Geleceği tahmin etmenin geçmişi

İnsanlık, yüzyıllardır gelecekte olacakları tahmin etmeye çalışıyor. Ancak en ileri teknolojiler bile bu öngörü sürecinin temel sorunlarına çare olamıyor. Peki, çözüm ne?

Gelecekte olacakları öngörmek, ileride yaşanacakları bilip buna göre pozisyon almak tarih boyunca insanların en büyük tutkularından biri oldu. Eski çağlarda bu tahminlerin kaynağı psişik güçleri olduğuna inanılan kâhin ve falcılarken, bugün artık süper bilgisayarlar ve yapay zekâ kullanarak, çok daha gelişmiş yöntemlerle geleceği tahmin etmeye çalışıyor ve daha isabetli sonuçlar alabiliyoruz. Ancak York Üniversitesi’nden bilim tarihçisi Amanda Rees’e göre, bu ileri teknolojilerle yapılan tahminler, insanlığa sağlayacakları katkı açısından, kadim yöntemlere dayalı kehanetlerden daha faydalı olmayacak. Rees’in teknoloji dergisi Wired için yazdığı makalenin öne çıkan bölümlerini paylaşıyoruz:

“Geleceğin bir geçmişi var. İşin iyi tarafı, bu geçmişten ders alabiliriz. Kötü tarafı ise, o dersi çok nadiren alıyoruz. Çünkü aslında geleceğin geçmişi net bir şekilde gösteriyor ki geleceği bilmek, mutlaka fayda sağlayacak diye bir şey yok. Ama bu yine de bizleri denemekten alıkoymuyor.

Mesela Peter Turchin’in[efn_note]Peter Valentinovich Turchin, kültürel evrim ve kliodinamik konusunda uzmanlaşmış bir Rus-Amerikan evrimsel antropolog.[/efn_note] 2020 yılına ilişkin meşhur tahminini ele alalım. Turchin, 2010’da kliodinamik[efn_note]Tarihin dinamik süreçlerini inceleyen ve bunu matemadiksel modellemeyle ilişkilendiren yeni bir tarihsel araştırma alanı.[/efn_note] adında bir tarihi analiz yöntemi geliştirdi ve nicel modellemelere dayalı bu yöntemi kullanarak, Batı dünyasının on yıl sonra siyasi bir kaos yaşayacağı tahmininde bulundu. Ama ne yazık ki kimse bu öngörüden yola çıkarak Amerikan demokrasisinin zarar görmesini önlemek için bir şey yapamadı. Yapabilmiş olsalardı, elbette Turchin’in bu öngörüsü, gerçekleşmeyen kehanetler arasındaki yerini alacaktı. Bu örnek bir istisna değil.

Mezopotamya’dan Manhattan’a dünyanın her yerinde, liderler, stratejik avantaj elde edebilmek için geleceği öngörmeye çalıştı. Ancak çoğu kez söylenenleri yanlış yorumladılar ya da söyleyenin siyasi saiklerini veya öngörü kapasitesinin yetersizliğini anlayamadılar. Ayrıca, kendilerini hoşlarına gitmeyen gerçeklerle yüzleşmek zorunda bırakan tahminleri de genellikle dikkate almamayı tercih ettiler. 21. yüzyılın teknolojik yenilikleri bile bu temel sorunlara çare olamadı, çünkü bilgisayar programlarıyla elde edilen sonuçların isabetliliği de, en nihayetinde girilen verilerin doğruluğuyla orantılı.

Bu konuda kullanılan yöntem ne kadar bilimsel olursa, ortaya çıkacak tahminlerin de o kadar doğru olacağı varsayılıyor. Oysa bu varsayım, insan deneyimlerinin çeşitliliğini genellikle göz ardı ettiğinden ya da hiç hesaba katmadığından, çözüm üretmekten çok sorun yaratıyor. Bu bağlamda, yapay zekanın giderek daha fazla rol oynayacağı, daha doğru ve akıllı teknolojilere dayalı öngörülerin de insanlık tarihindeki diğer örneklerden daha faydalı olacağına inanmak zor.

Kehanete karşı matematik

İnsanlar, en eski medeniyetlerden bu yana geleceğin nasıl olacağını anlamaya çalışıyor. Burada her ne kadar amaç aynı olsa da, geleceği tahmin edip yorumlamak için kullanılan yöntemler zamana ve mekâna bağlı olarak ciddi farklılıklar göstermiş. En önemli fark ise, öngörünün, doğuştan kehanet yeteneğine sahip biri tarafından mı, yoksa belli kurallar çerçevesinde hesaplamalar yapan sistemler tarafından mı yapıldığında yatıyor. Örneğin, kahinlerin ve şamanların başka varlık boyutlarıyla iletişim kurabilme kapasitesine dayalıydı. Ancak, astroloji, el falı, nümeroloji ve Tarot gibi kehanet yöntemleri, bunlarla iştigal eden kişinin, karmaşık teorik kurallara dayalı (ve kimi zaman hayli matematiksel) bir sistemi iyice öğrenip yorumlayarak belli durumlara uyarlayabilme becerisine bağlı. Kısmen doğuştan gelen yeteneğe, kısmen de deneyime dayalı rüya tabiri ya da ruh çağırma gibi yöntemleri ise bu iki uç örneğin arasında bir yere konumlandırmak mümkün. Hem geçmişte hem de günümüzde geleceği öngörme amacıyla her iki stratejinin de kullanıldığı pek çok örnek mevcut. İnternette “rüya yorumu” ya da “yıldız haritası” diye arama yapacak olursanız milyonlarca sonuç alırsınız.

Geçen yüzyılda, bilişim alanında (Moore Yasası’nın[efn_note]Intel şirketinin kurucularından Gordon Moore’un 19 Nisan 1965 yılında Electronics Magazine dergisinde yayınlanan makalesi ile teknoloji tarihine kendi adıyla geçen yasa…[/efn_note] en azından kısmen öngörebildiği gelişmeler neticesinde) daha güçlü araç ve sistemlere kavuşmamızla birlikte, yukarıda bahsettiğimiz ikinci yaklaşım da geçerlilik kazanmış oldu. 1940’ların sonunda geliştirilen analog bilgisayar MONIAC, Birleşik Krallık ekonomisini modelleyebilmek için içlerinde renkli su bulunan şeffaf plastik tank ve borular kullanıyordu. 1970’lere gelindiğinde ise artık ünlü düşünce kuruluşu Roma Kulübü, çalışmalarında World3[efn_note]World3 modeli, dünya ekosistemlerindeki nüfus, endüstriyel büyüme, gıda üretimi ve sınırlar arasındaki etkileşimlerin bilgisayar simülasyonu için bir sistem dinamiği modelidir.[/efn_note] bilgisayar simülasyonunu kullanarak, sanayileşme, çevresel hasar ve nüfus artışı gibi temel değişkenler ile insan ve doğal sistemler üzerinden enerji akışını modelleyebilir hale gelmişti. Kuruluşun 1972 yılında hazırladığı ‘Büyümenin Sınırları’ adlı rapor, modelin özündeki varsayımlar ve kullanılan verilerin kalitesi nedeniyle aldığı eleştirilere rağmen büyük popülerlik kazandı.

Diğer yandan, bir kısım tahminciler de gelecek öngörülerinde teknolojik gelişmeler yerine, kitle kaynaklı tahminlere dayalı stratejilere yöneldiler. Örneğin, kamuoyu ve kişisel kanaatlerin yoklanması çok basit bir ilkeye dayalıdır: İnsanlara ne yapmayı veya ne olacağını düşündüklerini sormak. Sonrasında ise verilen yanıtların ister seçmen yönelimi anketleri gibi nicel, ister dünyaca ünlü siyasi strateji ve düşünce kuruluşu RAND Corporation’ın Delphi tekniği gibi niteliksel analize dayalı olarak dikkatli bir şekilde yorumlanması gerekir. Delphi stratejisi, oldukça belirgin bir kitlenin aklından faydalanmaya dayalı bir yöntemdir. Buradaki ana fikir, belirli bir konunun uzmanlardan oluşan bir grup tarafından tartışılmasının bireysel tahminlere kıyasla daha doğru sonuçlar doğuracağıdır.

Bu yaklaşım, bir başka tahmin yöntemi olan savaş oyunlarıyla da birçok yönden benzerlik taşıyor. 20. yüzyıldan itibaren askeri tatbikat ve manevralarda simülasyonun rolü giderek arttı. Hem insanlar hem de RAND Strateji Değerlendirme Merkezi gibi bilgisayar modelleri aracılığıyla yürütülen bu strateji, artık orduyla sınırlı değil; siyasette, ticarette ve sanayide de yaygın olarak kullanılıyor. Amaç ise muhtemel gelecekler için plan yapmak olduğu kadar, mevcut esnekliği ve verimliliği de artırmak. Bazı simülasyonların, özellikle öngörülen olaylara yakın bir tarihte yapıldıklarında muhtemel sonuçları tahmin etmede ve planlamada çok doğru sonuçlar ortaya koyduğu gözlemlendi. Yaklaşmakta olan Vietnam Savaşı bağlamında Pentagon tarafından yürütülen Sigma savaş oyunu tatbikatlarını ya da Saddam Hüseyin döneminde Irak’a düzenlenecek operasyon öncesinde ABD Merkez Komutanlığı tarafından oynanan Desert Crossing 1999 oyununu buna örnek gösterebiliriz.

Kalıplara ve değişkenlere dayalı gelecek öngörüleri

Bu stratejiler gelişmeye devam ederken, özellikle küresel, ulusal ve kurumsal düzeyde toplumsal gelecekleri tahmin etmek için çok farklı iki felsefe ortaya çıktı. Bu felsefelerin her biri kader, değişkenlik ve insan unsuru arasındaki ilişkinin doğasına dair farklı varsayımları yansıtıyor.

Geçmiş olayların geleceğin göstergesi olarak değerlendirilmesi, bazı tahmincileri, insanlık tarihini bir kalıplar dizisi olarak görmeye sevketti. Bu kesime göre, geçmişe bakıp bazı net olay döngüleri ya da dizilimlerini tespit ederek bunların gelecekte de tekrarlanabileceğini tahmin etmek mümkündü. Bu düşünce, doğa bilimlerinin toplu ampirik kanıtlardan genel yasalar oluşturmadaki başarısından ileri geliyordu. Söz konusu yaklaşımı benimseyenler arasında Auguste Comte’tan Karl Marx’a, Oswald Spengler’dan Arnold Toynbee’ye, Nicolai Kondratiev’den Turchin’e çok çeşitli bilim insanları yer alıyordu. Ancak Batı’nın çöküşünü önceden bilmekte de, komünist ya da bilimsel bir ütopyanın ortaya çıkışını tahmin etmekte de, küresel ekonomik dalgaların muhtemel tekrarını öngörmekte de başarıları sınırlı kaldı.

MIT’de yapılan daha yakın tarihli bazı araştırmalarda, geleceğin çok kısa vadeli geçmişe dayalı olarak tahmin edilmesi yönünde çalışmalar da yürütüldü. Bu çalışmalar kapsamında bilgisayarlara (örneğin, iki kişi karşılaştıklarında sarılacaklar mı, tokalaşacaklar mı gibi) belli bir durumda bir sonraki adımın “genellikle” ne olduğunu öğreten araştırmacılar, buradan tarihsel kalıplar çıkarmaya çalışıyor. Ancak, bu yaklaşım da yine beklenmeyeni bekleme konusunda, en azından teknolojik gelişmelerin bu aşamasında, eksik kalıyor.

Bir diğer gruba göre ise, tekno-ekonomik inovasyonun hızı ve kapsamı, geçmişten ve günümüzden niteliksel anlamda farklı bir gelecek yaratıyor. Bu yaklaşımı savunanlar, olası gelecekleri tahmin etmek için kalıplara değil, gelişmekte olan değişkenlere bakıyor. Çünkü kesin bir gelecek tahmininde bulunmaktansa, yapılan seçimlere bağlı olarak gerçekleşme olasılığı artan ya da azalan bir dizi ihtimali modellemek daha kolay. World3 gibi simülasyonları ve daha önce bahsettiğimiz savaş oyunlarını buna örnek verebiliriz. Birçok bilim kurgu yazarı ve gelecek bilimci de geleceğin haritasını çıkarmak için bu stratejiden yararlanıyor.

Örneğin, İngiliz yazar H. G. Wells, 1930’larda BBC’ye verdiği bir demeçte, yeni buluşların yaratacağı sonuçların araştırılmasında tarihçilerin değil, gelecek bilimcilerin görevlendirilmesi çağrısında bulunmuştu. Wells’e göre, ülkeyi otomobil gibi icatların getirdiği beklenmedik değişikliklere hazırlamanın yolu buydu. Benzer şekilde, Alvin ve Heidi Toffler’dan bu yana birçok yazar da, bilgi teknolojisi, klonlama, yapay zeka, genetik modifikasyon ve ekoloji alanlarındaki gelişmelere dayalı tahminler yürüterek arzu edilen, tehlikeli ya da insanlık sonrası potansiyel gelecekleri anlamaya çalışıyor.

Fakat nasıl ki geçmiş deneyimlere dayanan tahminlerin, öngörülemeyen ihtimalleri tahmin etme kapasitesi sınırlıysa, tekno-bilimsel yeniliklere dayalı tahminlerin de fazlasıyla deterministik olma riski var. Sonuç olarak, bu iki yaklaşımdan biri mutlak şekilde diğerinden daha yararlı diyemiyoruz, çünkü her ikisi de kendisini şekillendiren insanın vizyonu, görüşü, kimliği gibi faktörlerle malûl.

Sorun, güce yakınlık

Tahminde bulunanın kullandığı yaklaşım ve araçlar ne olursa olsun, gelecek tahminleriyle ilgili asıl sorun, güce yakınlıklarıdır.

Tarih boyunca gelecek üzerinde söz sahibi olanların genellikle beyaz, iyi bağlantıları olan, erkekler olduğunu görüyoruz. Öngörülerde bulunan kesimdeki bu homojenlik, geleceğin çerçevesini ve bunun sonucunda onu şekillendirmek için atılan adımları da sınırlandırmış oluyor.

Ayrıca, Turchin’inki gibi bedeli ağır veya istenmeyen sonuçlar ortaya koyan tahminler, çoğunlukla nihai karar mercileri tarafından göz ardı ediliyor. Son yirmi yıldır dünya çapında bir salgın senaryosu üzerinden tahmin ve analizler yapılıyor olmasına rağmen, Covid-19’un ortaya çıkmasıyla düştüğümüz durum, buna en güzel örnek. Geçmiş yıllarda ABD ve İngiltere’de küresel bir kriz durumuna karşı kamu sağlığı sistemlerinin önemine dikkat çeken birçok rapor yayınlandı, ancak bu çalışmalar, her iki ülkede de karar mercilerini mevcut sistemlerin güçlendirilmesi yönünde ikna edemedi. Ayrıca, siyasi liderlerin bilimsel tavsiyelere kulak verme konusunda bu kadar isteksiz olacağını da kimse öngöremedi. Gelecek tahminleri, insan hatasını hesaba katsa bile, ürettikleri stratejiler, siyasi stratejilerle çatıştığında göz ardı edildi.

Bu da bizi, can alıcı bir soruya götürüyor. Tahminler kim ve ne için? İnsanların gelecek tasavvurlarını etkileyebilenler, genellikle, şimdiki zamanda önemli kaynakları yönetebilen ve dolayısıyla geleceğin belirlenmesinde büyük ölçüde etkili olacak olanlarla aynı kişiler. Karar vericiler tarafından yönetilen toplulukların sesini nadiren duyuyoruz. Sıradan insanların kendi toplumsal ve ailevi geleceklerini tahmin etme ve şekillendirme çabalarına çoğu zaman ancak yaşadıkları bölge veya belediye düzeyinde tanık oluyoruz. Bu da genellikle kıt kaynakların dağıtımı veya muhtemel zararların önlenmesi ile ilgili konularla sınırlı oluyor. Her iki mesele de bugün giderek derinleşen iklim felaketi karşısında her zamankinden daha fazla aciliyet arz ediyor.

Yapay zekâ ile yapılan modern tahminlerde risk ne?

Geleceğin geçmişinden gönderilen temel mesaj şu: Tek bir gelecek üzerine düşünmenin bir faydası yok. Bunun yerine, olası gelecekleri düşünmek çok daha üretken bir strateji. Bir dizi potansiyel sonuç hakkında olasılığa dayalı olarak fikir yürütmek ve bunları bir dizi farklı kaynağı temel alarak değerlendirmek, “tahminde bulunmaktan” daha faydalı olacaktır.

Teknolojinin burada önemli bir rolü var, ancak varsayımların nihai sonuçlar üzerindeki etkisiyle ilgili olarak World3 ve Büyümenin Sınırları’ndan alınan dersleri de akılda tutmak çok önemli. Tehlike şu ki, yapay zekâ ile yapılan modern tahminler, daha bilimsel ve dolayısıyla da geçmişte kehanete dayalı olarak yapılan tahminlere kıyasla daha doğru olarak değerlendiriliyor. Oysa, suç eylemlerini tahmin eden veya potansiyel müşteri sadakatsizliğini belirleyen algoritmaların temelini oluşturan varsayımlar, tıpkı eski yöntemlerde olduğu gibi, genellikle bu kodları geliştirenlerin beklentilerini yansıtıyor.

Geleceğin haritasını çıkarmak için sadece inovasyona bel bağlamak yerine, tarihten dersler çıkarmak ve yeni teknikleri biraz daha eski bir tahmin modeliyle, yani bilimsel tecrübeyi sanatsal yorumla bir araya getiren bir modelle birleştirmek daha mantıklı olur. İnsanlığın geleceğini hayal etmek ya da iyileştirmek istiyorsak, tahminden ziyade teşhis açısından düşünmek belki daha yararlı olacaktır.”

Bu yazı ilk kez 13 Ocak 2022’de yayımlanmıştır.

 

Amanda Rees’e’in Wired internet sitesinde yayımlanan “History of Predicting Future” (Geleceği Tahmin Etmenin Geçmiş) başlıklı yazısından öne çıkan bazı bölümler Evren Serbest tarafından çevrilmiş ve editoryal katkısıyla yayına hazırlanmıştır. Yazının orijinaline ve tamamına aşağıdaki linkten erişebilirsiniz: https://www.wired.com/story/history-predicting-future/

Fikir Turu
Fikir Turuhttps://fikirturu.com/
Fikir Turu, yalnızca Türkiye’deki düşünce hayatını değil, dünyanın da ne düşündüğünü, tartıştığını okurlarına aktarmaya çalışıyor. Bu amaçla, İngilizce, Arapça, Rusça, Almanca ve Çince yazılmış önemli makalelerin belli başlı bölümlerini çevirerek, editoryal katkılarla okuruna sunmaya çalışıyor. Her makalenin orijinal metnine ve değerli çevirmen arkadaşlarımızın bilgilerine makalenin alt kısmındaki notlardan ulaşabilirsiniz.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

1 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Geleceği tahmin etmenin geçmişi

İnsanlık, yüzyıllardır gelecekte olacakları tahmin etmeye çalışıyor. Ancak en ileri teknolojiler bile bu öngörü sürecinin temel sorunlarına çare olamıyor. Peki, çözüm ne?

Gelecekte olacakları öngörmek, ileride yaşanacakları bilip buna göre pozisyon almak tarih boyunca insanların en büyük tutkularından biri oldu. Eski çağlarda bu tahminlerin kaynağı psişik güçleri olduğuna inanılan kâhin ve falcılarken, bugün artık süper bilgisayarlar ve yapay zekâ kullanarak, çok daha gelişmiş yöntemlerle geleceği tahmin etmeye çalışıyor ve daha isabetli sonuçlar alabiliyoruz. Ancak York Üniversitesi’nden bilim tarihçisi Amanda Rees’e göre, bu ileri teknolojilerle yapılan tahminler, insanlığa sağlayacakları katkı açısından, kadim yöntemlere dayalı kehanetlerden daha faydalı olmayacak. Rees’in teknoloji dergisi Wired için yazdığı makalenin öne çıkan bölümlerini paylaşıyoruz:

“Geleceğin bir geçmişi var. İşin iyi tarafı, bu geçmişten ders alabiliriz. Kötü tarafı ise, o dersi çok nadiren alıyoruz. Çünkü aslında geleceğin geçmişi net bir şekilde gösteriyor ki geleceği bilmek, mutlaka fayda sağlayacak diye bir şey yok. Ama bu yine de bizleri denemekten alıkoymuyor.

Mesela Peter Turchin’in[efn_note]Peter Valentinovich Turchin, kültürel evrim ve kliodinamik konusunda uzmanlaşmış bir Rus-Amerikan evrimsel antropolog.[/efn_note] 2020 yılına ilişkin meşhur tahminini ele alalım. Turchin, 2010’da kliodinamik[efn_note]Tarihin dinamik süreçlerini inceleyen ve bunu matemadiksel modellemeyle ilişkilendiren yeni bir tarihsel araştırma alanı.[/efn_note] adında bir tarihi analiz yöntemi geliştirdi ve nicel modellemelere dayalı bu yöntemi kullanarak, Batı dünyasının on yıl sonra siyasi bir kaos yaşayacağı tahmininde bulundu. Ama ne yazık ki kimse bu öngörüden yola çıkarak Amerikan demokrasisinin zarar görmesini önlemek için bir şey yapamadı. Yapabilmiş olsalardı, elbette Turchin’in bu öngörüsü, gerçekleşmeyen kehanetler arasındaki yerini alacaktı. Bu örnek bir istisna değil.

Mezopotamya’dan Manhattan’a dünyanın her yerinde, liderler, stratejik avantaj elde edebilmek için geleceği öngörmeye çalıştı. Ancak çoğu kez söylenenleri yanlış yorumladılar ya da söyleyenin siyasi saiklerini veya öngörü kapasitesinin yetersizliğini anlayamadılar. Ayrıca, kendilerini hoşlarına gitmeyen gerçeklerle yüzleşmek zorunda bırakan tahminleri de genellikle dikkate almamayı tercih ettiler. 21. yüzyılın teknolojik yenilikleri bile bu temel sorunlara çare olamadı, çünkü bilgisayar programlarıyla elde edilen sonuçların isabetliliği de, en nihayetinde girilen verilerin doğruluğuyla orantılı.

Bu konuda kullanılan yöntem ne kadar bilimsel olursa, ortaya çıkacak tahminlerin de o kadar doğru olacağı varsayılıyor. Oysa bu varsayım, insan deneyimlerinin çeşitliliğini genellikle göz ardı ettiğinden ya da hiç hesaba katmadığından, çözüm üretmekten çok sorun yaratıyor. Bu bağlamda, yapay zekanın giderek daha fazla rol oynayacağı, daha doğru ve akıllı teknolojilere dayalı öngörülerin de insanlık tarihindeki diğer örneklerden daha faydalı olacağına inanmak zor.

Kehanete karşı matematik

İnsanlar, en eski medeniyetlerden bu yana geleceğin nasıl olacağını anlamaya çalışıyor. Burada her ne kadar amaç aynı olsa da, geleceği tahmin edip yorumlamak için kullanılan yöntemler zamana ve mekâna bağlı olarak ciddi farklılıklar göstermiş. En önemli fark ise, öngörünün, doğuştan kehanet yeteneğine sahip biri tarafından mı, yoksa belli kurallar çerçevesinde hesaplamalar yapan sistemler tarafından mı yapıldığında yatıyor. Örneğin, kahinlerin ve şamanların başka varlık boyutlarıyla iletişim kurabilme kapasitesine dayalıydı. Ancak, astroloji, el falı, nümeroloji ve Tarot gibi kehanet yöntemleri, bunlarla iştigal eden kişinin, karmaşık teorik kurallara dayalı (ve kimi zaman hayli matematiksel) bir sistemi iyice öğrenip yorumlayarak belli durumlara uyarlayabilme becerisine bağlı. Kısmen doğuştan gelen yeteneğe, kısmen de deneyime dayalı rüya tabiri ya da ruh çağırma gibi yöntemleri ise bu iki uç örneğin arasında bir yere konumlandırmak mümkün. Hem geçmişte hem de günümüzde geleceği öngörme amacıyla her iki stratejinin de kullanıldığı pek çok örnek mevcut. İnternette “rüya yorumu” ya da “yıldız haritası” diye arama yapacak olursanız milyonlarca sonuç alırsınız.

Geçen yüzyılda, bilişim alanında (Moore Yasası’nın[efn_note]Intel şirketinin kurucularından Gordon Moore’un 19 Nisan 1965 yılında Electronics Magazine dergisinde yayınlanan makalesi ile teknoloji tarihine kendi adıyla geçen yasa…[/efn_note] en azından kısmen öngörebildiği gelişmeler neticesinde) daha güçlü araç ve sistemlere kavuşmamızla birlikte, yukarıda bahsettiğimiz ikinci yaklaşım da geçerlilik kazanmış oldu. 1940’ların sonunda geliştirilen analog bilgisayar MONIAC, Birleşik Krallık ekonomisini modelleyebilmek için içlerinde renkli su bulunan şeffaf plastik tank ve borular kullanıyordu. 1970’lere gelindiğinde ise artık ünlü düşünce kuruluşu Roma Kulübü, çalışmalarında World3[efn_note]World3 modeli, dünya ekosistemlerindeki nüfus, endüstriyel büyüme, gıda üretimi ve sınırlar arasındaki etkileşimlerin bilgisayar simülasyonu için bir sistem dinamiği modelidir.[/efn_note] bilgisayar simülasyonunu kullanarak, sanayileşme, çevresel hasar ve nüfus artışı gibi temel değişkenler ile insan ve doğal sistemler üzerinden enerji akışını modelleyebilir hale gelmişti. Kuruluşun 1972 yılında hazırladığı ‘Büyümenin Sınırları’ adlı rapor, modelin özündeki varsayımlar ve kullanılan verilerin kalitesi nedeniyle aldığı eleştirilere rağmen büyük popülerlik kazandı.

Diğer yandan, bir kısım tahminciler de gelecek öngörülerinde teknolojik gelişmeler yerine, kitle kaynaklı tahminlere dayalı stratejilere yöneldiler. Örneğin, kamuoyu ve kişisel kanaatlerin yoklanması çok basit bir ilkeye dayalıdır: İnsanlara ne yapmayı veya ne olacağını düşündüklerini sormak. Sonrasında ise verilen yanıtların ister seçmen yönelimi anketleri gibi nicel, ister dünyaca ünlü siyasi strateji ve düşünce kuruluşu RAND Corporation’ın Delphi tekniği gibi niteliksel analize dayalı olarak dikkatli bir şekilde yorumlanması gerekir. Delphi stratejisi, oldukça belirgin bir kitlenin aklından faydalanmaya dayalı bir yöntemdir. Buradaki ana fikir, belirli bir konunun uzmanlardan oluşan bir grup tarafından tartışılmasının bireysel tahminlere kıyasla daha doğru sonuçlar doğuracağıdır.

Bu yaklaşım, bir başka tahmin yöntemi olan savaş oyunlarıyla da birçok yönden benzerlik taşıyor. 20. yüzyıldan itibaren askeri tatbikat ve manevralarda simülasyonun rolü giderek arttı. Hem insanlar hem de RAND Strateji Değerlendirme Merkezi gibi bilgisayar modelleri aracılığıyla yürütülen bu strateji, artık orduyla sınırlı değil; siyasette, ticarette ve sanayide de yaygın olarak kullanılıyor. Amaç ise muhtemel gelecekler için plan yapmak olduğu kadar, mevcut esnekliği ve verimliliği de artırmak. Bazı simülasyonların, özellikle öngörülen olaylara yakın bir tarihte yapıldıklarında muhtemel sonuçları tahmin etmede ve planlamada çok doğru sonuçlar ortaya koyduğu gözlemlendi. Yaklaşmakta olan Vietnam Savaşı bağlamında Pentagon tarafından yürütülen Sigma savaş oyunu tatbikatlarını ya da Saddam Hüseyin döneminde Irak’a düzenlenecek operasyon öncesinde ABD Merkez Komutanlığı tarafından oynanan Desert Crossing 1999 oyununu buna örnek gösterebiliriz.

Kalıplara ve değişkenlere dayalı gelecek öngörüleri

Bu stratejiler gelişmeye devam ederken, özellikle küresel, ulusal ve kurumsal düzeyde toplumsal gelecekleri tahmin etmek için çok farklı iki felsefe ortaya çıktı. Bu felsefelerin her biri kader, değişkenlik ve insan unsuru arasındaki ilişkinin doğasına dair farklı varsayımları yansıtıyor.

Geçmiş olayların geleceğin göstergesi olarak değerlendirilmesi, bazı tahmincileri, insanlık tarihini bir kalıplar dizisi olarak görmeye sevketti. Bu kesime göre, geçmişe bakıp bazı net olay döngüleri ya da dizilimlerini tespit ederek bunların gelecekte de tekrarlanabileceğini tahmin etmek mümkündü. Bu düşünce, doğa bilimlerinin toplu ampirik kanıtlardan genel yasalar oluşturmadaki başarısından ileri geliyordu. Söz konusu yaklaşımı benimseyenler arasında Auguste Comte’tan Karl Marx’a, Oswald Spengler’dan Arnold Toynbee’ye, Nicolai Kondratiev’den Turchin’e çok çeşitli bilim insanları yer alıyordu. Ancak Batı’nın çöküşünü önceden bilmekte de, komünist ya da bilimsel bir ütopyanın ortaya çıkışını tahmin etmekte de, küresel ekonomik dalgaların muhtemel tekrarını öngörmekte de başarıları sınırlı kaldı.

MIT’de yapılan daha yakın tarihli bazı araştırmalarda, geleceğin çok kısa vadeli geçmişe dayalı olarak tahmin edilmesi yönünde çalışmalar da yürütüldü. Bu çalışmalar kapsamında bilgisayarlara (örneğin, iki kişi karşılaştıklarında sarılacaklar mı, tokalaşacaklar mı gibi) belli bir durumda bir sonraki adımın “genellikle” ne olduğunu öğreten araştırmacılar, buradan tarihsel kalıplar çıkarmaya çalışıyor. Ancak, bu yaklaşım da yine beklenmeyeni bekleme konusunda, en azından teknolojik gelişmelerin bu aşamasında, eksik kalıyor.

Bir diğer gruba göre ise, tekno-ekonomik inovasyonun hızı ve kapsamı, geçmişten ve günümüzden niteliksel anlamda farklı bir gelecek yaratıyor. Bu yaklaşımı savunanlar, olası gelecekleri tahmin etmek için kalıplara değil, gelişmekte olan değişkenlere bakıyor. Çünkü kesin bir gelecek tahmininde bulunmaktansa, yapılan seçimlere bağlı olarak gerçekleşme olasılığı artan ya da azalan bir dizi ihtimali modellemek daha kolay. World3 gibi simülasyonları ve daha önce bahsettiğimiz savaş oyunlarını buna örnek verebiliriz. Birçok bilim kurgu yazarı ve gelecek bilimci de geleceğin haritasını çıkarmak için bu stratejiden yararlanıyor.

Örneğin, İngiliz yazar H. G. Wells, 1930’larda BBC’ye verdiği bir demeçte, yeni buluşların yaratacağı sonuçların araştırılmasında tarihçilerin değil, gelecek bilimcilerin görevlendirilmesi çağrısında bulunmuştu. Wells’e göre, ülkeyi otomobil gibi icatların getirdiği beklenmedik değişikliklere hazırlamanın yolu buydu. Benzer şekilde, Alvin ve Heidi Toffler’dan bu yana birçok yazar da, bilgi teknolojisi, klonlama, yapay zeka, genetik modifikasyon ve ekoloji alanlarındaki gelişmelere dayalı tahminler yürüterek arzu edilen, tehlikeli ya da insanlık sonrası potansiyel gelecekleri anlamaya çalışıyor.

Fakat nasıl ki geçmiş deneyimlere dayanan tahminlerin, öngörülemeyen ihtimalleri tahmin etme kapasitesi sınırlıysa, tekno-bilimsel yeniliklere dayalı tahminlerin de fazlasıyla deterministik olma riski var. Sonuç olarak, bu iki yaklaşımdan biri mutlak şekilde diğerinden daha yararlı diyemiyoruz, çünkü her ikisi de kendisini şekillendiren insanın vizyonu, görüşü, kimliği gibi faktörlerle malûl.

Sorun, güce yakınlık

Tahminde bulunanın kullandığı yaklaşım ve araçlar ne olursa olsun, gelecek tahminleriyle ilgili asıl sorun, güce yakınlıklarıdır.

Tarih boyunca gelecek üzerinde söz sahibi olanların genellikle beyaz, iyi bağlantıları olan, erkekler olduğunu görüyoruz. Öngörülerde bulunan kesimdeki bu homojenlik, geleceğin çerçevesini ve bunun sonucunda onu şekillendirmek için atılan adımları da sınırlandırmış oluyor.

Ayrıca, Turchin’inki gibi bedeli ağır veya istenmeyen sonuçlar ortaya koyan tahminler, çoğunlukla nihai karar mercileri tarafından göz ardı ediliyor. Son yirmi yıldır dünya çapında bir salgın senaryosu üzerinden tahmin ve analizler yapılıyor olmasına rağmen, Covid-19’un ortaya çıkmasıyla düştüğümüz durum, buna en güzel örnek. Geçmiş yıllarda ABD ve İngiltere’de küresel bir kriz durumuna karşı kamu sağlığı sistemlerinin önemine dikkat çeken birçok rapor yayınlandı, ancak bu çalışmalar, her iki ülkede de karar mercilerini mevcut sistemlerin güçlendirilmesi yönünde ikna edemedi. Ayrıca, siyasi liderlerin bilimsel tavsiyelere kulak verme konusunda bu kadar isteksiz olacağını da kimse öngöremedi. Gelecek tahminleri, insan hatasını hesaba katsa bile, ürettikleri stratejiler, siyasi stratejilerle çatıştığında göz ardı edildi.

Bu da bizi, can alıcı bir soruya götürüyor. Tahminler kim ve ne için? İnsanların gelecek tasavvurlarını etkileyebilenler, genellikle, şimdiki zamanda önemli kaynakları yönetebilen ve dolayısıyla geleceğin belirlenmesinde büyük ölçüde etkili olacak olanlarla aynı kişiler. Karar vericiler tarafından yönetilen toplulukların sesini nadiren duyuyoruz. Sıradan insanların kendi toplumsal ve ailevi geleceklerini tahmin etme ve şekillendirme çabalarına çoğu zaman ancak yaşadıkları bölge veya belediye düzeyinde tanık oluyoruz. Bu da genellikle kıt kaynakların dağıtımı veya muhtemel zararların önlenmesi ile ilgili konularla sınırlı oluyor. Her iki mesele de bugün giderek derinleşen iklim felaketi karşısında her zamankinden daha fazla aciliyet arz ediyor.

Yapay zekâ ile yapılan modern tahminlerde risk ne?

Geleceğin geçmişinden gönderilen temel mesaj şu: Tek bir gelecek üzerine düşünmenin bir faydası yok. Bunun yerine, olası gelecekleri düşünmek çok daha üretken bir strateji. Bir dizi potansiyel sonuç hakkında olasılığa dayalı olarak fikir yürütmek ve bunları bir dizi farklı kaynağı temel alarak değerlendirmek, “tahminde bulunmaktan” daha faydalı olacaktır.

Teknolojinin burada önemli bir rolü var, ancak varsayımların nihai sonuçlar üzerindeki etkisiyle ilgili olarak World3 ve Büyümenin Sınırları’ndan alınan dersleri de akılda tutmak çok önemli. Tehlike şu ki, yapay zekâ ile yapılan modern tahminler, daha bilimsel ve dolayısıyla da geçmişte kehanete dayalı olarak yapılan tahminlere kıyasla daha doğru olarak değerlendiriliyor. Oysa, suç eylemlerini tahmin eden veya potansiyel müşteri sadakatsizliğini belirleyen algoritmaların temelini oluşturan varsayımlar, tıpkı eski yöntemlerde olduğu gibi, genellikle bu kodları geliştirenlerin beklentilerini yansıtıyor.

Geleceğin haritasını çıkarmak için sadece inovasyona bel bağlamak yerine, tarihten dersler çıkarmak ve yeni teknikleri biraz daha eski bir tahmin modeliyle, yani bilimsel tecrübeyi sanatsal yorumla bir araya getiren bir modelle birleştirmek daha mantıklı olur. İnsanlığın geleceğini hayal etmek ya da iyileştirmek istiyorsak, tahminden ziyade teşhis açısından düşünmek belki daha yararlı olacaktır.”

Bu yazı ilk kez 13 Ocak 2022’de yayımlanmıştır.

 

Amanda Rees’e’in Wired internet sitesinde yayımlanan “History of Predicting Future” (Geleceği Tahmin Etmenin Geçmiş) başlıklı yazısından öne çıkan bazı bölümler Evren Serbest tarafından çevrilmiş ve editoryal katkısıyla yayına hazırlanmıştır. Yazının orijinaline ve tamamına aşağıdaki linkten erişebilirsiniz: https://www.wired.com/story/history-predicting-future/

Fikir Turu
Fikir Turuhttps://fikirturu.com/
Fikir Turu, yalnızca Türkiye’deki düşünce hayatını değil, dünyanın da ne düşündüğünü, tartıştığını okurlarına aktarmaya çalışıyor. Bu amaçla, İngilizce, Arapça, Rusça, Almanca ve Çince yazılmış önemli makalelerin belli başlı bölümlerini çevirerek, editoryal katkılarla okuruna sunmaya çalışıyor. Her makalenin orijinal metnine ve değerli çevirmen arkadaşlarımızın bilgilerine makalenin alt kısmındaki notlardan ulaşabilirsiniz.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

1 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

1
0
Would love your thoughts, please comment.x