Kudüs, dünyanın en büyüleyici, dinler tarihi açısından önemli kentlerinden biri, ama haber bültenlerinde bu özellikleriyle değil, daha çok çatışmalarla, protestolarla gerginlikle anılır. Son zamanlarda da en çok İsrailli bazı siyasetçilerin şehrin belli bölgelerine yaptıkları ziyaretlerden sonra ortaya çıkan kargaşa ile adı duyulur oldu. Peki, Kudüs neden paylaşılamıyor?
Bu kadim şehir, sahip olduğu özelliklerle dünyanın en özgün kentlerinin başında gelir. Ona yüklenen dinsel, politik, tarihi önem bu kenti hep bambaşka kılmıştır. Hiçbir kentle kıyaslanamaz, sadece kendisi gibidir.
Binlerce yılın kutsallığıyla yoğrulmuş Kudüs’e “karşıdan” baktığınızda “paylaşılamayan bir kent” görürsünüz. Ya da öyle zannedersiniz. Öyle ya, tarihte Kudüs uğruna verilmiş pek çok savaş vardır. Günümüzde de bölgedeki son 150 yıllık “yeniden şekillenmenin” Kudüs adı bayrak yapılarak gerçekleştirilmeye çalışıldığı herkes tarafından biliniyor. Ona maddi ve manevi anlamda sahip çıkan, üzerinde hak iddia eden topluluklarla son yüzyılın her daim sıcak kalan konusudur Kudüs…
10 Emir’in emanet edildiği tapınak
Kudüs’ün öyküsü günümüzden 3000 yıl önce başlar. O dönemde Hazreti İbrahim soyundan gelenlerin inanç ve politik birliklerinin simgesi olacak Süleyman Tapınağı’nın kurulması ile.
Efsaneler aracılığıyla dillere destan olacak bu tapınak, inanca göre Hazreti İbrahim’in Tanrı’nın isteğiyle oğlunu üzerinde kurban etmeye yeltendiği kaya kütlesinin olduğu yerde kurulmuştur. Öyle bir kayadır ki o, ilk önce o yaratılmıştır, Kuruluş kayasıdır o, evren onun etrafında şekillendirilmiştir. Havada asılı durması da, bunun kanıtıdır. Adem Peygamber’in yaratıldığı çamur da Kudüs’ten alınmıştır. Cennetten kovulup yeryüzüne geldiğinde de burada ölmüş, böylece bedenindeki toprağı ait olduğu yere iade etmiştir. Ahiret’te adalet kürsüsü de burada kurulacaktır.
İşte bu kayanın üzerindeki tapınak Yakup soyundan gelen 12 kabilenin birliğini simgelerken onların ortak değeri olarak “10 Emir”in emanet edildiği mekân olacaktır. Tapınak aynı zamanda eski zamanların inancında görüldüğü gibi “Ebedi Olan”ın yeryüzündeki ikameti olarak kabul edilir.
İsa Peygamber’in gökyüzüne yükseldiği topraklar
Nice olaylar olur, tapınak İsa Peygamber’den yaklaşık 600 yıl önce yıkılır, ama çok geçmeden yeniden yapılır.
Tapınak yeniden yapıldıktan yaklaşık 500 yıl sonra ve günümüzden neredeyse 2000 yıl önce, bu sefer İsa Peygamber, tapınağın sütunlarına yaslanarak vaazlar verecektir. Bu tapınakta yaptıkları ve söyledikleri aracılığıyla Kudüs’e yepyeni bir anlam kazandırır. Hayatının son günleri de bu şehirde geçer.
Çarmıha gerilen İsa Peygamber, onun takipçilerine göre, gökyüzüne yükseldiği Kudüs’te yeniden ortaya çıkacaktır, ama onun ölümünün üzerinden çok geçmeden M.S. 70 yılında şehri ele geçiren Romalılar tapınağı yıkacaktır.
Mirac’ın mekânı
Üzerindeki tapınağın yıkılmasından sonra, dünyanın merkezi olduğu kabul edilen kaya kütlesi, 6 asır sonra Mirac’ın mekânı olur; Hazreti Muhammed yaratılmış birisinin tanık olabileceği en görkemli yolculuğa bu kayanın üstüne basarak yükselir.
Müslümanlara göre, dünyanın bütün tatlı sularının kaynağı da işte bu kayadır.
Uğruna yapılan savaşları hiç bitmeyen Kudüs, Emeviler tarafından yönetilmeye başlanınca inanç tarihinin en değerli mekânlarından birisi olan kutsal kaya üzerine 691 yılında bir kubbe yapılır. Kayanın kubbesi anlamına gelen, sekiz kenarlı, her kenarında yedi penceresi olan ve pencerelerinin vitraylarının Kanuni Sultan Süleyman’dan beri Türkiye’den geldiği Kubbet’üs Sahra… İlk yapıldığında gümüş kaplama olan, ama 1927 yılındaki restorasyonu sırasında Ürdün Kralı Hüseyin’in bağışlarıyla altına çevrilen ve sarı sarı parlayan…
Kubbet-üs Sahra’nın yapımından birkaç sene sonra 705 yılında, onun hemen yakınlarına Aksa Camii yapılır. Şehir, Hristiyanlar ve Müslümanlar arasında el değiştirse de, nihayet Selahattin Eyyübi tarafından 1187 yılında fethedilir. Şam’dan gelen gül sularıyla yıkanır. Memlûkler’e ve en sonunda 1516 yılında Mercidabık Savaşı’yla Osmanlı yönetimine geçer. Şehrin etrafı eskiden olduğu gibi surlarla çevrilir.
Çatışmaların kaynağı: Kutsal mekânların ortaklığı ve yakınlığı
Bu surlarla çevirili ve eski Kudüs olarak bilinen yerin bir köşesinde yine etrafı surlarla çevrili ve son şeklini Osmanlı döneminde almış 144 dönümlük, yani aşağı yukarı 20 futbol sahası büyüklüğünde Mescid-i Aksa alanı bulunur. Bu alanda Kubbet’üs Sahra ve Aksa Camii’nin yanı sıra Mervan Mescidi, Burak Mescidi gibi bir dizi mekân vardır. Müslüman inancına göre, Mescid-i Aksa ya da Harem-i Şerif denilen bu alanın her karışı bir bütündür. Ama aynı alan, Yahudilere göre de yeniden yapılması zorunluluk olan Süleyman Tapınağı’nın yeridir.
O tapınaktan geriye, bu alanın da istinat duvarlarından biri olan Ağlama Duvarı kalmıştır. Yahudilerin en kutsal mekânıdır burası.
İşte kutsal mekânların bu ortaklığı ve yakınlığı, bugün çatışmaların da kaynağıdır. Birbirlerinden bir taş atımı uzaktadır çünkü.
Osmanlı hassasiyeti
Burada bir parantez açmak gerekebilir. Kudüs’ü anlatan tarih kitaplarına göz attığınızda Osmanlı döneminin zaman olarak uzun, ama yaşanan olumsuzluklar açısından az sıkıntılı bir dönem olduğunu fark edersiniz.
Osmanlı Devleti Kudüs’e özgü hassasiyetleri dikkate alan bir politika uygular. En azından 19. yüzyılın sonuna kadar. Ve Osmanlı Devleti güç kaybetmeye başladığında tarihsel denklem bozulur.
Bu bölgedeki hassasiyetler içeride ve dışarıda her “taraf” için kullanışlı hale gelmekte gecikmez. Kudüs’ün kendi mantığı içindeki geleneksel işleyişi bozulduğunda bu kent müthiş bir gerilim odağına dönüşür.
Müslümanların, Yahudilerin, Hristiyanların iç içe yaşadığı kent
Tarihi surlar içindeki Kudüs ele alındığında bugün Müslümanların, Yahudilerin, Hristiyanların iç içe yaşadığı bir kent söz konusudur. Her bir cemaat için Kudüs inanç boyutunda taşıdığı izler, sembollerle, zaman içinde oluşmuş değerler ve bu konularda bulunulmuş özverilerle olağanüstü bir öneme sahiptir.
Söz konusu olan, sıklıkla dile getirildiği gibi sadece Müslümanlar ile Yahudiler arasındaki çatışmalar ve anlaşmazlıklar değildir. Hristiyanlar da bu gerilimin bir parçasıdır. Hem de zaman zaman kendi aralarındaki anlaşmazlıklar dolayısıyla. Bir zamanlar yaşanmış olan Ortodoks-Katolik gerilimi, yine tarihte yaşanmış olan olaylardan kaynaklanan Ortodoks-Ermeni anlaşmazlıkları ilk akla gelen örnekler olabilir. Falih Rıfkı Atay’ın bir asır önce yazmış olduğu Zeytindağı isimli eserinde bile bununla karşılaşılıyor.
Radikal dindar Yahudilerin Harem-i Şerif’e saldırıları
Günümüzde Kudüs dünya kamuoyunun gündemini meşgul etmeye devam ediyor. Son zamanlarda bunu en çok radikal dindar Yahudilerin, Harem-i Şerif alanındaki tacizleri ve bunu takip eden olaylar dolayısıyla görüyoruz.
Kendilerini III. Tapınakçılar olarak değerlendiren radikal bir grup bu olaylarda ön alıyor. Aslında son 30 yılın politik gidişatı böylesi bir hareket ve talep için var oluş zemininin oluşmasına katkıda bulunmuştur denilebilir.
Bugünlerde İsrail Devleti kuruluşunun 75. yılını kutluyor. Dinî olmaktan çok politik anlamda “Siyonist” karakter taşıyan İsrail Devleti seküler bir devlet özelliği arz ediyor, bu durum yakın geçmişte aşırı dindarların genel olarak hoşnut olmadıkları bir atmosfer yaratmıştı. 1967 yılından itibaren Doğu Kudüs’ün ilhak edilmesi, 1990’lardan itibaren İsrail’e Doğu Avrupa ve Rusya’dan yoğunlaşarak yaşanan göç dalgası “Eski İsrail”in kültür yapısını önemli ölçüde değiştirirken, Kudüs başta olmak üzere birtakım hassasiyetlerin bilincinde olmayan, belki de olmak istemeyen radikal gruplara yeni alanlar açtı. İsrail’de günümüzün bazı politika yapıcıları sayıları çok sınırlı da olsa artık bu insanları dikkate alma eğilimindeler.
III. Tapınakçılar ne istiyor?
Kudüs’ün karmaşık tarihi ve dinsel özellikleri sorunların çözümünü kolaylaştırmıyor. Tarihte var olmuş ve artık günümüzde var olmayan Süleyman Tapınağı’nın alanı ile Kubbet-üs Sahra’nın kurulu olduğu alan büyük ölçüde örtüşen alanlar. Ve III. Tapınakçılar günümüz gerçekleriyle hiçbir şekilde uyuşmayacak bir talepte bulunuyorlar: İlk kez Hazreti Süleyman tarafından yapılmış ve daha sonra yıkılmış, ikinci kez yapılmış ve nihayetinde tekrar yıkılmış olan tapınağın üçüncü kez yeniden kurulmasını savunuyorlar. Bu da ancak tapınak alanının üzerine Emeviler döneminde kurulmuş olan Kubbet-üs Sahra’nın yıkılması ile mümkün olabilir. Yani en olmayacak olan şey….
Politik konjonktür zaman zaman bu talepte bulunan ve eylem yapanların seslerinin güçlü çıkmasına izin veriyor. Yaptıkları eylemler de yürekleri ağza getirirken, gerginliği fazlasıyla arttırıyor.
Buna karşılık Harem-i Şerif’in sahipleri olan ve kendilerini Filistinli olarak tanımlayan Müslümanlar gelişmelerden büyük tedirginlik duyuyorlar. Özellikle 1967 Savaşı’nın ardından tamamıyla İsrail’in kontrolüne geçmiş olan Kudüs’te “kendilerine” ait hissettikleri son yer olan Harem-i Şerif burada yaşayan Araplar için son derece önemli. Onların en önemli maddi ve manevi dayanakları. Endişelerini “Toprak Günü” vesilesiyle çocukların çizdiği resimlerde bile görebiliyorsunuz. Toprak altında açılmış tünellerden Kubbet-üs Sahra’ya doğru ilerleyen dozer resimlerinde örneğin. Ve sadece onlar için değil tüm Müslümanlar için bu kadar önemli bir yerde bu tür tacizlerin olması, olabilmesi sadece gerginliği değil, radikalleşmeyi de besliyor.
Kudüs tarih boyunca hiçbir zaman yönetilmesi kolay olan bir yer olmamış. Binlerce yılın ve farklı kültürlerin ona yüklemiş olduğu anlamlar manzumesi kesinlikle yüksek bir hassasiyet gerektiriyor.
Bir kilometrekarelik her taşı paylaşılmış tarihi kent
En son haliyle Kanuni Sultan Süleyman döneminden kalan surların içindeki Kudüs yaklaşık 1 km2’lik bir alanı kapsıyor. Aslında küçücük bir tarihi kent. Müslüman, Hristiyan, Ermeni ve Yahudi mahallesi olarak dört bölüme ayrılmış durumda.
Yürüyüş yaptığınız taş sokaklarda bir köşeyi döndüğünüzde konuşulan dilden giyim kuşam tarzına kadar her şeyin bir anda değiştiğini fark ediyorsunuz. Genellikle her grup, her cemaat kendi mahallesinde. Ayrı dünyalar, ayrı yaşamlar. Elbette çarşı başta olmak üzere yolların, yaşamların kesiştiği yerler de var. Ancak bu kadar küçücük bir alana bu kadar farklılığın sığması buraya gelen kişileri şaşırtıyor. Ama burası Kudüs…
Her anlamda bu kadar yoğunlaşmanın yaşandığı Kudüs’te gerçekte her bir taşın bile geriye dönüşü olmamak üzere ne ölçüde paylaşılmış olduğunu, dengelerin kurulmuş olduğunu hissediyorsunuz. İsa Peygamber’in çarmıha gerilmiş olduğu yerde kurulmuş olan Kutsal Kabir Kilisesi’nin bile duvarlarına kadar farklı Hristiyanlık mezhepleri arasında paylaşıldığı görülüyor.
Aslında Kudüs’ün paylaşılamayan değil aksine her bir taşına kadar ne denli paylaşılmış olduğunu fark ediyorsunuz, gözle görülmeyen sınırların arasında dolaştığınızda.
Bir tarafta kadim Kudüs kentinin temkinli eski sakinleri, diğer tarafta burada oluşmuş gözle görülemeyen manevi sınırları zorlamaya çalışan bilinçsiz azınlık ve diğer tarafta tüm bunlara biraz kayıtlı, biraz kayıtsız kalan her inançtan geçici hacı kalabalıkları.
Kudüs’te huzur ancak bütün hassasiyetlerin dikkate alınması ile, Kudüs’ü Kudüs yapan tüm manevi değerlere saygı gösterilmesi ile gerçekleşebilecek galiba.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 23 Haziran 2023’te yayımlanmıştır.