İstikbal uzaydadır

Uzay hızla ticarileşir ve kolonileşirken, uluslararası toplum nasıl bir uzay rejimi kuracak? Uzaydaki olası çatışma alanları neler? Türkiye uzayın neresinde ve uzay yarışında geride kalmamak için yapması gerekenler neler?

İnsanoğlu eski çağlardan itibaren yıldızlara bakarak yeryüzünde kendi konumunu belirlemeye çalışmış, gökyüzünü inceleyip edindiği bilgilerle uzak coğrafyalara doğru keşifler yapmaya çıkmış. Kısacası, her devirde “aklı havada” olmuş! Günümüzde ise, gelişmiş teknolojiler ve bilimsel birikimi sayesinde, uzayın derinliklerine ilgi gösteriyor.

Geçmişte gökyüzünü inceleyerek elde edilen bilgilerle çıkılan yolculuklar, bir yandan ticaretin gelişmesine ve refahın artmasına imkân verirken, diğer yandan da kolonileşme ve geri kalmış toplulukları köleleştirmeye yol açmış olması gibi, günümüzde de uzay hakkında sahip olunan ve olunacak bilgiler, insanlığın hem yararına, hem zararına gelişmelere yol açabilecek potansiyeli içinde barındırıyor.

Nasıl bir uzay rejimi?

Burada belirleyici olacak husus, uluslararası toplumun uzayın kullanımında hangi prensiplere, normlara ve kurallara bağlı kalacağı, bir başka deyişle nasıl bir “uzay rejimi” oluşturulacağı.

Aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 70 kadar ülkenin “uzay programı” bulunuyor. Ancak, bu alanda en belirleyici kriter olan uzaya roket göndermek, uydu yerleştirmek gibi ileri seviyelerde bilimsel ve teknolojik imkan ve kabiliyetlere sahip olan ülke sayısı bir düzine kadar. Bunlar arasında, uzaya insan yollayabilenlerin sayısı ise bir elin parmaklarını geçmiyor.

Amerika, Rusya, Çin, gibi ülkeler on yıllardır bu alandaki çalışmalarıyla öne çıkıyor. Fransa, İtalya ve Japonya gibi gelişmiş ülkeler de sahip oldukları kapasiteler ile bu kategoridekilere eklenebilir.

Onlara daha yakın zamanda katılan Hindistan, İsrail, Kuzey Kore, Güney Kore ve İran gibi ülkelerin çalışmaları da dikkat çekiyor ve özellikle niyetleri bakımından yakından izleniyor.

Uzay hakkında sahip olunan ve olunacak bilgiler, insanlığın hem yararına, hem zararına gelişmelere yol açabilecek potansiyeli içinde barındırıyor. Burada belirleyici olacak husus, uluslararası toplumun uzayın kullanımında hangi prensiplere, normlara ve kurallara bağlı kalacağı, bir başka deyişle nasıl bir “uzay rejimi” oluşturulacağı.

Yeryüzündeki kavga uzaya taşınır mı?

İkinci Dünya Savaşı sırasında Nazi Almanya’sının geliştirdiği ve sadece bir kaç yüz kilometre menzile sahip olan V-2 roketleri, kısa süre sonra, Soğuk Savaş döneminde, ABD ve Sovyetler Birliği tarafından, binlerce kilometre uzaktaki hedefleri vurabilecek kıtalararası balistik füzelerin geliştirilmesinin yolunu açmıştı.

İki kutuplu sistemde, özellikle 1960’lardan itibaren, iki süper güç arasında yaşanan hızlı silahlanma yarışının uzaya da sıçramasından endişe duyan uluslararası topluluk, düzenleyici bir antlaşmaya ihtiyaç duydu ve Ocak 1967’de, Uzay Antlaşması (“Outer Space Treaty”) olarak da bilinen, Ay ve Diğer Gök Cisimleri Dâhil, Uzayın Keşif ve Kullanılmasında Devletlerin Faaliyetlerini Yöneten İlkeler Hakkında Antlaşma imzalandı.[efn_note]United Nations Office for Outer Space Affairs,
http://www.unoosa.org/oosa/en/ourwork/spacelaw/treaties/introouterspacetreaty.html
[/efn_note]

Ekim 1967’de yürürlüğe giren bu anlaşma ile taraf devletler, uzaydan bütün ülkelerin faydalanması, uzayın kimse tarafından sahiplenilmemesi, uzay çalışmalarının barışçıl amaçlarla yapılması ilkelerini ve muhtemel sakıncalarını ortadan kaldırabilecek önlemleri ortaya koydu.[efn_note]Toplam 18 maddeden oluşan hemen her paragrafı uzayın kullanımının, insanlığın gelişimine katkı yapmasını sağlamanın yanında, muhtemel sakıncalarını ortadan kaldırabilecek önlemleri açıkça ortaya koyan Uzay Antlaşması’nın bazı önemli maddeleri şöyle:

Ay ve diğer gök cisimleri dâhil, uzayın keşfi ve kullanılması, ekonomik veya bilimsel gelişmişlik derecelerinle bakılmaksızın, bütün ülkelerin faydası ve çıkarları doğrultusunda yürütülmelidir … uzay, hiçbir ayırt edici uygulamaya tabi tutulmaksızın, eşitlik esasına ve uluslararası hukuka uygun olarak, bütün devletlerin keşif ve kullanımına açık olup … bilimsel araştırmalar serbestçe yapılır ve devletler bu araştırmalarda uluslararası işbirliğini kolaylaştırmalı ve teşvik etmelidirler. (Madde I).

Ay ve diğer gök cisimleri dâhil, uzay, egemenlik ilanı, kullanma veya işgal yoluyla veya diğer herhangi bir yolla ulusal sahiplenmeye tabi olamaz. (Madde – II).

Antlaşmaya Taraf Devletlerin ay ve diğer gök cisimleri dâhil, uzayın keşif ve kullanılması ile ilgili faaliyetleri, uluslararası barış ve güvenliğin korunması ve uluslararası işbirliği ve anlayışın teşviki amacıyla Birleşmiş Milletler Şartı da dâhil olmak üzere uluslararası hukuka uygun bir şekilde yürütülmelidir. (Madde III).[/efn_note]

Ancak günümüzde, uzaya çıkan ülke, hatta şirket sayısının arttığı göz önüne alındığında, 1967’de imzalanan bu antlaşma metninin tüm ihtiyaçlara cevap vermesini beklemek gerçekçi olamaz.

Bu sebeple, uzayla yakından ilgilenen ülkeler, gelecekte bu alandaki çıkarlarını korumak ve çatışmaya sebep olabilecek hususları ortadan kaldırmak amacıyla zaman zaman bir araya geliyorlar. Son olarak 19 Mart 2019’da, aralarında ABD, Rusya ve Çin’in de bulunduğu 25 ülke İsviçre’nin Cenevre şehrinde toplandı.

Toplantıya katılan ülke temsilcileri, görüşmelerde, günümüzde yaşanan ve gelecekte yaşanabilecek sorunların çözümünü bulmaya çalışmaktan çok, birbirlerinin belli başlı faaliyetlerine atıfta bulunarak karşılıklı olarak ağır suçlamalar yönelttiler. Örneğin, ABD, kendisi de benzer çalışmalar içinde olduğu halde, Rusya ve Çin’i uydulara karşı silah geliştirmekle suçladı.

Uzay olası birçok anlaşmazlığa gebe

Rusya ve Çin, Birleşmiş Milletler Silahsızlanma Konferansı bünyesinde yapılan çalışmalar kapsamında uzayın silahlandırılmasına karşı sergilenen güçlü yaklaşımı fırsat bilerek, uzay silahlarını yasaklayacak bir antlaşma taslağı ortaya koyduklarında, ABD böyle bir müzakere sürecine girmeyi reddetti.

Uzay alanında “üç büyükler” arasında bu gerilimler yaşanırken, uzay yarışına daha yakın yıllarda katılan bazı ülkelerin davranışları endişenin daha artmasına sebep oluyor. Örneğin, Hindistan 27 Mart 2019’da Dünya’nın yörüngesindeki kendi uydularından birine bir füze fırlatarak imha etti.

Uzay alanında “üç büyükler” arasında bu gerilimler yaşanırken, uzay yarışına daha yakın yıllarda katılan bazı ülkelerin davranışları endişenin daha artmasına sebep oluyor. Örneğin, Hindistan 27 Mart 2019’da Dünya’nın yörüngesindeki kendi uydularından birine bir füze fırlatarak imha etti.

Hindistan’ın bir süredir varlığını hissettirdiği, ancak ilk kez fiilen ortaya koyduğu bu (“anti-satellite weapon”) kapasitesi uzayın silahlanmasının getireceği sorunların boyutlarının tartışılmasını yeniden gündeme taşıdı. Zira bu gibi davranışlar, dünyadaki yaşamı olduğu kadar yakın uzay çevresini de olumsuz şekilde etkileyebilir.

2007 yılında Çin’in Dünya’ya düşecek olan bir uydusunu füze fırlatarak vurması ile dünyanın yörüngesine yayılan binlerce metal parçasının (“debris”) yarattığı kirlilik, onlarca yıl boyunca diğer uyduları ve hatta Uluslararası Uzay İstasyonu’nu da olumsuz etkileyebilecek boyutlara geldi.

Bu gibi davranışlar sıklıkla sergilendiği takdirde, okyanuslardaki plastik atıklarının denizlerdeki yaşama ve doğal çevreye olan son derece olumsuz etkilerine benzer bir durum, Dünya’nın yörüngesinde görevi sona eren, ya da arızalanıp iş göremez hale gelen uyduların yeryüzüne geri getirilmek yerine bulundukları yerde tahrip edilmesiyle uzayda da yaşanabilir.

Üzerinde durulması gereken başka bir olası sorun alanı da, yapılan açıklamalardan anlaşıldığı kadarıyla, Rusya ve ABD’nin Dünya’nın yörüngesine daimi olarak yerleştirilecek silah sistemleri üzerinde çalışmakta oldukları.[efn_note]Sandra Erwin, “New studies provide fresh insights into the escalating space arms race”, Space News, 4 Nisan 2019, https://spacenews.com/new-studies-provide-fresh-insights-into-the-escalating-space-arms-race/[/efn_note]

Uzay Kuvvetleri’ne doğru

Dünya’nın yörüngesine yerleştirilen irili ufaklı binlerce uydu, birçok amaca yönelik hizmet veriyor. Telekomünikasyon başta olmak üzere finans sistemlerinden sağlık hizmetlerine kadar her sektörde her türlü anlık veri akışının sağlanması, meteorolojik koşulların çok geniş ölçekli olarak takip edilmesi, tarım alanlarındaki ürün miktarının ve kalitesinin uzaktan algılama yoluyla değerlendirilmesi, kara , hava ve deniz araçlarında navigasyon bilgilerinin temin edilmesi gibi çok farklı sivil amaçlı kullanımlar yanında, istihbarat toplama gibi askeri amaçlı kullanımlar da uydular marifetiyle yapılıyor.

Devletler arasında çıkabilecek bir gerilim tırmandığı takdirde, bu gerilim sürecin taraflarca birbirlerinin uydularına yönelik silahlı ya da silahsız saldırılarda bulunmalarına kadar varmasını engellemek her zaman mümkün olmayabilir.

Söz konusu sivil ve askeri amaçlı kullanımda olan uyduların çok büyük bir bölümü devletlere ait olmakla beraber, çok uluslu özel sektör kuruluşlarının uyduları da bir süredir Dünya’nın yörüngesinde yerlerini almış durumda.

Dolayısıyla, devletler arasında çıkabilecek bir gerilim tırmandığı takdirde, bu gerilim sürecin taraflarca birbirlerinin uydularına yönelik silahlı ya da silahsız saldırılarda bulunmalarına kadar varmasını engellemek her zaman mümkün olmayabilir. Taraflardan birinin, diğerinin sivil veya askeri kullanımı olan uydusuna silahlı bir saldırıda bulunması büyük bir kaosa sebep olabilir.

Uydulara yönelik saldırılar elektronik harp yoluyla da yapılabilir ve fiziki anlamda bir zarar vermeden uydunun yörüngede olma sebebini oluşturan görevlerini yerine getirmesinin engellenmesi ya da yanıltılarak programlanandan farklı ve zararlı işler yapmaya zorlanması da yeryüzünde birçok yerde ve birçok alanda çok ciddi sorunların yaşanmasına yol açabilir.

Yukarıda vurgulanan hususlar dikkate alındığında, uzaya silahlı erişim sağlayabilen ülkeler veya bu hizmeti sağlayabilecek şirketler, yeryüzündeki geçerli askeri güç dengelerini çok önemli ölçüde etkileyebilirler, hatta değiştirebilirler.

Dolayısıyla ABD’nin uzaydaki uydularını, rakiplerinden ya da anlaşmazlık içinde oldukları devletlerin geliştirmekte oldukları bilimsel ve teknolojik kapasitelerden korumak amacıyla, ilk olarak 1982’de oluşturduğu Uzay Komutanlığı’nı, Uzay Kuvvetleri (“Space Force”) olarak dönüştürme ve geliştirme kararı alması ve bu yönde ilk atamayı Ağustos 2019’da yapması hiç şaşırtıcı değil.[efn_note]Elizabeth Howell, “Trump Launches US Space Command to Control the ‘Next Warfighting Domain’”, Space.com, 29 Ağustos 2019. https://www.space.com/trump-launches-us-space-command.html[/efn_note]

ABD’nin uzaydaki uydularını rakiplerinden ya da anlaşmazlık içinde oldukları devletlerin geliştirmekte oldukları bilimsel ve teknolojik kapasitelerden korumak amacıyla ilk olarak 1982’de oluşturduğu Uzay Komutanlığı’nı Uzay Kuvvetleri (“Space Force”) olarak dönüştürme ve geliştirme kararı alması ve bu yönde ilk atamayı Ağustos 2019’da yapması hiç şaşırtıcı değil.

Uzay hukuku oluşturabilecek mi?

Yukarıda sadece ana hatlarıyla değinilen yaşanması muhtemel sorunların, öncelikle hiç yaşanmaması, ya da sorunlar ortaya çıktığı durumda çatışmasız bir şekilde çözüme ulaşılması bakımından halen yürürlükte olan 1967 tarihli Uzay Antlaşması uzaya kitle imha silahları yerleştirilmesini engelleyen, uzay cisimlerinin olası zararlarından fırlatan ülkeyi sorumlu tutan önemli maddeler içeriyor.[efn_note]Antlaşmaya Taraf Devletler, nükleer silahlar veya diğer kitle imha silahları taşıyan cisimleri dünya etrafındaki bir yörüngeye yerleştirmemeyi, bu gibi silahları gök cisimlerine ve diğer herhangi bir şekilde uzaya konuşlandırmamayı taahhüt ederler. Ay ve diğer gök cisimleri Antlaşmaya Taraf bütün Devletlerce sadece barışçı amaçlarla kullanılacaktır. Gök cisimleri üzerinde askeri üs ve tesisler kurulması ve tahkimat yapılması, her tip silahın denenmesi ve askeri tatbikatlar yapılması yasaktır. (Madde – IV).

Ay ve diğer gök cisimleri dahil, uzaya bir cisim fırlatan veya fırlattıran her Taraf Devlet … Antlaşmaya Taraf diğer bir Devlete veya bu Devlete tabi gerçek veya tüzel kişilere karşı, söz konusu cismin veya bu cismi meydana getiren parçaların yer yüzünde, hava sahasında veya … uzayda sebep oldukları zararlardan … sorumludur. (Madde VII)[/efn_note]

Ancak, özellikle son 10 yılda gerek iç politika alanında, gerek dış politika alanında yaşanan gelişmeler, değişen lider profilleri ve davranışları, hızla zemin kazanan popülist söylemler ve “güçlüyüm, istediğimi yaparım” anlayışı, genel olarak hukuk normlarına ve özel olarak uluslararası hukuk kapsamından varılmış olan antlaşmaların, geçerli protokolleri taraf devletlerce gözetilmesini zayıflatıyor.

Onlarca yıl önce çok farklı konjonktürel koşullarda, çok farklı ekonomik ve siyasi yapılar ve rejimler tarafından imza konulmuş olan antlaşmaların bağlayıcılığından kurtulmak isteyen devletler, çeşitli gerekçelerle, antlaşmanın hükümlerini farklı yorumlayarak, ya da tümüyle dışına çıkarak siyasi ve askeri hedeflerine varmak isteyebilirler.

Böylesi bir durumda yaşanabilecek olan bir çatışmanın boyutları, siyasi unsurların yanı sıra, günümüzde birçok ülkenin sahip olduğu askeri imkân ve kabiliyetler de dikkate alındığında, bilim-kurgu eserlerinde öngörülen seviyelere varabilir.

Dolayısıyla, 1967 tarihli Uzay Antlaşması günümüz gerçeklerini ve gelecekte ortaya çıkabilecek gelişmeleri de dikkate alacak şekilde gözden geçirilmeli ve güçlendirilmelidir.

Böylesi bir durumda yaşanabilecek olan bir çatışmanın boyutları, siyasi unsurların yanı sıra, günümüzde birçok ülkenin sahip olduğu askeri imkân ve kabiliyetler de dikkate alındığında, kurgu-bilim eserlerinde öngörülen seviyelere varabilir.

Türkiye uzayın neresinde?

Uzun süredir gündemde olan “Türkiye Uzay Ajansı” Aralık 2018’de nihayet kuruldu ve yönetim kadrolarına atamalar yapıldı. Ajans’ın, esas itibarıyla, Türkiye Atom Enerjisi Kurumu (TAEK) benzeri bir düzenleyici konumunda, ülkenin uzay çalışmalarını koordine edecek bir yapıda kurulduğu anlaşılıyor.

Önümüzdeki birkaç yıl içinde kurumsal kimliğinin oluşması ve güçlenmesi ile uzay çalışmalarına önemli katkılar yapması umuluyor.

Türkiye uzay çalışmalarında son 20 yıldır yerini almaya başladı. Kendine ait “Türksat” ve “Göktürk” serisi uyduları var. Bunların geliştirilmesinde, üretiminde ve Dünya’nın yörüngesine yerleştirilmek üzere fırlatılmasında bu alanda gelişmiş Fransa gibi ülkelerden destek alan Türkiye, kendi uydusunu (RASAT) üretebilecek kapasiteye de erişti. Ancak, uydularını henüz uzaya kendi gönderebilecek kapasiteye sahip değil.

Bilimsel ve teknolojik boyutuyla uzay konusunda uluslararası rekabet içinde yerini almakta olan Türkiye, siyasi açıdan da Birleşmiş Milletler çatısı altında bu alanda imzalanan antlaşmalara taraf ülke konumunda.[efn_note]http://www.mfa.gov.tr/uzay.tr.mfa
Türkiye, başta 27 Ocak 1967 tarihli, “Uzay Antlaşması” olmak üzere, 27 Nisan 1968 tarihli “Astronotların Kurtarılması, Astronotların ve Uzaya Fırlatılmış Olan Araçların Geri Verilmeleri Hakkında Anlaşma”, 29 Mart 1972 tarihli “Uzay Cisimlerinin Verdiği Zarardan Dolayı Uluslararası Sorumluluk Hakkında Sözleşme”, 12 Kasım 1974 tarihli “Uzaya Fırlatılan Cisimlerin Tescili Sözleşmesi” ve 18 Aralık 1979 tarihli “Devletlerin Ay’da ve Diğer Gök Cisimlerindeki Faaliyetlerini Düzenleyen Anlaşma”ya taraf devlet konumundadır.
[/efn_note]

Türkiye’nin coğrafi konumu ve siyasi ilişkilerinin düzeyi ulusal güvenliğine yönelik ciddi tehditler algılamasına yol açıyor. Türkiye ölçeğinde bir ülkenin, gerek ekonomik kalkınması ve refah düzeyin arttırılması bakımından, gerek caydırıcı kapasitesinin ve savunma imkan ve kabiliyetlerinin güçlendirilmesi bakımından, diğer gereksinimlerinin yanında, uzay çalışmalarına da büyük önem vermek ve kaynak aktarmak zorunluluğu açık.

Çok yönlü ve kapsamlı bir çalışma ile hazırlanacak orta ve uzun vadeli programlar çerçevesinde, dünyanın farklı ülkelerine yayılmış Türk bilim insanları ve teknisyenlerinin ülkeye geri kazandırılması ve Türkiye’de bu alanda çalışmak isteyecek nitelikli insanlara gerekli imkânların sağlanması bir bütün olarak gerçekleştirilebilirse, Türkiye de uzaydaki yerini uzak olmayan bir vadede alabilir.

Türkiye Uzay Ajansı’nın koordinasyonunda devlet kurum ve kuruluşları, savunma sanayii içinde yer alan özel sektör kuruluşları ve akademinin ortak girişimleri ve çalışmalarıyla bu alanda zaman kaybetmeksizin aşama kaydetmek büyük önem arz ediyor.

Ülkenin sahip olduğu nitelikli insan gücünün önemli bir kısmı, uzay çalışmalarında çok ileri seviyelerde bilimsel ve teknolojik kapasitelere sahip ülkelerdeki milli kurumlarda veya özel sektör kuruluşlarında görev yapıyor ve yaşadıkları ülkelerin uzay programlarına önemli katkılar sağlıyorlar.

Geçmiş dönemlerde yaşanan bazı tecrübelerden gerekli dersler çıkartılarak, çok yönlü ve kapsamlı bir çalışma ile hazırlanacak orta ve uzun vadeli programlar çerçevesinde bir yandan dünyanın farklı ülkelerine yayılmış olan Türk bilim insanları ve teknisyenlerinin ülkeye geri kazandırılması, bir yandan Türkiye’de bu alanda çalışmak isteyecek nitelikli insanlara gerekli imkânların sağlanması bir bütün olarak gerçekleştirilebilirse, Türkiye de uzaydaki yerini uzak olmayan bir vadede alabilir.

Bu amaca ulaşmak yolunda çalışmalara, Atatürk’ün Cumhuriyetimizin ilk yıllarında “İstikbal Göklerdedir” diyerek gösterdiği hedefi, “İstikbal Uzaydadır” olarak güncellemek ve daha da geliştirmeyi benimsemekle başlanabilir.

Twitter: @mkibaroglu

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 10 Eylül 2019’da yayımlanmıştır.

Mustafa Kibaroğlu
Mustafa Kibaroğlu
Prof. Mustafa Kibaroğlu – MEF Üniversitesi İktisadi, İdari ve Sosyal Bilimler Fakültesi Dekanı ve Stratejik Araştırmalar Merkezi (MEF Strateji) Direktörü. Galatasaray Lisesi’nden mezuniyeti sonrasında, Boğaziçi Üniversitesi Endüstri Mühendisliği Bölümü’nden Lisans ve Ekonomi Bölümü’nden Yüksek Lisans derecelerini aldı. Doktora derecesini ‘Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Rejimi Yol Ayırımında: Güçlendirme ya da Belirsizlik’ başlıklı teziyle Bilkent Üniversitesi’nden aldı. İsviçre’de Birleşmiş Milletler Silahsızlanma Enstitüsü’nde, İngiltere’de Southampton Üniversitesi’nde, ABD’de California Monterey Enstitüsü’nde “Kitle İmha Silahlarının Yayılması Sorunu” üzerine Doktora sonrası araştırmalar yaptı ve eserler yayınladı. 2004/2005 akademik yılında Harvard Üniversitesi’nde akademik çalışmalarını sürdürdü. 1997-2011 yılları arasında Bilkent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde Öğretim Üyesi ve Bölüm Başkan Yardımcısı olarak görev yaptı. Eylül 2011 - Temmuz 2014 arasında Okan Üniversitesi’nde çalışmalarını sürdürdü. Temmuz 2014’ten beri MEF Üniversitesi’nde. Kibaroğlu’nun pek çok kitabı ve makalesi yayınlandı (www.mustafakibaroglu.com). Araştırma alanları: Uluslararası Güvenlik, Kitle İmha Silahlarının Yayılması Sorunu, Silahsızlanma, Silahların Kontrolü, Ortadoğu, Uluslararası Terörizm, NATO, Kıbrıs Sorunu, Türk Dış Politikası.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

İstikbal uzaydadır

Uzay hızla ticarileşir ve kolonileşirken, uluslararası toplum nasıl bir uzay rejimi kuracak? Uzaydaki olası çatışma alanları neler? Türkiye uzayın neresinde ve uzay yarışında geride kalmamak için yapması gerekenler neler?

İnsanoğlu eski çağlardan itibaren yıldızlara bakarak yeryüzünde kendi konumunu belirlemeye çalışmış, gökyüzünü inceleyip edindiği bilgilerle uzak coğrafyalara doğru keşifler yapmaya çıkmış. Kısacası, her devirde “aklı havada” olmuş! Günümüzde ise, gelişmiş teknolojiler ve bilimsel birikimi sayesinde, uzayın derinliklerine ilgi gösteriyor.

Geçmişte gökyüzünü inceleyerek elde edilen bilgilerle çıkılan yolculuklar, bir yandan ticaretin gelişmesine ve refahın artmasına imkân verirken, diğer yandan da kolonileşme ve geri kalmış toplulukları köleleştirmeye yol açmış olması gibi, günümüzde de uzay hakkında sahip olunan ve olunacak bilgiler, insanlığın hem yararına, hem zararına gelişmelere yol açabilecek potansiyeli içinde barındırıyor.

Nasıl bir uzay rejimi?

Burada belirleyici olacak husus, uluslararası toplumun uzayın kullanımında hangi prensiplere, normlara ve kurallara bağlı kalacağı, bir başka deyişle nasıl bir “uzay rejimi” oluşturulacağı.

Aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 70 kadar ülkenin “uzay programı” bulunuyor. Ancak, bu alanda en belirleyici kriter olan uzaya roket göndermek, uydu yerleştirmek gibi ileri seviyelerde bilimsel ve teknolojik imkan ve kabiliyetlere sahip olan ülke sayısı bir düzine kadar. Bunlar arasında, uzaya insan yollayabilenlerin sayısı ise bir elin parmaklarını geçmiyor.

Amerika, Rusya, Çin, gibi ülkeler on yıllardır bu alandaki çalışmalarıyla öne çıkıyor. Fransa, İtalya ve Japonya gibi gelişmiş ülkeler de sahip oldukları kapasiteler ile bu kategoridekilere eklenebilir.

Onlara daha yakın zamanda katılan Hindistan, İsrail, Kuzey Kore, Güney Kore ve İran gibi ülkelerin çalışmaları da dikkat çekiyor ve özellikle niyetleri bakımından yakından izleniyor.

Uzay hakkında sahip olunan ve olunacak bilgiler, insanlığın hem yararına, hem zararına gelişmelere yol açabilecek potansiyeli içinde barındırıyor. Burada belirleyici olacak husus, uluslararası toplumun uzayın kullanımında hangi prensiplere, normlara ve kurallara bağlı kalacağı, bir başka deyişle nasıl bir “uzay rejimi” oluşturulacağı.

Yeryüzündeki kavga uzaya taşınır mı?

İkinci Dünya Savaşı sırasında Nazi Almanya’sının geliştirdiği ve sadece bir kaç yüz kilometre menzile sahip olan V-2 roketleri, kısa süre sonra, Soğuk Savaş döneminde, ABD ve Sovyetler Birliği tarafından, binlerce kilometre uzaktaki hedefleri vurabilecek kıtalararası balistik füzelerin geliştirilmesinin yolunu açmıştı.

İki kutuplu sistemde, özellikle 1960’lardan itibaren, iki süper güç arasında yaşanan hızlı silahlanma yarışının uzaya da sıçramasından endişe duyan uluslararası topluluk, düzenleyici bir antlaşmaya ihtiyaç duydu ve Ocak 1967’de, Uzay Antlaşması (“Outer Space Treaty”) olarak da bilinen, Ay ve Diğer Gök Cisimleri Dâhil, Uzayın Keşif ve Kullanılmasında Devletlerin Faaliyetlerini Yöneten İlkeler Hakkında Antlaşma imzalandı.[efn_note]United Nations Office for Outer Space Affairs,
http://www.unoosa.org/oosa/en/ourwork/spacelaw/treaties/introouterspacetreaty.html
[/efn_note]

Ekim 1967’de yürürlüğe giren bu anlaşma ile taraf devletler, uzaydan bütün ülkelerin faydalanması, uzayın kimse tarafından sahiplenilmemesi, uzay çalışmalarının barışçıl amaçlarla yapılması ilkelerini ve muhtemel sakıncalarını ortadan kaldırabilecek önlemleri ortaya koydu.[efn_note]Toplam 18 maddeden oluşan hemen her paragrafı uzayın kullanımının, insanlığın gelişimine katkı yapmasını sağlamanın yanında, muhtemel sakıncalarını ortadan kaldırabilecek önlemleri açıkça ortaya koyan Uzay Antlaşması’nın bazı önemli maddeleri şöyle:

Ay ve diğer gök cisimleri dâhil, uzayın keşfi ve kullanılması, ekonomik veya bilimsel gelişmişlik derecelerinle bakılmaksızın, bütün ülkelerin faydası ve çıkarları doğrultusunda yürütülmelidir … uzay, hiçbir ayırt edici uygulamaya tabi tutulmaksızın, eşitlik esasına ve uluslararası hukuka uygun olarak, bütün devletlerin keşif ve kullanımına açık olup … bilimsel araştırmalar serbestçe yapılır ve devletler bu araştırmalarda uluslararası işbirliğini kolaylaştırmalı ve teşvik etmelidirler. (Madde I).

Ay ve diğer gök cisimleri dâhil, uzay, egemenlik ilanı, kullanma veya işgal yoluyla veya diğer herhangi bir yolla ulusal sahiplenmeye tabi olamaz. (Madde – II).

Antlaşmaya Taraf Devletlerin ay ve diğer gök cisimleri dâhil, uzayın keşif ve kullanılması ile ilgili faaliyetleri, uluslararası barış ve güvenliğin korunması ve uluslararası işbirliği ve anlayışın teşviki amacıyla Birleşmiş Milletler Şartı da dâhil olmak üzere uluslararası hukuka uygun bir şekilde yürütülmelidir. (Madde III).[/efn_note]

Ancak günümüzde, uzaya çıkan ülke, hatta şirket sayısının arttığı göz önüne alındığında, 1967’de imzalanan bu antlaşma metninin tüm ihtiyaçlara cevap vermesini beklemek gerçekçi olamaz.

Bu sebeple, uzayla yakından ilgilenen ülkeler, gelecekte bu alandaki çıkarlarını korumak ve çatışmaya sebep olabilecek hususları ortadan kaldırmak amacıyla zaman zaman bir araya geliyorlar. Son olarak 19 Mart 2019’da, aralarında ABD, Rusya ve Çin’in de bulunduğu 25 ülke İsviçre’nin Cenevre şehrinde toplandı.

Toplantıya katılan ülke temsilcileri, görüşmelerde, günümüzde yaşanan ve gelecekte yaşanabilecek sorunların çözümünü bulmaya çalışmaktan çok, birbirlerinin belli başlı faaliyetlerine atıfta bulunarak karşılıklı olarak ağır suçlamalar yönelttiler. Örneğin, ABD, kendisi de benzer çalışmalar içinde olduğu halde, Rusya ve Çin’i uydulara karşı silah geliştirmekle suçladı.

Uzay olası birçok anlaşmazlığa gebe

Rusya ve Çin, Birleşmiş Milletler Silahsızlanma Konferansı bünyesinde yapılan çalışmalar kapsamında uzayın silahlandırılmasına karşı sergilenen güçlü yaklaşımı fırsat bilerek, uzay silahlarını yasaklayacak bir antlaşma taslağı ortaya koyduklarında, ABD böyle bir müzakere sürecine girmeyi reddetti.

Uzay alanında “üç büyükler” arasında bu gerilimler yaşanırken, uzay yarışına daha yakın yıllarda katılan bazı ülkelerin davranışları endişenin daha artmasına sebep oluyor. Örneğin, Hindistan 27 Mart 2019’da Dünya’nın yörüngesindeki kendi uydularından birine bir füze fırlatarak imha etti.

Uzay alanında “üç büyükler” arasında bu gerilimler yaşanırken, uzay yarışına daha yakın yıllarda katılan bazı ülkelerin davranışları endişenin daha artmasına sebep oluyor. Örneğin, Hindistan 27 Mart 2019’da Dünya’nın yörüngesindeki kendi uydularından birine bir füze fırlatarak imha etti.

Hindistan’ın bir süredir varlığını hissettirdiği, ancak ilk kez fiilen ortaya koyduğu bu (“anti-satellite weapon”) kapasitesi uzayın silahlanmasının getireceği sorunların boyutlarının tartışılmasını yeniden gündeme taşıdı. Zira bu gibi davranışlar, dünyadaki yaşamı olduğu kadar yakın uzay çevresini de olumsuz şekilde etkileyebilir.

2007 yılında Çin’in Dünya’ya düşecek olan bir uydusunu füze fırlatarak vurması ile dünyanın yörüngesine yayılan binlerce metal parçasının (“debris”) yarattığı kirlilik, onlarca yıl boyunca diğer uyduları ve hatta Uluslararası Uzay İstasyonu’nu da olumsuz etkileyebilecek boyutlara geldi.

Bu gibi davranışlar sıklıkla sergilendiği takdirde, okyanuslardaki plastik atıklarının denizlerdeki yaşama ve doğal çevreye olan son derece olumsuz etkilerine benzer bir durum, Dünya’nın yörüngesinde görevi sona eren, ya da arızalanıp iş göremez hale gelen uyduların yeryüzüne geri getirilmek yerine bulundukları yerde tahrip edilmesiyle uzayda da yaşanabilir.

Üzerinde durulması gereken başka bir olası sorun alanı da, yapılan açıklamalardan anlaşıldığı kadarıyla, Rusya ve ABD’nin Dünya’nın yörüngesine daimi olarak yerleştirilecek silah sistemleri üzerinde çalışmakta oldukları.[efn_note]Sandra Erwin, “New studies provide fresh insights into the escalating space arms race”, Space News, 4 Nisan 2019, https://spacenews.com/new-studies-provide-fresh-insights-into-the-escalating-space-arms-race/[/efn_note]

Uzay Kuvvetleri’ne doğru

Dünya’nın yörüngesine yerleştirilen irili ufaklı binlerce uydu, birçok amaca yönelik hizmet veriyor. Telekomünikasyon başta olmak üzere finans sistemlerinden sağlık hizmetlerine kadar her sektörde her türlü anlık veri akışının sağlanması, meteorolojik koşulların çok geniş ölçekli olarak takip edilmesi, tarım alanlarındaki ürün miktarının ve kalitesinin uzaktan algılama yoluyla değerlendirilmesi, kara , hava ve deniz araçlarında navigasyon bilgilerinin temin edilmesi gibi çok farklı sivil amaçlı kullanımlar yanında, istihbarat toplama gibi askeri amaçlı kullanımlar da uydular marifetiyle yapılıyor.

Devletler arasında çıkabilecek bir gerilim tırmandığı takdirde, bu gerilim sürecin taraflarca birbirlerinin uydularına yönelik silahlı ya da silahsız saldırılarda bulunmalarına kadar varmasını engellemek her zaman mümkün olmayabilir.

Söz konusu sivil ve askeri amaçlı kullanımda olan uyduların çok büyük bir bölümü devletlere ait olmakla beraber, çok uluslu özel sektör kuruluşlarının uyduları da bir süredir Dünya’nın yörüngesinde yerlerini almış durumda.

Dolayısıyla, devletler arasında çıkabilecek bir gerilim tırmandığı takdirde, bu gerilim sürecin taraflarca birbirlerinin uydularına yönelik silahlı ya da silahsız saldırılarda bulunmalarına kadar varmasını engellemek her zaman mümkün olmayabilir. Taraflardan birinin, diğerinin sivil veya askeri kullanımı olan uydusuna silahlı bir saldırıda bulunması büyük bir kaosa sebep olabilir.

Uydulara yönelik saldırılar elektronik harp yoluyla da yapılabilir ve fiziki anlamda bir zarar vermeden uydunun yörüngede olma sebebini oluşturan görevlerini yerine getirmesinin engellenmesi ya da yanıltılarak programlanandan farklı ve zararlı işler yapmaya zorlanması da yeryüzünde birçok yerde ve birçok alanda çok ciddi sorunların yaşanmasına yol açabilir.

Yukarıda vurgulanan hususlar dikkate alındığında, uzaya silahlı erişim sağlayabilen ülkeler veya bu hizmeti sağlayabilecek şirketler, yeryüzündeki geçerli askeri güç dengelerini çok önemli ölçüde etkileyebilirler, hatta değiştirebilirler.

Dolayısıyla ABD’nin uzaydaki uydularını, rakiplerinden ya da anlaşmazlık içinde oldukları devletlerin geliştirmekte oldukları bilimsel ve teknolojik kapasitelerden korumak amacıyla, ilk olarak 1982’de oluşturduğu Uzay Komutanlığı’nı, Uzay Kuvvetleri (“Space Force”) olarak dönüştürme ve geliştirme kararı alması ve bu yönde ilk atamayı Ağustos 2019’da yapması hiç şaşırtıcı değil.[efn_note]Elizabeth Howell, “Trump Launches US Space Command to Control the ‘Next Warfighting Domain’”, Space.com, 29 Ağustos 2019. https://www.space.com/trump-launches-us-space-command.html[/efn_note]

ABD’nin uzaydaki uydularını rakiplerinden ya da anlaşmazlık içinde oldukları devletlerin geliştirmekte oldukları bilimsel ve teknolojik kapasitelerden korumak amacıyla ilk olarak 1982’de oluşturduğu Uzay Komutanlığı’nı Uzay Kuvvetleri (“Space Force”) olarak dönüştürme ve geliştirme kararı alması ve bu yönde ilk atamayı Ağustos 2019’da yapması hiç şaşırtıcı değil.

Uzay hukuku oluşturabilecek mi?

Yukarıda sadece ana hatlarıyla değinilen yaşanması muhtemel sorunların, öncelikle hiç yaşanmaması, ya da sorunlar ortaya çıktığı durumda çatışmasız bir şekilde çözüme ulaşılması bakımından halen yürürlükte olan 1967 tarihli Uzay Antlaşması uzaya kitle imha silahları yerleştirilmesini engelleyen, uzay cisimlerinin olası zararlarından fırlatan ülkeyi sorumlu tutan önemli maddeler içeriyor.[efn_note]Antlaşmaya Taraf Devletler, nükleer silahlar veya diğer kitle imha silahları taşıyan cisimleri dünya etrafındaki bir yörüngeye yerleştirmemeyi, bu gibi silahları gök cisimlerine ve diğer herhangi bir şekilde uzaya konuşlandırmamayı taahhüt ederler. Ay ve diğer gök cisimleri Antlaşmaya Taraf bütün Devletlerce sadece barışçı amaçlarla kullanılacaktır. Gök cisimleri üzerinde askeri üs ve tesisler kurulması ve tahkimat yapılması, her tip silahın denenmesi ve askeri tatbikatlar yapılması yasaktır. (Madde – IV).

Ay ve diğer gök cisimleri dahil, uzaya bir cisim fırlatan veya fırlattıran her Taraf Devlet … Antlaşmaya Taraf diğer bir Devlete veya bu Devlete tabi gerçek veya tüzel kişilere karşı, söz konusu cismin veya bu cismi meydana getiren parçaların yer yüzünde, hava sahasında veya … uzayda sebep oldukları zararlardan … sorumludur. (Madde VII)[/efn_note]

Ancak, özellikle son 10 yılda gerek iç politika alanında, gerek dış politika alanında yaşanan gelişmeler, değişen lider profilleri ve davranışları, hızla zemin kazanan popülist söylemler ve “güçlüyüm, istediğimi yaparım” anlayışı, genel olarak hukuk normlarına ve özel olarak uluslararası hukuk kapsamından varılmış olan antlaşmaların, geçerli protokolleri taraf devletlerce gözetilmesini zayıflatıyor.

Onlarca yıl önce çok farklı konjonktürel koşullarda, çok farklı ekonomik ve siyasi yapılar ve rejimler tarafından imza konulmuş olan antlaşmaların bağlayıcılığından kurtulmak isteyen devletler, çeşitli gerekçelerle, antlaşmanın hükümlerini farklı yorumlayarak, ya da tümüyle dışına çıkarak siyasi ve askeri hedeflerine varmak isteyebilirler.

Böylesi bir durumda yaşanabilecek olan bir çatışmanın boyutları, siyasi unsurların yanı sıra, günümüzde birçok ülkenin sahip olduğu askeri imkân ve kabiliyetler de dikkate alındığında, bilim-kurgu eserlerinde öngörülen seviyelere varabilir.

Dolayısıyla, 1967 tarihli Uzay Antlaşması günümüz gerçeklerini ve gelecekte ortaya çıkabilecek gelişmeleri de dikkate alacak şekilde gözden geçirilmeli ve güçlendirilmelidir.

Böylesi bir durumda yaşanabilecek olan bir çatışmanın boyutları, siyasi unsurların yanı sıra, günümüzde birçok ülkenin sahip olduğu askeri imkân ve kabiliyetler de dikkate alındığında, kurgu-bilim eserlerinde öngörülen seviyelere varabilir.

Türkiye uzayın neresinde?

Uzun süredir gündemde olan “Türkiye Uzay Ajansı” Aralık 2018’de nihayet kuruldu ve yönetim kadrolarına atamalar yapıldı. Ajans’ın, esas itibarıyla, Türkiye Atom Enerjisi Kurumu (TAEK) benzeri bir düzenleyici konumunda, ülkenin uzay çalışmalarını koordine edecek bir yapıda kurulduğu anlaşılıyor.

Önümüzdeki birkaç yıl içinde kurumsal kimliğinin oluşması ve güçlenmesi ile uzay çalışmalarına önemli katkılar yapması umuluyor.

Türkiye uzay çalışmalarında son 20 yıldır yerini almaya başladı. Kendine ait “Türksat” ve “Göktürk” serisi uyduları var. Bunların geliştirilmesinde, üretiminde ve Dünya’nın yörüngesine yerleştirilmek üzere fırlatılmasında bu alanda gelişmiş Fransa gibi ülkelerden destek alan Türkiye, kendi uydusunu (RASAT) üretebilecek kapasiteye de erişti. Ancak, uydularını henüz uzaya kendi gönderebilecek kapasiteye sahip değil.

Bilimsel ve teknolojik boyutuyla uzay konusunda uluslararası rekabet içinde yerini almakta olan Türkiye, siyasi açıdan da Birleşmiş Milletler çatısı altında bu alanda imzalanan antlaşmalara taraf ülke konumunda.[efn_note]http://www.mfa.gov.tr/uzay.tr.mfa
Türkiye, başta 27 Ocak 1967 tarihli, “Uzay Antlaşması” olmak üzere, 27 Nisan 1968 tarihli “Astronotların Kurtarılması, Astronotların ve Uzaya Fırlatılmış Olan Araçların Geri Verilmeleri Hakkında Anlaşma”, 29 Mart 1972 tarihli “Uzay Cisimlerinin Verdiği Zarardan Dolayı Uluslararası Sorumluluk Hakkında Sözleşme”, 12 Kasım 1974 tarihli “Uzaya Fırlatılan Cisimlerin Tescili Sözleşmesi” ve 18 Aralık 1979 tarihli “Devletlerin Ay’da ve Diğer Gök Cisimlerindeki Faaliyetlerini Düzenleyen Anlaşma”ya taraf devlet konumundadır.
[/efn_note]

Türkiye’nin coğrafi konumu ve siyasi ilişkilerinin düzeyi ulusal güvenliğine yönelik ciddi tehditler algılamasına yol açıyor. Türkiye ölçeğinde bir ülkenin, gerek ekonomik kalkınması ve refah düzeyin arttırılması bakımından, gerek caydırıcı kapasitesinin ve savunma imkan ve kabiliyetlerinin güçlendirilmesi bakımından, diğer gereksinimlerinin yanında, uzay çalışmalarına da büyük önem vermek ve kaynak aktarmak zorunluluğu açık.

Çok yönlü ve kapsamlı bir çalışma ile hazırlanacak orta ve uzun vadeli programlar çerçevesinde, dünyanın farklı ülkelerine yayılmış Türk bilim insanları ve teknisyenlerinin ülkeye geri kazandırılması ve Türkiye’de bu alanda çalışmak isteyecek nitelikli insanlara gerekli imkânların sağlanması bir bütün olarak gerçekleştirilebilirse, Türkiye de uzaydaki yerini uzak olmayan bir vadede alabilir.

Türkiye Uzay Ajansı’nın koordinasyonunda devlet kurum ve kuruluşları, savunma sanayii içinde yer alan özel sektör kuruluşları ve akademinin ortak girişimleri ve çalışmalarıyla bu alanda zaman kaybetmeksizin aşama kaydetmek büyük önem arz ediyor.

Ülkenin sahip olduğu nitelikli insan gücünün önemli bir kısmı, uzay çalışmalarında çok ileri seviyelerde bilimsel ve teknolojik kapasitelere sahip ülkelerdeki milli kurumlarda veya özel sektör kuruluşlarında görev yapıyor ve yaşadıkları ülkelerin uzay programlarına önemli katkılar sağlıyorlar.

Geçmiş dönemlerde yaşanan bazı tecrübelerden gerekli dersler çıkartılarak, çok yönlü ve kapsamlı bir çalışma ile hazırlanacak orta ve uzun vadeli programlar çerçevesinde bir yandan dünyanın farklı ülkelerine yayılmış olan Türk bilim insanları ve teknisyenlerinin ülkeye geri kazandırılması, bir yandan Türkiye’de bu alanda çalışmak isteyecek nitelikli insanlara gerekli imkânların sağlanması bir bütün olarak gerçekleştirilebilirse, Türkiye de uzaydaki yerini uzak olmayan bir vadede alabilir.

Bu amaca ulaşmak yolunda çalışmalara, Atatürk’ün Cumhuriyetimizin ilk yıllarında “İstikbal Göklerdedir” diyerek gösterdiği hedefi, “İstikbal Uzaydadır” olarak güncellemek ve daha da geliştirmeyi benimsemekle başlanabilir.

Twitter: @mkibaroglu

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 10 Eylül 2019’da yayımlanmıştır.

Mustafa Kibaroğlu
Mustafa Kibaroğlu
Prof. Mustafa Kibaroğlu – MEF Üniversitesi İktisadi, İdari ve Sosyal Bilimler Fakültesi Dekanı ve Stratejik Araştırmalar Merkezi (MEF Strateji) Direktörü. Galatasaray Lisesi’nden mezuniyeti sonrasında, Boğaziçi Üniversitesi Endüstri Mühendisliği Bölümü’nden Lisans ve Ekonomi Bölümü’nden Yüksek Lisans derecelerini aldı. Doktora derecesini ‘Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Rejimi Yol Ayırımında: Güçlendirme ya da Belirsizlik’ başlıklı teziyle Bilkent Üniversitesi’nden aldı. İsviçre’de Birleşmiş Milletler Silahsızlanma Enstitüsü’nde, İngiltere’de Southampton Üniversitesi’nde, ABD’de California Monterey Enstitüsü’nde “Kitle İmha Silahlarının Yayılması Sorunu” üzerine Doktora sonrası araştırmalar yaptı ve eserler yayınladı. 2004/2005 akademik yılında Harvard Üniversitesi’nde akademik çalışmalarını sürdürdü. 1997-2011 yılları arasında Bilkent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde Öğretim Üyesi ve Bölüm Başkan Yardımcısı olarak görev yaptı. Eylül 2011 - Temmuz 2014 arasında Okan Üniversitesi’nde çalışmalarını sürdürdü. Temmuz 2014’ten beri MEF Üniversitesi’nde. Kibaroğlu’nun pek çok kitabı ve makalesi yayınlandı (www.mustafakibaroglu.com). Araştırma alanları: Uluslararası Güvenlik, Kitle İmha Silahlarının Yayılması Sorunu, Silahsızlanma, Silahların Kontrolü, Ortadoğu, Uluslararası Terörizm, NATO, Kıbrıs Sorunu, Türk Dış Politikası.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x