‘Beklemenin’ güzel bir yolu var mı?

2020 yılı, COVID-19 aşısından zoom toplantılarına kadar her şeyi beklediğimiz bir yıl. Genelde âtıl zamanlar olduğu gördüğümüz bekleme anlarını daha iyi kılmak mümkün mü? Beklemekten faydalanabilir miyiz? Daha iyi ve güzel beklemenin beş yolu ne?

Pandemi süreciyle birlikte karantinada kalmaktan tutun da aşının bulunmasına kadar ‘beklemek’ hayatımızın ayrılmaz bir parçası haline geldi. Peki, pek çoğumuzun âtıl zamanlar olduğu gördüğü bekleme anlarını daha iyi kılmak mümkün mü? Bunun için ne yapmalı? Bekleme anlarını nasıl toplumsal açıdan faydalı süreçlere çeviririz?

Maryland Üniversitesi Tasarım Kültürleri ve Yaratıcılık Programı Müdürü Profesör Jason Farman, bu sorulara yanıt aradığı ve Psyche online sitesinde yayınlanan makalesine, gökdelenlerde asansör beklemekten sıkılmaya nasıl çare bulunduğunu anlatarak başlıyor:

“New York’taki gökdelenlerde insanların asansör bekleme süresinden şikâyet etmekten nasıl vazgeçtiği, mimarlar ve kent tasarımcıları arasında oldukça bilindik bir hikayedir. Aslında hikâyenin geçmişi İkinci Dünya Savaşı sonrası yapılaşmanın ve gökdelen inşasının hızla arttığı döneme kadar uzanıyor. Bu binalardaki yöneticilerden biri, makine mühendisleri ile asansör şirketlerini günlük bir problemi çözmeleri için bir araya getirir. İnsanlar, asansörlerin gelmesini uzun süre bekledikleri için sinirlidir. Durumu gözlemleyen mühendisler ve şirket temsilcileri bir çözüm bulamaz. Ne var ki o binada çalışan bir psikolog bu soruna kendince bir çözüm üretir. Anlatılana göre, psikolog asansörün işleyişinden ziyade insanların asansör beklemekten dolayı yaşadığı kızgınlığa odaklanır. Sorunun temelinde beklemekten ileri gelen can sıkıntısının yattığı sonucuna varır. Yöneticinin de onayını alarak, insanların hem kendilerini hem de diğer bekleyenleri görebilmeleri için asansör bekleme alanını aynalarla kaplar. Bundan böyle beklemek ilginç bir hal alır. Hatta bazı kimseler asansör hizmetinin hızını artırdıkları için görevlilere teşekkür bile eder.

Ben de toplumu inceleyen biri olarak hepimizin pandemi esnasında bekleme zamanlarının sıkıntısını yaşadığı şu günlerde bu hikâyeyi sık sık paylaşıyorum. Aşının bulunmasından tutun da derslerin nasıl olacağına dair okullardan alacağımız bir habere veya eski işlerimize geri dönmekten Zoom yöneticisinin toplantıyı başlatmasına varıncaya kadar ‘beklemek’ 2020 yılında hayatımızın vazgeçilmez bir parçası haline geldi… Bu bekleyişlerin ne zaman son bulacağını bilmeden ‘normal hayata’ geri dönmeyi bekliyoruz.

Sıkıldık. Eskisi gibi üretken değiliz. Beklemekten ve bunun kendimizi güçsüz, kaygılı, soyutlanmış ve durgun hissettirmesinden dolayı kızgınız. Ama beklemek zorundayız. Sıkça duyduğumuz ‘belirsizlik’ olgusunun yarattığı karmaşık duygular içindeyiz. Tıpkı asansör örneğinde olduğu gibi, Netflix’te bir filmin başlamasını, markette alışveriş sırasını veya önümüzdeki aylarda zamanın ne getireceğini bilmeden bekliyoruz.”

Daha iyi beklemek için ne yapmalı?

Profesör Farman’a göre beklemeyle ilişkilendirdiğimiz bu negatif tutumdan kurtulmanın bir yolu var:

“Daha iyi bekleyebileceğimize inanıyorum, bunun için evvela beklemeye olan bakışımızı kökten değiştirmemiz gerek. Duygularımızı daha iyi yönetme yolları dâhil olmak üzere atabileceğimiz somut adımlar var. Tepkilerimize odaklanarak zamanla bir ilişki kurabilir ve bunu bir nevi toplumsal dokuya yapılan yatırım gibi düşünebiliriz. Bekleme sürelerimizde etrafımızdaki insanların içinde bulunduğu toplumsal koşullara odaklandığımızda diğerlerinin kendi zamanlarını nasıl kullanmak zorunda kaldıklarını da anlamış oluruz.”

Farkındalık, meditasyon ve sessizlik anları gibi yöntemlerin duygu ve düşüncelerimizi dizginleme, yoğun iş hayatının stresiyle ve dijital çağın baş döndürücü hızıyla baş etmede işe yaradığını aktaran Farman, ‘beklemenin’ bunlardan neden farklı olduğunu şöyle anlatıyor:

“Beklemek, niteliksel açıdan farklı. Durmak, sakinleşmek ve düşünmek sizin tercihiniz olabilir ama herhangi bir şey için bekleyip beklemeyeceğiniz çoğu zaman sizin kontrolünüzde değildir. Bekleme anları bizim tercihimiz olmaktan ziyade bizlere dayatılan zaman dilimleridir. Gücü başkalarına devrettiği için bekleme zamanlarından nefret ederiz.”

Yazar, bekleme zamanlarından faydalanmak için uygulanabilecek beş yöntemi şöyle sıralıyor:

Duygularınızdan sıyrılarak neden beklediğinize odaklanın

“Beklemenin duygusal ağırlığı içinde boğulmak yerine bekleme zamanlarını daha geniş bir çerçevede düşünmek gerekir. Öncelikle kendinize neden beklediğinizi sorun. Bu karmaşık duruma ilk etapta muhtemelen üstün körü cevaplar vereceksiniz.

Ardından “Beklemem kimin işine yarıyor?” sorusuyla niçin beklediğinizi derinlemesine düşünmeye başlayabilirsiniz. Bekleme halini bana dayatılan bir durum ve kendi zamanımı yönetme kabiliyetimin elimden alınması gibi algılayabilirim, ancak asıl şu soruyu sormam gerekiyor: Beklememden kim (veya ne) faydalanıyor? Bazen bekleme zamanlarımızdan kendimiz de istifade ederiz. Herhangi bir ihtiyaç anında elimizdeki parayı hemen harcamak yerine emeklilik hesabında biriktirdiğimizde veya bazı zevklerimizi ertelediğimizde aslında beklemenin bize faydası olduğunu görebiliriz. Beklemeyi bize sabretmeyi öğreten değerli bir karakter özelliği olarak da ele alabiliriz. Tabii, benim bekleyişimden etrafımdaki insanlar da istifade edebilir, trafik ışıklarında bekleyip araçların kavşak noktasından geçişine yol vermem gibi.”

“Beklemenin aynı zamanda belli yapısal yararları da var. Söz gelimi, iktidar sahiplerinin bizleri bekleterek kendi güçlerini pekiştirmesi gibi. Adalet ve eşitliğin geciktirilmesi, hâlihazırda güçsüz konumda olanları toplumsal değişim ve hareketlilikten mahrum bırakmanın bir yoludur. İnsanlar planlama ve stratejik vizyon eksikliğinde beklemeye mahkûm edildiğinde ise aslında bu ‘bekleme zamanları’ liderlikteki açıkları da gün yüzüne çıkarmış olur. Beklemeyi öğrenme, toplumun farklı kesimlerindeki karmaşık sorun ve gecikmelerin nedenlerini daha geniş bir perspektiften görme imkânı sunar. Bu bakış açısını kazanmanın tek yolu, bekletildiğimizde yaşadığımız kızgınlıktan kurtulmaktan geçiyor.”

Bekleme anlarının ‘arada kalmış’ zamanlar olmadığının farkına varın

“Bekleme anlarını daha çok yaptığımız ve yapmak istediğimiz şeyler arasındaki belirsizlik zamanları olarak görürüz. Bir şeyler yoluna girinceye kadar oturup bekleriz. Şahsen ben, beklemenin öbür anlamını da idrak ettiğimde istediğim şeyleri elde edeceğimi düşünürüm. Bekleme ve erteleme zamanları bittiğinde nasıl bir geleceğimin olmasını istiyorum? Bu yöntem bana kendim, hayal ve isteklerim, geleceğe dair beklentilerim ve en yakın ilişkilerimle alakalı pek çok şey öğretti.”

Bekleme zamanlarını kendi benliğimiz, geçmiş ve geleceğimiz arasında bir köprü olarak gören Farman, beklemenin pozitif yanlarını görme egzersizlerine şu sözlerle dikkat çekiyor:

“Bu türden egzersizler yalnızca kendimizi yakından tanımamıza değil aynı zamanda mevcut durumu iyileştirmemize ve yeni bir gelecek kurmamıza da yardımcı olur. Sessizlik, boşluk ve mesafeyle ifade edilen bekleme, var olmayanı hayal etmemize ve yeniliklere kapı aralamamıza olanak sağlar.

Beklemek, yaşadığımız anı derinlemesine idrak etmemizi sağlar. Beklerken, yaşadığımız anın, gelecek için bir adım olmanın ötesinde bu haliyle kıymetli olduğunu kavrarız. Beklemek, dünyaya bakışımızı değiştirme potansiyelini içinde barındıran bir şimdiki zaman eylemidir aslında. Her anın kendine has tecrübesi ve tatmin edici bir yanı vardır.”

Üretken olmama haliyle beklemek zorunda olmayı ayırt edin

“Madem bekleme anları bizlere yeni gelecek vizyonları sunuyor, bu anlar aynı zamanda verimli de olabilir. Ancak, bizler bekleme zamanlarını daha ziyade bizi üretkenlikten alıkoyan anlar olarak görürüz. Üretken olduğumuz ve çok çalıştığımızda zamanın nasıl geçtiğinin farkına bile varmayız. Ancak beklediğimizde zaman hiç olmadığı kadar belirgin bir hal alır.

Yalnız bu tarz bir bakış açısı, ancak yaratıcı bir vizyonu olmayan, psikolojik açıdan yıpranmış bir işgücü ortaya çıkarır. Halbuki bekleme anları karmaşık problemlere yenilikçi çözümler üretmemiz için gereklidir. Hayal kurma ve can sıkıntısının da eşlik ettiği bekleme, beyni olağan işleyişinden kurtarır. ‘Hayal kurma ağı’ olarak da bilinen bu durum, düşüncelerimize bir anlığına ara verdiğimiz takdirde daha önce aklımızın ucundan bile geçmeyen harika yaklaşım ve çözümler bulmamızı sağlar.

Geleceğimizi şekillendirecek uzun soluklu çözümler için bilginin yanı sıra durup düşünmeye, o bıkkınlık ve bekleme anlarına ihtiyacımız var. Oysa içinde bulunduğumuz çalışma koşulları bu anların hiçbirini tatmamıza fırsat vermiyor. İş akışımızın içine bekleme anlarını katarak, stressiz, daha üretken ve yaratıcı olabiliriz.”

Bekleme anlarını toplumsal dokuya yapılan birer yatırıma dönüştürün

Profesör Farman, bekleme anlarını toplumsal açıdan nasıl bir fırsata dönüştürebileceğimizi kendi araştırmasından yola çıkarak şu sözlerle aktarıyor:

“Beklemeyle ilgili araştırmama ilk başladığımda herkesin en az benim kadar beklemekten nefret ettiğini düşünmüştüm. Ancak, dünyanın birçok yerinde farklı kültürlerde beklemeye verilen tepkileri inceledikçe, insanların beklemeye dair algılarının nasıl değiştiğini görüp hayrete düştüm. Karşılaştığım insanların çoğunu beklemek bana göre daha az tedirgin ediyordu. Hatta bazıları bekleme anlarından zevk alıyordu. Uganda’da çalışan bir meslektaşım da komşularının günün erken bir vaktinde otobüs durağında yalnızca bir topluluk halinde beklemek için bir araya geldiklerinden bahsetmişti.

Ayrıca, bazı kültürlerde beklemenin bireylerin iyiliğini gözeten, değer ve önceliklerini pekiştiren özel bir toplumsal algısı bulunuyor. Japonya’da 2011 yılındaki Tōhoku depreminin ardından muntazam, tek sıra halinde erzak ve su kumanyalarını bekleyenler ile Mart 2020’de Avustralya’da son tuvalet kâğıdı paketi için birbiriyle kavga eden müşterilerin kamera görüntüleri taban tabana zıt bir tablo çiziyor.

Zamansal farkındalık

Zamanımızı bireysel olarak algılamak yerine, başkalarının zamanlarıyla iç içe geçmiş anlar olarak görebiliriz. Bu noktada yeni bir ahlaki zorunluluk ortaya çıkıyor. Şayet benim vaktim seninkiyle ilintiliyse, vaktini iyi geçirmen benim de yararımadır. Bu durumda, senin vaktini kötü bir şekilde kullanmaya zorlayan toplumsal yapılara karşı verdiğin mücadelede sana yardımcı olmam gerekir. Aslında bu, medya çalışmaları uzmanı Sarah Sharma’nın ‘zamansal farkındalık’ olarak adlandırdığı olguya tekabül ediyor. Bu da toplumdaki her bireyin zamanının iç içe geçtiğini, beklemenin insanlara dayatıldığında eşitsizlikler yarattığına işaret ediyor. Sharma’ya göre bu türden bir farkındalığı geliştirmediğimiz takdirde, kendi vaktimizi yönetememe riskiyle karşı karşıya kalırız ki bu da başkalarının vaktinden çalmak demektir. Aslında bekleme olgusunu, ırksal ve sınıfsal eşitsizlikler gibi şeylerin insanların zamanı farklı biçimde yaşamaya zorladığını ve kendi marjinal konumlarını daha da pekiştirdiğini anlamak için de irdeleyebiliriz.

Bu husus, özellikle içinde bulunduğumuz pandemi süreciyle birebir örtüşüyor. Salgın eğrisinin düzleşmesi için karantinada beklerken, bir müzik festivaline katılmak için her şeyin yeterince güvenli olmasını beklerken, aşı bulununcaya veya normal hayata dönmeden önce diğer tedbirlerin uygulanmasını beklerken, bunların hepsinde aslında etrafımdaki toplumsal dokuya yatırım yapmış oluyorum. Bekleyerek, senin güvenliğine katkıda bulunuyorum. Ne var ki eskiden beri bu bekleme anlarını güçsüzlük ve üretememe haliyle ilişkilendirdiğimiz için bu çabalarımıza bir nevi ket vurmuş oluyoruz. Bunun yerine, beklemeye olan katkımızı iki katına çıkarmalı ve bunu etrafımızdaki insanların hayatlarına değer katan verimli bir aktivite olarak görmeliyiz.”

Gerektiğinde öfkelenin

“Elbette bekleme anlarının hepsini aynı kefeye koyamayız. Rötarlı bir uçuş beklemekle kanser taramasının sonuçlarını beklemek farklı. Disneyland gezisinde sırada beklemekle savaş suçları için adaletin yerini bulmasını beklemek bambaşka şeyler. Beklemek her zaman faydalı da değil. Bazı bekleyişler bizi sinirlendirmeli de. Bilhassa diğer insanların beklemek zorunda kaldıkları ve onları güçsüz kılan durumlarda kendimizi onların yerine koyup sinirlenmeliyiz. Ancak böyle güçlü bir empati kurarak kendi hayat tecrübemizden tamamen farklı olan birinin neler yaşadığını anlayabiliriz.

Madem benim zamanım seninkiyle derinden bağlantılı, zamanın eşitsiz dağılımına ve birçoğunuzun öylece ‘bekletilmesine’ öfkelenmeliyim. İşte bu anlarda hep birlikte artık ‘beklemeyeceğiz’ diye haykırmalıyız.”

Bu yazı ilk kez 8 Ekim 2020’de yayımlanmıştır.

 

Fikir Turu
Fikir Turuhttps://fikirturu.com/
Fikir Turu, yalnızca Türkiye’deki düşünce hayatını değil, dünyanın da ne düşündüğünü, tartıştığını okurlarına aktarmaya çalışıyor. Bu amaçla, İngilizce, Arapça, Rusça, Almanca ve Çince yazılmış önemli makalelerin belli başlı bölümlerini çevirerek, editoryal katkılarla okuruna sunmaya çalışıyor. Her makalenin orijinal metnine ve değerli çevirmen arkadaşlarımızın bilgilerine makalenin alt kısmındaki notlardan ulaşabilirsiniz.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

‘Beklemenin’ güzel bir yolu var mı?

2020 yılı, COVID-19 aşısından zoom toplantılarına kadar her şeyi beklediğimiz bir yıl. Genelde âtıl zamanlar olduğu gördüğümüz bekleme anlarını daha iyi kılmak mümkün mü? Beklemekten faydalanabilir miyiz? Daha iyi ve güzel beklemenin beş yolu ne?

Pandemi süreciyle birlikte karantinada kalmaktan tutun da aşının bulunmasına kadar ‘beklemek’ hayatımızın ayrılmaz bir parçası haline geldi. Peki, pek çoğumuzun âtıl zamanlar olduğu gördüğü bekleme anlarını daha iyi kılmak mümkün mü? Bunun için ne yapmalı? Bekleme anlarını nasıl toplumsal açıdan faydalı süreçlere çeviririz?

Maryland Üniversitesi Tasarım Kültürleri ve Yaratıcılık Programı Müdürü Profesör Jason Farman, bu sorulara yanıt aradığı ve Psyche online sitesinde yayınlanan makalesine, gökdelenlerde asansör beklemekten sıkılmaya nasıl çare bulunduğunu anlatarak başlıyor:

“New York’taki gökdelenlerde insanların asansör bekleme süresinden şikâyet etmekten nasıl vazgeçtiği, mimarlar ve kent tasarımcıları arasında oldukça bilindik bir hikayedir. Aslında hikâyenin geçmişi İkinci Dünya Savaşı sonrası yapılaşmanın ve gökdelen inşasının hızla arttığı döneme kadar uzanıyor. Bu binalardaki yöneticilerden biri, makine mühendisleri ile asansör şirketlerini günlük bir problemi çözmeleri için bir araya getirir. İnsanlar, asansörlerin gelmesini uzun süre bekledikleri için sinirlidir. Durumu gözlemleyen mühendisler ve şirket temsilcileri bir çözüm bulamaz. Ne var ki o binada çalışan bir psikolog bu soruna kendince bir çözüm üretir. Anlatılana göre, psikolog asansörün işleyişinden ziyade insanların asansör beklemekten dolayı yaşadığı kızgınlığa odaklanır. Sorunun temelinde beklemekten ileri gelen can sıkıntısının yattığı sonucuna varır. Yöneticinin de onayını alarak, insanların hem kendilerini hem de diğer bekleyenleri görebilmeleri için asansör bekleme alanını aynalarla kaplar. Bundan böyle beklemek ilginç bir hal alır. Hatta bazı kimseler asansör hizmetinin hızını artırdıkları için görevlilere teşekkür bile eder.

Ben de toplumu inceleyen biri olarak hepimizin pandemi esnasında bekleme zamanlarının sıkıntısını yaşadığı şu günlerde bu hikâyeyi sık sık paylaşıyorum. Aşının bulunmasından tutun da derslerin nasıl olacağına dair okullardan alacağımız bir habere veya eski işlerimize geri dönmekten Zoom yöneticisinin toplantıyı başlatmasına varıncaya kadar ‘beklemek’ 2020 yılında hayatımızın vazgeçilmez bir parçası haline geldi… Bu bekleyişlerin ne zaman son bulacağını bilmeden ‘normal hayata’ geri dönmeyi bekliyoruz.

Sıkıldık. Eskisi gibi üretken değiliz. Beklemekten ve bunun kendimizi güçsüz, kaygılı, soyutlanmış ve durgun hissettirmesinden dolayı kızgınız. Ama beklemek zorundayız. Sıkça duyduğumuz ‘belirsizlik’ olgusunun yarattığı karmaşık duygular içindeyiz. Tıpkı asansör örneğinde olduğu gibi, Netflix’te bir filmin başlamasını, markette alışveriş sırasını veya önümüzdeki aylarda zamanın ne getireceğini bilmeden bekliyoruz.”

Daha iyi beklemek için ne yapmalı?

Profesör Farman’a göre beklemeyle ilişkilendirdiğimiz bu negatif tutumdan kurtulmanın bir yolu var:

“Daha iyi bekleyebileceğimize inanıyorum, bunun için evvela beklemeye olan bakışımızı kökten değiştirmemiz gerek. Duygularımızı daha iyi yönetme yolları dâhil olmak üzere atabileceğimiz somut adımlar var. Tepkilerimize odaklanarak zamanla bir ilişki kurabilir ve bunu bir nevi toplumsal dokuya yapılan yatırım gibi düşünebiliriz. Bekleme sürelerimizde etrafımızdaki insanların içinde bulunduğu toplumsal koşullara odaklandığımızda diğerlerinin kendi zamanlarını nasıl kullanmak zorunda kaldıklarını da anlamış oluruz.”

Farkındalık, meditasyon ve sessizlik anları gibi yöntemlerin duygu ve düşüncelerimizi dizginleme, yoğun iş hayatının stresiyle ve dijital çağın baş döndürücü hızıyla baş etmede işe yaradığını aktaran Farman, ‘beklemenin’ bunlardan neden farklı olduğunu şöyle anlatıyor:

“Beklemek, niteliksel açıdan farklı. Durmak, sakinleşmek ve düşünmek sizin tercihiniz olabilir ama herhangi bir şey için bekleyip beklemeyeceğiniz çoğu zaman sizin kontrolünüzde değildir. Bekleme anları bizim tercihimiz olmaktan ziyade bizlere dayatılan zaman dilimleridir. Gücü başkalarına devrettiği için bekleme zamanlarından nefret ederiz.”

Yazar, bekleme zamanlarından faydalanmak için uygulanabilecek beş yöntemi şöyle sıralıyor:

Duygularınızdan sıyrılarak neden beklediğinize odaklanın

“Beklemenin duygusal ağırlığı içinde boğulmak yerine bekleme zamanlarını daha geniş bir çerçevede düşünmek gerekir. Öncelikle kendinize neden beklediğinizi sorun. Bu karmaşık duruma ilk etapta muhtemelen üstün körü cevaplar vereceksiniz.

Ardından “Beklemem kimin işine yarıyor?” sorusuyla niçin beklediğinizi derinlemesine düşünmeye başlayabilirsiniz. Bekleme halini bana dayatılan bir durum ve kendi zamanımı yönetme kabiliyetimin elimden alınması gibi algılayabilirim, ancak asıl şu soruyu sormam gerekiyor: Beklememden kim (veya ne) faydalanıyor? Bazen bekleme zamanlarımızdan kendimiz de istifade ederiz. Herhangi bir ihtiyaç anında elimizdeki parayı hemen harcamak yerine emeklilik hesabında biriktirdiğimizde veya bazı zevklerimizi ertelediğimizde aslında beklemenin bize faydası olduğunu görebiliriz. Beklemeyi bize sabretmeyi öğreten değerli bir karakter özelliği olarak da ele alabiliriz. Tabii, benim bekleyişimden etrafımdaki insanlar da istifade edebilir, trafik ışıklarında bekleyip araçların kavşak noktasından geçişine yol vermem gibi.”

“Beklemenin aynı zamanda belli yapısal yararları da var. Söz gelimi, iktidar sahiplerinin bizleri bekleterek kendi güçlerini pekiştirmesi gibi. Adalet ve eşitliğin geciktirilmesi, hâlihazırda güçsüz konumda olanları toplumsal değişim ve hareketlilikten mahrum bırakmanın bir yoludur. İnsanlar planlama ve stratejik vizyon eksikliğinde beklemeye mahkûm edildiğinde ise aslında bu ‘bekleme zamanları’ liderlikteki açıkları da gün yüzüne çıkarmış olur. Beklemeyi öğrenme, toplumun farklı kesimlerindeki karmaşık sorun ve gecikmelerin nedenlerini daha geniş bir perspektiften görme imkânı sunar. Bu bakış açısını kazanmanın tek yolu, bekletildiğimizde yaşadığımız kızgınlıktan kurtulmaktan geçiyor.”

Bekleme anlarının ‘arada kalmış’ zamanlar olmadığının farkına varın

“Bekleme anlarını daha çok yaptığımız ve yapmak istediğimiz şeyler arasındaki belirsizlik zamanları olarak görürüz. Bir şeyler yoluna girinceye kadar oturup bekleriz. Şahsen ben, beklemenin öbür anlamını da idrak ettiğimde istediğim şeyleri elde edeceğimi düşünürüm. Bekleme ve erteleme zamanları bittiğinde nasıl bir geleceğimin olmasını istiyorum? Bu yöntem bana kendim, hayal ve isteklerim, geleceğe dair beklentilerim ve en yakın ilişkilerimle alakalı pek çok şey öğretti.”

Bekleme zamanlarını kendi benliğimiz, geçmiş ve geleceğimiz arasında bir köprü olarak gören Farman, beklemenin pozitif yanlarını görme egzersizlerine şu sözlerle dikkat çekiyor:

“Bu türden egzersizler yalnızca kendimizi yakından tanımamıza değil aynı zamanda mevcut durumu iyileştirmemize ve yeni bir gelecek kurmamıza da yardımcı olur. Sessizlik, boşluk ve mesafeyle ifade edilen bekleme, var olmayanı hayal etmemize ve yeniliklere kapı aralamamıza olanak sağlar.

Beklemek, yaşadığımız anı derinlemesine idrak etmemizi sağlar. Beklerken, yaşadığımız anın, gelecek için bir adım olmanın ötesinde bu haliyle kıymetli olduğunu kavrarız. Beklemek, dünyaya bakışımızı değiştirme potansiyelini içinde barındıran bir şimdiki zaman eylemidir aslında. Her anın kendine has tecrübesi ve tatmin edici bir yanı vardır.”

Üretken olmama haliyle beklemek zorunda olmayı ayırt edin

“Madem bekleme anları bizlere yeni gelecek vizyonları sunuyor, bu anlar aynı zamanda verimli de olabilir. Ancak, bizler bekleme zamanlarını daha ziyade bizi üretkenlikten alıkoyan anlar olarak görürüz. Üretken olduğumuz ve çok çalıştığımızda zamanın nasıl geçtiğinin farkına bile varmayız. Ancak beklediğimizde zaman hiç olmadığı kadar belirgin bir hal alır.

Yalnız bu tarz bir bakış açısı, ancak yaratıcı bir vizyonu olmayan, psikolojik açıdan yıpranmış bir işgücü ortaya çıkarır. Halbuki bekleme anları karmaşık problemlere yenilikçi çözümler üretmemiz için gereklidir. Hayal kurma ve can sıkıntısının da eşlik ettiği bekleme, beyni olağan işleyişinden kurtarır. ‘Hayal kurma ağı’ olarak da bilinen bu durum, düşüncelerimize bir anlığına ara verdiğimiz takdirde daha önce aklımızın ucundan bile geçmeyen harika yaklaşım ve çözümler bulmamızı sağlar.

Geleceğimizi şekillendirecek uzun soluklu çözümler için bilginin yanı sıra durup düşünmeye, o bıkkınlık ve bekleme anlarına ihtiyacımız var. Oysa içinde bulunduğumuz çalışma koşulları bu anların hiçbirini tatmamıza fırsat vermiyor. İş akışımızın içine bekleme anlarını katarak, stressiz, daha üretken ve yaratıcı olabiliriz.”

Bekleme anlarını toplumsal dokuya yapılan birer yatırıma dönüştürün

Profesör Farman, bekleme anlarını toplumsal açıdan nasıl bir fırsata dönüştürebileceğimizi kendi araştırmasından yola çıkarak şu sözlerle aktarıyor:

“Beklemeyle ilgili araştırmama ilk başladığımda herkesin en az benim kadar beklemekten nefret ettiğini düşünmüştüm. Ancak, dünyanın birçok yerinde farklı kültürlerde beklemeye verilen tepkileri inceledikçe, insanların beklemeye dair algılarının nasıl değiştiğini görüp hayrete düştüm. Karşılaştığım insanların çoğunu beklemek bana göre daha az tedirgin ediyordu. Hatta bazıları bekleme anlarından zevk alıyordu. Uganda’da çalışan bir meslektaşım da komşularının günün erken bir vaktinde otobüs durağında yalnızca bir topluluk halinde beklemek için bir araya geldiklerinden bahsetmişti.

Ayrıca, bazı kültürlerde beklemenin bireylerin iyiliğini gözeten, değer ve önceliklerini pekiştiren özel bir toplumsal algısı bulunuyor. Japonya’da 2011 yılındaki Tōhoku depreminin ardından muntazam, tek sıra halinde erzak ve su kumanyalarını bekleyenler ile Mart 2020’de Avustralya’da son tuvalet kâğıdı paketi için birbiriyle kavga eden müşterilerin kamera görüntüleri taban tabana zıt bir tablo çiziyor.

Zamansal farkındalık

Zamanımızı bireysel olarak algılamak yerine, başkalarının zamanlarıyla iç içe geçmiş anlar olarak görebiliriz. Bu noktada yeni bir ahlaki zorunluluk ortaya çıkıyor. Şayet benim vaktim seninkiyle ilintiliyse, vaktini iyi geçirmen benim de yararımadır. Bu durumda, senin vaktini kötü bir şekilde kullanmaya zorlayan toplumsal yapılara karşı verdiğin mücadelede sana yardımcı olmam gerekir. Aslında bu, medya çalışmaları uzmanı Sarah Sharma’nın ‘zamansal farkındalık’ olarak adlandırdığı olguya tekabül ediyor. Bu da toplumdaki her bireyin zamanının iç içe geçtiğini, beklemenin insanlara dayatıldığında eşitsizlikler yarattığına işaret ediyor. Sharma’ya göre bu türden bir farkındalığı geliştirmediğimiz takdirde, kendi vaktimizi yönetememe riskiyle karşı karşıya kalırız ki bu da başkalarının vaktinden çalmak demektir. Aslında bekleme olgusunu, ırksal ve sınıfsal eşitsizlikler gibi şeylerin insanların zamanı farklı biçimde yaşamaya zorladığını ve kendi marjinal konumlarını daha da pekiştirdiğini anlamak için de irdeleyebiliriz.

Bu husus, özellikle içinde bulunduğumuz pandemi süreciyle birebir örtüşüyor. Salgın eğrisinin düzleşmesi için karantinada beklerken, bir müzik festivaline katılmak için her şeyin yeterince güvenli olmasını beklerken, aşı bulununcaya veya normal hayata dönmeden önce diğer tedbirlerin uygulanmasını beklerken, bunların hepsinde aslında etrafımdaki toplumsal dokuya yatırım yapmış oluyorum. Bekleyerek, senin güvenliğine katkıda bulunuyorum. Ne var ki eskiden beri bu bekleme anlarını güçsüzlük ve üretememe haliyle ilişkilendirdiğimiz için bu çabalarımıza bir nevi ket vurmuş oluyoruz. Bunun yerine, beklemeye olan katkımızı iki katına çıkarmalı ve bunu etrafımızdaki insanların hayatlarına değer katan verimli bir aktivite olarak görmeliyiz.”

Gerektiğinde öfkelenin

“Elbette bekleme anlarının hepsini aynı kefeye koyamayız. Rötarlı bir uçuş beklemekle kanser taramasının sonuçlarını beklemek farklı. Disneyland gezisinde sırada beklemekle savaş suçları için adaletin yerini bulmasını beklemek bambaşka şeyler. Beklemek her zaman faydalı da değil. Bazı bekleyişler bizi sinirlendirmeli de. Bilhassa diğer insanların beklemek zorunda kaldıkları ve onları güçsüz kılan durumlarda kendimizi onların yerine koyup sinirlenmeliyiz. Ancak böyle güçlü bir empati kurarak kendi hayat tecrübemizden tamamen farklı olan birinin neler yaşadığını anlayabiliriz.

Madem benim zamanım seninkiyle derinden bağlantılı, zamanın eşitsiz dağılımına ve birçoğunuzun öylece ‘bekletilmesine’ öfkelenmeliyim. İşte bu anlarda hep birlikte artık ‘beklemeyeceğiz’ diye haykırmalıyız.”

Bu yazı ilk kez 8 Ekim 2020’de yayımlanmıştır.

 

Fikir Turu
Fikir Turuhttps://fikirturu.com/
Fikir Turu, yalnızca Türkiye’deki düşünce hayatını değil, dünyanın da ne düşündüğünü, tartıştığını okurlarına aktarmaya çalışıyor. Bu amaçla, İngilizce, Arapça, Rusça, Almanca ve Çince yazılmış önemli makalelerin belli başlı bölümlerini çevirerek, editoryal katkılarla okuruna sunmaya çalışıyor. Her makalenin orijinal metnine ve değerli çevirmen arkadaşlarımızın bilgilerine makalenin alt kısmındaki notlardan ulaşabilirsiniz.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x