Kentte birlikte yaşamak üzerine

Nüfusun çoğu kentlerde yaşıyor ama neden kentsel uygarlık konusunda sınıfta kalıyoruz? Saygıyla, hoşgörüyle birlikte yaşamanın yolu ne? Kent kültürü ve kentlilik bilinci nasıl oluşur? Hangi örnekler ilham verebilir? Disneyland üzerine neden düşünmeliyiz? Prof. Dr. Feyzan Erkip yazdı.

Kent sosyolojisi kuramcıları, kentleşmeyle gelen olumluluklar arasında çeşitlilik, örgütlenme, anonimlik, özgürlük gibi kavramları sayarken bunların kalabalık, karmaşa, zaman kaybı gibi olumsuzluklara üstün geldiğini düşünüyorlardı. Kentleşmenin nedeni temelde ekonomik olsa da, yabancılarla birlikte yaşamayı zorunlu kıldığı bir gerçek ve bugünkü mega kentler küreselleşme etkisiyle ortaya çıktığı için durum kırsal yaşamdan kentsel yaşama geçişte olduğundan çok daha karmaşık.

Kentsel yaşamın gerek gerçek gerekse sanal alemde -TV dizileri, filmler, vs. – başat olduğu bir dönemde yaşıyoruz. Durumun uygarlıkla ilişkisi ise, çok daha derin bir analiz gerektiriyor. ‘Kentsel uygarlık’ için başlangıçta saat kullanımı, trafik ışıkları ve kuralları gibi düzenlemelerin etkisi vurgulanırken, zamanla kent kültürü – ki, kuralları da içeriyor – tartışmaları yoğunluk kazandı. Özellikle de, kuralların fazla işlemediği – yetmediği – kentler için bu kavramın açılımları önemli.

Kentsel uygarlıktan yoksun olma hali

Kent planlamasının o dönemdeki formel yaklaşımını sorgulayan yazar ve aktivist Jane Jacobs 1960’larda New York kentinin kaldırımlarında yanyana yürüyen yabancıların birlikte bir dansın koreografisini oluşturduğunu söylerken, bu dansın karşılıklı özen gerektirdiği ve düzenli bir bütün oluşturmasının beklendiğini belirtir. Aklındaki dansın, bugün elinde cep telefonlarıyla yola ve karşıya bakmadan yürürken çarpışan yayaların yaptığına benzemediği açık. Birlikte yaşayan yabancıların dansındaki uyum çoktan yok oldu. Kentlerin olağan karmaşasına kentlilerin kabalığı, dikkatsizliği, özensizliği, nezaketsizliği eklendi. Ben buna ‘kentsel uygarlıktan yoksun olma hali’ diyorum; uzun bir tanımlama, ama yukarıdakilerin hepsini duruma göre içeriyor.

Kuralların işlemediği bir kentte – lütfen etrafınıza bakınız – yaya kaldırımlarına park eden araç sahiplerinin rahatlığı bu gruba giriyor örneğin, yayalar durumu kabullenip itiraz edemez hale geldiğinde, hem yayanın geçişini önleyecek hem de kurallara uygun park etmiş bir aracın çıkışını engelleyecek biçimde park eden araçlar artmaya başlıyor. Yani, zaman zaman ‘bari kaldırıma park ederken beni yola indirmeyecek bir geçit bıraksaydı’ diyecek hale geliyorsunuz. Bu örnekte olduğu gibi, uygarlıktan uzaklaşmak zamanla artan bir biçimde gerçekleşiyor; kuralların uygulanmaması – böyle bir kaldırımda yürürken varsa etraftaki trafik polislerinin ne yaptığına da bir bakmanızı öneririm – kadar, birlikte yaşadığımız yabancılara saygı duymamamız, hatta onlardan korkmamız buna neden oluyor.

Toplumsal değerlerin kayboluşu, kabalık, hoşgörüsüzlük

Toplumsal normların toplumun belli kesimlerine ayrıcalık tanımasının – yaşlılara, çocuklulara, engellilere yol, yer vermek gibi değerlerin – yok olması da, benzer süreçlerden geçiyor.

Sağlıklı bir yaşlının otobüste, metroda ayakta dururken yorgun bir çocuğa, gence yer vermiyor diye kızmasına hak veremiyorum. Ancak, kaldırımda yürürken yanyana yürüyen üç – hadi toplumsal cinsiyeti katalım işe – genç erkeğin tüm kaldırımı kaplayıp karşıdan gelen yaşlı kadına yol vermemesi, onun kenarda beklemesine aldırmaması insanı toplumsal değerleri özler hale getiriyor. Bu noktada, örnekte adı geçen öznelerin yaşı, cinsiyeti, sayısı değişebilir de, davranışın kabalığı değişmez. Ancak, kabalık bireysel bir özellik, burada toplumsal bir eğilimden söz ediyoruz. Bilinçli davranışlar olmasa bile bu tür davranışlara alışmalı, kabullenmeli miyiz?

Kentsel uygarlık ögeleri arasında kamusal alanda bilinçli davranmak, başkalarının farkında olmak da var. Aslında şimdiye kadar sözetmediğim ve birlikte yaşamanın olmazsa olmazı hoşgörü de var. Peki, o nerede kaldı diyebilirsiniz. Nerede biliyor musunuz? Kaldırıma park edeni uyardığınızda ‘evet, haklısınız’ dedikten sonra bildiğini okumaya devam ettiği noktada. Bilinçli olarak yapılan ve tepkiye de hazırlıklı bir eyleme dönüşüyor bu noktada uygarlıktan yoksunluk.

Hoşgörüsüzlüklerimizin yöneldiği yabancıların kimler olduğuna ayrıca dikkat çekmek gerekiyor. Genellikle toplumun alt kesimleri – azınlıklar, fakirler, göçmenler – nasibini alıyor toplumsal hoşgörüsüzlükten. Böyle eğilimlerdeki haklılık payımızdan çok, haksızlık payımızı dert etmeliyiz bence. Önyargılarımızın bizi götürdüğü hedefler, kentsel hoşgörüyü baltalıyor, sorunların özünü görmemize engel oluyor.

Ne yapmalı?

Peki, ne yapmalıyız? Her konuda olduğu gibi eğitimin, bireysel taktiklerin ve önlemlerin, yasa ve kuralların öneminden söz edebiliriz. Bunlar elbette önemli, ancak uzun dönemli planlama ve yatırım gerektiren boyutları çok, yani sonuç almak için ısrarlı ve sabırlı olmak gerekiyor.

Başlangıçta kuralların yerleşmesi için yasak ve cezaların işlevi olsa da, kentsel uygarlığın gelişmesi için yeterli olmadıkları durumlar var. Kamusal alanlarda örneğin yüksek sesle telefonla konuşmak, müzik dinlemek, küfretmek kabalık sayılabilirse de, yasa dışı değil. Daha önemlisi, birlikte yaşama düzenini yasaklarla oluşturmak yerine anlayış ve tutum değiştirmek daha sürdürülebilir sonuçlar getiriyor.

Kentsel yaşamı kurgulamakta etkisi olan meslek grupları bu konuda olumlu katkı yapabilir; birlikte yaşayan yabancıların kamusal alandaki davranışlarına yön veren düzenlemeler ve tasarımlar yapmak mümkün.

Kentsel altyapı ve servislerin yeterli olduğu kentlerde, kentsel uygarlığı sağlamak çok daha kolay, bu da anlaşılır çünkü yeterli miktarda otoparkın veya düzgün kaldırımların kentlilerin kural dışı davranışlarını önlemekte önemli etkisi var. Ancak, bu tür yatırımların eksik olduğu durumlarda da kentsel düzenlemeler yapılabilir. Bunun en basit örneği, herhangi bir hizmet almak için sıra beklemek gerektiğinde sıranın başlangıç ve bitiş noktasını belirleyen işaretler ve çizgiler ki, örneğini hava alanlarında görüyoruz. Disneyland gibi eğlence amaçlı alanlarda bu kurgu ustalıkla kullanılıyor ve insanlara bekledikleri sürenin uzunluğu unutturuluyor. Burada Disneyland örneğini vermem tesadüfi değil; bu türden eğlence amaçlı özel tasarlanmış alanların ve kapalı yerleşimlerin, kent kültürü ve kentsel kamusal alanlar üstündeki etkileri kent kültürü araştırmacılarının çoktandır gündeminde. (Örnek olarak Zukin, 1995 görülebilir.)

Kentlerde nüfus ve yoğunluk arttıkça kentliler de ‘kendilerine benzer kentlilerin’ yaşadığı alanlara olan talebi arttırıyor ve alt kültürler oluşturuyorlar. Özel örneklerde gördüğümüz türden düzenlemelerin birçok kamusal alanda uygulanması olanaklı ve yararlı, ancak konunun kentsel tasarım ilkelerini doğru uygulamanın ötesinde boyutları olduğunu bilmek ve bu konuda önlemler geliştirmek gerekiyor.

Kent bilinci ve kent kültürü nasıl oluşur?

Kentte birlikte yaşamanın temel taşları olan karşılıklı saygı ve hoşgörü kamusal alanda yeniden oluşacaksa yolu kentlilik bilinci ve kent kültüründen geçiyor. Bunu bize öğretecek olan ise krizler ve zorluklar olacak, pandemi gibi, ekonomik krizler gibi ortaklaşa dertlerimiz yani. Her zaman bu kadar büyük olmasa da, ortaklaşa dertler ve sorunlar etrafında örgütlenmekten geçer uygar kentlerin yolu. Başkalarının hayatını kolaylaştırmanın – en azından zorlaştırmamanın – kendi hayatını kolaylaştıracağını kavramak bu örgütlenmenin başlangıç noktası olmalı.

Kentlerin yoğunluğu ve sıkışıklık duygusu davranışlar üstünde olumsuz etki yaptığından, örneğin Covid-19 pandemisi sırasında kentliler arasında oluşan fiziksel mesafeyi kullanarak mekansal düzenlemeler yapmak bir yöntem olabilir. Özellikle büyük ve kalabalık kentlerde, kent merkezinde yaratılacak küçük vahalar, kentin gürültüsü ve karmaşasından kaçıp nefes alınacak alanlar olarak kentsel uygarlığa katkı yapan fiziksel unsurlar.

Pandemi döneminde birçok kentte yerel yönetimlerin açık alanları bakımlı ve donanımlı tutması, bu alanları kullanan kentlilerin de bu alanlara sahip çıkmasına, temiz tutmasına destek oldu, yani kentsel uygarlık davranışının yaşanarak öğrenilebilecek, oluşturulabilecek yönleri var ve bunlar titizlikle desteklenip korunursa birlikte yaşamanın yolunu bulabiliriz. Yeter ki, deneyimleri unutmayıp onlardan yararlanmayı bilelim.

Anlaşmazlıklar ve pazarlık süreçlerinin kent kültürüne katkısı

Son olarak, bir kentin kültürünün kentte yaşayanların birlikteliği olduğu kadar anlaşmazlıklarını da içerdiğini ve dinamik bir pazarlık süreci sonucu oluştuğunu vurgulamak gerekiyor. Formel tanımlar ve ilişkiler kadar, belki daha da fazla enformel olanlar kent kültürünü belirliyor (Boudreau, 2017).

Bir kenti öne çıkaran imgeler ancak kentliler tarafından benimsenirse kentsel kimlikten söz etmek mümkün olabilir ki, bu birçok kentte gerçekleşmiyor, ya da pazarlık süreci kentin kimliğini sürekli değiştiriyor.

Kentsel uygarlığı sağlamanın yolu, değişime ve sürprizlere açık olmak ve alt-kültürlerin karşılaşmasından doğan dinamikleri bastırmak yerine benimsemekten geçiyor. Uygar bir kentin olmazsa olmazlarından olan kentsel adaleti sağlamak için kente ilişkin karar süreçlerinde en az temsil edilen kesimleri dinlemeye hazır olmak gerekiyor.

Kentlilerin kendilerini yaşadıkları kente ait hissetmeleri ve kentlerinin yönetimine katılmaları, uygar kentlerin altyapısını oluşturuyor. Kent konseyleri, ‘kent laboratuvarı’deneyimleri, semt örgütlenmeleri bu konuda önemli rolller üstlenebilir. Meslek odaları ve sivil toplum örgütleri de öyle. Ancak, her durumda kentlilerin günlük karşılaşma pratiklerini dikkate almak ve onlardan öğrenmek gerekiyor ki, çok kültürlü kentlerde yönetişimin yolu açılabilsin.

Kaynaklar:

Boudreau, J-A. (2017) Global Urban Politics. Cambridge, UK: Polity Press.

Jacobs, J (2011) ‘The Uses of Sidewalks: Safety’, The City Reader (5th Edition) içinde, (derleyenler) Gates, R. T ve Stout, F. s. 105-109. The Death and Life of Great American Cities (1961)’den aktarılmıştır.

Smith, P. Phillips, T. L. ve King, R. D. (2010) Incivility: the Rude Stranger in Everyday Life, Cambridge: Cambridge University Press.

Zukin, S. (1995) The Cultures of Cities. Cambridge. MA: Blackwell Publishers, Inc.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 16 Ağustos 2022’de yayımlanmıştır.

Feyzan Erkip
Feyzan Erkip
Prof. Dr. Feyzan Erkip, Bilkent Üniversitesi Kentsel Tasarım ve Peyzaj Mimarlığı Bölümü'nden emekli. Akademik ilgi alanları olan kentsel kamusal alanlar, tüketim mekânları ve eğilimleri, çevre psikolojisi ve kent sosyolojisi konularında dersler verdi. Araştırmaları, Progress in Planning, Cities, European Urban and Regional Studies, Environment and Planning A, Environment and Behavior, Environmental Psychology gibi uluslararası dergilerde yayımlandı. Cities dergisinin yayın kurulu üyesi. 2003-2004 akademik yılında Tilburg Üniversitesi ve 2011-2012 akademik yılında New York Üniversitesi'nde (NYU) ziyaretçi öğretim üyesi olarak araştırmalar yaptı. TÜBİTAK ve Urban-Net projelerinde yönetici ve araştırmacı olarak çalıştı.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Kentte birlikte yaşamak üzerine

Nüfusun çoğu kentlerde yaşıyor ama neden kentsel uygarlık konusunda sınıfta kalıyoruz? Saygıyla, hoşgörüyle birlikte yaşamanın yolu ne? Kent kültürü ve kentlilik bilinci nasıl oluşur? Hangi örnekler ilham verebilir? Disneyland üzerine neden düşünmeliyiz? Prof. Dr. Feyzan Erkip yazdı.

Kent sosyolojisi kuramcıları, kentleşmeyle gelen olumluluklar arasında çeşitlilik, örgütlenme, anonimlik, özgürlük gibi kavramları sayarken bunların kalabalık, karmaşa, zaman kaybı gibi olumsuzluklara üstün geldiğini düşünüyorlardı. Kentleşmenin nedeni temelde ekonomik olsa da, yabancılarla birlikte yaşamayı zorunlu kıldığı bir gerçek ve bugünkü mega kentler küreselleşme etkisiyle ortaya çıktığı için durum kırsal yaşamdan kentsel yaşama geçişte olduğundan çok daha karmaşık.

Kentsel yaşamın gerek gerçek gerekse sanal alemde -TV dizileri, filmler, vs. – başat olduğu bir dönemde yaşıyoruz. Durumun uygarlıkla ilişkisi ise, çok daha derin bir analiz gerektiriyor. ‘Kentsel uygarlık’ için başlangıçta saat kullanımı, trafik ışıkları ve kuralları gibi düzenlemelerin etkisi vurgulanırken, zamanla kent kültürü – ki, kuralları da içeriyor – tartışmaları yoğunluk kazandı. Özellikle de, kuralların fazla işlemediği – yetmediği – kentler için bu kavramın açılımları önemli.

Kentsel uygarlıktan yoksun olma hali

Kent planlamasının o dönemdeki formel yaklaşımını sorgulayan yazar ve aktivist Jane Jacobs 1960’larda New York kentinin kaldırımlarında yanyana yürüyen yabancıların birlikte bir dansın koreografisini oluşturduğunu söylerken, bu dansın karşılıklı özen gerektirdiği ve düzenli bir bütün oluşturmasının beklendiğini belirtir. Aklındaki dansın, bugün elinde cep telefonlarıyla yola ve karşıya bakmadan yürürken çarpışan yayaların yaptığına benzemediği açık. Birlikte yaşayan yabancıların dansındaki uyum çoktan yok oldu. Kentlerin olağan karmaşasına kentlilerin kabalığı, dikkatsizliği, özensizliği, nezaketsizliği eklendi. Ben buna ‘kentsel uygarlıktan yoksun olma hali’ diyorum; uzun bir tanımlama, ama yukarıdakilerin hepsini duruma göre içeriyor.

Kuralların işlemediği bir kentte – lütfen etrafınıza bakınız – yaya kaldırımlarına park eden araç sahiplerinin rahatlığı bu gruba giriyor örneğin, yayalar durumu kabullenip itiraz edemez hale geldiğinde, hem yayanın geçişini önleyecek hem de kurallara uygun park etmiş bir aracın çıkışını engelleyecek biçimde park eden araçlar artmaya başlıyor. Yani, zaman zaman ‘bari kaldırıma park ederken beni yola indirmeyecek bir geçit bıraksaydı’ diyecek hale geliyorsunuz. Bu örnekte olduğu gibi, uygarlıktan uzaklaşmak zamanla artan bir biçimde gerçekleşiyor; kuralların uygulanmaması – böyle bir kaldırımda yürürken varsa etraftaki trafik polislerinin ne yaptığına da bir bakmanızı öneririm – kadar, birlikte yaşadığımız yabancılara saygı duymamamız, hatta onlardan korkmamız buna neden oluyor.

Toplumsal değerlerin kayboluşu, kabalık, hoşgörüsüzlük

Toplumsal normların toplumun belli kesimlerine ayrıcalık tanımasının – yaşlılara, çocuklulara, engellilere yol, yer vermek gibi değerlerin – yok olması da, benzer süreçlerden geçiyor.

Sağlıklı bir yaşlının otobüste, metroda ayakta dururken yorgun bir çocuğa, gence yer vermiyor diye kızmasına hak veremiyorum. Ancak, kaldırımda yürürken yanyana yürüyen üç – hadi toplumsal cinsiyeti katalım işe – genç erkeğin tüm kaldırımı kaplayıp karşıdan gelen yaşlı kadına yol vermemesi, onun kenarda beklemesine aldırmaması insanı toplumsal değerleri özler hale getiriyor. Bu noktada, örnekte adı geçen öznelerin yaşı, cinsiyeti, sayısı değişebilir de, davranışın kabalığı değişmez. Ancak, kabalık bireysel bir özellik, burada toplumsal bir eğilimden söz ediyoruz. Bilinçli davranışlar olmasa bile bu tür davranışlara alışmalı, kabullenmeli miyiz?

Kentsel uygarlık ögeleri arasında kamusal alanda bilinçli davranmak, başkalarının farkında olmak da var. Aslında şimdiye kadar sözetmediğim ve birlikte yaşamanın olmazsa olmazı hoşgörü de var. Peki, o nerede kaldı diyebilirsiniz. Nerede biliyor musunuz? Kaldırıma park edeni uyardığınızda ‘evet, haklısınız’ dedikten sonra bildiğini okumaya devam ettiği noktada. Bilinçli olarak yapılan ve tepkiye de hazırlıklı bir eyleme dönüşüyor bu noktada uygarlıktan yoksunluk.

Hoşgörüsüzlüklerimizin yöneldiği yabancıların kimler olduğuna ayrıca dikkat çekmek gerekiyor. Genellikle toplumun alt kesimleri – azınlıklar, fakirler, göçmenler – nasibini alıyor toplumsal hoşgörüsüzlükten. Böyle eğilimlerdeki haklılık payımızdan çok, haksızlık payımızı dert etmeliyiz bence. Önyargılarımızın bizi götürdüğü hedefler, kentsel hoşgörüyü baltalıyor, sorunların özünü görmemize engel oluyor.

Ne yapmalı?

Peki, ne yapmalıyız? Her konuda olduğu gibi eğitimin, bireysel taktiklerin ve önlemlerin, yasa ve kuralların öneminden söz edebiliriz. Bunlar elbette önemli, ancak uzun dönemli planlama ve yatırım gerektiren boyutları çok, yani sonuç almak için ısrarlı ve sabırlı olmak gerekiyor.

Başlangıçta kuralların yerleşmesi için yasak ve cezaların işlevi olsa da, kentsel uygarlığın gelişmesi için yeterli olmadıkları durumlar var. Kamusal alanlarda örneğin yüksek sesle telefonla konuşmak, müzik dinlemek, küfretmek kabalık sayılabilirse de, yasa dışı değil. Daha önemlisi, birlikte yaşama düzenini yasaklarla oluşturmak yerine anlayış ve tutum değiştirmek daha sürdürülebilir sonuçlar getiriyor.

Kentsel yaşamı kurgulamakta etkisi olan meslek grupları bu konuda olumlu katkı yapabilir; birlikte yaşayan yabancıların kamusal alandaki davranışlarına yön veren düzenlemeler ve tasarımlar yapmak mümkün.

Kentsel altyapı ve servislerin yeterli olduğu kentlerde, kentsel uygarlığı sağlamak çok daha kolay, bu da anlaşılır çünkü yeterli miktarda otoparkın veya düzgün kaldırımların kentlilerin kural dışı davranışlarını önlemekte önemli etkisi var. Ancak, bu tür yatırımların eksik olduğu durumlarda da kentsel düzenlemeler yapılabilir. Bunun en basit örneği, herhangi bir hizmet almak için sıra beklemek gerektiğinde sıranın başlangıç ve bitiş noktasını belirleyen işaretler ve çizgiler ki, örneğini hava alanlarında görüyoruz. Disneyland gibi eğlence amaçlı alanlarda bu kurgu ustalıkla kullanılıyor ve insanlara bekledikleri sürenin uzunluğu unutturuluyor. Burada Disneyland örneğini vermem tesadüfi değil; bu türden eğlence amaçlı özel tasarlanmış alanların ve kapalı yerleşimlerin, kent kültürü ve kentsel kamusal alanlar üstündeki etkileri kent kültürü araştırmacılarının çoktandır gündeminde. (Örnek olarak Zukin, 1995 görülebilir.)

Kentlerde nüfus ve yoğunluk arttıkça kentliler de ‘kendilerine benzer kentlilerin’ yaşadığı alanlara olan talebi arttırıyor ve alt kültürler oluşturuyorlar. Özel örneklerde gördüğümüz türden düzenlemelerin birçok kamusal alanda uygulanması olanaklı ve yararlı, ancak konunun kentsel tasarım ilkelerini doğru uygulamanın ötesinde boyutları olduğunu bilmek ve bu konuda önlemler geliştirmek gerekiyor.

Kent bilinci ve kent kültürü nasıl oluşur?

Kentte birlikte yaşamanın temel taşları olan karşılıklı saygı ve hoşgörü kamusal alanda yeniden oluşacaksa yolu kentlilik bilinci ve kent kültüründen geçiyor. Bunu bize öğretecek olan ise krizler ve zorluklar olacak, pandemi gibi, ekonomik krizler gibi ortaklaşa dertlerimiz yani. Her zaman bu kadar büyük olmasa da, ortaklaşa dertler ve sorunlar etrafında örgütlenmekten geçer uygar kentlerin yolu. Başkalarının hayatını kolaylaştırmanın – en azından zorlaştırmamanın – kendi hayatını kolaylaştıracağını kavramak bu örgütlenmenin başlangıç noktası olmalı.

Kentlerin yoğunluğu ve sıkışıklık duygusu davranışlar üstünde olumsuz etki yaptığından, örneğin Covid-19 pandemisi sırasında kentliler arasında oluşan fiziksel mesafeyi kullanarak mekansal düzenlemeler yapmak bir yöntem olabilir. Özellikle büyük ve kalabalık kentlerde, kent merkezinde yaratılacak küçük vahalar, kentin gürültüsü ve karmaşasından kaçıp nefes alınacak alanlar olarak kentsel uygarlığa katkı yapan fiziksel unsurlar.

Pandemi döneminde birçok kentte yerel yönetimlerin açık alanları bakımlı ve donanımlı tutması, bu alanları kullanan kentlilerin de bu alanlara sahip çıkmasına, temiz tutmasına destek oldu, yani kentsel uygarlık davranışının yaşanarak öğrenilebilecek, oluşturulabilecek yönleri var ve bunlar titizlikle desteklenip korunursa birlikte yaşamanın yolunu bulabiliriz. Yeter ki, deneyimleri unutmayıp onlardan yararlanmayı bilelim.

Anlaşmazlıklar ve pazarlık süreçlerinin kent kültürüne katkısı

Son olarak, bir kentin kültürünün kentte yaşayanların birlikteliği olduğu kadar anlaşmazlıklarını da içerdiğini ve dinamik bir pazarlık süreci sonucu oluştuğunu vurgulamak gerekiyor. Formel tanımlar ve ilişkiler kadar, belki daha da fazla enformel olanlar kent kültürünü belirliyor (Boudreau, 2017).

Bir kenti öne çıkaran imgeler ancak kentliler tarafından benimsenirse kentsel kimlikten söz etmek mümkün olabilir ki, bu birçok kentte gerçekleşmiyor, ya da pazarlık süreci kentin kimliğini sürekli değiştiriyor.

Kentsel uygarlığı sağlamanın yolu, değişime ve sürprizlere açık olmak ve alt-kültürlerin karşılaşmasından doğan dinamikleri bastırmak yerine benimsemekten geçiyor. Uygar bir kentin olmazsa olmazlarından olan kentsel adaleti sağlamak için kente ilişkin karar süreçlerinde en az temsil edilen kesimleri dinlemeye hazır olmak gerekiyor.

Kentlilerin kendilerini yaşadıkları kente ait hissetmeleri ve kentlerinin yönetimine katılmaları, uygar kentlerin altyapısını oluşturuyor. Kent konseyleri, ‘kent laboratuvarı’deneyimleri, semt örgütlenmeleri bu konuda önemli rolller üstlenebilir. Meslek odaları ve sivil toplum örgütleri de öyle. Ancak, her durumda kentlilerin günlük karşılaşma pratiklerini dikkate almak ve onlardan öğrenmek gerekiyor ki, çok kültürlü kentlerde yönetişimin yolu açılabilsin.

Kaynaklar:

Boudreau, J-A. (2017) Global Urban Politics. Cambridge, UK: Polity Press.

Jacobs, J (2011) ‘The Uses of Sidewalks: Safety’, The City Reader (5th Edition) içinde, (derleyenler) Gates, R. T ve Stout, F. s. 105-109. The Death and Life of Great American Cities (1961)’den aktarılmıştır.

Smith, P. Phillips, T. L. ve King, R. D. (2010) Incivility: the Rude Stranger in Everyday Life, Cambridge: Cambridge University Press.

Zukin, S. (1995) The Cultures of Cities. Cambridge. MA: Blackwell Publishers, Inc.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 16 Ağustos 2022’de yayımlanmıştır.

Feyzan Erkip
Feyzan Erkip
Prof. Dr. Feyzan Erkip, Bilkent Üniversitesi Kentsel Tasarım ve Peyzaj Mimarlığı Bölümü'nden emekli. Akademik ilgi alanları olan kentsel kamusal alanlar, tüketim mekânları ve eğilimleri, çevre psikolojisi ve kent sosyolojisi konularında dersler verdi. Araştırmaları, Progress in Planning, Cities, European Urban and Regional Studies, Environment and Planning A, Environment and Behavior, Environmental Psychology gibi uluslararası dergilerde yayımlandı. Cities dergisinin yayın kurulu üyesi. 2003-2004 akademik yılında Tilburg Üniversitesi ve 2011-2012 akademik yılında New York Üniversitesi'nde (NYU) ziyaretçi öğretim üyesi olarak araştırmalar yaptı. TÜBİTAK ve Urban-Net projelerinde yönetici ve araştırmacı olarak çalıştı.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x