Bundan 10 yıl önce sizlere “ABD, dünyanın en büyük doğal gaz ve petrol üreticisi olacak” deseydim herhalde tebessüm eder, bakışınızı kaçırır, işinize devam ederdiniz. Oysa bugün ABD enerji süper gücü olarak dünya haritasında yerini alıyor. Hatta, Amerikalılar için ‘yeni petrol şeyhleri’ benzetmesini yapmak da özünde yanlış olmaz.
ABD, petrol üretiminde günlük 12 milyon varil ile Suudi Arabistan ve Rusya’yı çoktan dünya liderliği tahtından indirdi. Petrol fiyatları 55-65 dolar şeridinde kalırsa toplam likit yakıt üretiminin 2025’e kadar Rusya ve Suudi Arabistan’ın toplamını geçebileceği tahmin ediliyor.
Bunun anlamı şu: Artık Washington’un tercihleri ve müdahaleleri, uluslararası petrol fiyatlarının belirlenmesinde piyasanın yüzde 44’ünü kontrol eden OPEC ve dünyanın en büyük ikinci üreticisi olan Rusya faktörü kadar önemli olacak.
Mesele petrol ile de sınırlı değil, sırada doğal gaz da var. ABD bu alanda da Rusya ve Katar’ı geri sıralara itme çabası içinde. Zira kaya gazı üretiminde yaptığı tarihi sıçrama buna olanak tanıyor.
Yeşil enerji de ABD’deki sürecin bir parçası. Yenilenebilir enerjide, elektrikli araçlarda, pillerde, verimlilik teknolojisi, enerji finansmanı ve dijitalizasyonunda da – Çin ile beraber – lider konumuna yerleşiyor.
Eskiden Amerikan başkanları Ortadoğu/Körfez, Meksika ve Kanada’dan ithalata bağımlılıktan ciddi kaygı duyar, her fırsatta ülkenin “enerji bağımsızlığı” için çalıştıklarını söylerlerdi. Mevcut başkan Donald Trump ise bambaşka bir kulvara sıçrayarak artık ülkesinin “küresel enerji hükümranlığı” peşinde olduğunu ilan ediyor.
Artık Washington’un tercihleri ve müdahaleleri, uluslararası petrol fiyatlarının belirlenmesinde piyasanın yüzde 44’ünü kontrol eden OPEC ve dünyanın en büyük ikinci üreticisi olan Rusya faktörü kadar önemli olacak.
İşin özü, ABD bugün zamanında öngöremediğimiz bir “enerji devrimi” yaşıyor. Tüm dünyayı da etkileyecek bir devrim.
Yeni siyasi ve ekonomik başkentler
Amerika’nın dünya enerjisinde yarattığı bu yeni güç kaymasını daha geniş bir perspektiften görmek gerekiyor. “Dünyanın ağırlık merkezi, Çin ve Hindistan’ın başı çektiği Asya-Pasifik bölgesine kayıyor” cümlesini 20 yıldır sürekli duyuyor, etkilerini de yaşıyoruz. Türkiye ile ilgili “eksen kayması” tartışmaları da aslında bu sürecin bir parçası olarak değerlendirilmeli.
ABD küresel enerji gücü oluyor olmasına ama bu onun ekonomik güç tahtını korumaya devam edebileceği anlamına gelmiyor. Çin’in 2030’da satın alma gücü paritesine göre, GSMH büyüklüğünde ABD’yi geçeceği, Hindistan ve Brezilya gibi ülkelerle birlikte birinci ligi zorlayacağı, ABD ve Avrupa’nın, Japonya ile birlikte, şayet beklenmedik bir sıçrama yapamazlarsa küresel ekonomide zemin kaybedeceği anlaşılıyor.
Yeni düzende Türkiye, Meksika, İran, Güney Afrika, Endonezya, Mısır gibi ülkelerin dünya ekonomisini hareketlendireceği, bu bölgesel güçlerin siyasi ağırlıklarının da ciddi şekilde artacağı tahmin ediliyor. BRIC’lere (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin) onları yakından izleyen N-11 ülkelerinin (Türkiye, Mısır, İran, Endonezya, Vietnam, Güney Kore, Meksika, Nijerya, Pakistan, Filipinler ve Bangladeş) de katılmasıyla Batı’nın gücü epey aşınacak gibi görünüyor.
Özetle, sadece ekonomik başkentler değil finans merkezleri de değişiyor; yeni siyasi başkentler, teknoloji merkezleri, enerji hub’ları oluşuyor, Atlantik merkezli güç dağılıyor. Amerika’yı süper güç yapan ve onun bu statüsünü sürdürmesini sağlayan unsurların başında gelen dünyanın her yerine erişme, her koşul altında askeri müdahalede bulunma kabiliyeti de zamanla sarsılacak bu gidişle.
Enerji sektörü “yeşil”e dönüyor
Değişim, yalnızca gezegenimizde yeni güç merkezlerinin ortaya çıkmasında değil, aynı zamanda enerji sektöründe de köklü bir şekilde yaşanıyor.
Kaya gazı, diğer geleneksel olmayan enerjiler, maliyetleri (dolayısıyla da fiyatları) aşağıya çeken yenilenebilir enerji devrimi sayesinde bir bolluk çağını yaşıyoruz.
Sadece 2018’de 100GW fotovoltaik (güneş) enerji dünya envanterine dâhil oldu. 2025’e kadar rüzgârı, 2030’e kadar da kömürü geçmesi bekleniyor. Fosil yakıtlarla maliyet açısından da rekabet edebiliyor. Sektöre yapılan yeni yatırımların ezici çoğunluğu yenilebilir enerjiye kayıyor.
Yenilenebilir enerji kaynakları, küresel enerji sahnesinin tam merkezine taşınıyor. Bu sektörün diğer enerji kaynaklarından daha hızlı büyümesini sağlayan teknolojik gelişmeler kendi başına “oyun değiştirici” bir devrim.
Yenilenebilir enerji alanının gelişmesinin ve önem kazanmasının diğer nedeni – düşük karbon ve yerli enerji ekonomisine vurgunun yanı sıra – enerjide kuşaklar arasında yaşanan ciddi anlayış farklılığı. İnsanlar, genellikle kanıtlanmayan “gerçekler” ve duyulara dayanan argümanlarla hareket ediyor. Daha çevreci olan genç nesiller, hidrokarbon sağlayıcılarının sorgusuz sualsiz “kötü” olduğuna, yenilenebilir, düşük karbon enerjinin ise kutsallığına inanıyorlar.
Oysa gerçek ikisinin arasında bir yerde. “Yeşil” olduğu söylenen enerji türlerinin aslında derinliğine incelendiğinde pek de öyle olmadığı, iklim değişikliği bilimine yeterince değer verilmediği, arzu edilen ile gerçeklik arasında önemli bir boşluk olduğu gözleniyor.
Ancak görünen o ki, ‘yenilenebilir’ enerji, finansman çevrelerinde güçlü bir rüzgar yaratmış durumda. ‘Yeşil’ STK’lar, hiç tahmin edemeyeceğimiz ölçüde bankaların kararlarını etkileyebiliyor, kömüre ve diğer hidrokarbon enerji projelerine fon bulmayı zorlaştırıyorlar. Fotovoltaik ve rüzgar enerjisi orantısız ölçüde finansman imkanına kavuşuyor. Bu durum ileride, enerji tedarikinde yapay bir dengesizliğe yol açabilir.
Jeopolitik değişirken kazanan kim olacak?
Başka alanlarda olduğu gibi, enerjide de her zaman kazananlar ve kaybedenler var, olmaya da devam edecek. ‘Yeşil’ enerji, yeni üreticiler, teknoloji şirketleri kazanan gibi görünse de henüz berrak bir sonucun ortaya çıktığını söylemek zor. Önemli olan, bu uzun süreceği anlaşılan bu geçiş sürecinde, yeni dinamiklere, değişimlere cevaben akıllı, esnek ve süratli stratejiler geliştirerek kazananlar cephesinde yer almak.
Belli alanlarda belirsizlikler sürse de, kesin olan şey şu: Enerjinin daha çok petrol bağlantılı şekilde gelişen jeopolitiği değişiyor. Doğal gaz, yenilenebilir enerji ve nükleerin yeni bir jeopolitik haritası var önümüzde. Yeni düzen, Çin ve Hindistan’ı dünya enerji düzeninin talep ayağında liderlik konumuna doğru götürüyor. Bu ülkeler, dijitalleşme, yapay zekâ, yeni yakıtlar, elektrikli araçlar, bataryalar, endüstri4.0 ve iklim değişikliği alanlarında da hayatımızı temelden etkileyecek güçteler.
Bütün bu yeni dinamikler, geleneksel olmayan yakıtlar, yenilenebilir enerjinin yükselişi, fiyatlardaki dalgalanma, değişimin öngörülemeyen hızı, yaygınlaşan jeopolitik gerilimler şimdiye kadar gördüğümüzden çok daha kuvvetli. Bu durum, hem cazip fırsatlar hem de ciddi meydan okumalar yaratıyor. Geçiş sürecinin daha uzun süreceği öngörüsü hükümetleri, şirketleri, finansçıları zaman zaman tereddüte sevk ediyor.
Unutmayalım ki bunca gelişmeye rağmen, dünya üzerinde hâlâ ticari enerjiye erişimi olmayan 1.1 milyar insan var. ABD sayesinde hiç beklenmedik çapta el değmemiş muazzam enerji kaynakları gezegenimizin envanterine dâhil edildi. Yenilenebilirin katılması ve verimliliğin artmasıyla birlikte nisbi bolluk yaratıldı. Gerisi de gelecek. Arktik bölgesi, Avustralya, Doğu Asya, Doğu Akdeniz gibi yeni arz bölgeleri de enerji haritasında kendilerini gösteriyor.
Ama yeterince talep gelmez, fiyatlar makul düzeylerde tutunmaz ve Güney Çin Denizi’nden Hürmüz’e, Libya’ya, Irak’ın Kürt bölgesine, Karadeniz’e uzanan geniş hattaki jeopolitik gerilimler azaltılamazsa enerjiye yatırım ve erişim kolay olmayacak.
Öte yandan, enerji yatırımlarının artarak yenilenebilir enerjiye kayması, görünür gelecekte enerji gereksiniminin çoğunu sağlamaya devam edecek olan fosil yakıtlarda 2025 sonrası bir arz sıkıntısı ihtimalini de gözden ırak tutmayalım.
ABD’nin planı ne?
Peki, ABD’yi petrol bağımlılığından enerji devrimine taşıyan başarı hikayesinin esas kahramanı kim?
Aslına bakarsanız, sanılanın aksine Cumhuriyetçi ya da Demokrat hiçbir başkanın bu gelişmelerin yaşanmasında ciddi bir etkisi ya da kontrolü olmadı. Büyük ölçüde Washington’daki karar alıcılardan bağımsız şekilde gelişen teknoloji, inovasyon ve yatırımlar, müteşebbis küçük şirketler, eyalet liderliği ve özel mülkiyet uygulamaları bu sonuca özlü katkı sağladı.
“ABD enerji konularında Türkiye ile aynı menfaatlerin peşinde ortak mı olacak yoksa rakip mi? Türkiye, halen Avrupa ülkeleri arasında ABD’den en fazla kaya gazı LNG ithal eden ülke konumunda. Ruslar ile fiyat ve sözleşme müzakeresinde bu yeni kaynak bir manivela vazifesi görebilir.”
Ama bu şekilde ortaya çıkan üstünlüğü Trump’ın siyasi sermayeye dönüştürme gayreti elbette var. Hatta enerjiyi tıpkı Rusya gibi jeopolitik mücadelede bir silah olarak kullanma girişimleri dikkatlerden kaçmıyor. Venezuela, İran, Rusya, Irak, Suudi Arabistan ve Libya’ya yönelik yaptırımlar, politikalar, kısıtlamalar, bilek bükmeler hep ABD enerjisine yeni pazarlar açma, fiyatların belirlenmesinde OPEC artı Rusya kadar etkin olma ve küresel jeopolitik/ekonomik üstünlüğünü sürdürme çabaları gibi görünüyor.
Türkiye için fırsat mı risk mi?
Amerika’nın küresel bir enerji süper gücü olarak yükselişi hemen her ülkeyi artık yeni bir yol haritası benimsemeye zorluyor.
ABD Irak, İran, Hazar, Rusya, Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi ve Doğu Akdeniz doğal gaz sahaları konularında Türkiye ile aynı menfaatlerin peşinde ortak mı olacak yoksa rakip mi?
Doğru konumlanma Türkiye’nin geleceği bakımından önemli fırsatlar da yaratabilir, riskler de. Halen Avrupa ülkeleri arasında ABD’den en fazla kaya gazı LNG ithal eden ülke konumunda. Ruslar ile fiyat ve sözleşme müzakeresinde bu yeni kaynak bir manivela vazifesi görebilir.
Önümüzdeki 10 yılda, Türkiye’nin önünde enerji konusunda önemli hedefler var. Yeni teknoloji ve finansman ihtiyaçları; dış politika ve güvenlik ile enerji politikalarının uyumlaştırılması çabaları; çevre kirliliği, iklim değişikliği, rekabet, kamu maliyesi politikaları geliştirmek, bunlardan bazıları.
Türkiye, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı tahminlerine göre önümüzdeki on yılda en az 120 milyar dolarlık yatırım gerektiren bu süreçte, yeni bakış açıları oluştururken, bölgesel ortaklarının yansıra dünyanın yeni enerji süper gücünü de hesaba katmalı.
Twitter’dan takip edin: @mehmetogutcu
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 26 Temmuz 2019’da yayımlanmıştır.