Korku liberalizmi nasıl öldürdü?

Siyasi kaygıların insanların iyimserliğini törpülediği ve korkunun egemen olduğu bir dünyada demokratik bir düzen artık sadece bir hayal mi? Belirsiz bir gelecek korkusu otoriterliği nasıl besliyor?

1990’larda iki kutupluluğun sona ermesiyle birlikte dünyanın daha barışçıl, daha müreffeh ve demokratik bir yörüngeye gireceğiyle ilgili iyimser öngörüler, son çeyrek yüzyıldır yaşananlarla bir anlamda boşa çıkmış oldu.

Harvard Üniversitesi’nden uluslararası ilişkiler profesörü, yazar Stephen M. Walt, Foreign Policy internet sitesinde yayımlanan yazısında gerçek ya da abartılan tehditler nedeniyle tüm dünyaya egemen olan korku hissiyatının demokrasinin altını nasıl oyduğunu anlatıyor.

Yazıdan öne çıkan bazı bölümlerini aktarıyoruz:

“Akademisyenler, uzmanlar ve politikacılar sürekli kötü tahminlerde bulunur ve bunların bazıları gerçekten olağanüstüdür. Son 50 yılın en kötü jeopolitik tahmini için benim adayım ise Soğuk Savaş sonrası dünyanın kaçınılmaz olarak barışçıl ve giderek daha müreffeh bir liberal geleceğe doğru sürüklendiğine dair inançtı. Francis Fukuyama’nın insanlığın ‘tarihin sonuna’ ulaştığı iddiasında yer bulan ancak bununla sınırlı kalmayan bu görüş, demokrasinin yayılmaya devam edeceğini, ticaret ve yatırım önündeki engellerin herkesin yararına olacak şekilde azalacağını, milliyetçiliğin ortadan kalkacağını, sınırların giderek önemsizleşeceğini, küresel kurumların en zorlu küresel sorunları ele almak için öne çıkacağını ve savaş tehlikesinin, bir avuç zayıf ve giderek önemsizleşen haydut devletle sınırlı kalacağını varsayıyordu.

Tüm bunlar gerçekleşseydi harika olurdu ve 1990’larda birçok zeki insanın bu baştan çıkarıcı vizyonu neden benimsediği kolayca anlaşılabilirdi. O yıllarda Sovyet tarzı komünizm çökmüş, ABD gücün zirvesinde tek başına kalmıştı ve dünyanın büyük bir kısmı liberal yaklaşımı benimsiyor gibiydi. Demokrasi Doğu Avrupa ve Latin Amerika’ya yayılıyor, küreselleşme hızlanıyor, insan haklarına saygı ivme kazanıyordu. Ayrıca hem uzmanlar hem de politikacılar, Çin ve diğer tek partili devletlerin kademeli olarak çok partili demokrasiye doğru ilerleyeceğini varsayıyordu. Liberal enternasyonalistler ve neo-muhafazakârlar, ABD’deki politika yapıcı kadrolara hâkimdi; dünyayı Amerika’nın imajına göre yeniden şekillendirmeye ve küresel bir liberal düzen yaratmaya kararlıydılar.

Şimdi ileri saralım ve 2025’e gelelim. Geçen çeyrek yüzyıla baktığımızda, bu iyimser tahminlerin neredeyse tamamen yanlış olduğu açıkça görülüyor. Çin daha otoriter hale geldi ve Rusya, kısa bir seçim demokrasisi deneyiminin ardından otokrasiye geri döndü. Nitekim demokrasi, ABD de dahil olmak üzere yaklaşık 20 yıldır dünya genelinde istikrarlı bir düşüşte. arasındaki ilişkiler geriliyor, ancak tam tersi öngörülürken, ABD bu yozlaşmış otokrasilere daha çok benziyor. Trump rejimi, yürütme yetkisini çok az kısıtlamayla genişletiyor, hukukun üstünlüğü ilkesi aşınıyor. Trump, tıpkı Xi Jinping’in Çin’de yaptığı gibi üniversitelerden, hukuk firmalarından ve özel şirketlerden tavizler koparıyor; yönetim, küçük ve kontrolsüz bir başkanın öfkesini çeken herkese karşı kişisel kan davaları güdüyor ve federal birlikler, sıradan vatandaşları korkutmak amacıyla bir güç gösterisi olarak ülkenin başkentine konuşlandırılıyor.

Küreselleşme yerini yükselen korumacılığa bıraktı. Hindistan, Macaristan ve ABD’de artık özgürlük karşıtı liderler yönetimde. Birleşmiş Milletler, Dünya Ticaret Örgütü, Dünya Sağlık Örgütü, Avrupa Birliği veya nükleer silahların yayılmasının önlenmesi rejimi gibi küresel kurumlar ise 30 yıl öncesine göre daha zayıf. (…)

Belirsiz bir gelecek korkusu

Bu gelişmelerin çeşitli nedenlerine işaret edilebilir: Amerikan kibri, ‘ebedi savaşların’ aşındırıcı etkileri, sosyal medyanın zehirli sonuçları, Çin’in ekonomik yükselişi, 2008 mali krizi, seçkinlerin hesap verebilirliğinin olmaması, artan eşitsizlik… Bazılarımız da liberal dünya düzenini genişletme çabalarının neden başarısız olduğunu açıklayan kitaplar yazdık. Ancak siyasetin ABD de dahil olmak üzere farklı yerlerde liberal olmayan dönüşümünü açıklamaya yardımcı olan daha derin güçler de iş başındaydı. Tüm bu derin güçlerin ortak noktası ise belirsiz bir gelecek korkusu.

Günümüzde aşırı zengin ve ayrıcalıklı olmayan insanların endişe duyduğu tüm şeyleri düşünün.

İlk olarak; artan eşitsizlik, yaygınlaşan yolsuzluk ve kayırmacı kapitalizm, yapay zekâ ve robotik teknolojilerin iş gücü üzerindeki etkisi, birçok ülkede genç işsizliği, bazı büyük ekonomilerde gerileyen verimlilik, yaşlanan nüfus, uluslararası ticaret veya makroekonomiden anlamayan bir ABD başkanı, irrasyonel finansal düzenlemeler ve balon emareleri taşıyan borsalar, artan ekonomik belirsizliği büyütüyor. (…)

İkincisi ise etkileri giderek daha belirgin hale gelen ve daha da kötüleşmesi muhtemel iklim değişikliği. Trump ve MAGA dünyası bunu inkâr ediyor ve sorunu daha da kötüleştirmek için ellerinden geleni yapıyor olabilir, ancak fizik ve kimya yasaları sosyal medya paylaşımlarını okumuyor veya Fox News izlemiyor. Çoğu sıradan insan daha sıcak, daha rüzgârlı, daha yağışlı ve daha tehlikeli bir geleceğin bizi beklediğini biliyor. (…)

Sırada büyük güç rekabetinin geri dönüşü var. Tek kutuplu dönem sona erdi; Çin, Rusya ve ABD (ve diğerleri) arasında anlaşmazlıklar var, yeni bir silahlanma yarışı başlıyor ve doğrudan bir çatışmanın yaşanabileceği birçok kritik nokta mevcut. Üçüncü Dünya Savaşı kaçınılmaz değil, ancak riskler artıyor. Daha fazla devletin nükleer silah edinmeye çalışması muhtemel. Bu, uzun vadede istikrar sağlayabilir, ancak kısa vadede önleyici savaş için büyük teşvikler yaratacak ve o zaman korkmak için bir nedenimiz daha olacak.

Terörizmi de unutmayalım. Çoğu zaman terörizm tehdidi abartılsa da dünyanın bazı bölgelerinde hâlâ ciddi bir sorun ve rastgele siyasi şiddet eylemleri korkusu, kamuoyunun algıları üzerinde hâlâ derin bir gölge oluşturuyor.

Sonra göç ve mülteciler geliyor. Ülkelerin yurt dışından gelen insanlarla dolup bunun sonucunda bir tür kültürel yok oluşa uğrayacağı korkusu var. Beyaz milliyetçi hareketin temel direklerinden biri olan ‘büyük ikame teorisi’ gibi paranoyak fantezilerin ardındaki korku da bu. Daha fazla insana acilen ihtiyaç duyan nüfusu yaşlanan ülkeler bile bu endişeye karşı oldukça hassas ve ABD gibi toplumlar, zamanı geri çevirmek için bariyerler kuruyor ve üretken sakinlerini sınır dışı ediyor. Hoşgörülü bir kozmopolit dünya düzenine yönelmek yerine, ‘öteki’ korkusu tüm dünyada derin bir tepkiye yol açıyor.

Durun, daha bitmedi! Kişisel bağışıklık danışmanınız veya sığınabileceğiniz özel bir adanız yoksa, muhtemelen bir sonraki pandemiden de endişe ediyorsunuzdur. (…)

Son olarak, sürekli duyduğumuz tüm o sahte tehditleri de unutmayın: Trans bireyler, kütüphanelerdeki kitaplar, hayat kurtaran aşılar, pizzagate, suç oranları… Bu tehlikeler tamamen hayal ürünü veya aşırı abartılmış olsa bile, dünyada demokratik sistemlerin başa çıkamayacakları tehlikelerle dolu olduğu ve insanların gerçekten ihtiyaç duyduğu şeyin bir diktatör olduğu yönündeki yaygın hissiyatı güçlendiriyor.” (…)

Güçlü bir otoriteye duyulan ihtiyaç

Yazar, insanların korktuklarında her şeyden önce koruma sağlayacak güçlü bir otoriteye ihtiyaç duyma eğiliminde olduğunu belirtiyor: “El Kaide’nin 11 Eylül saldırılarından sonra Amerikalılar, Vatanseverlik Yasası’nın bilgeliğini, iç gözetimin genişletilmesini veya saldırılarla hiçbir ilgileri olmasa bile yabancı ülkeleri işgal etmenin uygunluğunu sorgulamadı. İnsanlar yeterince korktuklarında, gerçekleri anlamaya ve nasıl tepki vereceklerini dikkatlice düşünmeye zaman ayırmaz; birinin sorumluluğu üstlenmesini ve tehlikeyle başa çıkmasını isterler.

İdeal olan, bu durumun seçmenleri yukarıda özetlenen zorlu sorunlara etkili çözümler geliştirmek üzere 7/24 çalışacak son derece yetkin liderleri seçmeye yönlendirmesidir. Ancak korku, insanların, gerçeklikten ne kadar uzak olursa olsun güç ve yetkinlik imajı yaratmada mahir, sözde diktatörlerin dolandırıcılıklarına kanmasını fazlasıyla kolaylaştırır. Hırslı diktatörler elbette bunu bilir. Bu yüzden meşru endişeleri abartır veya iktidarı pekiştirme ve insanların dikkatini eylemlerinin sonuçlarından uzaklaştırma çabalarını haklı çıkarmak için hayali acil durumlar uydurur veya üretirler.

ABD Başkanı Franklin Roosevelt, ilk yemin töreninde ‘Korkmamız gereken tek şey korkunun kendisidir’ demişti. Ancak bu tam olarak doğru değil; gecikmeden ele alınması gereken bazı gerçek sorunlar var ve bunlar hakkında endişelenmekte haklısınız. Yapmamamız gereken, korkunun bizi felç etmesine veya muhakeme yeteneğimizi bulandırmasına izin vermektir. Karşı karşıya olduğumuz en büyük tehlike, geleceğe dair korkularımızın bizi, sorunları daha da kötüleştireceği açıkça görülen ve kişisel güç hırslarıyla daha özgür bir dünya vizyonunu solgun bir anıya dönüştürebilecek liderlere yöneltmesine izin vermektir.”

Bu yazı ilk kez 5 Eylül 2025’te yayımlanmıştır.

Stephen M. Walt’un Foreign Policy internet sitesinde yayımlanan “How Fear Killed Liberalism” başlıklı yazısından öne çıkan bazı bölümler Nevra Yaraç tarafından çevrilmiş ve editoryal katkısıyla yayına hazırlanmıştır. Yazının orijinaline ve tamamına aşağıdaki linkten erişebilirsiniz: https://foreignpolicy.com/2025/09/02/fear-populism-liberalism-trump-far-right/

Fikir Turu
Fikir Turuhttps://fikirturu.com/
Fikir Turu, yalnızca Türkiye’deki düşünce hayatını değil, dünyanın da ne düşündüğünü, tartıştığını okurlarına aktarmaya çalışıyor. Bu amaçla, İngilizce, Arapça, Rusça, Almanca ve Çince yazılmış önemli makalelerin belli başlı bölümlerini çevirerek, editoryal katkılarla okuruna sunmaya çalışıyor. Her makalenin orijinal metnine ve değerli çevirmen arkadaşlarımızın bilgilerine makalenin alt kısmındaki notlardan ulaşabilirsiniz.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Korku liberalizmi nasıl öldürdü?

Siyasi kaygıların insanların iyimserliğini törpülediği ve korkunun egemen olduğu bir dünyada demokratik bir düzen artık sadece bir hayal mi? Belirsiz bir gelecek korkusu otoriterliği nasıl besliyor?

1990’larda iki kutupluluğun sona ermesiyle birlikte dünyanın daha barışçıl, daha müreffeh ve demokratik bir yörüngeye gireceğiyle ilgili iyimser öngörüler, son çeyrek yüzyıldır yaşananlarla bir anlamda boşa çıkmış oldu.

Harvard Üniversitesi’nden uluslararası ilişkiler profesörü, yazar Stephen M. Walt, Foreign Policy internet sitesinde yayımlanan yazısında gerçek ya da abartılan tehditler nedeniyle tüm dünyaya egemen olan korku hissiyatının demokrasinin altını nasıl oyduğunu anlatıyor.

Yazıdan öne çıkan bazı bölümlerini aktarıyoruz:

“Akademisyenler, uzmanlar ve politikacılar sürekli kötü tahminlerde bulunur ve bunların bazıları gerçekten olağanüstüdür. Son 50 yılın en kötü jeopolitik tahmini için benim adayım ise Soğuk Savaş sonrası dünyanın kaçınılmaz olarak barışçıl ve giderek daha müreffeh bir liberal geleceğe doğru sürüklendiğine dair inançtı. Francis Fukuyama’nın insanlığın ‘tarihin sonuna’ ulaştığı iddiasında yer bulan ancak bununla sınırlı kalmayan bu görüş, demokrasinin yayılmaya devam edeceğini, ticaret ve yatırım önündeki engellerin herkesin yararına olacak şekilde azalacağını, milliyetçiliğin ortadan kalkacağını, sınırların giderek önemsizleşeceğini, küresel kurumların en zorlu küresel sorunları ele almak için öne çıkacağını ve savaş tehlikesinin, bir avuç zayıf ve giderek önemsizleşen haydut devletle sınırlı kalacağını varsayıyordu.

Tüm bunlar gerçekleşseydi harika olurdu ve 1990’larda birçok zeki insanın bu baştan çıkarıcı vizyonu neden benimsediği kolayca anlaşılabilirdi. O yıllarda Sovyet tarzı komünizm çökmüş, ABD gücün zirvesinde tek başına kalmıştı ve dünyanın büyük bir kısmı liberal yaklaşımı benimsiyor gibiydi. Demokrasi Doğu Avrupa ve Latin Amerika’ya yayılıyor, küreselleşme hızlanıyor, insan haklarına saygı ivme kazanıyordu. Ayrıca hem uzmanlar hem de politikacılar, Çin ve diğer tek partili devletlerin kademeli olarak çok partili demokrasiye doğru ilerleyeceğini varsayıyordu. Liberal enternasyonalistler ve neo-muhafazakârlar, ABD’deki politika yapıcı kadrolara hâkimdi; dünyayı Amerika’nın imajına göre yeniden şekillendirmeye ve küresel bir liberal düzen yaratmaya kararlıydılar.

Şimdi ileri saralım ve 2025’e gelelim. Geçen çeyrek yüzyıla baktığımızda, bu iyimser tahminlerin neredeyse tamamen yanlış olduğu açıkça görülüyor. Çin daha otoriter hale geldi ve Rusya, kısa bir seçim demokrasisi deneyiminin ardından otokrasiye geri döndü. Nitekim demokrasi, ABD de dahil olmak üzere yaklaşık 20 yıldır dünya genelinde istikrarlı bir düşüşte. arasındaki ilişkiler geriliyor, ancak tam tersi öngörülürken, ABD bu yozlaşmış otokrasilere daha çok benziyor. Trump rejimi, yürütme yetkisini çok az kısıtlamayla genişletiyor, hukukun üstünlüğü ilkesi aşınıyor. Trump, tıpkı Xi Jinping’in Çin’de yaptığı gibi üniversitelerden, hukuk firmalarından ve özel şirketlerden tavizler koparıyor; yönetim, küçük ve kontrolsüz bir başkanın öfkesini çeken herkese karşı kişisel kan davaları güdüyor ve federal birlikler, sıradan vatandaşları korkutmak amacıyla bir güç gösterisi olarak ülkenin başkentine konuşlandırılıyor.

Küreselleşme yerini yükselen korumacılığa bıraktı. Hindistan, Macaristan ve ABD’de artık özgürlük karşıtı liderler yönetimde. Birleşmiş Milletler, Dünya Ticaret Örgütü, Dünya Sağlık Örgütü, Avrupa Birliği veya nükleer silahların yayılmasının önlenmesi rejimi gibi küresel kurumlar ise 30 yıl öncesine göre daha zayıf. (…)

Belirsiz bir gelecek korkusu

Bu gelişmelerin çeşitli nedenlerine işaret edilebilir: Amerikan kibri, ‘ebedi savaşların’ aşındırıcı etkileri, sosyal medyanın zehirli sonuçları, Çin’in ekonomik yükselişi, 2008 mali krizi, seçkinlerin hesap verebilirliğinin olmaması, artan eşitsizlik… Bazılarımız da liberal dünya düzenini genişletme çabalarının neden başarısız olduğunu açıklayan kitaplar yazdık. Ancak siyasetin ABD de dahil olmak üzere farklı yerlerde liberal olmayan dönüşümünü açıklamaya yardımcı olan daha derin güçler de iş başındaydı. Tüm bu derin güçlerin ortak noktası ise belirsiz bir gelecek korkusu.

Günümüzde aşırı zengin ve ayrıcalıklı olmayan insanların endişe duyduğu tüm şeyleri düşünün.

İlk olarak; artan eşitsizlik, yaygınlaşan yolsuzluk ve kayırmacı kapitalizm, yapay zekâ ve robotik teknolojilerin iş gücü üzerindeki etkisi, birçok ülkede genç işsizliği, bazı büyük ekonomilerde gerileyen verimlilik, yaşlanan nüfus, uluslararası ticaret veya makroekonomiden anlamayan bir ABD başkanı, irrasyonel finansal düzenlemeler ve balon emareleri taşıyan borsalar, artan ekonomik belirsizliği büyütüyor. (…)

İkincisi ise etkileri giderek daha belirgin hale gelen ve daha da kötüleşmesi muhtemel iklim değişikliği. Trump ve MAGA dünyası bunu inkâr ediyor ve sorunu daha da kötüleştirmek için ellerinden geleni yapıyor olabilir, ancak fizik ve kimya yasaları sosyal medya paylaşımlarını okumuyor veya Fox News izlemiyor. Çoğu sıradan insan daha sıcak, daha rüzgârlı, daha yağışlı ve daha tehlikeli bir geleceğin bizi beklediğini biliyor. (…)

Sırada büyük güç rekabetinin geri dönüşü var. Tek kutuplu dönem sona erdi; Çin, Rusya ve ABD (ve diğerleri) arasında anlaşmazlıklar var, yeni bir silahlanma yarışı başlıyor ve doğrudan bir çatışmanın yaşanabileceği birçok kritik nokta mevcut. Üçüncü Dünya Savaşı kaçınılmaz değil, ancak riskler artıyor. Daha fazla devletin nükleer silah edinmeye çalışması muhtemel. Bu, uzun vadede istikrar sağlayabilir, ancak kısa vadede önleyici savaş için büyük teşvikler yaratacak ve o zaman korkmak için bir nedenimiz daha olacak.

Terörizmi de unutmayalım. Çoğu zaman terörizm tehdidi abartılsa da dünyanın bazı bölgelerinde hâlâ ciddi bir sorun ve rastgele siyasi şiddet eylemleri korkusu, kamuoyunun algıları üzerinde hâlâ derin bir gölge oluşturuyor.

Sonra göç ve mülteciler geliyor. Ülkelerin yurt dışından gelen insanlarla dolup bunun sonucunda bir tür kültürel yok oluşa uğrayacağı korkusu var. Beyaz milliyetçi hareketin temel direklerinden biri olan ‘büyük ikame teorisi’ gibi paranoyak fantezilerin ardındaki korku da bu. Daha fazla insana acilen ihtiyaç duyan nüfusu yaşlanan ülkeler bile bu endişeye karşı oldukça hassas ve ABD gibi toplumlar, zamanı geri çevirmek için bariyerler kuruyor ve üretken sakinlerini sınır dışı ediyor. Hoşgörülü bir kozmopolit dünya düzenine yönelmek yerine, ‘öteki’ korkusu tüm dünyada derin bir tepkiye yol açıyor.

Durun, daha bitmedi! Kişisel bağışıklık danışmanınız veya sığınabileceğiniz özel bir adanız yoksa, muhtemelen bir sonraki pandemiden de endişe ediyorsunuzdur. (…)

Son olarak, sürekli duyduğumuz tüm o sahte tehditleri de unutmayın: Trans bireyler, kütüphanelerdeki kitaplar, hayat kurtaran aşılar, pizzagate, suç oranları… Bu tehlikeler tamamen hayal ürünü veya aşırı abartılmış olsa bile, dünyada demokratik sistemlerin başa çıkamayacakları tehlikelerle dolu olduğu ve insanların gerçekten ihtiyaç duyduğu şeyin bir diktatör olduğu yönündeki yaygın hissiyatı güçlendiriyor.” (…)

Güçlü bir otoriteye duyulan ihtiyaç

Yazar, insanların korktuklarında her şeyden önce koruma sağlayacak güçlü bir otoriteye ihtiyaç duyma eğiliminde olduğunu belirtiyor: “El Kaide’nin 11 Eylül saldırılarından sonra Amerikalılar, Vatanseverlik Yasası’nın bilgeliğini, iç gözetimin genişletilmesini veya saldırılarla hiçbir ilgileri olmasa bile yabancı ülkeleri işgal etmenin uygunluğunu sorgulamadı. İnsanlar yeterince korktuklarında, gerçekleri anlamaya ve nasıl tepki vereceklerini dikkatlice düşünmeye zaman ayırmaz; birinin sorumluluğu üstlenmesini ve tehlikeyle başa çıkmasını isterler.

İdeal olan, bu durumun seçmenleri yukarıda özetlenen zorlu sorunlara etkili çözümler geliştirmek üzere 7/24 çalışacak son derece yetkin liderleri seçmeye yönlendirmesidir. Ancak korku, insanların, gerçeklikten ne kadar uzak olursa olsun güç ve yetkinlik imajı yaratmada mahir, sözde diktatörlerin dolandırıcılıklarına kanmasını fazlasıyla kolaylaştırır. Hırslı diktatörler elbette bunu bilir. Bu yüzden meşru endişeleri abartır veya iktidarı pekiştirme ve insanların dikkatini eylemlerinin sonuçlarından uzaklaştırma çabalarını haklı çıkarmak için hayali acil durumlar uydurur veya üretirler.

ABD Başkanı Franklin Roosevelt, ilk yemin töreninde ‘Korkmamız gereken tek şey korkunun kendisidir’ demişti. Ancak bu tam olarak doğru değil; gecikmeden ele alınması gereken bazı gerçek sorunlar var ve bunlar hakkında endişelenmekte haklısınız. Yapmamamız gereken, korkunun bizi felç etmesine veya muhakeme yeteneğimizi bulandırmasına izin vermektir. Karşı karşıya olduğumuz en büyük tehlike, geleceğe dair korkularımızın bizi, sorunları daha da kötüleştireceği açıkça görülen ve kişisel güç hırslarıyla daha özgür bir dünya vizyonunu solgun bir anıya dönüştürebilecek liderlere yöneltmesine izin vermektir.”

Bu yazı ilk kez 5 Eylül 2025’te yayımlanmıştır.

Stephen M. Walt’un Foreign Policy internet sitesinde yayımlanan “How Fear Killed Liberalism” başlıklı yazısından öne çıkan bazı bölümler Nevra Yaraç tarafından çevrilmiş ve editoryal katkısıyla yayına hazırlanmıştır. Yazının orijinaline ve tamamına aşağıdaki linkten erişebilirsiniz: https://foreignpolicy.com/2025/09/02/fear-populism-liberalism-trump-far-right/

Fikir Turu
Fikir Turuhttps://fikirturu.com/
Fikir Turu, yalnızca Türkiye’deki düşünce hayatını değil, dünyanın da ne düşündüğünü, tartıştığını okurlarına aktarmaya çalışıyor. Bu amaçla, İngilizce, Arapça, Rusça, Almanca ve Çince yazılmış önemli makalelerin belli başlı bölümlerini çevirerek, editoryal katkılarla okuruna sunmaya çalışıyor. Her makalenin orijinal metnine ve değerli çevirmen arkadaşlarımızın bilgilerine makalenin alt kısmındaki notlardan ulaşabilirsiniz.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x