Birlikte iyileşme nasıl olmalı?

Depremzedelerin psikolojilerini nasıl iyileştireceğiz? Psikolojik destek için nasıl bir planlama yapılmalı? Hangi hatalardan uzak durmalı? Bu iyileştirme sürecinde topluma, medyaya, siyasilere vb kesimlere ne tür görevler düşüyor? Prof. Dr. Nebi Sümer yazdı.

Gecenin karanlığında dünyası başına yıkılanlarla onlara ekranlarından bakanlar arasında kendiliğinden kurulan köprüde iyileşeceğiz.

Maraş Depreminin psikolojik şiddeti ona hangi düzeyde maruz kaldığımız ve sahip olduğumuz psikolojik dayanıklılık düzeyiyle yakından ilişkili.

Beklenmeyen böylesi yıkıcı bir şoka karşı her türlü psikolojik tepkinin normal olduğu, çoğumuzun benzer durumda olduğunu gerçeğini kabul ederek başlayacağız. Yine birlikte buna yol açan nedenleri, bizi çaresiz bırakan duyguları kontrol etmeyi, yönetmeyi öğrenerek zamanla üstesinden geleceğiz.

Depremin yıkıcı etkisinin deprem merkezinden bölgeye yayılmasına benzer şekilde, psikolojik etkinin şiddeti de, maruz kalma düzeyine göre, enkaz altından kurtulanlardan, yaralananlardan, yakınlarını kaybedenlerden başlayarak, sarsıntıya katlananlara, bölgeye akın eden gönüllülere, arama-kurtarma vd. hizmetlerde görev alanlara ve nihayet ekranları başında saatlerce afet haberleri izleyenlere kadar geniş bir kitleye yayılır.

Etkinin bırakacağı hasar ve süresi sahip olduğumuz bireysel psikolojik farklılıklara, dayanıklılık düzeyimize, sosyal destek kaynaklarımıza göre farklılaşır.

Daha kırılgan, yalnız, ıssız, kimsesizlerde olumsuz etki daha yüksek ve uzun sürekli olabilir. Bu nedenle toplumun, psikososyal destek birimlerinin sadece çığlığı duyulanlara, sesini ulaştırabilenlere değil, başına gelenlere anlam veremediği için içine kapananlara, sesini çıkaramayanlara da ulaşabileceği duyarlı bir izleme sistemi kurması gerekir.

Uzun zamana yayılacak bir iyileşme süreci

Felaketi yaşayan depremzedelerin büyük bir çoğunluğu, yaklaşık bir ay içinde, beklenmeyen böylesi büyük bir sarsıntının yol açtığı fiziksel ve psikolojik şoktan, bedenin verdiği hayatta kalmaya yönelik refleks benzeri irkilme tepkilerinden, aşırı korkudan, kaygıdan kurtulacaklar.

Travmatik stres denilen bu tür tepkileri daha uzun süre yaşayanlara kolay erişilebilir, (doğal olarak) ücretsiz hizmet veren psikososyal destek birimlerinin hem bölgede hem de depremzedelerin göçtüğü ya da geçici yerleştiği bölgelerde kurulması ve sürekli hizmete hazır tutulması önceliklidir.

Geride kalanların acısıyla, yasla, bağ kurdukları insanlardan, mekânlardan, eşyalardan kopmak zorunda olmak ile baş etmek ise daha uzun zamana yayılacak bir iyileşme süreci gerektiriyor.

Bölge insanını, taziye sonrası boşalan evde tek başlarına kalan kayıp yakınlarının hisleriyle boşlukta bırakmayacak fiziksel ve psikolojik bağı korumamız gerekiyor. Özellikle başta çocuklar olmak üzere görece kırılgan ve yakın korunmaya ihtiyaç duyanlara duyarlı psikolojik destek çalışmalarına ihtiyaç var. Bu kapsamda, uzun süreli kritik psikolojik belirti gösterenlerin saptanmasına yönelik etkili bir tarama ve izleme sistemi geliştirmesi lazım.

Başta Türk Psikologlar Derneği (TPD) olmak üzere çok sayıda sivil toplum kuruluşunun şimdiden örgütlenmiş, görev bekleyen binlerce gönüllü üyesi, bu birimlerle irtibat içinde bütün bölgeye yayılan ev ev, insan insana bir gönül bağı ve destek zinciri kurarak çalışabilir. Ancak, gönüllü hareketin bölgedeki kitlesel varlığının birkaç ay içinde azalacağı dikkate alınarak, kurulan birimlerin sürekliliğini garantileyecek yapılanma şimdiden sağlanmalıdır.

17 Ağustos sonrası neler yapıldı?

Bu kapsamda 1999 Marmara Depremi sonrasında yürütülen psikososyal destek faaliyetlerini değerlendirmek, dersler çıkarmak faydalı olabilir.

17 Ağustos’tan hemen sonra farklı sivil toplum örgütleri devletin yakın desteği ile ilk üç ay içerisinde çadır kentlerde kurulan merkezlerde etkili psikososyal destek çalışmaları yürüttüler. Örneğin TPD, farklı kentlerden gelen 1000’e yakın psikoloğu bölgeye belirli sürelerle gönderdi. O zamanlar tek ve etkili kanal olan TRT kanalları TPD’nin çağrılarını sürekli duyurdu.

Bölgeye giden psikoloji öğrencileri daha çok depremden etkilen çocuklarla ilgilenerek, oyun ve eğitim faaliyetlerine bizzat katılarak destek oldular. Uzman psikologlar ise çadır kentlerde her akşam düzenlenen grup toplantıları ile destek verdiler. Yoğun travmatik stres belirtisi gösterenlere psikologlar, psikiyatrlar bireysel terapi desteği sundular.

Okullar rutin eğitimlerine başladıktan sonra iki ay içinde belirgin bir iyileşme gözlenmişti. Aynı model günümüzde de daha yaygın katılımla 10 ilimizde sürdürülebilir.

Bu arada, Aralık 2022’de kaybettiğimiz, o yıllarda TPD başkanı olan Prof. Dr. Nail Şahin’i minnetle anmak isterim. Nail Hoca Marmara Depremi’nden sonra bölgeye giderek ilk destek faaliyetlerine öncülük etti. Daha sonra Ankara’da Dernek merkezinde Türkiye’nin en etkili sivil girişimine önderlik etti. Nail Hoca’nın yönlendirmesi ile hazırlanan depremle ve travmatik stresle baş etmeye yönelik dokümanlar bugün de başvurduğumuz ilk kaynaklar oldu.

Bu girişimler meyvelerini verdi ve Marmara Depremi sonrası psikosoyal destek hizmetini toplum ve kurumlar öğrendi. AFAD ve Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı bünyesinde Psikososyal Destek Birimleri kuruldu. Maraş Depremi sonrası bölgede hizmet vermeye başlayan bu birimlerin mevcut akut dönemde sivil toplum örgütleri ile daha sistematik bağ içinde yaygın hizmet sunmaları gerekiyor.

Yaygın psikososyal destek

Özellikle uzun süre psikolojik etki yaşayan, başta Travma Sonrası Stres Bozukluğu olmak üzere, psikolojik rahatsızlık semptomları gösteren kişilere tedavi ve destek için uzmanların bölgede erişebilir olması kritik önemdedir.

Psikolojik ilk yardım ve ilk aşama psikososyal destek için psikoloji alanında uzman olunması şart değildir. Başta öğretmeler olmak üzere depremzedelerle doğrudan irtibatlı olan kamu görevlilerine hizmet içi eğitimlerle, yine mümkün olduğunca sivil toplum ve gönüllü katılım kapsamında bu tür eğitimlerin verilmesi, toplumsal dayanıklılığı güçlendirir. Depremin olumsuz etkileriyle başa çıkmada en etkili dayanak olan sosyal desteğin daha işlevsel ve sonuç alıcı şekilde sunulmasına katkıda bulunur.

Depremzedelerinin kendi psikolojik dayanıklılık kapasitelerini ortaya çıkaracak, problem odaklı başa çıkma becerilerini destekleyecek yaygın psikososyal destek onların günlük rutinlerine dönmelerini hızlandıracaktır.

Rutinde kalarak hayata sarılmak kadar etkili bir iyileşme aracı yoktur. Bu yüzden okullar, uygun olan iş yerleri açık olmalı, herkes ekranların enkazdan çıkmaya dayalı coşkulu melankolisinden, sosyal medyanın depresif bağımlılığından biran önce çıkmalıdır.

“Güçlü ol” öğütleri kırıcı olabilir

On saat içinde olan iki büyük deprem sonrasında hayatta kalanlara mağdur gözüyle değil, savaşçı (survivor) gözüyle bakılması ve hayata tutunabilmenin çaresizliği nasıl yendiğinin gösterilmesi gerekir.

Böylesi büyük travmalar sonrasında hissedilen korkudan suçluluğa, derin üzüntüden kızgınlığa kadar bütün duyguların, karmaşık hislerin normal olduğu bilinmelidir.

Yaşanılanları anlamlandırmak ve şok altındaki boşlukları tamamlamak için başvurulan sürekli yaşanılanları anlatma, detaylandırma ihtiyacı anlaşılmalı ve aktif dinleyici olunmalıdır.

Depremin sarstığı güvenin ve kontrol duygusunun onarılması, depremzedenin yetkinlik kazanması ve sağlıklı başa çıkma becerisi geliştirmesine bağlıdır.

Bu süreçte psikososyal destek başa çıkma becerilerinin inşa edilmesi için gerekli bir iskele görevi görür.

Kısaca, iyileşme sürecinin direksiyonunda her zaman kişinin kendisin olması gerektiği unutulmadan destek olunmalıdır.

Kişiyi zayıf ve çaresiz hissettirecek yardım ve yaklaşım biçimlerinden özenle uzak durulmalıdır. Farkında olmadan yapılan karşılaştırmaların, “güçlü ol” öğütlerinin ne kadar kırıcı olabileceğini söylemeye bile gerek yok.

Gönüllü hareketi

Depremin ilk saatinden başlayarak bölgeye akan gönüllü hareketi iyileşme yolunda en büyük umuttur. Kendiliğinden gelişen bu sivil girişimin dayanıklı mekân, toplum ve insan hedefiyle, kalıcı bir iyilik seferberliğine dönüşmesi için yapılacakları düşünme zamanı.

Felaket her kesimden insanımızı depremzedeyle, bölgeyle empati ve özdeşim üzerinden yeni bir sosyal kimlikte buluşturdu. Buna devleti yönetenlerin kapsayıcı bir anlayışla yaklaşması, teşvik etmesi, takdir duygusuyla daha geniş bir yer açması gerekir.

Bu hareket hem toplumda farklı gruplar arasında güvenin inşasına hem de yurttaşların kurumlara karşı yıpranan güvenin onarılmasına katkıda bulunacaktır.

Ortak acı (kolektif travma) üzerinden kurulan yeni sosyal, kolektif kimliğin toplumsal fay hatlarından, kutuplaşmalardan, bölünmelerden uzak, ortak gelecek ve sosyal fayda üzerinde yükselmesi için bunun kalıcı bir “sosyal norma” dönüşmesi gerekiyor.

Daha önce de defalarca tecrübe ettiğimiz gibi, bu tür felaketlerin sıcaklığı, yıkıcı acısı geçtikten sonra, nehirler kendi yatağına döner, eski alışkanlıklarla hayat devam eder. Ders çıkarılıp hazırlanan deprem yasaları, yönetmelikleri çoğunlukla uygulanmaz, popülist siyaset bütün kök nedenleri örter, depreme hazırlık ve köklü değişim gereği bir sonraki felaket sonrasına bırakır.

Ahlak normu ve mahalle baskısı

Yasalar, kurallar önemli; ancak kurallara içten gelerek, yasal zorunluluk olmasa bile uyma ve önleyici davranışları sürekli olarak yerine getirmenin önkoşulu ortak bir norm oluşturmaktır.

Deprem yönetmeliğine uygun olmayan yapılaşmanın her aşamasında sorumluluğu olanları mahalle baskısı altında tutacak; müttehitlerden, denetçilere, onay makamlarına ve sürecin her aşamasındaki ilgili karar alıcılardan bütün topluma uzanan ve psikolojik yaptırımı olan bir ahlak normu oluşturması gerekiyor.

Sosyal normların psikolojik dayanakları olan vicdan, suçluluk ve utanma duyguları kalıcı bir “iç” denetleme sistemi ile yasaların uygulanmasına gönüllü katkıda bulunur.

Aynı şiddette depremin ne bölge ne de ülkemizin diğer riskli bölgelerinde bu düzeyde bir yıkıma yol açmaması için şart olan deprem öncesi hazırlığın tamamlanabilmesi ve toplumun depreme hazırlıklı-dayanıklı olabilmesi normatif değişimle mümkündür.

Bu tür işlevsel normların toplumda yerleşmesi depremlere karşı dayanıklılığın yanında, bizi bekleyen iklim krizine karşı önlem almak ve gerekli davranış değişiklikleri göstermekten, çevre duyarlığının gelişmesine, insan ve hayvan haklarının içselleştirilmesine kadar geniş yelpazede bir olumlu tutum değişimine katkıda bulunur.

Psikolojik bütünlüğe saygı

İyileşme sürecinde profesyoneller, psikososyal destek sürecinde görev alacak uzmanlar ve gönüllüler dışında herkesin üzerine düşen görevler, ahlaki ve vicdani sorumluluklar vardır.

Sadece siyasilere ve basına düşen sorumluluklara kısaca değinerek bitireyim.

Siyasilere, savunucu olmadan, mevcut durumu nesnel olarak anlama, bilimin ve sivil toplumun gücüne güvenme, bu güce dayanarak karar alma, kimseyi dışarıda bırakmayan kapsayıcı bir politikayla yaraları onarma görevi düşüyor.

Basına ise, afete ve bölgeye gösterilen ilginin olayın sıcaklığı ile sınırlı kalmadan, depreme karşı dayanıklılık normu oluşuncaya kadar afetin takipçisi olma ve gündemde tutma sorumluluğu düşüyor. Özellikle bu hassas günlerde basın mensupları, basın ahlakına/etiğine uygun davranarak, nesnel, teyit edilmiş haberleri depremin ve bölgenin gözünden vermeye, önyargı ve ayrımcılığı pekiştirecek haber ve programlardan kaçınmaya özen göstermelidir.

Bölge ile toplum arasında kurulan empati bağını koruyan, bu tür felaketler sonrasında doğal olarak yaşanan kızgınlığın, öfkenin ifade edilmesine izin veren, ancak bunun şiddete ve ayrımcılığa dönüşmesine izin vermeyen bir içerikle, sorumlukta, onarıcı haber yapılmalıdır.

Çocukların, yaralıların görüntülerin verilmesinden onlarla yapılan görüşmelerin, ilgili haberlerin sunulmasına kadar her basın faaliyetinin “zarar vermeme, kişi mahremiyetine ve psikolojik bütünlüğüne saygı” temelinde yapılmasına özen gösterilmesi gerekiyor.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 20 Şubat 2023’te yayımlanmıştır.

Nebi Sümer
Nebi Sümer
Prof. Dr. Nebi Sümer – Prof. Sümer Sabancı Üniversitesi, Sanat ve Sosyal Bilimler Fakültesi’nde çalışmaktadır. İki ana araştırma alanı vardır. Yakın ilişkileri kapsayan birinci araştırma alanı yaşam boyu bağlanma dinamikleri ve ebeveyn davranışlarına, ikincisi alanı ise ulaşım güvenliği ve yol kullanıcı davranışlarına odaklanmaktadır. Nebi Sümer ulusal ve uluslararası projelerin desteği ile bağlanma, ebeveyn tutum ve davranışları, riskli sürücü davranışları, acemi sürücülerde tehlike algısı ve sürücü psikoteknik değerlendirme sistemi üzerine araştırmalar yürütmüş, çok sayıda bilimsel makale, kitap bölümü ve kitaplar yayınlamıştır. Nebi Sümer aynı zamanda psikolojik ölçüm, depremin psikolojik etkileri, işsizlik ve iş güvencesizliği ve psikoloji öğretimi konularında araştırmalar yürütmüş ve yayınlar yapmıştır. Lisans derecesini ODTÜ Psikoloji Bölümünden, YL derecesini Gelişim Psikolojisi alanında Hacettepe Üniversitesinden ve Doktora derecesini Sosyal psikoloji alanında Kansas State Üniversitesi’nden alan Nebi Sümer Ankara Üniversitesi ve ODTÜ’de uzun yıllar çalışmıştır. 2011-2012 yıllarında Fulbright araştırma desteği ile ABD Cornell Üniversitesi’nde bulunan Nebi Sümer, Bilim Akademisi Derneği üyesidir ve İstanbul Politikalar Merkezi’nde kıdemli araştırmacıdır.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Birlikte iyileşme nasıl olmalı?

Depremzedelerin psikolojilerini nasıl iyileştireceğiz? Psikolojik destek için nasıl bir planlama yapılmalı? Hangi hatalardan uzak durmalı? Bu iyileştirme sürecinde topluma, medyaya, siyasilere vb kesimlere ne tür görevler düşüyor? Prof. Dr. Nebi Sümer yazdı.

Gecenin karanlığında dünyası başına yıkılanlarla onlara ekranlarından bakanlar arasında kendiliğinden kurulan köprüde iyileşeceğiz.

Maraş Depreminin psikolojik şiddeti ona hangi düzeyde maruz kaldığımız ve sahip olduğumuz psikolojik dayanıklılık düzeyiyle yakından ilişkili.

Beklenmeyen böylesi yıkıcı bir şoka karşı her türlü psikolojik tepkinin normal olduğu, çoğumuzun benzer durumda olduğunu gerçeğini kabul ederek başlayacağız. Yine birlikte buna yol açan nedenleri, bizi çaresiz bırakan duyguları kontrol etmeyi, yönetmeyi öğrenerek zamanla üstesinden geleceğiz.

Depremin yıkıcı etkisinin deprem merkezinden bölgeye yayılmasına benzer şekilde, psikolojik etkinin şiddeti de, maruz kalma düzeyine göre, enkaz altından kurtulanlardan, yaralananlardan, yakınlarını kaybedenlerden başlayarak, sarsıntıya katlananlara, bölgeye akın eden gönüllülere, arama-kurtarma vd. hizmetlerde görev alanlara ve nihayet ekranları başında saatlerce afet haberleri izleyenlere kadar geniş bir kitleye yayılır.

Etkinin bırakacağı hasar ve süresi sahip olduğumuz bireysel psikolojik farklılıklara, dayanıklılık düzeyimize, sosyal destek kaynaklarımıza göre farklılaşır.

Daha kırılgan, yalnız, ıssız, kimsesizlerde olumsuz etki daha yüksek ve uzun sürekli olabilir. Bu nedenle toplumun, psikososyal destek birimlerinin sadece çığlığı duyulanlara, sesini ulaştırabilenlere değil, başına gelenlere anlam veremediği için içine kapananlara, sesini çıkaramayanlara da ulaşabileceği duyarlı bir izleme sistemi kurması gerekir.

Uzun zamana yayılacak bir iyileşme süreci

Felaketi yaşayan depremzedelerin büyük bir çoğunluğu, yaklaşık bir ay içinde, beklenmeyen böylesi büyük bir sarsıntının yol açtığı fiziksel ve psikolojik şoktan, bedenin verdiği hayatta kalmaya yönelik refleks benzeri irkilme tepkilerinden, aşırı korkudan, kaygıdan kurtulacaklar.

Travmatik stres denilen bu tür tepkileri daha uzun süre yaşayanlara kolay erişilebilir, (doğal olarak) ücretsiz hizmet veren psikososyal destek birimlerinin hem bölgede hem de depremzedelerin göçtüğü ya da geçici yerleştiği bölgelerde kurulması ve sürekli hizmete hazır tutulması önceliklidir.

Geride kalanların acısıyla, yasla, bağ kurdukları insanlardan, mekânlardan, eşyalardan kopmak zorunda olmak ile baş etmek ise daha uzun zamana yayılacak bir iyileşme süreci gerektiriyor.

Bölge insanını, taziye sonrası boşalan evde tek başlarına kalan kayıp yakınlarının hisleriyle boşlukta bırakmayacak fiziksel ve psikolojik bağı korumamız gerekiyor. Özellikle başta çocuklar olmak üzere görece kırılgan ve yakın korunmaya ihtiyaç duyanlara duyarlı psikolojik destek çalışmalarına ihtiyaç var. Bu kapsamda, uzun süreli kritik psikolojik belirti gösterenlerin saptanmasına yönelik etkili bir tarama ve izleme sistemi geliştirmesi lazım.

Başta Türk Psikologlar Derneği (TPD) olmak üzere çok sayıda sivil toplum kuruluşunun şimdiden örgütlenmiş, görev bekleyen binlerce gönüllü üyesi, bu birimlerle irtibat içinde bütün bölgeye yayılan ev ev, insan insana bir gönül bağı ve destek zinciri kurarak çalışabilir. Ancak, gönüllü hareketin bölgedeki kitlesel varlığının birkaç ay içinde azalacağı dikkate alınarak, kurulan birimlerin sürekliliğini garantileyecek yapılanma şimdiden sağlanmalıdır.

17 Ağustos sonrası neler yapıldı?

Bu kapsamda 1999 Marmara Depremi sonrasında yürütülen psikososyal destek faaliyetlerini değerlendirmek, dersler çıkarmak faydalı olabilir.

17 Ağustos’tan hemen sonra farklı sivil toplum örgütleri devletin yakın desteği ile ilk üç ay içerisinde çadır kentlerde kurulan merkezlerde etkili psikososyal destek çalışmaları yürüttüler. Örneğin TPD, farklı kentlerden gelen 1000’e yakın psikoloğu bölgeye belirli sürelerle gönderdi. O zamanlar tek ve etkili kanal olan TRT kanalları TPD’nin çağrılarını sürekli duyurdu.

Bölgeye giden psikoloji öğrencileri daha çok depremden etkilen çocuklarla ilgilenerek, oyun ve eğitim faaliyetlerine bizzat katılarak destek oldular. Uzman psikologlar ise çadır kentlerde her akşam düzenlenen grup toplantıları ile destek verdiler. Yoğun travmatik stres belirtisi gösterenlere psikologlar, psikiyatrlar bireysel terapi desteği sundular.

Okullar rutin eğitimlerine başladıktan sonra iki ay içinde belirgin bir iyileşme gözlenmişti. Aynı model günümüzde de daha yaygın katılımla 10 ilimizde sürdürülebilir.

Bu arada, Aralık 2022’de kaybettiğimiz, o yıllarda TPD başkanı olan Prof. Dr. Nail Şahin’i minnetle anmak isterim. Nail Hoca Marmara Depremi’nden sonra bölgeye giderek ilk destek faaliyetlerine öncülük etti. Daha sonra Ankara’da Dernek merkezinde Türkiye’nin en etkili sivil girişimine önderlik etti. Nail Hoca’nın yönlendirmesi ile hazırlanan depremle ve travmatik stresle baş etmeye yönelik dokümanlar bugün de başvurduğumuz ilk kaynaklar oldu.

Bu girişimler meyvelerini verdi ve Marmara Depremi sonrası psikosoyal destek hizmetini toplum ve kurumlar öğrendi. AFAD ve Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı bünyesinde Psikososyal Destek Birimleri kuruldu. Maraş Depremi sonrası bölgede hizmet vermeye başlayan bu birimlerin mevcut akut dönemde sivil toplum örgütleri ile daha sistematik bağ içinde yaygın hizmet sunmaları gerekiyor.

Yaygın psikososyal destek

Özellikle uzun süre psikolojik etki yaşayan, başta Travma Sonrası Stres Bozukluğu olmak üzere, psikolojik rahatsızlık semptomları gösteren kişilere tedavi ve destek için uzmanların bölgede erişebilir olması kritik önemdedir.

Psikolojik ilk yardım ve ilk aşama psikososyal destek için psikoloji alanında uzman olunması şart değildir. Başta öğretmeler olmak üzere depremzedelerle doğrudan irtibatlı olan kamu görevlilerine hizmet içi eğitimlerle, yine mümkün olduğunca sivil toplum ve gönüllü katılım kapsamında bu tür eğitimlerin verilmesi, toplumsal dayanıklılığı güçlendirir. Depremin olumsuz etkileriyle başa çıkmada en etkili dayanak olan sosyal desteğin daha işlevsel ve sonuç alıcı şekilde sunulmasına katkıda bulunur.

Depremzedelerinin kendi psikolojik dayanıklılık kapasitelerini ortaya çıkaracak, problem odaklı başa çıkma becerilerini destekleyecek yaygın psikososyal destek onların günlük rutinlerine dönmelerini hızlandıracaktır.

Rutinde kalarak hayata sarılmak kadar etkili bir iyileşme aracı yoktur. Bu yüzden okullar, uygun olan iş yerleri açık olmalı, herkes ekranların enkazdan çıkmaya dayalı coşkulu melankolisinden, sosyal medyanın depresif bağımlılığından biran önce çıkmalıdır.

“Güçlü ol” öğütleri kırıcı olabilir

On saat içinde olan iki büyük deprem sonrasında hayatta kalanlara mağdur gözüyle değil, savaşçı (survivor) gözüyle bakılması ve hayata tutunabilmenin çaresizliği nasıl yendiğinin gösterilmesi gerekir.

Böylesi büyük travmalar sonrasında hissedilen korkudan suçluluğa, derin üzüntüden kızgınlığa kadar bütün duyguların, karmaşık hislerin normal olduğu bilinmelidir.

Yaşanılanları anlamlandırmak ve şok altındaki boşlukları tamamlamak için başvurulan sürekli yaşanılanları anlatma, detaylandırma ihtiyacı anlaşılmalı ve aktif dinleyici olunmalıdır.

Depremin sarstığı güvenin ve kontrol duygusunun onarılması, depremzedenin yetkinlik kazanması ve sağlıklı başa çıkma becerisi geliştirmesine bağlıdır.

Bu süreçte psikososyal destek başa çıkma becerilerinin inşa edilmesi için gerekli bir iskele görevi görür.

Kısaca, iyileşme sürecinin direksiyonunda her zaman kişinin kendisin olması gerektiği unutulmadan destek olunmalıdır.

Kişiyi zayıf ve çaresiz hissettirecek yardım ve yaklaşım biçimlerinden özenle uzak durulmalıdır. Farkında olmadan yapılan karşılaştırmaların, “güçlü ol” öğütlerinin ne kadar kırıcı olabileceğini söylemeye bile gerek yok.

Gönüllü hareketi

Depremin ilk saatinden başlayarak bölgeye akan gönüllü hareketi iyileşme yolunda en büyük umuttur. Kendiliğinden gelişen bu sivil girişimin dayanıklı mekân, toplum ve insan hedefiyle, kalıcı bir iyilik seferberliğine dönüşmesi için yapılacakları düşünme zamanı.

Felaket her kesimden insanımızı depremzedeyle, bölgeyle empati ve özdeşim üzerinden yeni bir sosyal kimlikte buluşturdu. Buna devleti yönetenlerin kapsayıcı bir anlayışla yaklaşması, teşvik etmesi, takdir duygusuyla daha geniş bir yer açması gerekir.

Bu hareket hem toplumda farklı gruplar arasında güvenin inşasına hem de yurttaşların kurumlara karşı yıpranan güvenin onarılmasına katkıda bulunacaktır.

Ortak acı (kolektif travma) üzerinden kurulan yeni sosyal, kolektif kimliğin toplumsal fay hatlarından, kutuplaşmalardan, bölünmelerden uzak, ortak gelecek ve sosyal fayda üzerinde yükselmesi için bunun kalıcı bir “sosyal norma” dönüşmesi gerekiyor.

Daha önce de defalarca tecrübe ettiğimiz gibi, bu tür felaketlerin sıcaklığı, yıkıcı acısı geçtikten sonra, nehirler kendi yatağına döner, eski alışkanlıklarla hayat devam eder. Ders çıkarılıp hazırlanan deprem yasaları, yönetmelikleri çoğunlukla uygulanmaz, popülist siyaset bütün kök nedenleri örter, depreme hazırlık ve köklü değişim gereği bir sonraki felaket sonrasına bırakır.

Ahlak normu ve mahalle baskısı

Yasalar, kurallar önemli; ancak kurallara içten gelerek, yasal zorunluluk olmasa bile uyma ve önleyici davranışları sürekli olarak yerine getirmenin önkoşulu ortak bir norm oluşturmaktır.

Deprem yönetmeliğine uygun olmayan yapılaşmanın her aşamasında sorumluluğu olanları mahalle baskısı altında tutacak; müttehitlerden, denetçilere, onay makamlarına ve sürecin her aşamasındaki ilgili karar alıcılardan bütün topluma uzanan ve psikolojik yaptırımı olan bir ahlak normu oluşturması gerekiyor.

Sosyal normların psikolojik dayanakları olan vicdan, suçluluk ve utanma duyguları kalıcı bir “iç” denetleme sistemi ile yasaların uygulanmasına gönüllü katkıda bulunur.

Aynı şiddette depremin ne bölge ne de ülkemizin diğer riskli bölgelerinde bu düzeyde bir yıkıma yol açmaması için şart olan deprem öncesi hazırlığın tamamlanabilmesi ve toplumun depreme hazırlıklı-dayanıklı olabilmesi normatif değişimle mümkündür.

Bu tür işlevsel normların toplumda yerleşmesi depremlere karşı dayanıklılığın yanında, bizi bekleyen iklim krizine karşı önlem almak ve gerekli davranış değişiklikleri göstermekten, çevre duyarlığının gelişmesine, insan ve hayvan haklarının içselleştirilmesine kadar geniş yelpazede bir olumlu tutum değişimine katkıda bulunur.

Psikolojik bütünlüğe saygı

İyileşme sürecinde profesyoneller, psikososyal destek sürecinde görev alacak uzmanlar ve gönüllüler dışında herkesin üzerine düşen görevler, ahlaki ve vicdani sorumluluklar vardır.

Sadece siyasilere ve basına düşen sorumluluklara kısaca değinerek bitireyim.

Siyasilere, savunucu olmadan, mevcut durumu nesnel olarak anlama, bilimin ve sivil toplumun gücüne güvenme, bu güce dayanarak karar alma, kimseyi dışarıda bırakmayan kapsayıcı bir politikayla yaraları onarma görevi düşüyor.

Basına ise, afete ve bölgeye gösterilen ilginin olayın sıcaklığı ile sınırlı kalmadan, depreme karşı dayanıklılık normu oluşuncaya kadar afetin takipçisi olma ve gündemde tutma sorumluluğu düşüyor. Özellikle bu hassas günlerde basın mensupları, basın ahlakına/etiğine uygun davranarak, nesnel, teyit edilmiş haberleri depremin ve bölgenin gözünden vermeye, önyargı ve ayrımcılığı pekiştirecek haber ve programlardan kaçınmaya özen göstermelidir.

Bölge ile toplum arasında kurulan empati bağını koruyan, bu tür felaketler sonrasında doğal olarak yaşanan kızgınlığın, öfkenin ifade edilmesine izin veren, ancak bunun şiddete ve ayrımcılığa dönüşmesine izin vermeyen bir içerikle, sorumlukta, onarıcı haber yapılmalıdır.

Çocukların, yaralıların görüntülerin verilmesinden onlarla yapılan görüşmelerin, ilgili haberlerin sunulmasına kadar her basın faaliyetinin “zarar vermeme, kişi mahremiyetine ve psikolojik bütünlüğüne saygı” temelinde yapılmasına özen gösterilmesi gerekiyor.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 20 Şubat 2023’te yayımlanmıştır.

Nebi Sümer
Nebi Sümer
Prof. Dr. Nebi Sümer – Prof. Sümer Sabancı Üniversitesi, Sanat ve Sosyal Bilimler Fakültesi’nde çalışmaktadır. İki ana araştırma alanı vardır. Yakın ilişkileri kapsayan birinci araştırma alanı yaşam boyu bağlanma dinamikleri ve ebeveyn davranışlarına, ikincisi alanı ise ulaşım güvenliği ve yol kullanıcı davranışlarına odaklanmaktadır. Nebi Sümer ulusal ve uluslararası projelerin desteği ile bağlanma, ebeveyn tutum ve davranışları, riskli sürücü davranışları, acemi sürücülerde tehlike algısı ve sürücü psikoteknik değerlendirme sistemi üzerine araştırmalar yürütmüş, çok sayıda bilimsel makale, kitap bölümü ve kitaplar yayınlamıştır. Nebi Sümer aynı zamanda psikolojik ölçüm, depremin psikolojik etkileri, işsizlik ve iş güvencesizliği ve psikoloji öğretimi konularında araştırmalar yürütmüş ve yayınlar yapmıştır. Lisans derecesini ODTÜ Psikoloji Bölümünden, YL derecesini Gelişim Psikolojisi alanında Hacettepe Üniversitesinden ve Doktora derecesini Sosyal psikoloji alanında Kansas State Üniversitesi’nden alan Nebi Sümer Ankara Üniversitesi ve ODTÜ’de uzun yıllar çalışmıştır. 2011-2012 yıllarında Fulbright araştırma desteği ile ABD Cornell Üniversitesi’nde bulunan Nebi Sümer, Bilim Akademisi Derneği üyesidir ve İstanbul Politikalar Merkezi’nde kıdemli araştırmacıdır.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x