Küresel dengeleri sarsan şirket: Huawei

Çin’in kırsal bölgesinde, çok yoksul bir ailenin orduya katılmış oğlu, düşe kalka öğrenilen serbest ticaret, büyük hayaller, devletle iç içe geçmiş bir yapı ve günümüzün en kritik küresel oyuncularından biri: İşte Huawei’nin hikayesi.

Huawei, Apple ve Samsung ile birlikte dünyanın en büyük elektronik donanım ve ağ sistemleri üreticilerinden biri oldu, halen 170 ülkede 180 bin çalışanı var. Bu cümle, basit bir veri gibi dursa da, baş döndürücü bir hızla ilerleyen teknolojik dönüşümlerin uluslararası ekonomik rekabeti nasıl etkilediğini, dikkatlerin giderek ulus devletler ve silahlı kuvvetlerde, kritik alanlarda faaliyet gösteren şirketlere çevrildiğini ortaya koyuyor.

Bilgi ekonomisi ve dijital dönüşüm süreçleri çok uluslu şirketlerin amansız rekabeti üzerinden ilerliyor, hâl böyle olunca da küresel güçler arasındaki çatışmalar da klasik ticaret savaşlarından şirketlerin doğrudan hedef alındıkları teknoloji savaşlarına evriliyor.

Bu yeni küresel konjonktürün ve teknoloji savaşının belki de en bariz örneklerinden biri, Çin’in dijital dönüşümünde amiral gemisi rolü oynayan ve küresel sistem çatışmalarının ortasında kalan Huawei şirketi.

İzleyen satırlarda, ABD yönetiminin müttefikleri ile birlikte hedef tahtasına oturttuğu, kendi şirketleriyle işbirliğini kısıtlamaya çalıştığı, dijital altyapı ve perakende sektörlerinden dışlamaya gayret ettiği, artık çok kritik bir küresel oyuncu haline gelmiş olan Huawei’nin kurumsal portresini bulacaksınız.

Huawei: Çin yapabilir

Huawei’nin kurucusu ve halen patronu olan Ren Zhengfei 1944’te Çin’in güneyinde son derece fakir bir bölgede dünyaya geldi. Hayatının ilk yıllarını yedi çocuklu, yoksul bir aile içinde geçirdi. Yoksulluktan kurtulabilmek için birçok akranı gibi orduya katıldı. Önce elektrik teknikeri, ardından da mühendis olarak Çin Halk Kurtuluş Ordusu’nun birçok altyapı projesinde çalıştı.

1980 sonrasında Çin’in o zamanki reformist lideri Deng Xianpoing, ekonomik kalkınmayı ülkenin gündeminin ilk sırasına alıp da orduyu küçülme trendine sokunca, Ren de görevinden istifa etti. Ülkesi liberalleşme dönemin ilk yıllarını yaşarken, elektronik piyasasına girmeye ve bir teknoloji şirketi kurmaya karar verdi. Ancak yıllar boyu sosyalist bir rejimin aşırı merkeziyetçi ordusunda görev yapmış bir subay olarak piyasa ekonomisi şartlarına alışması zaman aldı. İlk girişimlerinde henüz denetlenmeyen piyasada karşısına çıkan farklı aktörlerce aldatılıp ciddi maddi zarar etti.

Ren için asıl sıçrama noktası, 1991’de oldu; Huawei, yerli bir üretici olarak Çin ordusuna iletişim ekipmanları sağlamak için açılan bir ihaleyi kazandı. 1995’te Huawei, Çin yerel piyasasına ve Çin Halk Kurtuluş Ordusu’na yıllık toplam 220 milyon dolar tutarında satış yapan önemli bir elektronik devine dönüşmüştü.

1987’de dönemin küçük balıkçı kasabası, günümüzün ise ileri teknoloji merkezi Shenzen’de “büyük başarı” ya da “Çin yapabilir” anlamına gelen Huawei şirketini kurduğunda ne kendisi gibi girişimciler ne de Çin’in kıdemli devlet bürokratları bir serbest piyasa ekonomisinin nasıl çalışması ve denetlenmesi gerektiği konusunda bilgi sahibi değillerdi.

Piyasada hızlı ilerlemek isteyen Ren, Batılı işletme modellerini, kapitalizm tarihini, çokuluslu şirketlerin gelişimini, ABD ve Avrupa ticaret hukuklarını okuyup becerilerini geliştirmeye çalıştı. İlk yıllarda Huawei’nin hedefi, kendi ürünlerini geliştirmekten çok, mevcut basit elektronik ürünleri henüz alım gücünün düşük olduğu devasa Çin kırsal pazarlarında tüketicilere sunmaktı. Ancak iletişim altyapısını ve ürünlerini paylaşmak istemeyen teknoloji dünyası, Huawei’yi bu ürünleri geliştirmeye ve üretmeye itti.

Ren için asıl sıçrama noktası, 1991’de oldu; Huawei, yerli bir üretici olarak Çin ordusuna iletişim ekipmanları sağlamak için açılan bir ihaleyi kazandı. 1995 yılında Huawei, Çin yerel piyasasına ve Çin Halk Kurtuluş Ordusu’na yıllık toplam 220 milyon dolar tutarında satış yapan önemli bir elektronik devine dönüşmüştü.

1996’da şirkete “ulusal şampiyon” unvanı verilmesi ve elektronik piyasasının uluslararası rekabete kapatılması ile birlikte Huawei, Çin’in küresel ekonomi ile entegrasyonunun taşıyıcısı olacak önemli bir yarı-kamu şirketi haline geldi. Çin ekonomisinin yıllık ortalama yüzde 10 büyüdüğü bu yıllarda Huawei’nin şirket olarak büyüme hızı da giderek arttı. 2000 yılından itibaren satışların uluslararası piyasalara açılması ile birlikte küresel oyuncu olmak için ilk adımı atmış oldu.

Çin 2001’de Dünya Ticaret Örgütü’ne (WTO) üye olarak uluslararası liberal ticaret sistemine entegre olduktan bir yıl sonra Huawei’nin uluslararası satış rakamları 550 milyon dolara ulaşmıştı. Çin’in ekonomik küreselleşme hikâyesi ile Huawei’nin küresel bir şirkete dönüşmesi birbirini destekleyen, eşzamanlı süreçler üzerinden ilerledi. İlk defa 2005 yılında Huawei’nin küresel gelirleri Çin pazarından elde ettiği gelirlerini aştı ve o günden sonra da şirketin küresel piyasalardaki bilinirliği ile rekabet gücü sürekli yukarı gitti.

Çalışanlarına yemek pişiren dev şirket sahibi

Huawei büyük bir hızla büyürken birçok küresel rakibinden önemli bir farkı vardı: Onların aksine hisseleri borsalarda işlem gören kamuya açık bir şirket konumuna gelmedi; şirketin sahipliği Ren, ailesi ve şirket çalışanlarının elinde özel mülkiyette tutuldu. Bu durum, bir taraftan hissedarlara kar payı dağıtılmadığı için çok büyük bütçelerin (günümüzde 20 milyar dolar) araştırma-geliştirme yatırımlarına aktarılmasına olanak tanıdı. Diğer taraftan da şirketin finansal açıdan şeffaf olması için hissedarlar kanalıyla yerel ya da uluslararası baskı unsurları oluşmasını engelledi. Dolayısıyla finansal tarafta her zaman kontrollü bilgi akışı ve dış denetime kapalı kurumsal kültür korundu.

Şeffaflık meselesi, Huawei’nin kuruluşundan bu yana en çok eleştirildiği alanların başında geldi. Çalışanları için mutfakta yemek pişirmeyi seven Ren’in bir wok tavasını karıştırırken söylediği “Yirmi yıl sonra bu şirket dünyanın en büyük elektronik üreticilerinden biri olacak” iddiası gerçekleşse de dış dünyaya kapalı yönetim yapısı korundu.

Şeffaflık meselesi, Huawei’nin kuruluşundan bu yana en fazla eleştiri aldığı alanların başında geldi. Çalışanları için mutfakta yemek pişirmeyi seven Ren’in bir wok tavasını karıştırırken söylediği “Yirmi yıl sonra bu şirket dünyanın en büyük elektronik üreticilerinden biri olacak” iddiası gerçekleşip şirket Apple ve Samsung ile birlikte dünyanın en büyük elektronik donanım ve ağ sistemleri üreticilerinden biri haline gelse de; dış dünyaya kapalı yönetim yapısı korundu.

Çin yönetiminin “Made in China 2025” programı bağlamında başlattığı dijital devrimin odak noktasında bulunan Huawei, küresel şirket olmanın çok ötesinde bir ulusal misyon üstlendi. Pekin’in 5G ve yapay zekâ teknolojileri ile gerçekleştirdiği dijital dönüşümün amiral gemisi ve ABD gibi küresel rakiplerine karşı üstünlük stratejisinin kilit taşı olarak öne çıkması, şirketi birçok eleştirinin hedefi haline getirdi.

ABD’nin bilek bükme operasyonları

Kurulduğu günden bu yana Ren’in Çin Komünist Partisi ve Çin Halk Kurtuluş Ordusu ile yakın irtibatları, Huawei’nin örtülü bir kamu şirketi olduğu ve özel siyasi bağlantıları sayesinde bu kadar hızlı yükseldiğine dair söylemleri besledi. Ayrıca ürettiği iletişim ve bilişim teknolojileri ile ağ sistemlerinin, Çin yönetimi tarafından özellikle Batılı ülkelere karşı istihbarat ve casusluk operasyonları için kullanıldığına dair çok sayıda suçlama yapıldı. Örneğin Çin Kalkınma Bankası’nın mali destekleriyle Etiyopya’nın başkenti Addis Ababa’da 2012 yılında kurulan Afrika Birliği Genel Merkezi’nin bilgisayar sistemlerinden beş yıl boyunca Çin’e gizlice veri aktarımı yapıldığı ortaya çıktı. 2018’de patlak veren bu skandalda tüm gözler, merkezin bilgisayar ve iletişim altyapısını kuran Huawei’ye çevrildi. İddialar şirket tarafından şiddetle reddedilse de, Çin istihbarat birimleri ile işbirliği yapıldığı yönünde suçlamalar yaygın biçimde dillendirilmeye devam etti.

Yine ABD, İngiltere, Avustralya ve Kanada yönetimleri Huawei’nin kamu kuruluşlarına sağladığı bilişim ve iletişim sistemlerinde veri kopyalama özelliği olan casus çipler kullandığına dair suçlamalarda bulunup şirketin kamu ihalelerine girmesini yasakladı.

ABD yönetimi, ağırlıklı olarak Huawei üzerinden Çin’e karşı teknoloji hırsızlığı, veri casusluğu, patent kurallarının çiğnenmesi, mahremiyet haklarının ihlali ve milli güvenlik tehdidi suçlamalarını getirdi. Amerikan Ulusal Güvenlik Konseyi, büyük veri teknolojisi ve 5G ağ sistemlerinde Huawei etrafında oluşturulan ekosistem sayesinde küresel liderliğe yükselen Çin’in ABD için açık bir siber güvenlik ve ekonomik güvenlik tehdidi oluşturduğunu ortaya koydu.

Trump yönetimi bir adım daha ileri giderek ABD’li teknoloji firmalarına Huawei’ye parça satışı yapma ve hizmet verme konusunda ambargo getirdi; Çinli teknoloji devini Android platformundan dışlamaya ve Microsoft gibi şirketlerden yazılım güncellemesi almasını engellenmeye çalıştı. Aynı şekilde ABD ile Çin arasında alevlenen ticaret ve teknoloji savaşları bağlamında Huawei’nin kurucusu Ren Zhengfei’nin kızı ve Mali İşler Direktörü Meng Wanzhou’nun Kanada’da gözaltına alınması da bir “kaba güç” gösterisiydi. Ancak ABD yönetiminin giriştiği bu tür ‘bilek bükme’ operasyonları ile Huawei’nin küresel teknoloji pazarındaki liderliğini kısa vadede aşındırabilme şansının pek olmadığı tez anlaşıldı, zira ABD’li teknoloji şirketleri de Huawei ile yürüttükleri çok boyutlu ve kârlı ortaklıkları kaybetmek istemediklerini ortaya koydular. Vaşington’un dili de giderek yumuşadı ve bu tür önlemler yerine 5G ve yapay zekâ teknolojilerine yoğunlaşan firmalara daha akıllı ve kapsamlı destekler sağlanmasına dayalı sanayi-teknoloji politikaları üzerinde çalışılması fikri öne çıktı.

Şirkette ‘Komünist Parti Komitesi’

Çin ticaret hukukuna göre Huawei de dâhil olmak üzere Çin’de faaliyet gösteren tüm büyük firmalar, bir “Komünist Parti Komitesi” bulundurmak zorundalar. Bu komite, hem Çin devletinin siyasi ve ekonomik taleplerini şirket yönetimine iletme; hem de uluslararası yaptırımlar gibi siyasi içerikli kısıtlamalar ortaya çıktığında yeni duruma adapte olmak için şirketleri destekleme fonksiyonu görüyor.

ABD, İngiltere, Avustralya ve Kanada yönetimleri Huawei’nin kamu kuruluşlarına sağladığı bilişim ve iletişim sistemlerinde veri kopyalama özelliği olan casus çipler kullandığına dair suçlamalarda bulunup şirketin kamu ihalelerine girmesini yasakladı.

Devlet-sermaye ilişkilerinin merkeziyetçi biçimde iç içe geçtiği Çin’deki bu yapının dışarıdan zorlamalarla kırılmasının oldukça zor olduğu; rekabetin de ancak teknolojik olarak daha üstün proje ve ürünlerin sürdürülebilir biçimde ortaya konmasıyla dengelenebileceği zamanla anlaşıldı.

Türkiye’nin alması gereken ders

Çok-kutuplu yeni küresel ekonomi politik düzen, özellikle know-how ve teknolojik üstünlük üzerinden ilerleyen çok boyutlu rekabet alanları açıyor. Ticaret ve teknoloji savaşları ise, devletler ile büyük çaplı şirketlerin ve piyasa aktörlerinin çok yakın koordinasyon içinde stratejik hedeflere yürümelerini gerektiriyor.

Türkiye gibi yükselen güçler için önümüzdeki dönemin en büyük meydan okumalarından biri, kamu-özel sektör işbirliklerini uzun vadeli küresel rekabet ihtiyaçları doğrultusunda şekillendirmek ve yeni döneme uygun “ulusal şampiyonlar” üretmek olacak.

Çin’in Huawei etrafında oluşturduğu ve liberal ekonomi prensiplerini zaman zaman çiğneyen teknoloji ekosistemi, tüm artıları ve eksileri ile birlikte Türkiye’nin bilim-teknoloji ufku için yol gösterici ögeler barındırıyor. Ancak bu ögelerden ne ölçüde faydalanabileceğimiz kamu aktörlerinin yönetişim kapasitelerine, özel sektör oyuncularının ise uzun vadeli yatırım ve gelişim stratejilerini ısrarla izleyebilmelerine bağlı olacak.

Twitter: @sadikunay

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 9 Ağustos 2019’da yayımlanmıştır.

Sadık Ünay
Sadık Ünay
Prof. Dr. Sadık Ünay, İstanbul Üniversitesi, İktisat Fakültesi, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi. Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümünde lisans (1997), Manchester Üniversitesi'nde uluslararası ekonomi politik yüksek lisans (1999) ve doktora (2005) eğitimi aldı. Manchester, Huddersfield, Birmingham ve Yıldız Teknik üniversitelerinde öğretim üyesi olarak görev aldı. TİKA ve İslam İşbirliği Teşkilatı bünyesinde proje danışmanlığı yaptı. Kalkınmacı Modernlik: Küresel Ekonomi Politik ve Türkiye (2013), Doğu Asya'nın Politik Ekonomisi (2017), Global Political Economy after the Crisis (2018) kitapları ile politik ekonomi, kalkınma, küresel yönetişim, bilim-teknoloji politikaları ve Doğu Asya konularında onlarca ulusal ve uluslararası makalesi yayımlandı.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

1 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Küresel dengeleri sarsan şirket: Huawei

Çin’in kırsal bölgesinde, çok yoksul bir ailenin orduya katılmış oğlu, düşe kalka öğrenilen serbest ticaret, büyük hayaller, devletle iç içe geçmiş bir yapı ve günümüzün en kritik küresel oyuncularından biri: İşte Huawei’nin hikayesi.

Huawei, Apple ve Samsung ile birlikte dünyanın en büyük elektronik donanım ve ağ sistemleri üreticilerinden biri oldu, halen 170 ülkede 180 bin çalışanı var. Bu cümle, basit bir veri gibi dursa da, baş döndürücü bir hızla ilerleyen teknolojik dönüşümlerin uluslararası ekonomik rekabeti nasıl etkilediğini, dikkatlerin giderek ulus devletler ve silahlı kuvvetlerde, kritik alanlarda faaliyet gösteren şirketlere çevrildiğini ortaya koyuyor.

Bilgi ekonomisi ve dijital dönüşüm süreçleri çok uluslu şirketlerin amansız rekabeti üzerinden ilerliyor, hâl böyle olunca da küresel güçler arasındaki çatışmalar da klasik ticaret savaşlarından şirketlerin doğrudan hedef alındıkları teknoloji savaşlarına evriliyor.

Bu yeni küresel konjonktürün ve teknoloji savaşının belki de en bariz örneklerinden biri, Çin’in dijital dönüşümünde amiral gemisi rolü oynayan ve küresel sistem çatışmalarının ortasında kalan Huawei şirketi.

İzleyen satırlarda, ABD yönetiminin müttefikleri ile birlikte hedef tahtasına oturttuğu, kendi şirketleriyle işbirliğini kısıtlamaya çalıştığı, dijital altyapı ve perakende sektörlerinden dışlamaya gayret ettiği, artık çok kritik bir küresel oyuncu haline gelmiş olan Huawei’nin kurumsal portresini bulacaksınız.

Huawei: Çin yapabilir

Huawei’nin kurucusu ve halen patronu olan Ren Zhengfei 1944’te Çin’in güneyinde son derece fakir bir bölgede dünyaya geldi. Hayatının ilk yıllarını yedi çocuklu, yoksul bir aile içinde geçirdi. Yoksulluktan kurtulabilmek için birçok akranı gibi orduya katıldı. Önce elektrik teknikeri, ardından da mühendis olarak Çin Halk Kurtuluş Ordusu’nun birçok altyapı projesinde çalıştı.

1980 sonrasında Çin’in o zamanki reformist lideri Deng Xianpoing, ekonomik kalkınmayı ülkenin gündeminin ilk sırasına alıp da orduyu küçülme trendine sokunca, Ren de görevinden istifa etti. Ülkesi liberalleşme dönemin ilk yıllarını yaşarken, elektronik piyasasına girmeye ve bir teknoloji şirketi kurmaya karar verdi. Ancak yıllar boyu sosyalist bir rejimin aşırı merkeziyetçi ordusunda görev yapmış bir subay olarak piyasa ekonomisi şartlarına alışması zaman aldı. İlk girişimlerinde henüz denetlenmeyen piyasada karşısına çıkan farklı aktörlerce aldatılıp ciddi maddi zarar etti.

Ren için asıl sıçrama noktası, 1991’de oldu; Huawei, yerli bir üretici olarak Çin ordusuna iletişim ekipmanları sağlamak için açılan bir ihaleyi kazandı. 1995’te Huawei, Çin yerel piyasasına ve Çin Halk Kurtuluş Ordusu’na yıllık toplam 220 milyon dolar tutarında satış yapan önemli bir elektronik devine dönüşmüştü.

1987’de dönemin küçük balıkçı kasabası, günümüzün ise ileri teknoloji merkezi Shenzen’de “büyük başarı” ya da “Çin yapabilir” anlamına gelen Huawei şirketini kurduğunda ne kendisi gibi girişimciler ne de Çin’in kıdemli devlet bürokratları bir serbest piyasa ekonomisinin nasıl çalışması ve denetlenmesi gerektiği konusunda bilgi sahibi değillerdi.

Piyasada hızlı ilerlemek isteyen Ren, Batılı işletme modellerini, kapitalizm tarihini, çokuluslu şirketlerin gelişimini, ABD ve Avrupa ticaret hukuklarını okuyup becerilerini geliştirmeye çalıştı. İlk yıllarda Huawei’nin hedefi, kendi ürünlerini geliştirmekten çok, mevcut basit elektronik ürünleri henüz alım gücünün düşük olduğu devasa Çin kırsal pazarlarında tüketicilere sunmaktı. Ancak iletişim altyapısını ve ürünlerini paylaşmak istemeyen teknoloji dünyası, Huawei’yi bu ürünleri geliştirmeye ve üretmeye itti.

Ren için asıl sıçrama noktası, 1991’de oldu; Huawei, yerli bir üretici olarak Çin ordusuna iletişim ekipmanları sağlamak için açılan bir ihaleyi kazandı. 1995 yılında Huawei, Çin yerel piyasasına ve Çin Halk Kurtuluş Ordusu’na yıllık toplam 220 milyon dolar tutarında satış yapan önemli bir elektronik devine dönüşmüştü.

1996’da şirkete “ulusal şampiyon” unvanı verilmesi ve elektronik piyasasının uluslararası rekabete kapatılması ile birlikte Huawei, Çin’in küresel ekonomi ile entegrasyonunun taşıyıcısı olacak önemli bir yarı-kamu şirketi haline geldi. Çin ekonomisinin yıllık ortalama yüzde 10 büyüdüğü bu yıllarda Huawei’nin şirket olarak büyüme hızı da giderek arttı. 2000 yılından itibaren satışların uluslararası piyasalara açılması ile birlikte küresel oyuncu olmak için ilk adımı atmış oldu.

Çin 2001’de Dünya Ticaret Örgütü’ne (WTO) üye olarak uluslararası liberal ticaret sistemine entegre olduktan bir yıl sonra Huawei’nin uluslararası satış rakamları 550 milyon dolara ulaşmıştı. Çin’in ekonomik küreselleşme hikâyesi ile Huawei’nin küresel bir şirkete dönüşmesi birbirini destekleyen, eşzamanlı süreçler üzerinden ilerledi. İlk defa 2005 yılında Huawei’nin küresel gelirleri Çin pazarından elde ettiği gelirlerini aştı ve o günden sonra da şirketin küresel piyasalardaki bilinirliği ile rekabet gücü sürekli yukarı gitti.

Çalışanlarına yemek pişiren dev şirket sahibi

Huawei büyük bir hızla büyürken birçok küresel rakibinden önemli bir farkı vardı: Onların aksine hisseleri borsalarda işlem gören kamuya açık bir şirket konumuna gelmedi; şirketin sahipliği Ren, ailesi ve şirket çalışanlarının elinde özel mülkiyette tutuldu. Bu durum, bir taraftan hissedarlara kar payı dağıtılmadığı için çok büyük bütçelerin (günümüzde 20 milyar dolar) araştırma-geliştirme yatırımlarına aktarılmasına olanak tanıdı. Diğer taraftan da şirketin finansal açıdan şeffaf olması için hissedarlar kanalıyla yerel ya da uluslararası baskı unsurları oluşmasını engelledi. Dolayısıyla finansal tarafta her zaman kontrollü bilgi akışı ve dış denetime kapalı kurumsal kültür korundu.

Şeffaflık meselesi, Huawei’nin kuruluşundan bu yana en çok eleştirildiği alanların başında geldi. Çalışanları için mutfakta yemek pişirmeyi seven Ren’in bir wok tavasını karıştırırken söylediği “Yirmi yıl sonra bu şirket dünyanın en büyük elektronik üreticilerinden biri olacak” iddiası gerçekleşse de dış dünyaya kapalı yönetim yapısı korundu.

Şeffaflık meselesi, Huawei’nin kuruluşundan bu yana en fazla eleştiri aldığı alanların başında geldi. Çalışanları için mutfakta yemek pişirmeyi seven Ren’in bir wok tavasını karıştırırken söylediği “Yirmi yıl sonra bu şirket dünyanın en büyük elektronik üreticilerinden biri olacak” iddiası gerçekleşip şirket Apple ve Samsung ile birlikte dünyanın en büyük elektronik donanım ve ağ sistemleri üreticilerinden biri haline gelse de; dış dünyaya kapalı yönetim yapısı korundu.

Çin yönetiminin “Made in China 2025” programı bağlamında başlattığı dijital devrimin odak noktasında bulunan Huawei, küresel şirket olmanın çok ötesinde bir ulusal misyon üstlendi. Pekin’in 5G ve yapay zekâ teknolojileri ile gerçekleştirdiği dijital dönüşümün amiral gemisi ve ABD gibi küresel rakiplerine karşı üstünlük stratejisinin kilit taşı olarak öne çıkması, şirketi birçok eleştirinin hedefi haline getirdi.

ABD’nin bilek bükme operasyonları

Kurulduğu günden bu yana Ren’in Çin Komünist Partisi ve Çin Halk Kurtuluş Ordusu ile yakın irtibatları, Huawei’nin örtülü bir kamu şirketi olduğu ve özel siyasi bağlantıları sayesinde bu kadar hızlı yükseldiğine dair söylemleri besledi. Ayrıca ürettiği iletişim ve bilişim teknolojileri ile ağ sistemlerinin, Çin yönetimi tarafından özellikle Batılı ülkelere karşı istihbarat ve casusluk operasyonları için kullanıldığına dair çok sayıda suçlama yapıldı. Örneğin Çin Kalkınma Bankası’nın mali destekleriyle Etiyopya’nın başkenti Addis Ababa’da 2012 yılında kurulan Afrika Birliği Genel Merkezi’nin bilgisayar sistemlerinden beş yıl boyunca Çin’e gizlice veri aktarımı yapıldığı ortaya çıktı. 2018’de patlak veren bu skandalda tüm gözler, merkezin bilgisayar ve iletişim altyapısını kuran Huawei’ye çevrildi. İddialar şirket tarafından şiddetle reddedilse de, Çin istihbarat birimleri ile işbirliği yapıldığı yönünde suçlamalar yaygın biçimde dillendirilmeye devam etti.

Yine ABD, İngiltere, Avustralya ve Kanada yönetimleri Huawei’nin kamu kuruluşlarına sağladığı bilişim ve iletişim sistemlerinde veri kopyalama özelliği olan casus çipler kullandığına dair suçlamalarda bulunup şirketin kamu ihalelerine girmesini yasakladı.

ABD yönetimi, ağırlıklı olarak Huawei üzerinden Çin’e karşı teknoloji hırsızlığı, veri casusluğu, patent kurallarının çiğnenmesi, mahremiyet haklarının ihlali ve milli güvenlik tehdidi suçlamalarını getirdi. Amerikan Ulusal Güvenlik Konseyi, büyük veri teknolojisi ve 5G ağ sistemlerinde Huawei etrafında oluşturulan ekosistem sayesinde küresel liderliğe yükselen Çin’in ABD için açık bir siber güvenlik ve ekonomik güvenlik tehdidi oluşturduğunu ortaya koydu.

Trump yönetimi bir adım daha ileri giderek ABD’li teknoloji firmalarına Huawei’ye parça satışı yapma ve hizmet verme konusunda ambargo getirdi; Çinli teknoloji devini Android platformundan dışlamaya ve Microsoft gibi şirketlerden yazılım güncellemesi almasını engellenmeye çalıştı. Aynı şekilde ABD ile Çin arasında alevlenen ticaret ve teknoloji savaşları bağlamında Huawei’nin kurucusu Ren Zhengfei’nin kızı ve Mali İşler Direktörü Meng Wanzhou’nun Kanada’da gözaltına alınması da bir “kaba güç” gösterisiydi. Ancak ABD yönetiminin giriştiği bu tür ‘bilek bükme’ operasyonları ile Huawei’nin küresel teknoloji pazarındaki liderliğini kısa vadede aşındırabilme şansının pek olmadığı tez anlaşıldı, zira ABD’li teknoloji şirketleri de Huawei ile yürüttükleri çok boyutlu ve kârlı ortaklıkları kaybetmek istemediklerini ortaya koydular. Vaşington’un dili de giderek yumuşadı ve bu tür önlemler yerine 5G ve yapay zekâ teknolojilerine yoğunlaşan firmalara daha akıllı ve kapsamlı destekler sağlanmasına dayalı sanayi-teknoloji politikaları üzerinde çalışılması fikri öne çıktı.

Şirkette ‘Komünist Parti Komitesi’

Çin ticaret hukukuna göre Huawei de dâhil olmak üzere Çin’de faaliyet gösteren tüm büyük firmalar, bir “Komünist Parti Komitesi” bulundurmak zorundalar. Bu komite, hem Çin devletinin siyasi ve ekonomik taleplerini şirket yönetimine iletme; hem de uluslararası yaptırımlar gibi siyasi içerikli kısıtlamalar ortaya çıktığında yeni duruma adapte olmak için şirketleri destekleme fonksiyonu görüyor.

ABD, İngiltere, Avustralya ve Kanada yönetimleri Huawei’nin kamu kuruluşlarına sağladığı bilişim ve iletişim sistemlerinde veri kopyalama özelliği olan casus çipler kullandığına dair suçlamalarda bulunup şirketin kamu ihalelerine girmesini yasakladı.

Devlet-sermaye ilişkilerinin merkeziyetçi biçimde iç içe geçtiği Çin’deki bu yapının dışarıdan zorlamalarla kırılmasının oldukça zor olduğu; rekabetin de ancak teknolojik olarak daha üstün proje ve ürünlerin sürdürülebilir biçimde ortaya konmasıyla dengelenebileceği zamanla anlaşıldı.

Türkiye’nin alması gereken ders

Çok-kutuplu yeni küresel ekonomi politik düzen, özellikle know-how ve teknolojik üstünlük üzerinden ilerleyen çok boyutlu rekabet alanları açıyor. Ticaret ve teknoloji savaşları ise, devletler ile büyük çaplı şirketlerin ve piyasa aktörlerinin çok yakın koordinasyon içinde stratejik hedeflere yürümelerini gerektiriyor.

Türkiye gibi yükselen güçler için önümüzdeki dönemin en büyük meydan okumalarından biri, kamu-özel sektör işbirliklerini uzun vadeli küresel rekabet ihtiyaçları doğrultusunda şekillendirmek ve yeni döneme uygun “ulusal şampiyonlar” üretmek olacak.

Çin’in Huawei etrafında oluşturduğu ve liberal ekonomi prensiplerini zaman zaman çiğneyen teknoloji ekosistemi, tüm artıları ve eksileri ile birlikte Türkiye’nin bilim-teknoloji ufku için yol gösterici ögeler barındırıyor. Ancak bu ögelerden ne ölçüde faydalanabileceğimiz kamu aktörlerinin yönetişim kapasitelerine, özel sektör oyuncularının ise uzun vadeli yatırım ve gelişim stratejilerini ısrarla izleyebilmelerine bağlı olacak.

Twitter: @sadikunay

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 9 Ağustos 2019’da yayımlanmıştır.

Sadık Ünay
Sadık Ünay
Prof. Dr. Sadık Ünay, İstanbul Üniversitesi, İktisat Fakültesi, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi. Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümünde lisans (1997), Manchester Üniversitesi'nde uluslararası ekonomi politik yüksek lisans (1999) ve doktora (2005) eğitimi aldı. Manchester, Huddersfield, Birmingham ve Yıldız Teknik üniversitelerinde öğretim üyesi olarak görev aldı. TİKA ve İslam İşbirliği Teşkilatı bünyesinde proje danışmanlığı yaptı. Kalkınmacı Modernlik: Küresel Ekonomi Politik ve Türkiye (2013), Doğu Asya'nın Politik Ekonomisi (2017), Global Political Economy after the Crisis (2018) kitapları ile politik ekonomi, kalkınma, küresel yönetişim, bilim-teknoloji politikaları ve Doğu Asya konularında onlarca ulusal ve uluslararası makalesi yayımlandı.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

1 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

1
0
Would love your thoughts, please comment.x