili yüklü parçacıklar içeren madde savuruyor. Güneş fırtınaları adı verilen bu olaylarla Dünya’ya doğru gelen yüklü parçacıklar Dünya’nın manyetik alanı ile etkileşip Dünya’nın manyetik alanı boyunca hareket ederek kutuplarına doğru taşınıyor. Dünya’ya yaklaşan yüksek enerjili parçacıklar atmosferi oluşturan moleküllerle (azot ve oksijen) etkileşip gözlenen kutup ışıklarını ortaya çıkarıyor.

Bu görsel şölen Dünya’nın manyetik alanının görevini yerine getirdiğini, Dünya’daki yaşamı Güneş’in yaşama zarar verebilecek etkilerine karşı koruduğunu gösteriyor.

Kuzey kutup ışıklarının bizim coğrafyamızdan bile gözlenmesi, buna sebep olan Güneş fırtınasının boyutunun büyük olduğunun bir göstergesi. Bu olayın bu boyutta gözlenmesinin bir diğer sebebi ise oldukça sıcak ve bulutsuz bir sonbahar yaşıyor olmamız.

Bize en yakın yıldız Güneş

Dünya’da yaşamın en önemli gereksinimlerinden biri enerji. Gerekli enerjinin tamamının kaynağı ise Güneş, yani bize en yakın yıldız. Tıpkı diğer yıldızlar gibi Güneş de kendi çekirdeğinde ürettiği enerjiyi yayıyor. Yaydığı ışımada Dünya’daki yaşamı tehdit edecek yüksek enerjili radyasyon da var. Ayrıca yüksek enerjili yüklü parçacıklar da içeren bol miktarda maddeyi de etrafına savuruyor.

Peki bu kadar bağımlı olduğumuz Güneş bize dost mu, düşman mı?

Bu soruyu yanıtlamadan önce başka soru ile Güneş’i yani sıradan bir yıldızı daha yakından tanıyalım. Yıldız enerjisini nasıl üretiyor? ‘Yıldızlar devasa gaz ve toz bulutlarının çökmesi sonucu oluşur’ ifadesini ortaokul yıllarında hepimiz öğrendik. Çöken madde bol miktarda hidrojen atomundan oluşuyor. Gaz bulutu çöktükçe merkezi sıcaklık ve yoğunluk artıyor. Sıcaklık ve yoğunluk belli seviyeye ulaşınca yıldız çekirdeğinde füzyon (kaynaşma veya birleşme) tepkimesi adı verilen süreç başlıyor.

Kaba tarif ile dört hidrojen atomu yüksek sıcaklık ve yoğunluk ortamında bir araya gelip bir helyum atomu meydana getiriyor. Burada önemli bir ayrıntı var. Füzyon tepkimesine girenlerin (dört hidrojen) kütlesi, üründen (helyum) binde 7 kadar fazla. Tepkimenin dengeli olabilmesi için enerji açığa çıkarıyor. Bir başka deyişle, yıldız çekirdeğinde enerji üretimi başlıyor.

Çöken yapının çekirdeğinde füzyon tepkimesi başlaması çok önemli bir aşama. Zira bu evreye kadar madde çekirdeğe doğru kendi üzerine çökmekteydi. Çekirdekte füzyon ile üretilen enerji ise merkezden dışa doğru radyasyon, dolayısı ile çökmeye karşı koyan basınç oluşturur. Zıt yönlü iki basınç[efn_note]İçe doğru kütle basıncı ile dışa doğru olan radyasyon basıncı[/efn_note] dengelendiği zaman çökme sona erer, yıldız meydana gelmiş olur.

Bu süreç Güneş’in çekirdeğinde 4.6 milyar yıldır süregeliyor. Bu sayede Güneş kendi kütlesinin üzerine çökmesine engel olabiliyor ve belli bir dengede varlığını sürdürüyor. Güneş’in çekirdeğinde füzyon tepkimesi dursa, içeriden dışa doğru olan çökmeye karşı koyucu basınç ortadan kalkar, Güneş’in kütlesi kendi üzerine çökerdi. Bir başka deyişle, Güneş’in enerji üretimi kendi dengesini sürdürebilmek için gerekli.

Güneş füzyon tepkimesi ile ürettiği enerjiyi yüzeyine taşıyıp yüzeyinden yayıyor. Biz de bu arada ondan yararlanmış oluyoruz.

Ancak Güneş’in yaydığı radyasyon sadece bizim ihtiyacımız olan türden radyasyonla sınırlı değil. Güneş, Dünya yüzeyinde tüm canlılığı yok edecek yüksek enerjili mor ötesi ve X-ışını radyasyonu da yayıyor. Bunlara ek olarak, Güneş patlamaları ile daha da yüksek enerjili gama ışınları yayılıyor. Bunlar da yetmez gibi, Güneş fırtınaları ile yüksek enerjili ve elektrik yükü olan büyük miktarda maddeyi çevresine savuruyor. Yaklaşık 5 milyar yıl yaşındaki bir yıldızdan beklenen her şeyi Güneş de yapıyor.

Nasıl Güneş ile uyum içinde yaşayabiliyoruz?

Baştaki sorumuza geri dönersek, enerjisine muhtaç olduğumuz, ancak Dünya’da yaşamı tehdit edebilecek bunca olayın cereyan ettiği yanı başımızda sayılacak yıldızla nasıl uyum içinde yaşayabiliyoruz?

Bu, Dünya’nın iki önemli kalkanı sayesinde mümkün olabiliyor. İlk koruyucu kalkan Dünya’nın manyetik alanı. Güneş’ten savrulan yüksek enerjili yüklü parçacıklar Dünya’nın manyetik alanına takılıp yüzeye doğru taşınıyorlar.

Diğer koruyucu tabaka olan atmosfer ise mor ötesi ve X-ışını gibi zararlı radyasyonların geçişini engelliyor. Dünya yüzeyinde konforlu yaşam bu koruyucu bileşenler sayesinde mümkün oluyor.

Güneş fırtınaları ile yayılan yüklü parçacıklar bazen eşsiz gökyüzü olaylarına yol açıyor. Dünya’ya doğru savrulan yüksek enerjili elektrik yüklü parçacıklar manyetik alana takılıp Dünya’nın manyetik kutbuna doğru ilerlerken atmosfer tabakasına ulaşıyor. Atmosferin en bol molekülleri olan azot ve oksijen ile etkileşen yüklü parçacıklar onların ışıma yapmasına neden oluyor. Kuzey ve güney manyetik kutuplara yakın bölgelerden gözlenebilen bu gök olayında yeşil renkli ışıma oksijen molekülleri ile etkileşimden, mavi, mor ve pembemsi renkte ışıma ise azot molekülleri ile etkileşim sonucu meydana geliyor.

Kuzey ışıkları olarak adlandırılan ve Finlandiya, Norveç, İsveç gibi kuzey manyetik kutba yakın ülkelerde gözlenebilen bu muhteşem gökyüzü olayı aslında Güneş’in yıkıcı etkinliğini sürdürdüğünü, Dünya’nın koruyucu kalkanlarının da görevlerini eksiksiz yerine getirdiğini gösteriyor.

Uzayda metallerin peşinde

Göktaşları güneş sisteminin en ilkel yapıları. Yani milyarlarca yıldır değişikliğe uğramadan bugüne kadar gelebilmiş, güneş sisteminin geçmişi hakkında bilgi edinebileceğimiz önemli yapılar. Geçen ay Bennu isimli göktaşına iniş yapıp bir miktar yüzey taşı ile geri dönen OSIRIS-Rex misyonunu incelemiştik.

NASA’nın Psyche misyonu da Güneş sisteminin en yoğun göktaşına doğru yol alıyor. NASA Psyche’yi Florida’da bulunan Kennedy Uzay Üssü’nden Ekim ayında fırlattı. Uzun bir yolculuktan sonra %50’den fazla demir içeren göktaşına varacak. Peki orada neler arayacak?

Psyche güneş sisteminin metal içeriği en fazla göktaşı. Kütlesinin %50’sinden fazlasını demir ve nikelin oluşturduğu düşünülüyor. Bu içerik Dünya’nın çekirdeğini oluşturan metallerle aynı. Ancak Dünya yüzeyinin binlerce kilometre derinlikte yer alan metalik katmanlarına erişmek mümkün değil. O nedenle Psyche incelemeleri Dünya’nın da önemli parçası metalik iç katmanların anlaşılmasında önemli rol oynayacak.

Evrende yalnız mıyız?

Uzaya dair yapılan çalışmaların neredeyse tamamı aslında o en çok merak edilen sorunun yanıtını aramaya yönelik: Evrende yalnız mıyız?

Bu sorunun cevabını hep merak ediyoruz. Uzaylılar var mı? Arada gelip bizi gözetliyor mu? Bize zarar verirler mi? NASA’nın Eylül 2023’deki Tanımlanamayan Sıradışı Olaylar raporu sonrası konu yeniden alevlendi. Peki rapor bize ne söylüyor?

Yakın geçmişte uzaylı fosili bulunduğu iddiası gündemi biraz meşgul etti. Çevrenizde de gökyüzünde sıra dışı bir cisim gördüğünü iddia eden insanlar olmuştur. Hatta ellerinde görsel kanıt da olabilir. Genelde resim bir kenarında karartı olarak beliren sıra dışı yapılar insanın aklına doğal olarak uzaylıları getiriyor. Bu tür olaylara savaş uçağı ve ticari uçak pilotları da şahit olabiliyor. Onların yıllar içinde gözlemleri ve ifadeleri üzerine NASA 2022 ortalarında bağımsız uzmanlardan oluşan bir komisyon oluşturdu. Elde edilen gözlemleri inceleyen bu komisyon geçtiğimiz aylarda nihai raporunu yayınladı.

Rapor özetle eldeki gözlemlerden uzaylıların olup olmadığını kestirmek mümkün değil diyor. Ancak bundan uzaylılar kesinlikle yoktur sonucuna da varmıyor. Bunu aydınlatabilmek için odaklı gözlemler yapılmalı diyor.

Şimdi bu raporu bir kenara bırakıp olasılıkları düşünelim. Uzaylılar, yani uzak gezegenlerde geliştirdikleri teknoloji ile bize kadar ulaşmış zeki[efn_note]Doğal veya yapay[/efn_note] yaratıklar varsa, buraya neden gelmiş olabilirler?

Bizim uzaklarda neler olduğunu merak ettiğimiz gibi onlar da ‘Evrende yalnız mıyız?’ sorusu ile yola çıkıp bizi bulmuşlar diyelim. Bu kadar yakınımıza sokulup temas kurmadan geri giderler mi?

Uzaylılar ‘insan’ benzeri ise cevap hayır olur. Bu kadar yakınımıza gelebilmişse bizden çok daha ileri teknoloji geliştirmişler demektir. İnsan zorda kaldığında veya yeni yerlere gittiğinde oraları yakıp yıkarak hakimiyet kurageldi. 21. yüzyılda dahi aynı şeyleri yapıyor. ‘İnsani uzaylılar’ bunu yapmadığına göre muhtemelen uzaylılar yakınlarımıza gelmiyor.

Başka olası durum ise uzaylıların insansı reaksiyonları taşımayan yapay zekaya sahip robotlar olabileceği. Bu durumları da ilerleyen yazılarda ele alalım.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 9 Kasım 2023’te yayımlanmıştır.

Ersin Göğüş
Ersin Göğüş
Prof. Dr. Ersin Göğüş, Sabancı Üniversitesi Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi, astrofizikçi. ODTÜ Fizik Bölümü’nden mezun olduktan sonra, NASA Marshall Uzay ve Havacılık Merkezi’nde yürüttüğü araştırmalarla doktora derecesini aldı. Amerikan Ulusal Uzay Bilimleri ve Teknolojileri Merkezi ve Sabancı Üniversitesi'nde çalışmalarını sürdürdü. Yüksek enerji astrofiziği alanında, nötron yıldızları, gama ışını patlamaları ve güneş sistemi dışındaki gezegenler konularında araştırmalar yapmaya devam ediyor. Bilimsel çalışmalarının yanı sıra, temel bilim eğitiminde astronominin rolü ve astronominin eğitime entegrasyonu konularında öğretmenlere yönelik eğitim programları düzenliyor. 2004 yılında Türkiye Bilimler Akademisi tarafından Genç Bilim İnsanı Ödülü’ne layık görüldü, 2008’de TÜBİTAK Teşvik Ödülü’nü, 2012 yılında FABED Eser Tümen Üstün Başarı Ödülü’nü aldı. Bilim Akademisi’nin asli üyesi.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x