Ölümün eşiğinden dönenler

Ölüm eşiği deneyimi nedir? Bu deneyimi yaşayanların ortak tecrübeleri ve hisleri neler? Ölüm eşiği deneyimi yaşayanlar hangi unsurlarla karşılaşıyor? Doktora çalışmasını ölüm eşiği deneyimleri üzerine yapan din psikolojisi uzmanı Saliha Uysal yazdı.

Ölüm inkârı gayr-i kabil bir hadise ve derin bir meseledir. Derin meselelerin idraki içinse ruhun bizzat orada olması gerekir. Ruh ise insanın hakikatine vâkıf olmak istediği, bu yüzden hakkında türlü sorular sorduğu ancak hakikatin eşiğine gelse de bir türlü özüne erişemediği bir fenomendir. İnsanın ruh ve ölüm hakkında ancak bir miskal[efn_note]Altın, gümüş, ilâç ve gül yağı gibi değerli şeylerin tartılmasında kullanılan bir ağırlık ölçüsü birimini ifade eder (bkz. Lisânü’l-ʿArab, “s̱ḳl” md.; Aryıca Cengiz Kallek, TDV İslâm Ansiklopedisi, “miskal” md., 2005, C 30, İstanbul, ss. 182-183).[/efn_note] ağırlığınca bilgi edinebilmesine imkân sağlayan, ürkütücü ama bir o kadar da cezbedici bir diğer husus ise bu kavramlardan uzak düşünülemeyecek ‘ölüm eşiği deneyimleri’dir.

Ruh, ruhun bedenle münasebeti, ölüm gibi konulara ilişkin sorular ve bu soruları aydınlatma çabasıyla sunulan anlatılar yüzyıllar öncesine dayanır. Tibetlilerin Ölüler Kitabı Bardo Thodol’den Antik Çağ’da ölüm eşiği deneyimleri üzerine yorumlarda bulunan Platon’un Er hikayesine dek ruhu başka bir aleme gidip dönenlerin hikâyeleriyle doludur literatür. Bu hikayeler Orta Çağ’da yaygınlık kazansa da Protestanlığın yayılması ile 19. yüzyıla kadar ivmesini kaybetmiş ama yine de ölülerin kendisine sırlar verdiğini iddia eden ve spiritüel uyanışlar yaşayan filozof Emanuel Swedenborg gibi ya da Amerikalı filozof Benjamin Franklin, Victoria döneminin en önemli şairlerinden Elizabeth Browning, modern dünyada büyük etki yaratan mucit Thomas Edison, Nobel ödüllü Amerikalı yazar Ernest Hemingway, İsviçreli psikiyatr Carl G. Jung, İngiliz yazar ve şair William Shakespeare, Fransız şair ve yazar Victor Hugo gibi birçok meşhur ismin -kendi deneyimlerine dayansın ya da dayanmasın- anlatılarıyla diri kalmayı başarmıştır.

Bir mistik deneyim olarak ölüm eşiği

Bir nevi mistik deneyim olarak da kabul edilen ölüm eşiği deneyimleri, insanın anlam arayışında ruha, ruhun bedenle olan rabıtasına, ölüm ve ahirete ilişkin merakın bir nebze de olsa giderilmesinde ciddi katkısı olan tecrübelerdir. Bu deneyimler kişinin öncesinde sahip olduğu inançlardan tutun da psikolojik durumunda, hayatı anlamlandırmasında, dine ve dindarlığa bakışında, ölüm algısında mühim değişikliklere sebep olacak kadar tesire sahiptir.

Batı dünyası ruhu uzaklaştıran bir bilim anlayışı taşımasının yanı sıra bu konuyla oldukça erken dönemlerde ilgilenmeye başlamıştır. Bu bağlamda da “ölüm eşiği deneyimi” (Near-death experience) tabirini ilk kez 1970’lerin başında ölüm eşiği deneyimi çalışmalarıyla tanınan psikiyatrist Raymond Moody’nin kullandığını görüyoruz. Son dönemde yaptığı çalışmalarla dikkat çeken İngiliz tıp profesörü Sam Parnia ise hastalarının ölüm çizgisinin ötesine geçmeleri sebebiyle “ölüm eşiği” (threshold of death) ifadesini çok daha doğru bulur.

Bizim de doktora çalışmamız sebebiyle ölümün eşiğine gelmiş 14 kişiyle yaptığımız mülakatlarda aktarılanlar, Joel Schumacher’in yönettiği 1990’da vizyona giren ve 2017’de yeni bir uyarlama ile vizyona giren hayatın ötesindeki yaşamı merak eden tıp talebelerininin öte tarafa yaptıkları kısa ziyaretleri konu edinen bir kült yapım olan Çizgi Ötesi (Flatliners) filminde olduğu gibi, bu kişilerin çizgi ötesinden bilgi kırıntıları taşıdığını gösteriyor. İşte bu da bizim bu fenomeni “ölüm eşiği deneyimi” olarak adlandırmamızın temel sebeplerinden birisidir.

Gerçek anlamda nefes kesen deneyimler

İsimlendirme tartışmalarını bir yana bırakıp gerçek anlamıyla ‘nefes kesen’ ve ilgi uyandıran tecrübelere geçelim. Çünkü hepimiz bu tecrübelere karşı merak doluyuz. Bu anlatılar çoğumuzun ihmal ettiği, görmezden geldiği ve hatta varlığını teyitten kaçındığı ‘öte âlem hakikati’nin kıyısına, ölümün eşiğine varanların tecrübeleridir. Öyle ki ruhunu enginlerde gezdiren ve yüce ruhların seslerini işittiklerini ileri sürenlerin sıra dışı deneyimleridir.

Peki, Ölüm Eşiği Deneyimi (ÖED) nedir? Hayatın bir anda ölüme, ölümün de hayata dönüşebildiğinin göstergesi kabul edilen ÖED’nin en genel geçer ve bütün unsurları içine alan tarifi şöyle yapılabilir: ÖED’ler doğum, trafik kazası, kalp krizi, çeşitli kazalar gibi bir çok sebeple klinik olarak ölü kabul edilen insanların ruhlarının fiziksel bedenlerinden ayrılması suretiyle farklı bir aleme, farklı bir boyuta geçtikleri; fiziksel bedenlerinin dışından bedenlerini ve bedenleri etrafında olan biteni izledikleri; bir süre sonra bedenlerine geri döndükleri -ki bu dönüşü elektrik süpürgesinin bir şeyi vakumlamasına benzetirler-; döndükten sonra beden dışındayken şahit olduklarını ayrıntılarıyla anlattıkları; tarif edilemez bir aşkla huzurla kuşatıldıkları; ışık, tünel, vefat eden yakınlar, kutsal varlıklar gibi unsurları algıladıkları deneyimlerdir.

Davetsiz derin olaylar

Doğrusunu söylemek gerekirse bu deneyimler bir nevi ‘davetsiz derin’ olaylardır. Farklı bir bilinç haliyle literatüre göre tıbben hayatın kaybedildiğinin kabul edildiği, yeni bir âleme geçilen, deyim yerindeyse ‘tek kişilik ruh serüvenleri’dir. Bu serüvenlerin yaşamayanlar tarafından kavranması da yaşayanların onları anlatabilmesi, yeryüzüne ait kelimelerle ifade edebilmesi kadar güçtür. Ancak hasret çeken ruhların bu şarkının ritmini işiteceği, öbür âlemden yayılan güzel kokuyu hissedebileceği kesindir.

ÖED’ler kavranması güç olmakla birlikte onları incelemek ve dinlemek en hakiki manasıyla bir ruh, bir psikoloji işidir. Psikolojiden söz edilince bu deneyimleri yaşayanların öncesindeki psikolojik halleri ile kişilik gibi konular geliyor akla. Oysa araştırmalara göre ÖED’lerin IQ seviyesi, dışa dönüklük ya da içe dönüklük, nevrotizm, psikotizm, kaygılı olma, histeri eğilimli olma[efn_note]Pim van Lommel, Consciousness Beyond Life: The Science of the Near-Death Experience, Harper Colliens e-book, s. 90, 237)[/efn_note] gibi durumlarla arasında bir ilişki bulunmuyor. Mani, şizofreni, bipolar bozukluk gibi nörolojik rahatsızlıklar ise ÖED’ye sebep olmaz. Aksine ölümün eşiğine gelindiğinde bu hastalıkların semptomlarında azalma[efn_note]Mehmet Emin Demirkol, Lut Tamam, “Ölüm İyiliği Fenomeni”, Çukurova Medical Journal, 41
(3), 2016, s. 561.[/efn_note] bile görülür. ÖED’lere ilişkin bilgi sahibi olmanın da deneyimi tetiklemediği, ÖED yaşayanların büyük bir kısmının deneyim öncesinde bu konuya ilişkin bir bilgiye sahip olmadığı görülür. Deneyim esnasında görülen dinî unsurlar ve motiflere rağmen dinî inanç ve benzeri şeylerle ÖED derinliği arasında da anlamlı bir korelasyon bulunmaz. Madde ya da ilaç kullanan kişiler üzerinde yapılan detaylı araştırmalar, bu maddelerin sebep olduğu deneyimlerle ÖED’ler arasında ciddi farklılıklar olduğunu gösterir. İnancı baz alarak ÖED’leri incelediğimizde ise bir agnostik ya da bir ateist ÖED yaşarken bir Hristiyan bir Yahudi ya da bir Müslüman da farklı unsurlarla ÖED yaşayabiliyor.

Beden dışı deneyim

Şimdi ÖED yaşayanların ne tür unsurlarla karşılaştıklarını inceleyelim. En temel unsur olarak bedenden ayrılma hissinin tecrübe edildiğini görüyoruz. Sözgelimi ÖED yaşayanlar, doktorun öldüklerini yakınlarına söylediğini, bedenlerinin dışından bilinçli bir halde izliyor, sağlık personelinin kıyafetlerinin detaylarına, kendi bedenlerine yapılan müdahalelerin tıbbî inceliklerine kadar olaylara hâkim oluyorlar.

Sonra kendilerini ya bir boşlukta ya tavandan başka bir âleme süzülürken buluyorlar. Boşluk diye nitelendirilen alan kişinin kendisini muhasebe ettiği, geride bıraktığı yeryüzü tecrübesinin üzerinde tefekkür edip nereye gitmek istediğini sorguladığı bir alandır. Tıpkı âraf gibi.

Kimileri burada Cennet’ten sızan ışığı yahut bir tür Aşk’ı gördüklerini ileri sürüyor; kimileri ise kaçılmak istenen korkunç bir yapıyı tasvir ediyor. Cennetvari ve Cehennemvari unsurlardan bahsediyorlar yani. Burada başka bir merci tarafından yargılanmaktan ziyade öz muhasebe söz konusu. Sonrasında kendini bir yargıç önünde bulanlar dahi var. Ama önce bedenden ayrılan ruh bir tünelden geçiyor. Kimi zaman da bir nehir ya da bir kapı olarak ortaya çıkıyor bu geçiş. Böylece kişi noksansız, derin, aşk dolu, makul, ıstırapsız bir hayatın kapısından içeri giriyor.

Ucunda parlak ışığın görüldüğü derin bir vadi gibi görünüyor kimisine de. Sonra bedenden ayrılan ruh parlak bir ışıkla karşılaşıyor. Bir tür kaynakla, karanlığı nihayete erdiren şafakla… Onlara göre bu öz’lerin bulunduğu âlemle kurulan bir temas. Müslümanlar tarafından Müteâl olarak nitelendirilen bu ışık varlığın, Hristiyanlar tarafından İsa (as), Yahudilerce melek olduğu söyleniyor; bir dine müntesip olmayanlar tarafından ise tarafsız kültürel ve dinsel motiflerle ifade ediliyor.

Refakatçiler

Çoğunlukla kişiyi uzun süre önce vefat etmiş bir akrabası, bir aile büyüğü ya da bir başka ‘Kutsal Varlık’ karşılıyor. Bir nevi teşrifatçı ya da refakatçi yani…

Meleklerle konuştuğunu iddia edenler bile var. Oraya dek ulaşmış kişi karşılaştığı sevgi ve refakatçi/ler ile korkularından emin oluyor.

Kimilerine “henüz vakit dolmadı haydi dön” deniliyor. Kimileri dönmeden önce biraz daha uzağa gidebiliyor. Bu esnada tarif etmesi güç bir mutluluk yaşıyor. Neşe ve öfori içinde dolaşıyor o âlemi, ebedî bir huzur hissediyor. Sanki coşkulu bir vecd hali tecrübe ediyor. Semânın katlarında süzülüyor, aşağılarda hastane odasında vuku bulan o ıstırap dolu müdahaleler yükseklerde bir şölene dönüşüyor.

ÖED yaşayanlar sadece gözleriyle değil, kulaklarıyla da bu mutluluğu tecrübe ediyor. Farklı bir işitsel algıya sahipler: Fizik bedenleri üzerindeki müdahaleleri duyarken yeni âlemlerindeki fizik ötesi sesleri, fısıltıları ya da konuşmaları da işitiyorlar. Bu sesler olağanın ötesinde bir şeylerin bilgisini sağlıyor. En çekici gelen kısımlardan biri de zaten noetic quality olarak tanımlanan yüce bilgilerin ‘ruh’a zerk edilmesi aşaması. Din psikolojisinin babası sayılan ve Psikolojinin İlkeleri adlı eseriyle psikoloji dünyasında büyük ses getirmiş olan William James ‘zekâ tarafından keşfedilmemiş hakikatin derinliklerine dair iç görü halleri’ diyor buna. Bir tür aydınlanma yani…

Film şeridi

Bu deneyimi yaşayanın hayatı bir film şeridi gibi geçiyor gözlerinin önünden. Rengârenk, üç boyutlu panoramik bir tarama adeta bu. Bu arada zaman, gerçek zaman duygusundan uzak, sıkıştırılmış bir zaman algısı. Bambaşka bir boyutta bambaşka bir mutluluk içindeki bu kişiler geri dönüş safhasından çoğu kez memnun kalmıyorlar. Çünkü dönmeyi değil kalmayı arzuluyorlar. Bilhassa ‘Işıktan Varlık’la görüşmüş ya da O’nun huzurunda zaman geçirmiş olanlar dönmeyi kesinlikle istemiyorlar. Geri dönüş olayı insanı bu dünyaya bağlayan pamuk ipliğinin ya da -anlatıldığına ve literatüre göre- ruh ile beden arasındaki gri dumanımsı o gümüşî bağın henüz kopmadığının en büyük göstergesi.

Resüsitasyon sürecinden geçen kimi hastalar kendilerine geldikten sonra onları geri döndüren doktorlardan hesap soruyorlar. “Neden beni geri getirdin?” diyorlar. Şayet kelimeleri kifayet ederse yaşadıklarını diğer dünyalılara (!) anlatıyorlar. 1960 doğumlu Kanada’da Müslüman İngiliz bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen [A.H.]’nin tecrübesi en etkileyici örneklerden biri:

“..Uykuya dalmamın üzerinden ne kadar geçmişti bilmiyorum, aniden kendimi odanın köşesinde tavanda yerdeki beni izlerken buldum…

.Ben izleyiciydim, beni ihata eden şeylere ‘şahit’tim ama kendimi göremiyordum ama oradaki “bendim”, sadece “bir varlık” ve bu bir başkası ya da bu tecrübeyi aktaran kendi sesim değildi… Kısa bir süre içinde, ya da göründüğü kadarıyla aniden soft, güzel fısıldamalar oldu… Çaba sarf etmeden hemen anlayabildim ve bütün bu bilgi adeta bana boşaltılıyor gibiydi…

Onların güzel fısıltılarından sonra-“güzel” kelimesi onların seslerine karşılık gelmiyor- insanoğlunun hep bilmek istediği varlık sırlarının hepsi (bu varlıkların bir biçimi, şekli, imgesi yoktu sadece sesleri vardı) aniden eve döndüm – odanın diğer tarafında bedenimde ve yüzüstüydüm (sırt üstü uyumama rağmen) döndüm ve hayal meyal sersemlik içinde gözlerimi açıp kapadıktan sonra yine açtım. Tasavvurum ve zihnimde adeta çiğ taneleriyle örtülmüş örümcek ağları var gibiydi. Gülerek kendime şöyle dedim, “vay bütün sırları biliyorum.” “of” dedikten hemen sonra hepsi aklımdan uçtu… Hemen hüzünlü bir şekilde bütün bu sırların bana tekrar verilip verilemeyeceğini sordum… “Cevap şu kelimelerle geldi: “Biz şimdilik sana sırların sadece birini verebiliriz, kalanı ihtiyacın oldukça zaman içinde sana verilecek.” Sonra ben “bana şimdi yine söyleyebileceğiniz şey nedir?” dedim, cevaben ‘Tüm bunların hepsi Bir’ denildi.”

AH’nin yaşadıkları da bize gösteriyor ki ÖED’ler dinledikçe öte dünya inancını güçlendiren ve bu güçle hakikate yönlendiren bir delil gibi… Hakikatin özüne kısa bir temas niteliğinde olan bu deneyimler sahici olana gözlerimizi kırpmadan bakma cesareti veriyor gibi… Yaşadıktan sonraki hayatımızı yeniden şekillendirme gücü veren ikinci bir şans gibi…

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 1 Aralık 2021’de yayımlanmıştır.

Saliha Uysal
Saliha Uysal
Saliha Uysal – Akademisyen. İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Din Psikolojisi Ana Bilim Dalı’nda görev yapıyor. ‘Eşyanın Hakikati’ni arıyor. Ölüme Uyanmak ve Gelenekten Geleceğe İslâmî Psikoloji isimli iki kitabı bulunuyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Ölümün eşiğinden dönenler

Ölüm eşiği deneyimi nedir? Bu deneyimi yaşayanların ortak tecrübeleri ve hisleri neler? Ölüm eşiği deneyimi yaşayanlar hangi unsurlarla karşılaşıyor? Doktora çalışmasını ölüm eşiği deneyimleri üzerine yapan din psikolojisi uzmanı Saliha Uysal yazdı.

Ölüm inkârı gayr-i kabil bir hadise ve derin bir meseledir. Derin meselelerin idraki içinse ruhun bizzat orada olması gerekir. Ruh ise insanın hakikatine vâkıf olmak istediği, bu yüzden hakkında türlü sorular sorduğu ancak hakikatin eşiğine gelse de bir türlü özüne erişemediği bir fenomendir. İnsanın ruh ve ölüm hakkında ancak bir miskal[efn_note]Altın, gümüş, ilâç ve gül yağı gibi değerli şeylerin tartılmasında kullanılan bir ağırlık ölçüsü birimini ifade eder (bkz. Lisânü’l-ʿArab, “s̱ḳl” md.; Aryıca Cengiz Kallek, TDV İslâm Ansiklopedisi, “miskal” md., 2005, C 30, İstanbul, ss. 182-183).[/efn_note] ağırlığınca bilgi edinebilmesine imkân sağlayan, ürkütücü ama bir o kadar da cezbedici bir diğer husus ise bu kavramlardan uzak düşünülemeyecek ‘ölüm eşiği deneyimleri’dir.

Ruh, ruhun bedenle münasebeti, ölüm gibi konulara ilişkin sorular ve bu soruları aydınlatma çabasıyla sunulan anlatılar yüzyıllar öncesine dayanır. Tibetlilerin Ölüler Kitabı Bardo Thodol’den Antik Çağ’da ölüm eşiği deneyimleri üzerine yorumlarda bulunan Platon’un Er hikayesine dek ruhu başka bir aleme gidip dönenlerin hikâyeleriyle doludur literatür. Bu hikayeler Orta Çağ’da yaygınlık kazansa da Protestanlığın yayılması ile 19. yüzyıla kadar ivmesini kaybetmiş ama yine de ölülerin kendisine sırlar verdiğini iddia eden ve spiritüel uyanışlar yaşayan filozof Emanuel Swedenborg gibi ya da Amerikalı filozof Benjamin Franklin, Victoria döneminin en önemli şairlerinden Elizabeth Browning, modern dünyada büyük etki yaratan mucit Thomas Edison, Nobel ödüllü Amerikalı yazar Ernest Hemingway, İsviçreli psikiyatr Carl G. Jung, İngiliz yazar ve şair William Shakespeare, Fransız şair ve yazar Victor Hugo gibi birçok meşhur ismin -kendi deneyimlerine dayansın ya da dayanmasın- anlatılarıyla diri kalmayı başarmıştır.

Bir mistik deneyim olarak ölüm eşiği

Bir nevi mistik deneyim olarak da kabul edilen ölüm eşiği deneyimleri, insanın anlam arayışında ruha, ruhun bedenle olan rabıtasına, ölüm ve ahirete ilişkin merakın bir nebze de olsa giderilmesinde ciddi katkısı olan tecrübelerdir. Bu deneyimler kişinin öncesinde sahip olduğu inançlardan tutun da psikolojik durumunda, hayatı anlamlandırmasında, dine ve dindarlığa bakışında, ölüm algısında mühim değişikliklere sebep olacak kadar tesire sahiptir.

Batı dünyası ruhu uzaklaştıran bir bilim anlayışı taşımasının yanı sıra bu konuyla oldukça erken dönemlerde ilgilenmeye başlamıştır. Bu bağlamda da “ölüm eşiği deneyimi” (Near-death experience) tabirini ilk kez 1970’lerin başında ölüm eşiği deneyimi çalışmalarıyla tanınan psikiyatrist Raymond Moody’nin kullandığını görüyoruz. Son dönemde yaptığı çalışmalarla dikkat çeken İngiliz tıp profesörü Sam Parnia ise hastalarının ölüm çizgisinin ötesine geçmeleri sebebiyle “ölüm eşiği” (threshold of death) ifadesini çok daha doğru bulur.

Bizim de doktora çalışmamız sebebiyle ölümün eşiğine gelmiş 14 kişiyle yaptığımız mülakatlarda aktarılanlar, Joel Schumacher’in yönettiği 1990’da vizyona giren ve 2017’de yeni bir uyarlama ile vizyona giren hayatın ötesindeki yaşamı merak eden tıp talebelerininin öte tarafa yaptıkları kısa ziyaretleri konu edinen bir kült yapım olan Çizgi Ötesi (Flatliners) filminde olduğu gibi, bu kişilerin çizgi ötesinden bilgi kırıntıları taşıdığını gösteriyor. İşte bu da bizim bu fenomeni “ölüm eşiği deneyimi” olarak adlandırmamızın temel sebeplerinden birisidir.

Gerçek anlamda nefes kesen deneyimler

İsimlendirme tartışmalarını bir yana bırakıp gerçek anlamıyla ‘nefes kesen’ ve ilgi uyandıran tecrübelere geçelim. Çünkü hepimiz bu tecrübelere karşı merak doluyuz. Bu anlatılar çoğumuzun ihmal ettiği, görmezden geldiği ve hatta varlığını teyitten kaçındığı ‘öte âlem hakikati’nin kıyısına, ölümün eşiğine varanların tecrübeleridir. Öyle ki ruhunu enginlerde gezdiren ve yüce ruhların seslerini işittiklerini ileri sürenlerin sıra dışı deneyimleridir.

Peki, Ölüm Eşiği Deneyimi (ÖED) nedir? Hayatın bir anda ölüme, ölümün de hayata dönüşebildiğinin göstergesi kabul edilen ÖED’nin en genel geçer ve bütün unsurları içine alan tarifi şöyle yapılabilir: ÖED’ler doğum, trafik kazası, kalp krizi, çeşitli kazalar gibi bir çok sebeple klinik olarak ölü kabul edilen insanların ruhlarının fiziksel bedenlerinden ayrılması suretiyle farklı bir aleme, farklı bir boyuta geçtikleri; fiziksel bedenlerinin dışından bedenlerini ve bedenleri etrafında olan biteni izledikleri; bir süre sonra bedenlerine geri döndükleri -ki bu dönüşü elektrik süpürgesinin bir şeyi vakumlamasına benzetirler-; döndükten sonra beden dışındayken şahit olduklarını ayrıntılarıyla anlattıkları; tarif edilemez bir aşkla huzurla kuşatıldıkları; ışık, tünel, vefat eden yakınlar, kutsal varlıklar gibi unsurları algıladıkları deneyimlerdir.

Davetsiz derin olaylar

Doğrusunu söylemek gerekirse bu deneyimler bir nevi ‘davetsiz derin’ olaylardır. Farklı bir bilinç haliyle literatüre göre tıbben hayatın kaybedildiğinin kabul edildiği, yeni bir âleme geçilen, deyim yerindeyse ‘tek kişilik ruh serüvenleri’dir. Bu serüvenlerin yaşamayanlar tarafından kavranması da yaşayanların onları anlatabilmesi, yeryüzüne ait kelimelerle ifade edebilmesi kadar güçtür. Ancak hasret çeken ruhların bu şarkının ritmini işiteceği, öbür âlemden yayılan güzel kokuyu hissedebileceği kesindir.

ÖED’ler kavranması güç olmakla birlikte onları incelemek ve dinlemek en hakiki manasıyla bir ruh, bir psikoloji işidir. Psikolojiden söz edilince bu deneyimleri yaşayanların öncesindeki psikolojik halleri ile kişilik gibi konular geliyor akla. Oysa araştırmalara göre ÖED’lerin IQ seviyesi, dışa dönüklük ya da içe dönüklük, nevrotizm, psikotizm, kaygılı olma, histeri eğilimli olma[efn_note]Pim van Lommel, Consciousness Beyond Life: The Science of the Near-Death Experience, Harper Colliens e-book, s. 90, 237)[/efn_note] gibi durumlarla arasında bir ilişki bulunmuyor. Mani, şizofreni, bipolar bozukluk gibi nörolojik rahatsızlıklar ise ÖED’ye sebep olmaz. Aksine ölümün eşiğine gelindiğinde bu hastalıkların semptomlarında azalma[efn_note]Mehmet Emin Demirkol, Lut Tamam, “Ölüm İyiliği Fenomeni”, Çukurova Medical Journal, 41
(3), 2016, s. 561.[/efn_note] bile görülür. ÖED’lere ilişkin bilgi sahibi olmanın da deneyimi tetiklemediği, ÖED yaşayanların büyük bir kısmının deneyim öncesinde bu konuya ilişkin bir bilgiye sahip olmadığı görülür. Deneyim esnasında görülen dinî unsurlar ve motiflere rağmen dinî inanç ve benzeri şeylerle ÖED derinliği arasında da anlamlı bir korelasyon bulunmaz. Madde ya da ilaç kullanan kişiler üzerinde yapılan detaylı araştırmalar, bu maddelerin sebep olduğu deneyimlerle ÖED’ler arasında ciddi farklılıklar olduğunu gösterir. İnancı baz alarak ÖED’leri incelediğimizde ise bir agnostik ya da bir ateist ÖED yaşarken bir Hristiyan bir Yahudi ya da bir Müslüman da farklı unsurlarla ÖED yaşayabiliyor.

Beden dışı deneyim

Şimdi ÖED yaşayanların ne tür unsurlarla karşılaştıklarını inceleyelim. En temel unsur olarak bedenden ayrılma hissinin tecrübe edildiğini görüyoruz. Sözgelimi ÖED yaşayanlar, doktorun öldüklerini yakınlarına söylediğini, bedenlerinin dışından bilinçli bir halde izliyor, sağlık personelinin kıyafetlerinin detaylarına, kendi bedenlerine yapılan müdahalelerin tıbbî inceliklerine kadar olaylara hâkim oluyorlar.

Sonra kendilerini ya bir boşlukta ya tavandan başka bir âleme süzülürken buluyorlar. Boşluk diye nitelendirilen alan kişinin kendisini muhasebe ettiği, geride bıraktığı yeryüzü tecrübesinin üzerinde tefekkür edip nereye gitmek istediğini sorguladığı bir alandır. Tıpkı âraf gibi.

Kimileri burada Cennet’ten sızan ışığı yahut bir tür Aşk’ı gördüklerini ileri sürüyor; kimileri ise kaçılmak istenen korkunç bir yapıyı tasvir ediyor. Cennetvari ve Cehennemvari unsurlardan bahsediyorlar yani. Burada başka bir merci tarafından yargılanmaktan ziyade öz muhasebe söz konusu. Sonrasında kendini bir yargıç önünde bulanlar dahi var. Ama önce bedenden ayrılan ruh bir tünelden geçiyor. Kimi zaman da bir nehir ya da bir kapı olarak ortaya çıkıyor bu geçiş. Böylece kişi noksansız, derin, aşk dolu, makul, ıstırapsız bir hayatın kapısından içeri giriyor.

Ucunda parlak ışığın görüldüğü derin bir vadi gibi görünüyor kimisine de. Sonra bedenden ayrılan ruh parlak bir ışıkla karşılaşıyor. Bir tür kaynakla, karanlığı nihayete erdiren şafakla… Onlara göre bu öz’lerin bulunduğu âlemle kurulan bir temas. Müslümanlar tarafından Müteâl olarak nitelendirilen bu ışık varlığın, Hristiyanlar tarafından İsa (as), Yahudilerce melek olduğu söyleniyor; bir dine müntesip olmayanlar tarafından ise tarafsız kültürel ve dinsel motiflerle ifade ediliyor.

Refakatçiler

Çoğunlukla kişiyi uzun süre önce vefat etmiş bir akrabası, bir aile büyüğü ya da bir başka ‘Kutsal Varlık’ karşılıyor. Bir nevi teşrifatçı ya da refakatçi yani…

Meleklerle konuştuğunu iddia edenler bile var. Oraya dek ulaşmış kişi karşılaştığı sevgi ve refakatçi/ler ile korkularından emin oluyor.

Kimilerine “henüz vakit dolmadı haydi dön” deniliyor. Kimileri dönmeden önce biraz daha uzağa gidebiliyor. Bu esnada tarif etmesi güç bir mutluluk yaşıyor. Neşe ve öfori içinde dolaşıyor o âlemi, ebedî bir huzur hissediyor. Sanki coşkulu bir vecd hali tecrübe ediyor. Semânın katlarında süzülüyor, aşağılarda hastane odasında vuku bulan o ıstırap dolu müdahaleler yükseklerde bir şölene dönüşüyor.

ÖED yaşayanlar sadece gözleriyle değil, kulaklarıyla da bu mutluluğu tecrübe ediyor. Farklı bir işitsel algıya sahipler: Fizik bedenleri üzerindeki müdahaleleri duyarken yeni âlemlerindeki fizik ötesi sesleri, fısıltıları ya da konuşmaları da işitiyorlar. Bu sesler olağanın ötesinde bir şeylerin bilgisini sağlıyor. En çekici gelen kısımlardan biri de zaten noetic quality olarak tanımlanan yüce bilgilerin ‘ruh’a zerk edilmesi aşaması. Din psikolojisinin babası sayılan ve Psikolojinin İlkeleri adlı eseriyle psikoloji dünyasında büyük ses getirmiş olan William James ‘zekâ tarafından keşfedilmemiş hakikatin derinliklerine dair iç görü halleri’ diyor buna. Bir tür aydınlanma yani…

Film şeridi

Bu deneyimi yaşayanın hayatı bir film şeridi gibi geçiyor gözlerinin önünden. Rengârenk, üç boyutlu panoramik bir tarama adeta bu. Bu arada zaman, gerçek zaman duygusundan uzak, sıkıştırılmış bir zaman algısı. Bambaşka bir boyutta bambaşka bir mutluluk içindeki bu kişiler geri dönüş safhasından çoğu kez memnun kalmıyorlar. Çünkü dönmeyi değil kalmayı arzuluyorlar. Bilhassa ‘Işıktan Varlık’la görüşmüş ya da O’nun huzurunda zaman geçirmiş olanlar dönmeyi kesinlikle istemiyorlar. Geri dönüş olayı insanı bu dünyaya bağlayan pamuk ipliğinin ya da -anlatıldığına ve literatüre göre- ruh ile beden arasındaki gri dumanımsı o gümüşî bağın henüz kopmadığının en büyük göstergesi.

Resüsitasyon sürecinden geçen kimi hastalar kendilerine geldikten sonra onları geri döndüren doktorlardan hesap soruyorlar. “Neden beni geri getirdin?” diyorlar. Şayet kelimeleri kifayet ederse yaşadıklarını diğer dünyalılara (!) anlatıyorlar. 1960 doğumlu Kanada’da Müslüman İngiliz bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen [A.H.]’nin tecrübesi en etkileyici örneklerden biri:

“..Uykuya dalmamın üzerinden ne kadar geçmişti bilmiyorum, aniden kendimi odanın köşesinde tavanda yerdeki beni izlerken buldum…

.Ben izleyiciydim, beni ihata eden şeylere ‘şahit’tim ama kendimi göremiyordum ama oradaki “bendim”, sadece “bir varlık” ve bu bir başkası ya da bu tecrübeyi aktaran kendi sesim değildi… Kısa bir süre içinde, ya da göründüğü kadarıyla aniden soft, güzel fısıldamalar oldu… Çaba sarf etmeden hemen anlayabildim ve bütün bu bilgi adeta bana boşaltılıyor gibiydi…

Onların güzel fısıltılarından sonra-“güzel” kelimesi onların seslerine karşılık gelmiyor- insanoğlunun hep bilmek istediği varlık sırlarının hepsi (bu varlıkların bir biçimi, şekli, imgesi yoktu sadece sesleri vardı) aniden eve döndüm – odanın diğer tarafında bedenimde ve yüzüstüydüm (sırt üstü uyumama rağmen) döndüm ve hayal meyal sersemlik içinde gözlerimi açıp kapadıktan sonra yine açtım. Tasavvurum ve zihnimde adeta çiğ taneleriyle örtülmüş örümcek ağları var gibiydi. Gülerek kendime şöyle dedim, “vay bütün sırları biliyorum.” “of” dedikten hemen sonra hepsi aklımdan uçtu… Hemen hüzünlü bir şekilde bütün bu sırların bana tekrar verilip verilemeyeceğini sordum… “Cevap şu kelimelerle geldi: “Biz şimdilik sana sırların sadece birini verebiliriz, kalanı ihtiyacın oldukça zaman içinde sana verilecek.” Sonra ben “bana şimdi yine söyleyebileceğiniz şey nedir?” dedim, cevaben ‘Tüm bunların hepsi Bir’ denildi.”

AH’nin yaşadıkları da bize gösteriyor ki ÖED’ler dinledikçe öte dünya inancını güçlendiren ve bu güçle hakikate yönlendiren bir delil gibi… Hakikatin özüne kısa bir temas niteliğinde olan bu deneyimler sahici olana gözlerimizi kırpmadan bakma cesareti veriyor gibi… Yaşadıktan sonraki hayatımızı yeniden şekillendirme gücü veren ikinci bir şans gibi…

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 1 Aralık 2021’de yayımlanmıştır.

Saliha Uysal
Saliha Uysal
Saliha Uysal – Akademisyen. İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Din Psikolojisi Ana Bilim Dalı’nda görev yapıyor. ‘Eşyanın Hakikati’ni arıyor. Ölüme Uyanmak ve Gelenekten Geleceğe İslâmî Psikoloji isimli iki kitabı bulunuyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x