Uluslararası Para Fonu’nun (IMF) sene başında güncellediği verilere göre, pandemi yılı olan 2020’de dünya ekonomisi bütün olarak yüzde 3,5 oranında küçülürken Çin ekonomisi yüzde 2,3’lük bir büyüme oranına ulaştı. Küresel ekonomi için her anlamıyla travmatik olan bir yılda Çin’in büyümeye devam etmesi, kayda değer ve üzerinde düşünülmesi gereken gelişme.
Manşetleri işgal eden yıllık büyüme oranlarının ötesine bakıp Çin ekonomisinden gelen farklı parametrelere yönelik aylık veriler incelendiğinde bu büyümenin nasıl sağlandığı daha iyi anlaşılabiliyor.
Çin, pandeminin etkilerini diğer tüm ülkelerden önce yaşadı, önlemlerini herkesten önce aldı, pandemi kontrolüne yönelik başarılı uygulamaları sayesinde ekonomik normalleşme konusunda da öncü bir konumda bulundu. Çin’de aylık sanayi üretimi verileri, Nisan 2020 itibariyle pandemi öncesi seviyesine dönmüştü. Diğer temel parametrelerden perakende satışlar için pandemi öncesi verilere dönüş Ağustos 2020’de, sabit varlık yatırımları için ise Eylül 2020’de oldu. Başka bir deyişle, pandemi birdenbire, aynı anda ve şiddetle ekonominin arz ve talep taraflarında bir şok yaratmışken, önce arz tarafı yani üretim normale döndü, sonra tüketim başladı ve nihayetinde ekonominin genelinde oluşan olumlu hava ile yatırımlar devam etti. Çin’in ihracatı da 2020’de azalmadı, tersine arttı. Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Konferansı (UNCTAD) verilerine göre, Çin 2020’de gerek ihracat gerekse ithalat anlamında dünya ticaretindeki payını artıran tek büyük ekonomi oldu.
Bu durumda, pandemi sonrası süreçte Çin’in küresel ekonomi ve küresel ticaretteki başat konumunu iyice pekiştirdiğini söyleyebilir miyiz? IMF verilerine göre 2020 yılında yüzde 3,4 küçülen Amerika Birleşik Devletleri (ABD), yüzde 5,1 küçülen Japonya, yüzde 5,4 küçülen Almanya, yüzde 10 küçülen İngiltere gibi ülkelere nazaran Çin, dünya ekonomisinde daha kuvvetli bir pozisyona mı geçti?
Çin’in güncel verileri son derece olumlu olsa da böyle bir çıkarım için henüz erken olabilir. Çin büyümeye devam ediyor ve edecek. Ancak rakamsal büyüklüğün ötesinde pandemi sonrası dönemin değişen şartlarında Çin’in küresel ekonomide hangi konumda olacağını esas olarak iki faktör belirleyecek. Bunlardan biri, dünya ekonomisinin içinden geçtiği yapısal dönüşüm zorunluluğunda Çin’in nerede duracağı, bu sürece yalnız ayak uydurmakla kalmayıp ne ölçüde öncü rolü üstleneceği. Diğer faktör de Çin’in kendi içerisinde karşı karşıya olduğu ekonomik riskleri ne ölçüde yönetebileceği.
Pandemi sonrası yeni ekonomik modelin koşulları neler olacak?
Dünya ekonomisi yapısal bir dönüşüm zorunluluğu içinde. Bu pandemi öncesinde de vardı ama pandemiyle birlikte hem ivme hem de hayati bir öncelik kazandı zira 2007-2008 döneminde yaşanan ve etkileri hâlen devam eden liberal serbest piyasa kapitalizminin krizi bunu zorunlu kılıyor.
Krizi takip eden yıllarda, bir yandan kısa ve orta vadede parasal genişleme politikaları ve mali teşvikler gibi bazı geçici yöntemlere başvurularak çarkların dönmeye devam etmesi sağlandı. Ancak diğer yandan da uzun vadede daha sağlıklı bir yapıya dönüşümün nasıl olabileceğine yönelik tartışmalar da başladı.
Serbest piyasaların aşırılıklarına karşı devletin görünür eli ne kadar müdahaleci olmalıydı? Ekonomilerde verimlilik özellikle yeni teknolojilerin kullanımıyla nasıl artırılabilirdi? Bireye ve çevreye daha fazla özen gösteren sürdürülebilir bir büyümeye nasıl ulaşılabilirdi? Tüm bunlar tartışılırken patlak veren ABD ile Çin arasındaki ticaret savaşları, sorulara bir yenisini ekledi: Küreselleşmenin getirmiş olduğu, tüm ülkelerin birbirlerine ekonomik anlamda bağımlı olmaları durumunun yarattığı kırılganlıklar ve güçlü olanın elindeki ekonomik enstrümanları diğerlerine karşı bir silah olarak kullanması nasıl önlenebilirdi?
Pandemi tüm bu tartışmaların üzerine geldi ve her biri için de artık tartışacak vakit kalmadığını, yeni bir normale ihtiyaç olduğunu ve bunun hemen şimdi gerektiğini gösterdi. Pandemi sonrası dünyada sadece Çin değil tüm ülkeler piyasaların güçlü bir devlet kapasitesi içerisinde şekillendiği, yeni teknolojiler ve dijitalleşme sayesinde verimin artırıldığı, bireyin ve çevrenin sağlığının ön planda tutulduğu bir ekonomik model arayışında olacaklar. Bu modelde, ülkelerin özellikle hayati önem taşıyan sektörlerde mümkün olduğunca kendi kendilerine yeter olmaları ve dolayısıyla kimsenin kimseye gereğinden fazla bağımlı olmaması, bağımlı kalınan alanlarda ise mümkün olduğunca çeşitlendirme yapılarak riskin dağıtılması ortak katma değerin sağlanabilmesi ve ortak meselelere ortak yanıtlar verilebilecek alanlarda uluslararası iş birliğinin yapılabilmesi de önemli başlıklar olacak.
Çin değişen küresel ekonomi şartlarına nasıl hazırlanıyor?
Çin’in bu istikamette adımlar arttığını görüyoruz. Ülkenin devasa bir nüfusa rağmen pandeminin kamu sağlığına yönelik etkilerini nispeten az hasarla geçiriyor olması, kamuoyunda yaygın bir şekilde dile getirildiği şekilde ülkenin otoriter bir rejimle yönetilmesinden değil, esas olarak devlet kapasitesinin güçlü olmasından kaynaklanıyor. Bununla birlikte Çin’in bu sene yürürlüğe giren 14. Beş Yıllık Planı, daha önce devlet başkanı Xi Jinping tarafından dile getirilmiş olan “çifte dolaşım” anlayışını resmîleştirdi. Buna göre Çin, dış dolaşımı yani ihracat, ithalat, yabancı yatırımlar gibi dışarıdaki ekonomik faaliyetlerini sürdürürken, diğer yandan buralarda oluşabilecek bağımlılıklara karşı iç dolaşımı da güçlü tutacak ve içerideki yatırımlara ve tüketime odaklanacak.
Çin ekonomisi, son dönemlerde karşılıklı bağımlılıklardan kaynaklanan en büyük kırılganlığını ABD karşısında teknoloji alanında yaşadı; örneğin ABD’den gelen mikroçip tedariğinin kesildiği noktada Çinli telekomünikasyon firmaları üretim yapamaz hale geldiler. Çin’in kendi teknolojik kapasitesini geliştirmeye yönelik 2015’ten beri yoğun bir şekilde sürdürülen çalışmaları, ticaret savaşları ve pandemiyle birlikte artık bir hayat memat meselesi haline geldi. Teknoloji konusu Çin tarihinde ilk kez bir Beş Yıllık Plan’da ayrı bir bölüm olarak ele alındı. Ayrıca son dört yıldır özellikle ABD’nin çok taraflı anlaşmalardan çekildiği bir dönemde Çin’in uluslararası iş birliğine vurgu yapması, son dönemlerde Asya-Pasifik bölgesinde Japonya ve Güney Kore’nin de aralarında bulunduğu 15 ülkeyi kapsayan bir serbest ticaret alanı oluşturan Bölgesel Kapsamlı Ekonomik Ortaklık (RCEP) Anlaşması’nı imzalaması ve Avrupa Birliği ile yatırım anlaşması gibi büyük çaplı ekonomik iş birliği projelerine imza atması da dikkat çekici gelişmeler.
Çin tüm bu alanlarda ne kadar başarılı olacak ve RCEP’de olduğu gibi küresel anlamda öncü rolünde olabilecek mi, bunu zaman gösterecek. Ancak şu bir gerçek ki, küresel ekonomi hızla değişiyor. Bu yeni dönemin galipleri dönüşme ayak uydurabilenler ve onun da ötesinde bu değişime yön verenler olacak. Çin bunu yapabilmek için yeterli kapasiteye sahip görünüyor.
Çin’in iç riskleri
Pandemi sonrası dönemin değişen şartlarında Çin’in küresel ekonomide hangi konumda olacağını belirleyecek olan bir belirleyici de, kendi içerisinde karşı karşıya olduğu ekonomik riskleri ne ölçüde yönetebileceği ile ilgili olacak.
2007-2008 küresel krizinden bu yana Çin büyümesini büyük ölçüde parasal genişleme ve büyük teşvik paketleri ile sağlamıştı. Eş zamanlı olarak gerçekleştirilmesi planlanan yapısal reformlarda ise henüz istenen performans sağlanamadı. Bu durum Çin ekonomisini giderek artan bir borç yükü ile karşı karşıya bıraktı. Son verilere göre, Çin’in toplam borcu (şirketler, kamu kesimi ve hane halkı borç toplamı) ülkenin toplam gayrisafi yurtiçi hasılasının yüzde 318’ine tekabül eden bir büyüklüğe ulaştı. Reformların temel prensibi olarak ekonomide devletin müdahalesinin azaltılması ve piyasa dinamiklerinin belirleyici rolünün güçlendirilmesi hedeflenirken uygulamada bunun tam tersi söz konusu oldu. Kamu iktisadi teşekkülleri reformunda, finansal piyasalar reformunda yeterince mesafe kat edilemedi.
Çin artık düşük maliyet avantajına sahip bir ülke değil. Burada kaybettiği uluslararası rekabet avantajını, katma değeri artırarak, teknoloji ile yeniden kazanmayı amaçlıyor. Örneğin tedarik zincirlerinin pandemi sonrasında yeniden tasarlanacağı bir dönemde Çin kendi konumunu artık düşük maliyetle koruyamayacak, bu ancak katma değer zincirinde daha yukarı basamaklara çıkarak mümkün olabilecek. Son yıllarda teknoloji alanında gerçekleştirilen atılım önemli bir avantaj ancak bunun sürdürülebilirliği için öncelikle yapısal reformların belirli bir noktaya getirilmesi gerekiyor.
Türkiye’ye Çin dersleri
COVID-19 virüsü Çin’de ilk çıktığı zaman “Çin ekonomisi virüsten olumsuz etkilendiği için bu ülkeye giden siparişlerin bir kısmı Türkiye’ye çekilebilir mi?” şeklinde tartışmalar yapılıyordu. Çok geçmeden virüs bir pandemi haline geldi ve Türkiye’yi de etkiledi. Bunun üzerine tartışmalar “Çin merkezli tedarik zincirleri olumsuz etkilendiği için Batılı şirketler üretim üssü olarak Çin yerine Türkiye’yi tercih edebilir mi?” şekline dönüştü.
Şüphesiz ki, pandemi sınır ötesi üretim ve ticaret şekilleri üzerinde etkili oluyor ve birtakım kayışlar yaşanıyor. Kısa vadede Türkiye de bir ölçüde bu süreçten payını alabilir. Ancak esas olan, pandeminin yeniden dizayn ettiği bir küresel ekonominin “yeni normali”nde Türkiye’nin hangi konumda olacağı.
Bu anlamda da Çin gibi büyük bir ekonominin deneyimi, Türkiye açısından da önem taşıyor. Pandemi sonrasında küresel ekonomide taşlar yeniden yerine otururken, bizim de şu iki soruyu kendimize sormamız gerekecek: 1) Çin’in başta teknoloji olmak üzere kendi kapasitesini geliştirme ve bağımlılığını azaltma girişimlerinden, sürdürülebilir ekonomik kalkınma yönündeki çabalarından, RCEP gibi öncülük ettiği uluslararası entegrasyon ve iş birliği projelerinden, tüm bunların başarılarından ve başarısızlıklarından, Türkiye için ne gibi dersler çıkartılabilir? 2) Tüm bu alanlarda Türkiye’nin Çin ile karşılıklı fayda prensibi dâhilinde ekonomik iş birliğini artırmasının Türkiye ekonomisi için getirisi ne olur?
Türkiye’nin Çin ile ekonomik ilişkilerinde en dikkat çekici husus, ülkemiz aleyhine olan ticaret açığı. 2020 yılında Türkiye’den Çin’e 2,9 milyar dolarlık ihracat ve buna karşılık 23,0 milyar dolarlık ithalat gerçekleştirildi. Yukarıdaki iki soruya yapıcı ve sürdürülebilir cevaplar verilmesi, ticaret açığı devam etse bile Çin ile ekonomik ilişkilerin daha dengeli ve Türkiye için daha fazla katma değer yaratan bir hâle gelmesini sağlayacaktır.
Geri döndürülemeyecek olan insani kayıplar bir yana pandemiden Çin dâhil tüm ülkeler ekonomik anlamda da büyük zarar gördü ve Çin ekonomisi, tüm olumlu verilerine rağmen hâlen önemli risklerle karşı karşıya.
Küresel ekonomi pandemi sonrasında yeniden şekillenirken Çin’in sadece pozitif büyüme verileri değil, aynı zamanda bu riskleri nasıl yönettiği de belirleyici bir unsur olacak. Türkiye de tüm bu süreçleri yakından takip etmek ve kendisini oluşan yeni normalin gereklerine göre konumlandırmak durumunda.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 15 Mart 2021’de yayımlanmıştır.