Pandemi koşullarının getirdiği ekonomik daralma bütün dünyada etkili oluyor. Bazı ülkelerde vatandaşların desteklenmesi için çeşitli politikalar uygulansa da, öteden beri devam eden ekonomik eşitsizlik ve adaletsizliklerin olumsuz sonuçları, pandemiyle birlikte keskinleşmeye devam ediyor. Hal böyle olunca da gelişmiş Batı ekonomilerinde, özellikle gelir hiyerarşisinin en altında bulunan kimseler için ekonomik adaletin sağlanması adına devletlerin ne yapması gerektiği tartışılıyor.
Özellikle ABD’de bu kişiler için devletin yapacağı yardımların, onları çalışma hayatından alıkoyacağını ve kamu bütçesi üzerinde de yük oluşturacağını iddia edenler var. Buna karşılık, bu tip yardımların, insanlara eskisinden iyi bir yaşam sunacağını ve bunun da onları üretmeye teşvik edeceğini iddia edenler de.
Bu tartışmaya katılanlardan biri de 2006 yılında ekonomi alanında Nobel ödülünü alan Colombia Üniversitesi ekonomi profesörlerinden Edmund Phelps. Columbia Üniversitesi’ndeki Kapitalizm ve Toplum Merkezi’nin de direktörü olan Phelps, Project Syndicate’de yayımlanan “Bir Adaletsizlik Biçimi Olarak Yoksulluk” başlıklı makalesine, dünyanın bir çok yerinde dezavantajlı grupların, ırk ve cinsiyet ayrımcılığına maruz kalanların çok düşük ücretle çalıştırıldığını bunun da genel bir endişeye neden olduğunu, bu kişilerin yetersiz beslenme, sağlık durumunun iyi olmaması ve madde bağımlılığı gibi sorunlarla boğuştuğunu anımsatarak başlıyor:
“Göz ardı edilen bir husus da çoğu düşük ücretli çalışanın sırf maaşı az olduğu için iyi ve anlamlı bir işte çalışma fırsatını geri çevirmek zorunda kalması. Dolayısıyla, ‘iyi bir işi’ olmayan bu kimselerin ‘iyi bir hayat’ sürmesi de imkânsız hale geliyor. Bu ve benzeri sonuçlar özellikle gelişmiş ekonomilerde bir şeylerin yolunda gitmediğine işaret ediyor. Sorunun ‘eşitsizlikten’ ziyade büyük ölçüde adaletsizlik olduğunu gösteriyor.
Toplumun büyük bir kesimi, iş ve girişimcilik alanında yaşanan düşüş eğiliminden dolayı hayal kırıklığına uğramış durumda. 1970’li yıllardan bu yana Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD), ardından Birleşik Krallık, Fransa, Almanya’nın bazı bölgelerinde ve diğer ülkelerde gerek mesleki doyum gerekse reel maaş artışlarında bir düşüş yaşanıyor. İnovasyondaki gerileme nedeniyle reel faiz oranları da en düşük seviyeye gerilemiş durumda. Tüm bunlar, insanların mesleki doyum mekanizmasında yer alan sorunların yeterince ele alınmadığını da ortaya koyuyor.”
Eşitsizliği giderme çabaları ve ABD seçimleri
Ekonomist Phelps, ekonomik adaletin vatandaşlara kaliteli bir yaşam fırsatı sunmakla sağlanabileceğine dikkat çekiyor:
“Batı toplumlarının ekonomik adaleti sağlamak adına vatandaşlar için kaliteli bir yaşam fırsatı oluşturması ve bunu koruması gerekiyor. Bu da ancak katılımcıların sermaye ve yeteneklerini farklı işletmeler kurmak ve projelere yatırım yapmak için kullandığı girişimci kapitalizm örneğinde olduğu gibi iyi bir iş olanağı sunmakla olur. Bu amaç doğrultusunda, devletler hem yeni ticari yöntem ve ürünler ortaya çıkararak yaratıcılığını kullanabilecek hem de inovasyonu destekleyebilecek ölçüde zeki ve cesur bireylerin yetiştirilip eğitilmesini sağladı.
Bir yanda ekonomik adaletsizlik tartışmaları sürerken, öte yandan ekonomik adalet konusunda da sesler yükselmeye başlıyor. Önümüzdeki dönem Amerikan başkanlığı için adaylığını açıklayan Joe Biden gibi Demokrat Partiden kimseler, seçildiği takdirde, son kongrelerinde adaletsizliği gidermek için adım atacaklarına yönelik beklentileri yükselttiler. Buna karşın, Ronald Reagan dönemine kadar uzanan Cumhuriyetçiler, ara ara da Başkan Donald Trump, eşitsizliği giderme amaçlı tedbirlerin aslında ekonomik büyümeyi aksatacağını savunuyor.
Demokratlar, 1960’lı yıllarda Lyndon Johnson yönetiminin ‘Refah Toplumu’ (Great Society) projesiyle başlayan ve 1970’lerdeki ‘Gelir Vergisi’ (Earned Income Tax Credit) ile sürdürülen ve çalışan yoksullar arasında geliri artırmaya yönelik uygulanan geniş çaplı programları örnek alıyorlar. Demokratlar ayrıca beyaz veya azınlık grupları farketmeksizin toplumun yararına olacak Medicare (ABD’de özellikle yaşlılar için sağlık sigortası), gıda pulu programı ve Head Start (düşük gelirli aileler için eğitim hareketi) gibi bir dizi uygulamayı yürürlüğe soktu.”
Phelps’e göre, evvela bu tür uygulamaların iktisadi büyümeyi yavaşlatıp yavaşlatmadığını sormak gerekiyor.
Eşitsizliği gidermeye yönelik tedbirler büyümeyi etkiler mi?
2006 Nobel ekonomi ödülünün de sahibi olan Phelps’e göre, verimlilik düşüşü Refah Toplumu uygulamasından kaynaklanmıyor. Aksine, bu düşüşün en önemli nedeni, yeni ticari ürün ve yöntemler geliştirmeye istekli insanların olmaması. Refah Toplumu projesinden faydalanan insanları verimlilik kaybının asıl sorumlusu olarak görmek tamamen mantık dışı. Ayrıca, dezavantajlı gruplara yardım eden ülkelerin daha az iktisadi büyüme yakaladığını gösteren herhangi ekonometrik bir çalışma da bulunmuyor.
Bu noktada yazara göre, meselenin bir diğer boyutu da ‘mali kapasite gideri’ olarak adlandırabileceğimiz durum:
“Bazı iktisatçılar ve iş insanları, yoksulluğu gidermek için gereken parayı toplamak amacıyla halihazırda yüksek olan vergi oranlarının artırılmasının çok fazla gelir getirmeyeceğinden endişe ediyor. Halbuki, vergi mükelleflerinin iş gücü arzını azaltması ve şirketlerin verimliliğini artırmaması halinde de gelir kaybı yaşanabilir. Ancak Batı ekonomilerinin (düşük vergiye dayalı Amerikan ekonomisinin değil) mali kapasitelerine ulaştığını gösteren herhangi akademik bir çalışma da bulunmuyor.
Dolayısıyla hem ABD hem de farklı ölçülerde diğer Batılı devletler ekonomik adaletsizlikle mücadele için hazır durumda. Düşük ücretli çalışanların maaşlarını makul bir seviyeye çekmek ve düşük maaş oranlarını yükseltmek amacıyla devletler birtakım sübvansiyonları devreye sokabilir. Böylelikle, her bir ücret grubunun yükselmesiyle söz konusu devlet yardımları da tedricen azalacaktır.”
‘Evrensel temel gelir’ iyi bir fikir mi?
Phelps, şimdilerde gündemde olan ekonomik adaletsizlik meselesinin özünü felsefeci John Rawls’un yaklaşık elli yıl önce yazdığı ‘Bir Adalet Teorisi’ (A Theory of Justice) adlı çığır açan eserinin oluşturduğunu hatırlatıyor.
“Rawls, adaletin en düşük ücretlinin maaşının artırılması, dolayısıyla da kazanca göre vergi verilmesiyle inşa edilebileceğini savunur.1 Daha öz bir ifadeyle, Rawls’un yoksulluğun nedenlerini tüm boyutlarıyla ele aldığını söylemek mümkün.”
Son olarak, yazar yoksulluktan kurtuluşun yollarını bilmek kadar yoksulluğu yaratmamanın da önemli olduğunun altını çiziyor ve sözlerine şöyle devam ediyor:
“Kamu gelirlerinin pervasızca kullanılması anlamına gelen evrensel temel gelir uygulamasına karşı koymalıyız. Bunun yerine, kamu gelirlerinin düşük ücretli çalışanların maaşlarının yükseltilmesi ve öz saygılarının oluşması için kendilerini geliştirmelerine yardımcı olmak üzere kullanılması gerekir. Aksi halde, evrensel temel gelirin devreye girmesi durumunda, insanlar çalışmaktan uzak kalacağı gibi kişisel tatmin ve toplumsal aidiyet duygusundan da yoksun olacaktır.”
Bu yazı ilk kez 3 Eylül 2020’de yayımlanmıştır.
https://www.project-syndicate.org/commentary/economic-growth-poverty-reduction-role-of-the-state-by-edmund-s-phelps-2020-08
- Edmund S. Phelps’in Rawls’ın vergilendirme modelini temel alan ve 1973’te yayınlanmış bir çalışması bulunuyor.