Sosyal medya platformları kan kaybediyor. Facebook düşüşte, Twitter ise kaos içinde. Mark Zuckerberg’in imparatorluğu yüz milyarlarca dolar değer kaybetti ve 11 bin kişi işten çıkarıldı; reklam gelirleri tehlike altında ve metaverse hayalleri suya düştü. Elon Musk’ın Twitter’ı ele geçirmesi, reklamverenlerin yatırımlarını geri çekmesine ve Twitter’ı sürekli kullanan üyelerin uzak durmasına (ya da en azından bunu yapmakla ilgili çok fazla tweet atmasına) neden oldu. Sosyal medya devleri bir sarsıntı yaşıyor. Bu da sosyal medya çağının sonu mu geldi sorusunu düşündürüyor.
Washington Üniversitesi’nde medya ve film çalışmaları programının direktörü, yazar ve ödüllü bir oyun tasarımcısı olan Ian Bogost, The Atlantic web sitesi için kaleme aldığı yazısında, hayatımızın çok büyük bir parçasını oluşturan sosyal medya platformlarının ve bunların öncülü olan sosyal ağların geçmişinden, sosyal medyanın sosyal hayatımızda edindiği konumdan, verdiği zararlardan ve olası düşüşünden bahsediyor.
Bu çok kapsamlı yazının öne çıkan bazı bölümlerini paylaşıyoruz:
“Sosyal medya hiçbir zaman çalışmanın, oyun oynamanın ve sosyalleşmenin doğal bir yolu olmadı, ancak ikinci bir doğa haline geldi. Bu durum, o anda fark edilmesi oldukça zor, ince ve garip bir şekilde ortaya çıktı.
Bu değişim 20 yıl kadar önce, ağa bağlı bilgisayarların insanların ilişki kurmak ve yönetmek için kullanmaya başlayacakları kadar yaygınlaşmasıyla başladı.
Sosyal medya, yüzyılın sonlarına doğru yavaş yavaş ve tantanasız bir şekilde sosyal ağların yerini aldı. Değişim neredeyse gözle görülemez bir şekilde meydana geldi, ancak bunun muazzam sonuçları oldu.
Sosyal platformlar kişiler arasındaki mevcut bağlantıların mütevazi bir şekilde kullanılmasını kolaylaştırmak yerine çoğunlukla çevrimdışı yaşam için (örneğin bir doğum günü partisi düzenlemek için) söz konusu bağlantıları potansiyel bir yayın kanalına dönüştürdü. Bir anda milyarlarca insan kendini ünlü, bilgi sahibi ve trend belirleyici insanlar olarak görmeye başladı.
Herkesin herkese her şeyi istedikleri zaman söyleyebildiği ve bu insanların böyle bir imkânı hak ettiklerini düşünmeye başladıkları, hatta bunu engellemenin sansür ya da baskıcılık anlamına geldiği küresel bir yayın ağı, en başından beri korkunç bir fikir. Bu, sosyal medya kavramı ile tamamen iç içe olan korkunç bir fikir: yalnızca sonsuz bir içerik akışı sağlamak için kurulan ve kullanılan sistemler.
Ancak şimdi, belki bu da sona erebilir. Facebook ve Twitter’ın (ve diğer sosyal medya platformlarının) olası çöküşü, benzer başka bir platforma geçmekten ziyade daha önce hayal edilmemiş bir şekilde söz konusu platformların yıkımını kucaklamak için bir fırsattır.
Sosyal ağların kısa tarihi
Uzun zaman önce, dünyada birçok sosyal ağ bulunuyordu. Adını psikolojik bir deneye dayanan ve Pulitzer ödülüne aday gösterilen bir tiyatro eserinden alan Six Degrees, 1997 yılında ortaya çıktı. Bu platform 2000 yılında dot-com balonunun patlamasından kısa bir süre sonra kapandı, dünya henüz buna hazır değildi. Six Degrees’in küllerinden 2002 yılında Friendster doğdu, onu ertesi yıl MySpace ve LinkedIn, 2004 yılında da Hi5 ve ilk başta belirli kolej ve üniversitelerdeki öğrenciler için geliştirilen Facebook izledi. 2004 yılı aynı zamanda Google tarafından geliştirilen ve işletilen Orkut’un gelişine tanık oldu. Bebo 2005 yılında piyasaya sürüldü; zaman içinde hem AOL hem de Amazon ona sahip olacaktı. Google Buzz ve Google+ ortaya çıktı ve sonra kayboldu. Bunlardan bazılarını muhtemelen hiç duymadınız, ancak Facebook her yere hâkim olmadan önce, bu platformların çoğu son derece popülerdi.
İçerik paylaşım siteleri aynı zamanda fiili sosyal ağlar olarak da işlev gördü ve insanların tüm dünyada paylaşılan içeriklerin yanı sıra çoğunlukla tanıdıkları ya da bildikleri kişiler tarafından paylaşılan içerikleri görmelerine olanak sağladı. Fotoğraf paylaşım sitesi Flickr bunlardan biriydi; bir zamanlar video için Flickr olarak görülen YouTube ise bir diğeriydi.
Bloglar (ve Tumblr gibi blog benzeri platformlar), çok az kişi tarafından görülen ve daha az kişi tarafından ilgilenilen “düşünceleri” barındırarak onlarla yarıştı.
Günümüzde insanlar tüm bu platformlardan “sosyal medya” olarak bahsediyor; bu isim o kadar yaygın hale geldi ki artık bir anlam ifade etmiyor. Ancak yirmi yıl önce böyle bir terim yoktu. Bu sitelerin birçoğu kendilerini web sitelerinde ve ardından mobil uygulamalarda kullanımı kolay, yaygın bir biçimde benimsenen araçlar sunan “kullanıcı tarafından oluşturulan içerikler” alanında meydana gelen “web 2.0” devriminin bir parçası olarak görüyordu. Yıllar içinde bu platformlar sosyal ağlar veya sosyal ağ hizmetleri olarak tanımlanmaya başlandı.
Asıl isminden de anlaşılacağı üzere, sosyal ağlar insanlar arasında bağlantı kurmak içindi, içerik yayınlamak için değil. Güvendiğiniz kişilerden oluşan kişisel ağınızı (ya da sosyologların deyimiyle “güçlü bağlarınızı”) başkalarının bu tür ağlarına (“zayıf bağlar” yoluyla) bağlayarak, güvendiğiniz kişilerden oluşan daha geniş bir ağ ortaya çıkarabiliyordunuz.
LinkedIn, bağlantılarınızın bağlantıları vasıtasıyla iş aramayı ve iş ağı kurmayı mümkün kılmayı vaat etti. Friendster aynı şeyi kişisel ilişkiler, Facebook ise üniversite arkadaşları için yaptı. Sosyal ağların temelinde ağ kurmak, çoğunlukla tanıdığınız insanlarla ilişkiler kurmak veya bu ilişkileri derinleştirmek yatıyordu. İlişkilerin nasıl ve neden derinleştirileceğine karar vermek büyük ölçüde kullanıcılara bırakılmıştı.
Sosyal ağlar nasıl sosyal medyaya dönüştü?
Bu durum, sosyal ağların sosyal medyaya dönüştüğü 2009 yılında, akıllı telefonların piyasaya sürülmesi ve Instagram’ın lansmanı ile değişti.
Sosyal medya, tanıdıklarımız ile bağlantı kurmak, genellikle görmezden geldiğimiz kişi ve kuruluşlar ile zayıf bağlar kurmak yerine, insanların yakın çevrelerinin çok ötesine, mümkün olduğunca geniş bir kitleye içerik yayınlayabilecekleri platformlar sundu.
Sosyal medya sizi, beni ve herkesi birer yayıncıya dönüştürdü. Bunun sonuçları hem felaket niteliğinde, hem memnun edici hem de büyük ölçüde kârlı oldu. Bu berbat bir karışım.
Sosyal ağ ve sosyal medya terimleri artık birbirlerinin yerine kullanılıyor, ancak aynı şey değiller. Sosyal ağlar atıl, aktif olmayan sistemlerdir; bağlantıların bulunduğu bir rehber, satış hedeflerinin bulunduğu bir hedef, muhtemel ruh eşleri için bir yıllıktır. Ancak sosyal medya aktif, hatta hiperaktiftir, gerçekten ihtiyaç duyulana kadar bu ağları rahat bırakmak yerine sürekli yeni içerikler yayar.
Sosyal medyanın toksik ortamı, bu yeniliğin ilk ortaya çıktığı zamanlarda ne kadar harika göründüğünü unutmayı kolaylaştırıyor. 2004’ten 2009 yılına kadar olan dönemde Facebook’a girdiğinizde tanıdığınız herkes, izini kaybettiğiniz kişiler de dahil olmak üzere, bağlantı kurmaya hazır bekliyordu. Gördüğüm paylaşımlar ve fotoğraflar arkadaşlarımın hayatlarındaki değişimlerini yansıtıyordu, akli dengesi yerinde olmayan arkadaşlarının onlarla paylaştığı komplo teorilerini değil. LinkedIn aynı şeyi iş bağlantıları için sağladı ve referans almayı, ticari anlaşmalar yapmayı ve iş bulmayı daha önce olduğundan çok daha kolay hale getirdi.
İlk gerçek sosyal medya sitesi Twitter
2006 yılında faaliyete geçen Twitter, o zamanlar kimse böyle adlandırmasa da muhtemelen ilk gerçek sosyal medya sitesiydi. Site, insanlar arasında bağlantı kurmaya odaklanmak yerine, dünya için herkesin birbiriyle konuştuğu devasa bir sohbet odasına dönüştü. Belki de gazetecilerin buraya akın etmesinin nedenlerinden biri de buydu.
Elbette, bir blog teknik olarak web tarayıcısı olan herkes tarafından okunabilirdi, ancak pratikte bu okuyucu kitlesini bulmak zordu. Bu nedenle bloglar ilk başlarda blogroll ve linkback gibi mekanizmalar aracılığıyla sosyal ağlar olarak faaliyet gösterdi.
Ancak Twitter’da herhangi birinin paylaştığı herhangi bir şey anında başka biri tarafından görülebiliyordu. Dahası, bloglardaki gönderilerin ya da Flickr’daki resimlerin veya YouTube’daki videoların aksine, tweetler kısaydı ve çok fazla çaba gerektirmiyordu, bu da bir hafta, hatta bir gün içinde çok sayıda tweet atılmasını kolaylaştırıyordu.
Tüm bu etkenlerin bir sonucu olarak Elon Musk’ın deyimiyle küresel bir “şehir meydanı” kavramı ortaya çıkıyor. Twitter üzerinden Tōhoku’da meydana gelen bir tsunami hakkında anında bilgi edinebiliyorsunuz. Gazetecilerin Twitter’a bu kadar bağımlı hale gelmesinin nedeni de bu: Twitter sonu olmayan bir kaynak, olay ve tepki akışı; bir haber otomatı ve medyanın trend öncüleri için trendleri belirleyebilecekleri bir araç.
Instagram: Sosyal ağ ve sosyal medya çağı arasındaki köprü
Lansmanı 2010 yılında yapılan Instagram, sosyal ağ çağı ile sosyal medya çağı arasındaki köprü vazifesini görmüş olabilir.
Instagram, birincil faaliyet alanı olarak içerikleri yaymak amacıyla bir mekanizma olarak kullanıcılar arasındaki bağlantıları kullanıyordu. Ancak çok geçmeden, tüm sosyal ağlar her şeyden önce sosyal medya platformları haline geldi. Facebook, gruplar, içerik sayfaları ve Haber Akışı gibi özellikleri kullanıma sunarak kullanıcıları hayatlarında olup bitenleri arkadaşları ile paylaşmak yerine platformdaki etkileşimi artırmak için başkaları tarafından yayınlanan içerikleri paylaşmaya teşvik etmeye başladı. LinkedIn de platform genelinde içeriklerin yayılması için bir program başlattı. Zaten esasen bir içerik yayınlama platformu olan Twitter, “retweet” özelliğini ekleyerek söz konusu içeriklerin kullanıcılar arasında viral olarak yayılmasını çok daha kolay hale getirdi.
Aralarında Twitter’dan çok daha popüler olan Reddit, Snapchat ve WhatsApp’ın da bulunduğu diğer platformlar da bu şekilde ortaya çıktı ya da gelişti. Bir zamanlar olası temaslar için bir yol olan sosyal ağlar, sonu bitmek bilmez bir içerik seli haline geldi.
Son dönemde bu platformların sosyal ağ yönü arka plana itildi. Bu uygulamaları kayıtlı kişiler listenize bağlayabilmenize ve belirli kullanıcıları takip edebilmenize rağmen, TikTok’ta, algoritma aracılığıyla karşınıza çıkan sürekli bir video içeriği akışına takılıp kalma olasılığınız daha yüksek.
Bu platformların bazı özelliklerini kullanmak için yine de diğer kullanıcılarla bağlantı kurmanız gerekiyor. Ancak esas amaç olan bağlantı kurmak geri plana itildi. Meydana gelen değişimi şu şekilde düşünebilirsiniz: Sosyal ağlar çağında, kişiler arasındaki bağlantılar çok önemliydi ve hem içerik üretimini hem de tüketimini yönlendiriyordu. Ancak sosyal medya çağı, içeriğin akışına izin verecek kadar ince, mümkün olan en zayıf bağlantıları arıyor.
Fırsat mı, felaket mi?
Sosyal ağların sosyal medyaya evrilmesi hem fırsat hem de felaket getirdi.
Facebook ve diğer sosyal medya platformları, ilgi odaklı içerik ekonomisinin yarattığı etkileşim ve buna bağlı veri odaklı reklamlardan elde edilen kârda büyük bir artış yaşadı.
Aynı olgu, bireysel sosyal medya kullanıcılarının, paylaşımları gerçek ya da sanal kitlelere ulaştığından reklamlar veya ürün sponsorlukları için değerli hale geldiği bir influencer ekonomisi de yarattı. Sıradan insanlar artık internette “içerik yaratarak” biraz para kazanabilir, hatta kazançlı bir şekilde yaşamlarını sürdürebilirdi. Sosyal medya platformları kullanıcılarına bu vaadi sattı ve bunu kolaylaştırmak için resmî programlar ve mekanizmalar oluşturdu. Bu sayede, influencer olmak, özellikle Instagram’da ünlü olmak normal yollar ile ünlü olmaktan ya da işe girmekten daha ulaşılabilir göründüğünden gençler için arzu edilen bir rol haline geldi.
Bunu takip eden felaketin pek çok yönü bulunuyordu. Birincisi, sosyal medya kullanıcıları, paylaşılan içerikler ne kadar duygu yüklü olursa, kullanıcılar arasında o kadar fazla yayıldığını keşfetti. Kutuplaştırıcı, saldırgan ve hatta yalan haber içeren içerikler çok hızlı yayıldı. Sosyal medya platformları bunun farkına vardığında ve kullanıcılar ayaklandığında bu geri besleme döngülerine son vermek için iş işten geçmişti.
Saplantılar alevleri körükledi. Saplantılar, bilgisayar destekli sosyal ağların her zaman rahatsız edici bir parçası oldu; bu ilk günahtı. Arkadaşlarınızı veya iş bağlantılarınızı gelecekte kullanmak üzere çevrimiçi profilinizde bir kalemde toplamak, sosyal ilişkileri anlamanın hiçbir zaman sağlıklı bir yolu değildi. Günümüzde Instagram takipçilerinin peşinden koşmak ne kadar yaygınsa, 2003 yılında da LinkedIn’da 500’den fazla bağlantıya sahip olmayı saplantı haline getirmek de o kadar yaygındı.
Kullanıcıların artan beklentileri
Ancak sosyal ağlar sosyal medyaya dönüştüğünde, kullanıcıların beklentileri de arttı. Risk sermayedarlarının beklentileri ve ardından Wall Street’in talepleri doğrultusunda Google, Facebook ve diğerleri gibi teknoloji şirketleri devasa ölçekteki kullanıcı sayılarına bağımlı hale geldi. Çok sayıda insana kolayca ve ucuza ulaşmak ve bunun faydalarından yararlanmak herkes için cazip hale geldi: Twitter’da itibar elde eden bir gazeteci; Instagram’da sponsor arayan 20’li yaşlarında biri; YouTube’da davalarını güden bir muhalif; Facebook’ta isyan tohumları eken bir isyancı; LinkedIn’de tavsiye pazarlayan kendini bilmez bir guru. Sosyal medya, herkesin düşük maliyet ve yüksek kazançla büyük bir kitleye ulaşma potansiyeline sahip olduğunu gösterdi ve bu potansiyel, birçok insana böyle bir kitleyi hak ettikleri izlenimini verdi.
Sosyal medyada herkes, erişebildiği herkesin kendisine bir izleyici kitlesi borçlu olduğuna inanıyor. Kişiler arasındaki bağlantılar ağı herhangi bir nedenle veya nedensiz olarak etkinleştirildiğinde, her bir bağlantı üzerinde durulmaya değer görünüyor.
Bu korkunç bir fikir. İnsanlar birbirleriyle bu kadar çok konuşmamalı. İnsanların söyleyecek bu kadar çok şeyleri olmamalı, söyleyecekleri şeyler için bu kadar geniş bir dinleyici kitlesine ulaşma beklentisine sahip olmamalılar, her düşünce ya da fikir için yorum yapma ya da cevap verme hakkını kendilerinde görmemeliler.
Satın aldığınız her ürünü incelemenizin istenmesinden her tweet’in ya da Instagram görselinin beğeni, yorum ya da takip gerektirdiğine inanmaya kadar, sosyal medya insan sosyalliğinin akıl dışı, sosyopatik bir yorumunu üretti. Bu durum, söz konusu modelin sosyopatlığın bir tasarım felsefesi olduğu Facebook gibi büyük teknoloji şirketleri tarafından şekillendirildiği düşünüldüğünde sanırım hiç de şaşırtıcı değil.
Twitter, gelirleri düştüğü için ya da Musk’ın anlaşmasının getirdiği devasa borç onu ezdiği için iflas ederse, bu durum sosyal medyanın daha genel bir kapsamda çöküşünü hızlandırabilir. Bu aynı zamanda habere ulaşmak, topluluğun bir parçası olmak, sohbet etmek ya da yalnızca saplantılarından dolayı bu platformlara bel bağlayan kişiler için de trajik olacaktır.
İşte bu anın ikiyüzlülüğü de böyle bir şey. Beğeni ve paylaşım furyası bizi çok iyi hissettirdi çünkü sıfır yorum çağı çok yalnız hissettiriyordu ve insanlara erişimin bu şekilde artması alternatifleri uzun zaman önce ortadan kaldırdı.
Sosyal medyadan vazgeçilebilir mi?
Değişim mümkün olsa bile bunu gerçekleştirmek zor olacaktır, çünkü hayatlarımızı sosyal medyanın zevk ve eziyetlerine göre adapte etmiş durumdayız. Görünüşe göre sosyal medyadan vazgeçmek, Amerikalıların 20. yüzyılda yaptığı gibi toplu halde sigarayı bırakmak kadar zor. Bu alışkanlığı bırakmak onlarca yıl süren düzenleyici müdahaleler, halkla ilişkiler kampanyaları, sosyal ayıplamalar ve estetik değişimler gerektirdi. Bu süreç şimdi sosyal medya için de ciddi bir şekilde başlamalıdır.
Yine de sosyal medyayı yakıp kül edecek ateşten bir şeyler kurtulabilir: sosyal ağlar ve platformların göz ardı edilmiş, erimiş çekirdeği. Sosyal platformlar, en azından bilgisayarları ara sıra, makul nedenlerle ve ölçülü bir şekilde başka insanlar ile bağlanmak amacıyla kullanmak için asla berbat bir fikir değildi. Sorun, bunu bir yaşam tarzı, bir amaç, bir saplantı olarak sürekli yapmaktan kaynaklanıyordu. Sosyal medyanın bize sundukları gerçek olamayacak kadar iyiydi, ancak bu pazarlığın Faustvari doğasını anlamamız yirmi yılımızı aldı. Bir gün, eninde sonunda belki de sosyal medyanın ağı çözülecek. Ancak bunun gerçekleşmesi uzun sürecek ve zor olacak.”
Bu yazı ilk kez 15 Kasım 2022’de yayımlanmıştır.