Yeni Ortadoğu fantezisi

ABD Başkanı Donald Trump’ın 20 maddelik barış planı, Ortadoğu’da bir dönüşümün fitilini ateşlese de İsrail’in saldırılarını durdurabilmiş değil. Peki son iki yılda değişen dengeler ABD-İsrail ilişkilerinin bundan sonraki seyrine dair ne söylüyor? Bölgede yeni düzen nasıl şekillenebilir?

ABD Başkanı Donald Trump’ın öncülüğünde hazırlanan 20 maddelik barış planının ilk aşaması olan ateşkes, İsrail tarafından ihlal edilirken bölgedeki barış umutları yine bir başka bahara mı kaldı? George Washington Üniversitesi’nde Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Profesörü, America’s Middle East: The Ruination of a Region (Amerika’nın Ortadoğu’su: Bir Bölgenin Yıkımı) kitabının yazarı Marc Lynch, Foreign Affairs internet sitesinde yayımlanan yazısında, 7 Ekim 2023 sonrası ABD-İsrail ilişkilerinin seyrini ve bölgedeki güç dengelerinin değişimini ele alıyor.

Yazının bazı bölümlerini aktarıyoruz:

“Ortadoğu’nun bölgesel düzeni hızla şekilleniyor, ancak İsrailli ve ABD’li yetkililerin varsaydığı şekilde değil. ABD Başkanı Donald Trump’ın Gazze’deki savaşı sona erdirme girişimi, hayatta kalan tüm İsrailli rehinelerin serbest bırakılmasını ve bölgeyi derinden sarsan amansız katliam ile yıkımdan bir nebze olsun kurtulmayı sağladı. İlk ateşkesin ardından ne olacağı belirsizliğini korusa da bu atılım, daha geniş bir bölgesel dönüşüm umudunu artırdı. Trump bile Ortadoğu’da barışın yeşermesinden bahsediyor. Anlaşma, Filistinlilerin Gazze’den sürülmesini ve Batı Şeria’nın ilhakını engellediği takdirde birçok Arap hükümeti yeniden İsrail ile ilişkileri normalleştirme arayışına girebilir. Nitekim İsrailliler, Arap liderlerin Trump’ın anlaşmasını kabul ettirmek amacıyla Hamas’a baskı yapmasını, normalleşmenin yeniden gündeme gelebileceğinin bir göstergesi olarak yorumladılar.

Öte yandan, Gazze anlaşması geçerli olsa bile ABD-İsrail arasındaki bu yakınlaşma uzun sürmeyecektir. İsrail’in, rakiplerine karşı kalıcı bir stratejik üstünlük kurduğuna dair inancı, Beyaz Saray’ın hedeflerine doğrudan meydan okuyan, daha kışkırtıcı eylemlerde bulunmasına yol açabilir. (…) İsrail hükümeti ve ulusal güvenlik teşkilatı, ülkenin güç kullanımıyla yaratılan fırsatlardan dolayı hayalci düşüncelere kapılmış durumda. 7 Ekim 2023’teki Hamas saldırılarının ardından İsrail, bölge genelinde sadece Hamas’ı değil, İran liderliğindeki tüm ekseni hedef alan bir dizi hava saldırısı ve müdahaleye girişti. Uzun süredir bölgedeki gölge savaşı yönlendiren kırmızı çizgileri defalarca aşarak, dokunulmaz olarak görülen liderleri öldürdü. (…)

Körfez’de yaşanan bir saldırı ise dönüm noktası niteliğindeydi. İsrail’in Eylül ayında Doha’da ABD arabuluculuğunda yapılan müzakereler için toplanan Hamas liderlerini öldürme girişimi, Ortadoğu’yu hava gücüyle yeniden şekillendirme çabasının çarpıcı tırmanışını temsil ediyordu. Bu, yalnızca eylemlerinin sonuçlarından muaf olduklarına tamamen ikna olmuş liderler tarafından girişilebilecek türden bir kumardı. Ancak Trump, İsrail’in bu sefer çok ileri gittiğine karar verdi.” (…)

Yazar, Trump’ın İsrail’e olan öfkesinin ateşkesin ötesinde anlamlı değişikliklere yol açıp açmayacağının belirsizliğini koruduğunu belirtiyor: “İsrail ordusu, Gazze’nin güneyindeki sözde Hamas saldırılarını gerekçe göstererek bölgenin bazı kısımlarını bombalamaya yeniden başladı. İsrail’in uçurumun kenarından geri adım atıp ateşkesin sunduğu fırsatı değerlendirerek askeri maceracılığını azaltması ve ancak Filistin devletine doğru ciddi bir adım atılarak ulaşılabilecek türden sürdürülebilir bir bölgesel düzen arayışına girmesi çok daha iyi olacaktır. Nitekim uzun süren çatışmalar İsrail’in eksikliklerini gözler önüne serdi: Füze savunma sistemleri mükemmel bir güvenlik sağlamıyor, ekonomisi bitmek bilmeyen bir savaşı kaldıramıyor, iç siyaseti Gazze’deki uzun çatışma döneminin ardından çalkantılı ve ordusu ABD’ye derinden bağımlı. Gazze’deki yıkım, İsrail’in dünyadaki konumunu yerle bir ederek ülkeyi yalnızlaştırdı.

İsrail, Ortadoğu’yu bombalayarak yeni ve istikrarlı bir düzen kuramaz. Bölgesel liderlik, askeri üstünlükten fazlasını; diğer bölgesel güçlerin bir dereceye kadar rızasını ve işbirliğini gerektirir. Ancak Ortadoğu’da kimse İsrail liderliğini istemiyor ve tüm devletler onun kontrolsüz gücünden daha fazla korkuyor. Washington’da bazı isimler, dizginsiz bir İsrail’in ABD’li hasımlarını yerle bir etme ihtimalini sevinçle karşılıyor. Ancak ne dilediklerine dikkat etmeliler. İsrail’in çıkarları ABD’nin çıkarlarıyla aynı değil ve İsrail, ABD’nin bozdurmaya istekli veya muktedir olmayabileceği çok sayıda çek yazıyor.

Eskinin ve geleceğin düzeni

İsrail’in bölgeyi yeniden şekillendirme çabası, çoğu kişinin hayal edebileceğinden çok daha ileri gitti, ancak güçlü akıntılara karşı kürek çekiyor. Ortadoğu bölgesel düzeni son 35 yıldır dikkate değer ölçüde istikrarlı. (…)

Bu bölgesel düzen, Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından Amerika’nın küresel üstünlüğü sonucunda şekillendi. Soğuk Savaş sırasında bölge ülkeleri iki süper gücü birbirine karşı kullanma seçeneğine sahipken, Washington ve Moskova, değerli yerel vekil güçlerini ve müttefiklerini kaybetme ihtimali konusunda epey endişeliydi. 1991’den sonra tüm yollar Washington’dan geçiyordu. Kritik soru, ülkelerin bu düzenin içinde mi yoksa dışında mı yer aldığıydı. İçeride olanlar (İsrail ve Arap ülkelerinin çoğu), güvenlik garantilerinden, uluslararası kurumlara ve finansmana erişimden, diplomatik korumadan yararlanıyordu. Dışarıdakiler (İran, Irak, Libya ve Suriye) ise ağır yaptırımlar, bombalamalar, gizli müdahaleler ve rutin şeytanlaştırmayla karşı karşıyaydı. Libya ve Suriye’nin 1990’ların büyük bir bölümünü ve 2000’lerin başını Washington’ın gözüne girmeye ve ABD önderliğindeki bölgesel düzene geri dönmeye çalışarak geçirmesi bu nedenle şaşırtıcı değil.

Irak işgali fiyaskosu ve 2008 küresel mali kriziyle zayıflayan Amerikan üstünlüğü, artık önceki on yıllardaki kadar kesin görünmüyor. Ancak çok kutupluluk hâlâ uzak bir ihtimal. Rusya’nın bölgede tek müttefiki vardı: Suriye’deki güçsüz Devlet Başkanı Beşar Esad rejimi. Esad’ın 2024’te devrilmesinden sonra ise hiçbir müttefiki kalmadı. Çin’in amansız ekonomik yükselişi ve bölgesel güçlerle imzaladığı göz korkutucu stratejik anlaşmalar, ABD önderliğindeki bölgesel düzene ciddi bir tehdit oluşturmadı. Pekin, Gazze konusunda büyük ölçüde görünmez kalarak İsrail ve ABD’nin İran’a yönelik bombardımanlarını kınamakla yetindi. (…) Ortadoğu petrol ve doğalgazına olan bağımlılığına rağmen şimdilik Körfez’deki Amerikan askeri hakimiyetinden faydalanmaya devam etmekten memnun görünüyor. Bölgedeki devletler askeri ve ekonomik ortaklıklarını çeşitlendirmeye ve Washington ile daha avantajlı pazarlıklar yapmaya çalışsalar da, Amerikan üstünlüğüne alternatif henüz ortaya çıkmadı.

Ortadoğu devletlerinin hepsi, 1991’den bu yana; İsrail, çoğu Arap devleti ve Türkiye’den oluşan ABD öncülüğündeki bir blokun İran ve bölgesel ortaklarına karşı konumlandığı, işlevsel olarak iki kutuplu bir bölgesel düzen içinde. Körfez liderleri, Trump’ın yaklaşımından ve zengin petrol devletlerinin kolayca sunabileceği türden anlaşmalara olan açlığından memnun. 2020’de Trump’ın isteği üzerine birçok Arap devletinin İsrail ile ilişkilerini normalleştirdiği İbrahim Anlaşmaları, bu Arap devletlerinin çoğunun uzun süredir İran’a karşı İsrail ile stratejik ilişkiler sürdürmesi nedeniyle, sadece görüntüyü değiştirdi. (…)

2011 sonrası Arap ayaklanmaları dönemindeki büyük çalkantılar sırasında, bu iki kutupluluk belirgin bir şekilde üç kutuplu bir yapıya dönüştü. İran’ın ‘direniş ekseni’ büyük ölçüde bir arada kaldı. Ancak bu önemli siyasi değişimlerin yarattığı tehditler ve fırsatlar, birçok bölgesel cephede yoğun ve yıkıcı bir rekabete yol açarak ABD liderliğindeki koalisyonu ikiye böldü: Katar ve Türkiye bir tarafta, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) diğer tarafta. Washington ise onları aynı hedefler doğrultusunda çalışmaya devam ettirme çabasında. (…)

Gazze’deki savaş ise Arap rejimlerinin Filistin sorununa yeniden ilgi duymaya başlamasına yol açtı. Yeni bir halk ayaklanması dalgasından korkan ve yeni protestoların olası tetikleyicilerine karşı dikkatli olan bölge liderleri, Gazze’deki etnik temizlik ve yıkıma karşı kamuoyunun duyduğu öfkenin derinliğinin farkındalar. Suudi Arabistan’ın, İsrail ile barışı bir Filistin devletinin kurulmasına dayandıran Arap Barış Girişimi’ni yeniden gündeme getirmesi, değişimin ne kadar etkili olduğunu gösteriyor. Bu değişim, Filistinlilerin sınır dışı edilmesini ve İsrail’in bölgeyi ilhak etmesini reddeden Gazze ateşkesi şartlarına da yansıdı. Söz konusu şartlar, İsrail’in tercihlerinden ziyade Körfez ülkelerinin tercihleriyle daha uyumluydu.

Silahın peşinden giden meşruiyet

İsrail ise İran ve müttefiklerine karşı yürüttüğü harekâtın bölgedeki güç dengesini nasıl altüst ettiği üzerinde duruyor. (…) Düzenin güç kullanılarak ve havadan sağlanabileceğini, buna karşın Arap liderlerin ya çok korkmuş ya da çok zayıf oldukları için asla karşılık verme riskini almayacaklarını düşünüyor. İsrail, normatif kaygıların pek önemli olmadığına ikna olmuş görünüyor: Eylemlerinin de ima ettiği gibi, meşruiyet sadece silahın peşinden gidiyor. Arap liderler homurdansalar da, nihayetinde yükselen bölgesel hegemonun çizdiği çizgiye uyacaklardır. İsrail, bölgesel güçlerin her zaman en gerçekçisi olmuştur. Gücün haklı olduğu, kendi çıkarını düşünen hiçbir devletin Filistinliler için çıkarlarını feda etmeyeceği, uluslararası hukukun bağlayıcı bir gücünün olmadığı ve askeri gücün hüküm sürdüğü bir bölgeyi tercih ediyor.”

Yazar, İsrail’in askeri üstünlüğü ve Arapların hoşnutsuz boyun eğmesinin sürdürülebilir bir düzen yaratmayacağını; İsrail’in bölgesel liderliğini pekiştirmenin, Arap devletlerinin İsrail ile ya bir amaç ya da bir tehdit duygusunu paylaşmasını gerektireceğini söylüyor: “İsrail her ikisini de baltaladı. Gazze’nin yıkımı ve Batı Şeria’nın ilhakına yönelik hamleler, İsrail’in Filistin devleti sorununa adil bir çözüm kapısı açma iddiasını ortadan kaldırdı. İsrail saldırıları İran’ın bölgesel askeri gücünü yok etmeden önce bile Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleri İran İslam Cumhuriyeti ile yakınlaşma yolunda ilerliyordu. Doha’ya yapılan saldırının (ve ondan önce İsrail’in milyonlarca Filistinliyi Mısır ve Ürdün’e sürme tehditlerinin) ardından, İsrail artık Arap rejimleri için zayıflamış bir İran kadar tehdit oluşturuyor. (…)

Kontrolsüz güç ve sınırsız hırs trajediye yol açar. İsrail, askeri başarısının bölgesel liderliğe dönüşmesini sağlayabilecek ortak amaç duygusunu inşa etme yolunda anlamlı adımlar atma konusunda kayda değer bir isteksizlik gösterdi. İsrailliler, 7 Ekim saldırısının travmasını hâlâ yaşıyor. İsrail halkının büyük çoğunluğu, ülkenin Gazze’deki savaş suçlarına yönelik uluslararası kınamayı reddediyor ve çoğu, kıtlık veya toplu sivil kayıplara dair haberlere inanmayı reddediyor. Netanyahu ise uluslararası eleştirilere yanıt vermek ve koalisyon ortaklarının nefret ettiği Filistin devleti planlarını yeniden canlandırmaktan çok, dar görüşlü aşırı sağ hükümetini korumakla ilgileniyor. Gazze ateşkesi yön değiştirmek için bir fırsat sunsa da, Batı Şeria’da devam eden çatışmalar, insani yardımların engellenmesi ve yerleşimcilerin artan şiddeti hayra alamet değil.

İsrail’in askeri gücüne dair abartılı bir bakış açısına sahip olması, durumu daha da kötüleştiriyor. Tüm cüretkâr saldırılarına ve açık hava üstünlüğüne rağmen İsrail, 55 yıl önce ele geçirdiği Filistin ve Suriye topraklarının ötesindeki toprakları işgal edip elinde tutabilecek bir orduya sahip değil. Uzaktan gerçekleştirdiği suikastlar ve bombalamalarla taktik hedeflerinin çoğunu ilerletebileceğini gösterse de stratejik hedeflerinden hiçbirini gerçekten başarabileceğini ortaya koyamadı: Hamas, Gazze’nin en güçlüsü olmaya devam ediyor, Hizbullah önemli kayıplar vermesine rağmen silahsızlanmayı reddediyor ve İran’a karşı 12 günlük büyük çaplı operasyon, ülkenin nükleer programını sona erdirmeyi veya İranlıları ayaklanmaya ve İslam Cumhuriyeti’ni devirmeye teşvik etmeyi başaramadı.

İsrail’in askeri hakimiyeti gerçek olsa da koşullara bağlı. İsrail, Gazze’ye yönelik savaşını ancak Amerikan mühimmat ikmaliyle sürdürebilirdi. ABD’nin 12 günlük savaşta ateşkes ilan etmesinden önce, İran füze saldırılarına karşı Demir Kubbe savunması tehlikeli derecede zayıflamıştı. İsrail’in son iki yıldır Washington’a yaptığı acil çağrılar, ülkenin ABD’ye ne kadar bağımlı olduğunu ortaya koyuyor. Bölgesel güçler, uzatmalı çatışmadaki bu potansiyel zaafın farkında olmalı.

Netanyahu onlarca yıldır Amerikan siyasetinin oyununu oynuyor ve mevcut çalkantılara rağmen İsrail’in ABD politikası üzerindeki hakimiyetinin süresiz olarak devam edeceğini varsaymak için haklı nedenleri var. Ancak alarm zilleri çalmalı. Netanyahu’nun Cumhuriyetçilere ve İsrail’in Gazze’deki tutumuna taraflı yaklaşımı, bir zamanlar İsrail lehine olan iki partili uzlaşıyı ciddi şekilde aşındırdı. Demokratların çoğunluğu artık İsraillilerden çok Filistinlilere sempati duyuyor ve Demokrat politikacılar İsrail’e askeri yardımı giderek daha fazla sorguluyor. Cumhuriyetçiler İsrail’i desteklemeye devam ediyor, ancak ‘Önce Amerika’ çevrelerindeki yerliler, ABD çıkarlarını İsrail’in çıkarlarına tabi kılmaya daha az istekli görünüyor. Trump yaşlanıyor, öngörülemez ve dengesiz bir karaktere sahip ve Körfez rejimleriyle derin kişisel ve finansal bağları var; Başkan Yardımcısı JD Vance gibi potansiyel Cumhuriyetçi haleflerinin ise İsrail’e özel bir bağlılığı yok. ABD’den açık çek gelmediği takdirde İsrail’in üstünlüğü herkesin beklediğinden çok daha hızlı bir şekilde yok olabilir.

İsrail kendini bölgenin yeni hegemonu olarak görse de, aslında hem daha az gerekli hem de daha az kullanışlı hale geldi. Katar saldırısından sonra Körfez ülkeleri liderlerinin tüm hava savunma sistemlerini İran ve Yemen’e yönlendirmeye devam etmesi pek olası değil. Belki de İsrail’in Gazze’yi yerle bir etmesini kabul edebilirlerdi, ncak şimdi İsrail, onların güvenliği açısından bir tehdide dönüşmüş durumda. İsrail’in bölgedeki askeri yayılmacılığı ve Gazze’nin tahribatı için şimdiye kadar ciddi bir bedel ödemekten kaçınması, İsrail içinde bunun asla ödenmeyeceği hissini besledi. Ancak bu, İsrail’in 1973’te altı yıl önceki büyük zaferinden sonra hiçbir Arap devletinin bir daha saldırmaya cesaret edemeyeceğine inanması veya 7 Ekim 2023’ten önce Hamas’ın sonsuza dek Gazze’de kalacağı düşüncesi kadar yanlış.”

Bu yazı ilk kez 11 Kasım 2025’te yayımlanmıştır.

Marc Lynch’in Foreign Affairs internet sitesinde yayımlanan “The Fantasy of a New Middle East” başlıklı yazısından öne çıkan bazı bölümler Nevra Yaraç tarafından çevrilmiş ve editoryal katkısıyla yayına hazırlanmıştır. Yazının orijinaline ve tamamına aşağıdaki linkten erişebilirsiniz: https://www.foreignaffairs.com/middle-east/fantasy-new-middle-east

Fikir Turu
Fikir Turuhttps://fikirturu.com/
Fikir Turu, yalnızca Türkiye’deki düşünce hayatını değil, dünyanın da ne düşündüğünü, tartıştığını okurlarına aktarmaya çalışıyor. Bu amaçla, İngilizce, Arapça, Rusça, Almanca ve Çince yazılmış önemli makalelerin belli başlı bölümlerini çevirerek, editoryal katkılarla okuruna sunmaya çalışıyor. Her makalenin orijinal metnine ve değerli çevirmen arkadaşlarımızın bilgilerine makalenin alt kısmındaki notlardan ulaşabilirsiniz.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Yeni Ortadoğu fantezisi

ABD Başkanı Donald Trump’ın 20 maddelik barış planı, Ortadoğu’da bir dönüşümün fitilini ateşlese de İsrail’in saldırılarını durdurabilmiş değil. Peki son iki yılda değişen dengeler ABD-İsrail ilişkilerinin bundan sonraki seyrine dair ne söylüyor? Bölgede yeni düzen nasıl şekillenebilir?

ABD Başkanı Donald Trump’ın öncülüğünde hazırlanan 20 maddelik barış planının ilk aşaması olan ateşkes, İsrail tarafından ihlal edilirken bölgedeki barış umutları yine bir başka bahara mı kaldı? George Washington Üniversitesi’nde Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Profesörü, America’s Middle East: The Ruination of a Region (Amerika’nın Ortadoğu’su: Bir Bölgenin Yıkımı) kitabının yazarı Marc Lynch, Foreign Affairs internet sitesinde yayımlanan yazısında, 7 Ekim 2023 sonrası ABD-İsrail ilişkilerinin seyrini ve bölgedeki güç dengelerinin değişimini ele alıyor.

Yazının bazı bölümlerini aktarıyoruz:

“Ortadoğu’nun bölgesel düzeni hızla şekilleniyor, ancak İsrailli ve ABD’li yetkililerin varsaydığı şekilde değil. ABD Başkanı Donald Trump’ın Gazze’deki savaşı sona erdirme girişimi, hayatta kalan tüm İsrailli rehinelerin serbest bırakılmasını ve bölgeyi derinden sarsan amansız katliam ile yıkımdan bir nebze olsun kurtulmayı sağladı. İlk ateşkesin ardından ne olacağı belirsizliğini korusa da bu atılım, daha geniş bir bölgesel dönüşüm umudunu artırdı. Trump bile Ortadoğu’da barışın yeşermesinden bahsediyor. Anlaşma, Filistinlilerin Gazze’den sürülmesini ve Batı Şeria’nın ilhakını engellediği takdirde birçok Arap hükümeti yeniden İsrail ile ilişkileri normalleştirme arayışına girebilir. Nitekim İsrailliler, Arap liderlerin Trump’ın anlaşmasını kabul ettirmek amacıyla Hamas’a baskı yapmasını, normalleşmenin yeniden gündeme gelebileceğinin bir göstergesi olarak yorumladılar.

Öte yandan, Gazze anlaşması geçerli olsa bile ABD-İsrail arasındaki bu yakınlaşma uzun sürmeyecektir. İsrail’in, rakiplerine karşı kalıcı bir stratejik üstünlük kurduğuna dair inancı, Beyaz Saray’ın hedeflerine doğrudan meydan okuyan, daha kışkırtıcı eylemlerde bulunmasına yol açabilir. (…) İsrail hükümeti ve ulusal güvenlik teşkilatı, ülkenin güç kullanımıyla yaratılan fırsatlardan dolayı hayalci düşüncelere kapılmış durumda. 7 Ekim 2023’teki Hamas saldırılarının ardından İsrail, bölge genelinde sadece Hamas’ı değil, İran liderliğindeki tüm ekseni hedef alan bir dizi hava saldırısı ve müdahaleye girişti. Uzun süredir bölgedeki gölge savaşı yönlendiren kırmızı çizgileri defalarca aşarak, dokunulmaz olarak görülen liderleri öldürdü. (…)

Körfez’de yaşanan bir saldırı ise dönüm noktası niteliğindeydi. İsrail’in Eylül ayında Doha’da ABD arabuluculuğunda yapılan müzakereler için toplanan Hamas liderlerini öldürme girişimi, Ortadoğu’yu hava gücüyle yeniden şekillendirme çabasının çarpıcı tırmanışını temsil ediyordu. Bu, yalnızca eylemlerinin sonuçlarından muaf olduklarına tamamen ikna olmuş liderler tarafından girişilebilecek türden bir kumardı. Ancak Trump, İsrail’in bu sefer çok ileri gittiğine karar verdi.” (…)

Yazar, Trump’ın İsrail’e olan öfkesinin ateşkesin ötesinde anlamlı değişikliklere yol açıp açmayacağının belirsizliğini koruduğunu belirtiyor: “İsrail ordusu, Gazze’nin güneyindeki sözde Hamas saldırılarını gerekçe göstererek bölgenin bazı kısımlarını bombalamaya yeniden başladı. İsrail’in uçurumun kenarından geri adım atıp ateşkesin sunduğu fırsatı değerlendirerek askeri maceracılığını azaltması ve ancak Filistin devletine doğru ciddi bir adım atılarak ulaşılabilecek türden sürdürülebilir bir bölgesel düzen arayışına girmesi çok daha iyi olacaktır. Nitekim uzun süren çatışmalar İsrail’in eksikliklerini gözler önüne serdi: Füze savunma sistemleri mükemmel bir güvenlik sağlamıyor, ekonomisi bitmek bilmeyen bir savaşı kaldıramıyor, iç siyaseti Gazze’deki uzun çatışma döneminin ardından çalkantılı ve ordusu ABD’ye derinden bağımlı. Gazze’deki yıkım, İsrail’in dünyadaki konumunu yerle bir ederek ülkeyi yalnızlaştırdı.

İsrail, Ortadoğu’yu bombalayarak yeni ve istikrarlı bir düzen kuramaz. Bölgesel liderlik, askeri üstünlükten fazlasını; diğer bölgesel güçlerin bir dereceye kadar rızasını ve işbirliğini gerektirir. Ancak Ortadoğu’da kimse İsrail liderliğini istemiyor ve tüm devletler onun kontrolsüz gücünden daha fazla korkuyor. Washington’da bazı isimler, dizginsiz bir İsrail’in ABD’li hasımlarını yerle bir etme ihtimalini sevinçle karşılıyor. Ancak ne dilediklerine dikkat etmeliler. İsrail’in çıkarları ABD’nin çıkarlarıyla aynı değil ve İsrail, ABD’nin bozdurmaya istekli veya muktedir olmayabileceği çok sayıda çek yazıyor.

Eskinin ve geleceğin düzeni

İsrail’in bölgeyi yeniden şekillendirme çabası, çoğu kişinin hayal edebileceğinden çok daha ileri gitti, ancak güçlü akıntılara karşı kürek çekiyor. Ortadoğu bölgesel düzeni son 35 yıldır dikkate değer ölçüde istikrarlı. (…)

Bu bölgesel düzen, Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından Amerika’nın küresel üstünlüğü sonucunda şekillendi. Soğuk Savaş sırasında bölge ülkeleri iki süper gücü birbirine karşı kullanma seçeneğine sahipken, Washington ve Moskova, değerli yerel vekil güçlerini ve müttefiklerini kaybetme ihtimali konusunda epey endişeliydi. 1991’den sonra tüm yollar Washington’dan geçiyordu. Kritik soru, ülkelerin bu düzenin içinde mi yoksa dışında mı yer aldığıydı. İçeride olanlar (İsrail ve Arap ülkelerinin çoğu), güvenlik garantilerinden, uluslararası kurumlara ve finansmana erişimden, diplomatik korumadan yararlanıyordu. Dışarıdakiler (İran, Irak, Libya ve Suriye) ise ağır yaptırımlar, bombalamalar, gizli müdahaleler ve rutin şeytanlaştırmayla karşı karşıyaydı. Libya ve Suriye’nin 1990’ların büyük bir bölümünü ve 2000’lerin başını Washington’ın gözüne girmeye ve ABD önderliğindeki bölgesel düzene geri dönmeye çalışarak geçirmesi bu nedenle şaşırtıcı değil.

Irak işgali fiyaskosu ve 2008 küresel mali kriziyle zayıflayan Amerikan üstünlüğü, artık önceki on yıllardaki kadar kesin görünmüyor. Ancak çok kutupluluk hâlâ uzak bir ihtimal. Rusya’nın bölgede tek müttefiki vardı: Suriye’deki güçsüz Devlet Başkanı Beşar Esad rejimi. Esad’ın 2024’te devrilmesinden sonra ise hiçbir müttefiki kalmadı. Çin’in amansız ekonomik yükselişi ve bölgesel güçlerle imzaladığı göz korkutucu stratejik anlaşmalar, ABD önderliğindeki bölgesel düzene ciddi bir tehdit oluşturmadı. Pekin, Gazze konusunda büyük ölçüde görünmez kalarak İsrail ve ABD’nin İran’a yönelik bombardımanlarını kınamakla yetindi. (…) Ortadoğu petrol ve doğalgazına olan bağımlılığına rağmen şimdilik Körfez’deki Amerikan askeri hakimiyetinden faydalanmaya devam etmekten memnun görünüyor. Bölgedeki devletler askeri ve ekonomik ortaklıklarını çeşitlendirmeye ve Washington ile daha avantajlı pazarlıklar yapmaya çalışsalar da, Amerikan üstünlüğüne alternatif henüz ortaya çıkmadı.

Ortadoğu devletlerinin hepsi, 1991’den bu yana; İsrail, çoğu Arap devleti ve Türkiye’den oluşan ABD öncülüğündeki bir blokun İran ve bölgesel ortaklarına karşı konumlandığı, işlevsel olarak iki kutuplu bir bölgesel düzen içinde. Körfez liderleri, Trump’ın yaklaşımından ve zengin petrol devletlerinin kolayca sunabileceği türden anlaşmalara olan açlığından memnun. 2020’de Trump’ın isteği üzerine birçok Arap devletinin İsrail ile ilişkilerini normalleştirdiği İbrahim Anlaşmaları, bu Arap devletlerinin çoğunun uzun süredir İran’a karşı İsrail ile stratejik ilişkiler sürdürmesi nedeniyle, sadece görüntüyü değiştirdi. (…)

2011 sonrası Arap ayaklanmaları dönemindeki büyük çalkantılar sırasında, bu iki kutupluluk belirgin bir şekilde üç kutuplu bir yapıya dönüştü. İran’ın ‘direniş ekseni’ büyük ölçüde bir arada kaldı. Ancak bu önemli siyasi değişimlerin yarattığı tehditler ve fırsatlar, birçok bölgesel cephede yoğun ve yıkıcı bir rekabete yol açarak ABD liderliğindeki koalisyonu ikiye böldü: Katar ve Türkiye bir tarafta, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) diğer tarafta. Washington ise onları aynı hedefler doğrultusunda çalışmaya devam ettirme çabasında. (…)

Gazze’deki savaş ise Arap rejimlerinin Filistin sorununa yeniden ilgi duymaya başlamasına yol açtı. Yeni bir halk ayaklanması dalgasından korkan ve yeni protestoların olası tetikleyicilerine karşı dikkatli olan bölge liderleri, Gazze’deki etnik temizlik ve yıkıma karşı kamuoyunun duyduğu öfkenin derinliğinin farkındalar. Suudi Arabistan’ın, İsrail ile barışı bir Filistin devletinin kurulmasına dayandıran Arap Barış Girişimi’ni yeniden gündeme getirmesi, değişimin ne kadar etkili olduğunu gösteriyor. Bu değişim, Filistinlilerin sınır dışı edilmesini ve İsrail’in bölgeyi ilhak etmesini reddeden Gazze ateşkesi şartlarına da yansıdı. Söz konusu şartlar, İsrail’in tercihlerinden ziyade Körfez ülkelerinin tercihleriyle daha uyumluydu.

Silahın peşinden giden meşruiyet

İsrail ise İran ve müttefiklerine karşı yürüttüğü harekâtın bölgedeki güç dengesini nasıl altüst ettiği üzerinde duruyor. (…) Düzenin güç kullanılarak ve havadan sağlanabileceğini, buna karşın Arap liderlerin ya çok korkmuş ya da çok zayıf oldukları için asla karşılık verme riskini almayacaklarını düşünüyor. İsrail, normatif kaygıların pek önemli olmadığına ikna olmuş görünüyor: Eylemlerinin de ima ettiği gibi, meşruiyet sadece silahın peşinden gidiyor. Arap liderler homurdansalar da, nihayetinde yükselen bölgesel hegemonun çizdiği çizgiye uyacaklardır. İsrail, bölgesel güçlerin her zaman en gerçekçisi olmuştur. Gücün haklı olduğu, kendi çıkarını düşünen hiçbir devletin Filistinliler için çıkarlarını feda etmeyeceği, uluslararası hukukun bağlayıcı bir gücünün olmadığı ve askeri gücün hüküm sürdüğü bir bölgeyi tercih ediyor.”

Yazar, İsrail’in askeri üstünlüğü ve Arapların hoşnutsuz boyun eğmesinin sürdürülebilir bir düzen yaratmayacağını; İsrail’in bölgesel liderliğini pekiştirmenin, Arap devletlerinin İsrail ile ya bir amaç ya da bir tehdit duygusunu paylaşmasını gerektireceğini söylüyor: “İsrail her ikisini de baltaladı. Gazze’nin yıkımı ve Batı Şeria’nın ilhakına yönelik hamleler, İsrail’in Filistin devleti sorununa adil bir çözüm kapısı açma iddiasını ortadan kaldırdı. İsrail saldırıları İran’ın bölgesel askeri gücünü yok etmeden önce bile Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleri İran İslam Cumhuriyeti ile yakınlaşma yolunda ilerliyordu. Doha’ya yapılan saldırının (ve ondan önce İsrail’in milyonlarca Filistinliyi Mısır ve Ürdün’e sürme tehditlerinin) ardından, İsrail artık Arap rejimleri için zayıflamış bir İran kadar tehdit oluşturuyor. (…)

Kontrolsüz güç ve sınırsız hırs trajediye yol açar. İsrail, askeri başarısının bölgesel liderliğe dönüşmesini sağlayabilecek ortak amaç duygusunu inşa etme yolunda anlamlı adımlar atma konusunda kayda değer bir isteksizlik gösterdi. İsrailliler, 7 Ekim saldırısının travmasını hâlâ yaşıyor. İsrail halkının büyük çoğunluğu, ülkenin Gazze’deki savaş suçlarına yönelik uluslararası kınamayı reddediyor ve çoğu, kıtlık veya toplu sivil kayıplara dair haberlere inanmayı reddediyor. Netanyahu ise uluslararası eleştirilere yanıt vermek ve koalisyon ortaklarının nefret ettiği Filistin devleti planlarını yeniden canlandırmaktan çok, dar görüşlü aşırı sağ hükümetini korumakla ilgileniyor. Gazze ateşkesi yön değiştirmek için bir fırsat sunsa da, Batı Şeria’da devam eden çatışmalar, insani yardımların engellenmesi ve yerleşimcilerin artan şiddeti hayra alamet değil.

İsrail’in askeri gücüne dair abartılı bir bakış açısına sahip olması, durumu daha da kötüleştiriyor. Tüm cüretkâr saldırılarına ve açık hava üstünlüğüne rağmen İsrail, 55 yıl önce ele geçirdiği Filistin ve Suriye topraklarının ötesindeki toprakları işgal edip elinde tutabilecek bir orduya sahip değil. Uzaktan gerçekleştirdiği suikastlar ve bombalamalarla taktik hedeflerinin çoğunu ilerletebileceğini gösterse de stratejik hedeflerinden hiçbirini gerçekten başarabileceğini ortaya koyamadı: Hamas, Gazze’nin en güçlüsü olmaya devam ediyor, Hizbullah önemli kayıplar vermesine rağmen silahsızlanmayı reddediyor ve İran’a karşı 12 günlük büyük çaplı operasyon, ülkenin nükleer programını sona erdirmeyi veya İranlıları ayaklanmaya ve İslam Cumhuriyeti’ni devirmeye teşvik etmeyi başaramadı.

İsrail’in askeri hakimiyeti gerçek olsa da koşullara bağlı. İsrail, Gazze’ye yönelik savaşını ancak Amerikan mühimmat ikmaliyle sürdürebilirdi. ABD’nin 12 günlük savaşta ateşkes ilan etmesinden önce, İran füze saldırılarına karşı Demir Kubbe savunması tehlikeli derecede zayıflamıştı. İsrail’in son iki yıldır Washington’a yaptığı acil çağrılar, ülkenin ABD’ye ne kadar bağımlı olduğunu ortaya koyuyor. Bölgesel güçler, uzatmalı çatışmadaki bu potansiyel zaafın farkında olmalı.

Netanyahu onlarca yıldır Amerikan siyasetinin oyununu oynuyor ve mevcut çalkantılara rağmen İsrail’in ABD politikası üzerindeki hakimiyetinin süresiz olarak devam edeceğini varsaymak için haklı nedenleri var. Ancak alarm zilleri çalmalı. Netanyahu’nun Cumhuriyetçilere ve İsrail’in Gazze’deki tutumuna taraflı yaklaşımı, bir zamanlar İsrail lehine olan iki partili uzlaşıyı ciddi şekilde aşındırdı. Demokratların çoğunluğu artık İsraillilerden çok Filistinlilere sempati duyuyor ve Demokrat politikacılar İsrail’e askeri yardımı giderek daha fazla sorguluyor. Cumhuriyetçiler İsrail’i desteklemeye devam ediyor, ancak ‘Önce Amerika’ çevrelerindeki yerliler, ABD çıkarlarını İsrail’in çıkarlarına tabi kılmaya daha az istekli görünüyor. Trump yaşlanıyor, öngörülemez ve dengesiz bir karaktere sahip ve Körfez rejimleriyle derin kişisel ve finansal bağları var; Başkan Yardımcısı JD Vance gibi potansiyel Cumhuriyetçi haleflerinin ise İsrail’e özel bir bağlılığı yok. ABD’den açık çek gelmediği takdirde İsrail’in üstünlüğü herkesin beklediğinden çok daha hızlı bir şekilde yok olabilir.

İsrail kendini bölgenin yeni hegemonu olarak görse de, aslında hem daha az gerekli hem de daha az kullanışlı hale geldi. Katar saldırısından sonra Körfez ülkeleri liderlerinin tüm hava savunma sistemlerini İran ve Yemen’e yönlendirmeye devam etmesi pek olası değil. Belki de İsrail’in Gazze’yi yerle bir etmesini kabul edebilirlerdi, ncak şimdi İsrail, onların güvenliği açısından bir tehdide dönüşmüş durumda. İsrail’in bölgedeki askeri yayılmacılığı ve Gazze’nin tahribatı için şimdiye kadar ciddi bir bedel ödemekten kaçınması, İsrail içinde bunun asla ödenmeyeceği hissini besledi. Ancak bu, İsrail’in 1973’te altı yıl önceki büyük zaferinden sonra hiçbir Arap devletinin bir daha saldırmaya cesaret edemeyeceğine inanması veya 7 Ekim 2023’ten önce Hamas’ın sonsuza dek Gazze’de kalacağı düşüncesi kadar yanlış.”

Bu yazı ilk kez 11 Kasım 2025’te yayımlanmıştır.

Marc Lynch’in Foreign Affairs internet sitesinde yayımlanan “The Fantasy of a New Middle East” başlıklı yazısından öne çıkan bazı bölümler Nevra Yaraç tarafından çevrilmiş ve editoryal katkısıyla yayına hazırlanmıştır. Yazının orijinaline ve tamamına aşağıdaki linkten erişebilirsiniz: https://www.foreignaffairs.com/middle-east/fantasy-new-middle-east

Fikir Turu
Fikir Turuhttps://fikirturu.com/
Fikir Turu, yalnızca Türkiye’deki düşünce hayatını değil, dünyanın da ne düşündüğünü, tartıştığını okurlarına aktarmaya çalışıyor. Bu amaçla, İngilizce, Arapça, Rusça, Almanca ve Çince yazılmış önemli makalelerin belli başlı bölümlerini çevirerek, editoryal katkılarla okuruna sunmaya çalışıyor. Her makalenin orijinal metnine ve değerli çevirmen arkadaşlarımızın bilgilerine makalenin alt kısmındaki notlardan ulaşabilirsiniz.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x