Küresel ölçekteki salgın tüm insanlık için bir tür kriz durumu olarak değerlendirilebilir. Kriz sözcüğü gündelik dilde yaygın kullanılmasına rağmen psikoloji ve sosyoloji literatüründe sıkıca belirlenmiş bir anlam çerçevesine sahiptir.
Kriz, psikolojik düzlemde ele alındığında ise bireysel hayatlar söz konusudur. Normal şartlarda, bilinçdışında yerleşmiş şemalar ve problem çözme yeteneği benlik bütünlüğünü korumaya ve optimal uyumunu sürdürmeye yeterlidir. Ancak zaman zaman problem çözme stratejilerini işlemez hale getiren ve benlik bütünlüğünü bozmaya yönelik gerçek ya da hayali tehditlerle karşı karşıya kalınabilir. İşte bu tür durumlara yaşam krizleri diyebiliriz.
Her kriz olgunlaşmaya hizmet eden bir fırsat mıdır?
Yaşanan krizin bütünleşme ve olgunlaşmaya hizmet eden bir fırsat olarak değerlendirilmesi için bazı ön koşulların mevcut olması gerekir. Örneğin ergenlik çağında yaşanan psiko-sosyal kimlik krizleri uygun bir biçimde aşıldığı takdirde (bu durum) olgun bir erişkin kimliğinin yerleşmesine katkı sağlar.
Ortalama on yıl kadar süren delikanlılık (adolesans) döneminde genç insan kendi bedenine tam olarak oturan bir elbise giymek gibi ego kimliğini ağır ağır inşa eder ve bu süreçlerin hemen hemen çoğunda, bilinçdışı özdeşimlerin bütünleşmesi sağlanır. Kişinin çocukluk döneminden beri yakın çevresinde (başta aile ve daha sonraları okul ortamı) uygun rol modellerinin kısıtlı ya da sorunlu olduğu hallerde, ergenlikte genç insanın sağlıklı bir kimlik geliştirmesi zordur. Bu gelişim dönemi, krizler ve buna eşlik eden çeşitli ruhsal sıkıntılarla karakterizedir.
Yetişkinlik çağlarının başlangıç evrelerinde ise kaçınılmaz olmasa da sıkça iş ve eş seçiminde krizler yaşanır; bunlar kimileri için daha ileri bir kişilik örgütlenmesine ve daha sağlıklı uyum çabalarının kazanılmasına yol açarken kimileri için de dağılma, psikososyal gerileme ve sosyal izolasyona yol açabilir.
“Beni öldürmeyen acı beni güçlendirir”
Bireysel plandaki yaşam krizleri ile baş etme bakımından kısa bir özet vermek gerekirse, Alman felsefeci Nietzche’nin şu ünlü aforizması tam da meramımızı anlatmaya yeterlidir: “Beni öldürmeyen acı beni güçlendirir.”
Bu aforizmayı yorumlayacak olursak, bir acı – ki biz bunu kriz diye okuyabiliriz – kişisel yeteneklerimi ve becerilerimi hayata geçirme kapasitemin üstünde bir şiddet ve ağırlıkta olmaz ise, büyümeme ve olgunlaşmama vesile olur.
Toplumsal krizler düzleminde devreye giren süreçlerin dinamiği de hemen hemen aynı mahiyettedir. Fark neredeyse nicelikseldir, başka bir deyişle krize maruz kalanların çok sayıda bireyler olmasıdır.
Toplumları tehdit eden krizlerle başa çıkmak
Topluluğun tümünü ilgilendiren doğal afetler, ekonomik sıkıntılar ya da çevre topluluklardan gelen ve grup bütünlüğünü tehdit eden müdahaleler, topluluğun ortak sorun çözme alışkanlıklarını çökertebilir ve grup dayanışmasını ciddi bir şekilde bozabilir. Böyle zamanlarda grup kimliği dağılma tehlikesi ile karşı karşıya kalabilir. Eğer grubun lideri ya da akilleri grup dayanışmasını bir ileri uyum düzeyine taşıma becerisine sahipse grup dağılmadan krizi atlatabilir ve grubun daha uygun koşullarda yeniden örgütlenmesini sağlayabilir.
Sosyal tarih literatürü bize büyük gruplar ve uluslar düzeyinde krizlerle nasıl baş edileceğine ya da edilemeyeceğine bolca örnek sunar.
Söz konusu kriz küresel ölçekte olduğunda sınavdan geçecek olan tüm insanlık durumudur. Nitekim pandemi süreci insanlığın geleceğini yeniden gözden geçirme bakımından bir fırsat olarak görülebilir.
Biz bu kısa incelememizde bireysel ve küçük gruplar olarak görebileceğimiz aile kurumu düzleminde pandeminin etkileri ve sonuçları açısından gözlem ve öngörülerimizi paylaşmak istiyoruz.
Radikal gözden geçirme fırsatı
Bireysel hayatlar bakımından konuya yaklaşırsak, hemen herkesin olağan hayat akışının kesintiye uğradığını ve oldukça uzun süren sosyal izolasyon döneminde kişisel anlam ve değerler dünyasını radikal bir biçimde gözden geçirmek için bir fırsat bulduğunu söyleyebiliriz. Ancak yaşam bütünlüğümüzün tehdit altında olduğu böylesi kriz dönemlerinde alınan kararların çok sağlıklı olabileceğini söylemek zordur.
İş hayatımız başta olmak üzere her türden yakın insan ilişkilerimizdeki temel anlayışlar ve tutumlarımızın sahici bir içgörü ile gözden geçirilmesi tabii ki mümkündür ancak bu beceriyi gösterebilenlerin zaten pandemi öncesi de hayat tutumlarına ilişkin farkındalık düzeylerinin gelişkin olduğunu yani hayata bakışlarını eleştirel bir sorgulamaya açık tuttuklarını, değerler ve anlam dünyalarını esnek bir biçimde sürdürdüklerini söyleyebiliriz.
Yaşam senaryolarına sıkı sıkıya tutunan ve değişme esnekliğini gösteremeyen, yeni durumlarda hep tehdit algılamaya yatkın katı kişilik yapısına sahip kişilerin krizlerden yararlanarak güçlenmeleriyse pek mümkün değildir.
“Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” söylemine kanmamalı
Pandemi sürecindeki “Artık hiçbir eskisi gibi olmayacak” popüler söylemi bizi kandırmamalı. Sanki eskiden her şey yolunda ve istediğimiz tarzda cereyan ediyormuş algısı bir yanılsamadır. Bu tür bir krizin sonuçlarına bakarken toplum, ulus ya da insanlık gibi özgül olmayan öznelerden söz etmek de yanıltıcı olabilir.
Krizi fırsata dönüştürebilecek olan toplumsal tabakalar kimler olabilir? Bu soruyu atlayarak toplumsal hakikatler araştırılamaz. Söz gelimi güvencesiz ve düşük ücretle yaşamaya mahkûm emekçiler için kriz nasıl bir fırsat olabilir? Tersinden bakarsak sosyo-ekonomik açıdan avantajlı varlıklı kişi ve ailelerin belki geçici olarak yaşam standartlarında bir düşme olsa bile, hayat anlayışları ve değerler demetinde kalıcı bir değişime neden olmaz.
Radikal değişim arzusu ve sorgulayıcı bir tefekkür
Orta sınıflardan eğitimli, oldukça sabit ve yeterli bir geliri olan beyaz yakalı gruba mensup (bürokratlar, serbest meslek erbabı ya da entelektüeller ve sanatçılar gibi marjinal gruplar) kişilerde gerçekten bu kriz döneminde hayata bakışı radikal bir şekilde değiştirme arzusu ve kapasitesi görülebilir.
Nitekim kentlerde yaşayan ve çekirdek aile kuran ya da bu tür ailelerde yaşayan gençler ve genç yetişkinlerde hayatı ve varoluşun anlamı üstüne sorgulayıcı bir tefekküre tanık olabiliriz. Öteden beri hayatın metafizik anlamı hakkında eleştirel bakışa sahip olanların kriz dönemlerinde aldıkları kararların daha sağlıklı ve isabetli olabileceğini söyleyebiliriz.
Özetle, kriz dönemlerinde olağan hayat tarzlarımıza dair radikal kararlar almanın başarılı sonuçlar üreteceğini söylemek mümkün değildir.
Twitter: @cengizgulec58
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 1 Temmuz 2020’de yayımlanmıştır.