Almanya’nın düzensiz göçle mücadele planı ne?

Almanya 2015’ten bu yana ne kadar sığınmacı kabul etti? Bu politika Almanya’yı nasıl etkiledi? Siyasi ve ekonomik etkisi ne oldu? Almanya toplumu bu konuda ne düşünüyor? Yeni plan neleri içeriyor? Neler eleştiriliyor? Doç. Dr. Alper Yılmaz yazdı.

2015’ten bu yana 2.5 milyon kadar sığınmacıyı kabul eden Almanya’da nihayet düzensiz göçle mücadele planı yürürlüğe konuluyor. Peki neden böyle bir yasaya ihtiyaç duyuldu? Bunun Türkiye ile ilgisi ne?

Aslında bu soruların cevaplarını anlamak için biraz eskiye, Arap Baharı sonrası döneme gitmeliyiz. Avrupa’daki birçok ülkenin 2015 yılından itibaren sınır kontrollerini sıkılaştırdığı bir dönemde, dönemin Şansölyesi Angela Merkel ülkesinin sınırlarını 800 bin Suriyeliye açmış ve Açık Kapı Politikası izlemişti; o süreçte göç baskısı altındaki İtalya ve Yunanistan gibi sınır ülkeleriyle dayanışma içinde olduğunu göstermek ve onların yüklerini hafifletmek adına da Dublin Sözleşmesi’nin “mültecilerin giriş yaptıkları ilk ülkede iltica başvurusunda bulunma zorunluluğu kuralını” fiilen askıya almıştı.

Bu karar doğrultusunda sığınmacıların ilk ayak bastıkları AB ülkelerinde kalmaları zorunluluğunu ortadan kaldıran Merkel’in kendi imkanlarıyla Almanya’ya gelmeyi başarabilen sığınmacıları kabul edeceğini beyan etmesi, sığınmacıları cesaretlendirdi ve Almanya’yı Avrupa bazında en fazla mülteci ağırlayan ülkelerden biri konumuna getirdi.

2015’ten 2023’e Almanya’nın göç karnesi

Bu politika çerçevesinde Almanya 2015-2016 yılları arasında 1,2 milyondan fazla sığınmacıyı kabul etti. Alman eyaletleri de 2016’da mülteciler için 20 milyar avrodan fazla harcadı. Bavyera, Hessen ve Berlin eyaletleri için kaydedilen istatistikler, barınma ve sığınmacıları entegre etme maliyetlerinin resmî tahminlerin çok ötesine geçtiğini gösterdi. Kaydedilen eyaletler, 2015 yılında mülteci krizinin başlamasından bu yana 2.5 milyondan fazla kişinin göç ettiği Almanya’nın toplamında yaşayan sığınmacıların yaklaşık üçte birine ev sahipliği yaptı.

Sosyal Demokrat Parti (SPD) lideri Olaf Scholz’un başbakanlığına tekabül eden 2022 yılı ise, 1990’dan bu yana Almanya’ya en fazla göçün gerçekleştiği yıl olarak belirlendi.

Eyaletlerin içişleri bakanlıklarından elde edilen verilere göre, Rusya-Ukrayna Savaşı’nın etkisiyle başta Ukraynalı sığınmacılar olmak üzere yalnızca 2022 yılının başından Kasım ayına kadar Almanya’da bulunan net göçmen sayısı 1,4 milyonu buldu. Bu rakam iki Almanya’nın birleştiği 1990 yılından itibaren bir yıl içinde görülen en yüksek göç dalgası olarak kayıtlara geçti.

Federal Göç ve Mülteciler Dairesi’nin (BAMF) paylaştığı son bilgilere göre, 2023 Ocak ayından bu yana yapılan sığınma başvurularının sayısı 267 bin 384’e ulaştı. BAMF’ın verilerine göre bu yıl en çok sığınma başvurusunda bulunanlar 83 bin başvuruyla Suriyeliler oldu.1 2023’ün ilk yarısında Suriyelilerin AB’ye yaptığı sığınma başvurularının yüzde 60’ından fazlası Almanya için yapıldı. Öte yandan Almanya, Rusya’nın kendi topraklarındaki savaşının başlamasından bu yana bir milyondan fazla Ukraynalıyı da kabul etti.

Sığınmacı sayısındaki artış Almanya’yı nasıl etkiledi?

Son dönemde sığınmacı sayısındaki bu artış birçok Alman bölgesini ve belediyesini uçurumun eşiğine getirdi. Yerel yetkililer, bu yıl şu ana kadar ülkeye gelen 250 binden fazla sığınmacıyla ilgilenecek ne konutları ne sağlık imkanları ne de personellerinin olduğunu vurguluyorlar. Eyaletlerin başbakanları mülteci yükünün hafifletilmesi için öncelikli olarak mali yardımın arttırılmasını istiyor ve hükümetin öngördüğü 1 milyar 250 milyon avronun yetersiz olduğunu belirtiyorlar.

Bunun dışında artan göç hareketleri ile birlikte aşırı sağın siyasal arenada güç kazanması, mülteci meselesini siyasi bir malzeme haline getirdi. Merkel hükümeti eleştirildi, hatta iktidarda bulunan diğer yönetici elitler bile Merkel’in ılımlı göç politikalarını topa tutarak Almanya’nın mülteci eşiğini çoktan aştığını vurguladı. Bilhassa Merkel’in göç konusundaki bu açık kapı politikalarına tepki gösteren aşırı milliyetçi parti konumundaki Almanya için Alternatif Partisi (AfD), seçim kampanyalarında genellikle göçmen karşıtlığının yanı sıra, yabancı ve İslam düşmanlığı vurguları yaparak, bir başka tabirle “göçmen kartını” etkili bir biçimde kullanarak toplumdaki milliyetçilik duygularını tetikledi.

Merkez partiler tarafından aşırı sağcı ve sağ-popülist bir parti olarak tanımlanan AfD’nin politikalarında kullanmış olduğu anti-göçmen retoriği bağlamında, Almanya’nın yalnızca eğitimli ve entegrasyon isteği olan mültecilere gereksinim duyduğu, ülkeye büyük kalabalıklar halinde gelen insanların gelişlerinin acil şekilde durdurulması gerektiği gibi vurgulara yer verildi.

Şu an baktığımızda AfD’nin oy oranları yüzde 22’lere kadar ulaştı ve CDU’dan sonra ikinci parti konumunda görünüyor. Dolayısıyla AfD’nin oy oranlarını artırarak iktidar yarışında önemli bir pozisyona gelmesi, bir de buna ek olarak son eyalet seçimlerinde Scholz ve koalisyon ortaklarının ciddi oy kaybı yaşaması, hükümet üzerinde baskıyı daha da artırdı ve Scholz’u harekete geçirdi.

Alman kamuoyu da son zamanlarda göçmenler konusunda giderek tedirgin olmaya başladı. Bazı önde gelen firmaların yapmış oldukları anketlere göre nüfusun yüzde 70’inden fazlası hükümetin göçle ilgili tutumundan duyduğu kaygıyı dile getiriyor. Bu endişe, aşırı sağ AFD’ye rekor düzeyde destek sağlanacağı ihtimalini de beraberinde getirdi ve artık bu yasa Almanya Hükümeti için kaçınılmaz bir hale geldi.

Yeni plan neler getiriyor?

Başbakan Olaf Scholz Kasım ayında 16 eyalet başbakanı ile Berlin’deki Başbakanlık binasında bir araya gelerek göç ve iltica politikalarını görüştü. Taraflar, 17 saat süren ve çetin pazarlıklara sahne olduğu belirtilen müzakereler sonunda uzlaştılar.

10 maddelik yol haritasının, hararetli tartışmalara yol açan bölümünü, “Avrupa dış sınırlarının korunması ve adil paylaşım” başlıklı ilk maddesi oluşturuyor. Bu maddede Hükümet, bundan sonra iltica başvurularının AB dışında üçüncü ülkelerde ya da transit ülkelerde yapılıp yapılamayacağına dair gerekli incelemeyi yapma vaadinde bulunuyor.

Yani bazı eyaletler, göçmenlerin Almanya’da değil AB dışındaki üçüncü ülkelerde ya da transit ülkelerde oluşturulacak ve Alman yetkililerin görev alacağı merkezlerde iltica başvurularını yapmalarını, sadece Alman Devletinin kriterlerine göre kabul edilenlerin ülkeye getirilmesini öneriyor. Dolayısıyla sığınmacıların Almanya’ya adım atmadan önce bir başka ülkede bekletilmesi, iltica süreçlerinin incelenmesi, reddedilenlerin geri gönderilmesi, kabul edilenlerin ise Almanya’ya alınması söz konusu. Bir nevi hedef ülkenin sığınmacıların başvuru süreçleri ile ilgili alması gereken sorumluluklar 3. ülkelere yükleniyor. Aslında bunun psikolojik boyutu var. Bir ülkeye sığınmacı alıyorsanız küresel kamuoyu baskısı nedeniyle onları kabul etme ve geri göndermeme gibi bir teamül oluşuyor, hele ki AB gibi evrensel değerler üzerine kurulan bir örgütün en ileri gelen ülkelerinden iseniz. Haliyle Almanya da bu psikolojik baskının içine girmek istemiyor.

Hangi sığınmacılar Almanya’ya kabul edilecek?

Metinde bahsedilmese de aslında bu uygulamanın; uzun bir araştırmadan sonra nitelikli, suça bulaşmamış ve Alman ekonomisine katkı sağlayabilecek sığınmacıların alınmasına yönelik olduğunu tahmin etmek çok zor olmasa gerek.

Zira Almanya 18 Kasım 2023 yılından itibaren nitelikli göçmen yasasını yürürlüğe koydu. Bu yasa doğrultusunda; ülkeye alınacak sığınmacılara yönelik olarak yaş, mesleki deneyim, sertifika, dil, eğitim düzeyi ve Almanya ile bağlantı gibi vasıflar dikkate alınacak.

Göçü kolaylaştırmak adına eğitim düzeyi ve Almanca dil yeterliliği kriterleri düşürülecek, dolayısıyla göçmenlerin Almanya’ya bir iş teklifiyle ve hatta iş teklifi olmadan gelmeleri kolaylaşacak. Yazılım sektörü başta olmak üzere, sağlık, sigorta, akademi, mühendislik, kimya, fizik, lojistik, ziraat ve turizm gibi alanlarda göçmenlere önemli iş imkanları sağlanacak.

Planda, Almanya dışında 3. bir ülkede kurulacak olan iltica başvuru merkezinde sığınmacıların incelenmesi konusunun, Cenevre Mülteci Sözleşmesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne uygunluğunun araştırılacağı belirtiliyor. Fakat 46 maddelik Cenevre Sözleşmesi’nde bir ülkeye iltica talebinde bulunan sığınmacıların başka bir ülkede tutularak sığınma başvurusunun incelenmesi, bekletilmesi ve karara bağlanması gibi bir ibare yok. Yani mantıken de herhâlde hiçbir ülke böyle bir sorumluluk almak istemez.

Düzensiz göçle mücadele planının “menşei (kaynak) ülkelerle göç anlaşmaları” başlığını taşıyan bölümde, en büyük sıkıntının düzensiz göçmenlerin geldikleri ülkelerin kendi vatandaşlarını geri almayı reddetmeleri nedeniyle yaşandığına ancak bu ülkelerle yapılacak yeni göç anlaşmaları ile bu durumun tersine çevrilebileceğine dikkat çekiliyor.

Bu yeni girişim aynı zamanda sığınmacıların akışını durdurmak için sınır kontrollerini güçlendirme ve bilhassa Kuzey Afrika ve yakın coğrafyadaki ülkelerle anlaşarak sınır dışı etme işlemlerini hızlandırma yönünde vaatler de içeriyor.

Türkiye neden önemli?

Bu bölümde ayrıca Başbakan Scholz ve eyalet başbakanlarının AB-Türkiye arasında imzalanan 18 Mart Mülteci Mutabakatı’na büyük önem atfetmeye devam ettikleri vurgulanıyor, hükümetin bunun etkin bir şekilde sürdürülmesini ve uygulanmasını desteklemeye devam edeceği aktarılıyor.

Bu açıdan bakıldığında son birkaç yıldır AB ile Türkiye arasında askıya alınan Geri Kabul Anlaşması’nın Almanya öncülüğünde yeniden canlandırılması gündeme gelebilir. Türkiye’nin halihazırda sığınmacıları göndermeye yönelik adımlar atarken ve kamuoyu baskısı yüksekken, bu teklife sıcak bakmama ihtimali yüksek.

Almanya’da kalması mümkün olmayan, özellikle de suç işleyen sığınmacıların ülkelerine geri gönderilmesi ya da sınırdışı edilmeleri de eyalet başbakanlarının istek listesinde yer alıyor. Hükümetin planındaki tedbirler arasında sığınma başvurularının çok daha kısa sürede incelenip karara bağlanması, dijitalleşme ve göç alanındaki prosedürlerin hızlandırılması gibi hususlar var. Böylece iltica prosedürlerinin eskisinden daha hızlı işleme alınması ve kabul edilme oranı düşük olan kişilerin iltica başvurularının 3 ay içinde tamamlanması öngörülüyor.

Neler değişecek?

Zirvede karara bağlanan en önemli talep, mültecilere nakit para yerine ihtiyaçların giderilmesi için kullanabilecekleri bir ödeme kartı verilmesi. Almanya, kalma ihtimali olmayan sığınmacıları caydırmak için, sığınmacıların tam sosyal yardımlardan yararlanıncaya kadar beklemeleri gereken süreyi 36 aya çıkaracak.

Ayrıca, fonların belirli satın alımlarda kullanımını kısıtlamak amacıyla özel ödeme kartları nakit paranın yerini alacak. Gelecek yıldan itibaren federal hükümet, her sığınmacı için yıllık toplam 7.500 avro tutarında bir ödeme yapacak. Hükümete göre, başvuru sayısındaki azalma ve yardımlardaki azalmadan elde edilen tasarruflarla birlikte bunun 2024 yılında toplam 3,5 milyar avroluk (3,7 milyar dolar) mali rahatlama sağlaması bekleniyor.

“Antisemitist sığınmacılar kabul edilmesin”

Alman siyaseti mültecilerin sayısını nasıl sınırlayabileceğini tartışırken, gündemin bir diğer konusu, Filistin’e destek amaçlı düzenlenen gösterilerde bazı göçmenlerin antisemitizm içeren söylemlerine nasıl tepki verilmesi gerektiği. Siyasetçiler, antisemitist görüşleri savunanlara ya da İsrail’in varoluş hakkını kabul etmeyenlere Alman vatandaşlığı verilmemesi veya Filistin’le dayanışma gösterilerine katılanların sınırdışı edilmeleri gibi önerilerle dikkat çekiyor.

Hristiyan Demokrat Birlik Partisi Genel Sekreteri Carsten Linnemann, Almanya’da başta Türkiye kökenliler olmak üzere göçmenlerin uzun yıllardır beklediği çifte vatandaşlığı kolaylaştıran ve 3 yılda Alman vatandaşlığını olası kılan düzenlemenin durdurulmasını talep etti.2 Fakat Ortadoğu’daki çatışma bağlamında alevlenen antisemitizm sorununu vatandaşlık yasası reformuyla ilişkilendirmek yanlış. Tartışmalarda toplumu daha fazla bölmeyecek bir üslup kullanılması gerekiyor. Arap ya da Müslümanları suçlamayan bir üslupla, Yahudi vatandaşlarla dayanışma göstermek mümkün olmalı. Almanya’daki Yahudilerin güvenliğini garanti altına alırken, Müslüman karşıtı öfkeyi körüklemek işe yaramaz.

Plana dair soru işaretleri neler?

Almanya Başbakanı Olaf Scholz’un 10 maddelik düzensiz göçle mücadele planı, siyaset sahnesinde tartışmaları beraberinde getirirken, insan hakları örgütlerinin de tepkisine yol açtı. Yıllık sığınma kotası oluşturulması veya mülteci işlemlerinin AB dışındaki ülkelere kaydırılması gibi daha radikal öneriler genellikle hukuki kaygılar nedeniyle reddediliyor veya bürokratik olarak ikinci plana atılıyor.

Bu planın başarılı olması için Almanya’nın göçmenlerin kaçtığı ülkeleri, kendilerine sığınma hakkı verilmemesi durumunda onları geri almaya ikna etmesi gerekecek; bu da Almanya’nın milyonlarca avro fon harcaması anlamına geliyor. Bu kadar büyük bir fon çıkışının, halihazırda enflasyon oranları eskisine nazaran yüksek olan Almanya’nın ekonomisine zarar verebileceği endişesi var.

Ayrıca üçüncü ülkelerin sığınmacı kabul edip etmeyeceği de muamma. Yakın zamanda karşımızda bir Tunus örneği var. Avrupa Komisyonu’nun 2023’ün Temmuz ayında Tunus’la imzaladığı ve Akdeniz üzerinden Avrupa’ya göçmen akışını durdurmaya yardım karşılığında nakit para öneren anlaşma iptal edildi ve Tunus, AB tarafından sağlanan 60 milyon avroluk bütçe desteğini sadaka niteliğinde görerek reddetti. Bu durum diğer transit ülkeler için de bir emsal teşkil edebilir ve evdeki hesap çarşıya uymayabilir. Bunun dışında sığınmacıların Akdeniz’i geçmeye çalışmasını engellemek için Kuzey Afrika’daki otoriter devletlerle anlaşmalar yapmak zorunda kalacak ki bu da muhalif kanadın ve kamuoyunun hoş karşılamadığı bir strateji.

İnsan hakları örgütlerinin itirazı ne?

Federal hükümetin, eyalet yönetimleriyle mutabakata vardığı, düzensiz göçün önlenmesi kararına en sert tepki, Almanya’nın mültecilere destek veren en büyük sivil toplum kuruluşu ve mültecilere yardım örgütü PRO ASYL’den geldi. Başbakan Scholz’un yayınlanan basın açıklamasında kararları “tarihi bir an” olarak duyurması, “Bu aslında yasal haklardan mahrum bırakılma ve tecritin yaşandığı tarihi bir an” ifadeleriyle eleştirildi. Bu planın mültecilerin halen karşı karşıya olduğu dışlama, sınır ötesi tehdit ve tecrit politikalarını daha da güçlendireceği ve insan haklarına aykırı olduğu belirtildi.

Bu durum akıllara “Kale Avrupası (Fortress Europe)” kavramını getiriyor yeniden. Yani AB’nin kendi sınırlarının güvenliğini sağlamak amacı ile yasadışı göçmenlerin geçişine izin vermemesi, mevcut olanları da sınır dışı etmesi. Daha akademik bir tabirle söyleyecek olursak; dışarıda yüksek duvarlı kaleler inşa ederek sığınmacılardan arındırılmış izole bir Avrupa yaratmak. İşte bu Avrupa modeli; sığınmacıları ötekileştiren, insan hakları ve özgür yaşam alanını ikinci plana atan, evrensel hukuk ilkelerini görmezden gelen bir model olması hasebiyle tepki çekiyor.

Açıklamada, İngiltere’nin Ruanda formülüne ilişkin Temyiz Mahkemesi kararına atıf yapılarak, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin de bu tür bir işbirliğinin ciddi insan hakları ihlallerine yol açabileceği konusunda uyarıda bulunduğu kaydedildi. Özellikle Yeşiller/Birlik 90 Partisinden, bunun İngiltere’nin yasa dışı yollarla gelen sığınmacıların Ruanda’ya gönderilmesi ve iltica başvurularının da burada incelenmesi planını anımsattığına dikkat çekilerek, itirazlar yükseliyor.

Peki, Ruanda’da ne olmuştu? 2022 yılında Ruanda hükümeti ile varılan anlaşma uyarınca, İngiltere hükümeti kendi kıyılarına gelen on binlerce sığınmacıyı 6 bin 400 kilometre uzaklıktaki bu Doğu Afrika ülkesine göndermeyi planlıyordu. Anlaşma gereği, İngiltere, sığınmacıları sınırlarından izole etmek için Ruanda’ya 140 milyon sterlin ödedi. İngiliz mahkemesi sığınmacıların Ruanda’ya sınır dışı edilmesi kararının hukuka uygun olduğu ve BM Mülteci Sözleşmesi’ne ve diğer uluslararası anlaşmalara aykırı olmadığına hükmetti. Fakat insan hakları dernekleri bu karara itiraz ederek, davayı temyize götürdü. AİHM’e giden dava sonucunda, Mahkeme, İngiltere’deki yasal işlemler sonuçlanıncaya kadar herhangi bir sınır dışı işleminin yapılamayacağına dair ihtiyati tedbir koydu. Dolayısıyla muhalif kanat tarafından AB’ye gelen sığınmacıların iltica başvurusunda bulunma hakları bulunduğunu ve bu incelemenin de AB’de yapılması gerektiğine dikkat çekiliyor.

Sonuç olarak bu plan, Almanya’nın düzensiz göçmenlerin iltica taleplerinin incelenmesi sürecini kendi sınırları dışında tutup, ekonomik olarak mevcut sığınmacılara ayrılan bütçeyi kısıp, sorumluluğu 3. ülkelere yükleme misyonu üstleniyor. Her ne kadar bu düzenleme başta İtalya, Yunanistan gibi AB üyeleri için de model olabilir gibi görünse de, uzun vadede ne kadar olumlu sonuç verir orası tartışmalı…

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 5 Aralık 2023’te yayımlanmıştır.

  1. BBC (2023), Almanya’nın 10 maddelik düzensiz göçle mücadele planında neler var, hükümet niçin eleştiriliyor?, Erişim: https://www.bbc.com/turkce/articles/cz925pxw0kqo Bu kaynak daha resmi: https://www.bundesregierung.de/breg-en/news/federal-and-laender-government-talks-2235352
  2. VOA Türkçe (2023), Almanya düzensiz göç için frene basıyor, Erişim: https://www.voaturkce.com/a/almanya-duzensiz-goc-icin-frene-basiyor/7343722.html

Eren Alper Yılmaz
Eren Alper Yılmaz
Eren Alper Yılmaz - 2011 yılında Bilkent Üniversitesi Siyaset Bilimi (Burslu) bölümünden mezun olmuştur. Yüksek lisansını 2014 yılında, doktorasını da 2019 yılında Dokuz Eylül Üniversitesi Kamu Yönetimi bölümünde tamamlamıştır. Halen Aydın Adnan Menderes Üniversitesi’nde görev yapmakta, aynı zamanda Polis Okulu (POMEM) bünyesinde dersler vermektedir. Litvanya ve Almanya'da bir süre misafir öğretim üyesi olarak çalışmıştır. Çok sayıda ulusal ve uluslararası kongreye katılan ve akademik yayını bulunan Yılmaz; uluslararası göç, uluslararası güvenlik, Türk dış politikası, AB politikaları gibi konular üzerinde çalışmaktadır. Yazarın “Türkiye'deki Suriyelilerin Sorunları ve Toplumsal Uyum Süreçleri” ve "Cumhuriyetin 100. Yılında Nasıl Bir Dış Politika" isimli kitapları vardır.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Almanya’nın düzensiz göçle mücadele planı ne?

Almanya 2015’ten bu yana ne kadar sığınmacı kabul etti? Bu politika Almanya’yı nasıl etkiledi? Siyasi ve ekonomik etkisi ne oldu? Almanya toplumu bu konuda ne düşünüyor? Yeni plan neleri içeriyor? Neler eleştiriliyor? Doç. Dr. Alper Yılmaz yazdı.

2015’ten bu yana 2.5 milyon kadar sığınmacıyı kabul eden Almanya’da nihayet düzensiz göçle mücadele planı yürürlüğe konuluyor. Peki neden böyle bir yasaya ihtiyaç duyuldu? Bunun Türkiye ile ilgisi ne?

Aslında bu soruların cevaplarını anlamak için biraz eskiye, Arap Baharı sonrası döneme gitmeliyiz. Avrupa’daki birçok ülkenin 2015 yılından itibaren sınır kontrollerini sıkılaştırdığı bir dönemde, dönemin Şansölyesi Angela Merkel ülkesinin sınırlarını 800 bin Suriyeliye açmış ve Açık Kapı Politikası izlemişti; o süreçte göç baskısı altındaki İtalya ve Yunanistan gibi sınır ülkeleriyle dayanışma içinde olduğunu göstermek ve onların yüklerini hafifletmek adına da Dublin Sözleşmesi’nin “mültecilerin giriş yaptıkları ilk ülkede iltica başvurusunda bulunma zorunluluğu kuralını” fiilen askıya almıştı.

Bu karar doğrultusunda sığınmacıların ilk ayak bastıkları AB ülkelerinde kalmaları zorunluluğunu ortadan kaldıran Merkel’in kendi imkanlarıyla Almanya’ya gelmeyi başarabilen sığınmacıları kabul edeceğini beyan etmesi, sığınmacıları cesaretlendirdi ve Almanya’yı Avrupa bazında en fazla mülteci ağırlayan ülkelerden biri konumuna getirdi.

2015’ten 2023’e Almanya’nın göç karnesi

Bu politika çerçevesinde Almanya 2015-2016 yılları arasında 1,2 milyondan fazla sığınmacıyı kabul etti. Alman eyaletleri de 2016’da mülteciler için 20 milyar avrodan fazla harcadı. Bavyera, Hessen ve Berlin eyaletleri için kaydedilen istatistikler, barınma ve sığınmacıları entegre etme maliyetlerinin resmî tahminlerin çok ötesine geçtiğini gösterdi. Kaydedilen eyaletler, 2015 yılında mülteci krizinin başlamasından bu yana 2.5 milyondan fazla kişinin göç ettiği Almanya’nın toplamında yaşayan sığınmacıların yaklaşık üçte birine ev sahipliği yaptı.

Sosyal Demokrat Parti (SPD) lideri Olaf Scholz’un başbakanlığına tekabül eden 2022 yılı ise, 1990’dan bu yana Almanya’ya en fazla göçün gerçekleştiği yıl olarak belirlendi.

Eyaletlerin içişleri bakanlıklarından elde edilen verilere göre, Rusya-Ukrayna Savaşı’nın etkisiyle başta Ukraynalı sığınmacılar olmak üzere yalnızca 2022 yılının başından Kasım ayına kadar Almanya’da bulunan net göçmen sayısı 1,4 milyonu buldu. Bu rakam iki Almanya’nın birleştiği 1990 yılından itibaren bir yıl içinde görülen en yüksek göç dalgası olarak kayıtlara geçti.

Federal Göç ve Mülteciler Dairesi’nin (BAMF) paylaştığı son bilgilere göre, 2023 Ocak ayından bu yana yapılan sığınma başvurularının sayısı 267 bin 384’e ulaştı. BAMF’ın verilerine göre bu yıl en çok sığınma başvurusunda bulunanlar 83 bin başvuruyla Suriyeliler oldu.1 2023’ün ilk yarısında Suriyelilerin AB’ye yaptığı sığınma başvurularının yüzde 60’ından fazlası Almanya için yapıldı. Öte yandan Almanya, Rusya’nın kendi topraklarındaki savaşının başlamasından bu yana bir milyondan fazla Ukraynalıyı da kabul etti.

Sığınmacı sayısındaki artış Almanya’yı nasıl etkiledi?

Son dönemde sığınmacı sayısındaki bu artış birçok Alman bölgesini ve belediyesini uçurumun eşiğine getirdi. Yerel yetkililer, bu yıl şu ana kadar ülkeye gelen 250 binden fazla sığınmacıyla ilgilenecek ne konutları ne sağlık imkanları ne de personellerinin olduğunu vurguluyorlar. Eyaletlerin başbakanları mülteci yükünün hafifletilmesi için öncelikli olarak mali yardımın arttırılmasını istiyor ve hükümetin öngördüğü 1 milyar 250 milyon avronun yetersiz olduğunu belirtiyorlar.

Bunun dışında artan göç hareketleri ile birlikte aşırı sağın siyasal arenada güç kazanması, mülteci meselesini siyasi bir malzeme haline getirdi. Merkel hükümeti eleştirildi, hatta iktidarda bulunan diğer yönetici elitler bile Merkel’in ılımlı göç politikalarını topa tutarak Almanya’nın mülteci eşiğini çoktan aştığını vurguladı. Bilhassa Merkel’in göç konusundaki bu açık kapı politikalarına tepki gösteren aşırı milliyetçi parti konumundaki Almanya için Alternatif Partisi (AfD), seçim kampanyalarında genellikle göçmen karşıtlığının yanı sıra, yabancı ve İslam düşmanlığı vurguları yaparak, bir başka tabirle “göçmen kartını” etkili bir biçimde kullanarak toplumdaki milliyetçilik duygularını tetikledi.

Merkez partiler tarafından aşırı sağcı ve sağ-popülist bir parti olarak tanımlanan AfD’nin politikalarında kullanmış olduğu anti-göçmen retoriği bağlamında, Almanya’nın yalnızca eğitimli ve entegrasyon isteği olan mültecilere gereksinim duyduğu, ülkeye büyük kalabalıklar halinde gelen insanların gelişlerinin acil şekilde durdurulması gerektiği gibi vurgulara yer verildi.

Şu an baktığımızda AfD’nin oy oranları yüzde 22’lere kadar ulaştı ve CDU’dan sonra ikinci parti konumunda görünüyor. Dolayısıyla AfD’nin oy oranlarını artırarak iktidar yarışında önemli bir pozisyona gelmesi, bir de buna ek olarak son eyalet seçimlerinde Scholz ve koalisyon ortaklarının ciddi oy kaybı yaşaması, hükümet üzerinde baskıyı daha da artırdı ve Scholz’u harekete geçirdi.

Alman kamuoyu da son zamanlarda göçmenler konusunda giderek tedirgin olmaya başladı. Bazı önde gelen firmaların yapmış oldukları anketlere göre nüfusun yüzde 70’inden fazlası hükümetin göçle ilgili tutumundan duyduğu kaygıyı dile getiriyor. Bu endişe, aşırı sağ AFD’ye rekor düzeyde destek sağlanacağı ihtimalini de beraberinde getirdi ve artık bu yasa Almanya Hükümeti için kaçınılmaz bir hale geldi.

Yeni plan neler getiriyor?

Başbakan Olaf Scholz Kasım ayında 16 eyalet başbakanı ile Berlin’deki Başbakanlık binasında bir araya gelerek göç ve iltica politikalarını görüştü. Taraflar, 17 saat süren ve çetin pazarlıklara sahne olduğu belirtilen müzakereler sonunda uzlaştılar.

10 maddelik yol haritasının, hararetli tartışmalara yol açan bölümünü, “Avrupa dış sınırlarının korunması ve adil paylaşım” başlıklı ilk maddesi oluşturuyor. Bu maddede Hükümet, bundan sonra iltica başvurularının AB dışında üçüncü ülkelerde ya da transit ülkelerde yapılıp yapılamayacağına dair gerekli incelemeyi yapma vaadinde bulunuyor.

Yani bazı eyaletler, göçmenlerin Almanya’da değil AB dışındaki üçüncü ülkelerde ya da transit ülkelerde oluşturulacak ve Alman yetkililerin görev alacağı merkezlerde iltica başvurularını yapmalarını, sadece Alman Devletinin kriterlerine göre kabul edilenlerin ülkeye getirilmesini öneriyor. Dolayısıyla sığınmacıların Almanya’ya adım atmadan önce bir başka ülkede bekletilmesi, iltica süreçlerinin incelenmesi, reddedilenlerin geri gönderilmesi, kabul edilenlerin ise Almanya’ya alınması söz konusu. Bir nevi hedef ülkenin sığınmacıların başvuru süreçleri ile ilgili alması gereken sorumluluklar 3. ülkelere yükleniyor. Aslında bunun psikolojik boyutu var. Bir ülkeye sığınmacı alıyorsanız küresel kamuoyu baskısı nedeniyle onları kabul etme ve geri göndermeme gibi bir teamül oluşuyor, hele ki AB gibi evrensel değerler üzerine kurulan bir örgütün en ileri gelen ülkelerinden iseniz. Haliyle Almanya da bu psikolojik baskının içine girmek istemiyor.

Hangi sığınmacılar Almanya’ya kabul edilecek?

Metinde bahsedilmese de aslında bu uygulamanın; uzun bir araştırmadan sonra nitelikli, suça bulaşmamış ve Alman ekonomisine katkı sağlayabilecek sığınmacıların alınmasına yönelik olduğunu tahmin etmek çok zor olmasa gerek.

Zira Almanya 18 Kasım 2023 yılından itibaren nitelikli göçmen yasasını yürürlüğe koydu. Bu yasa doğrultusunda; ülkeye alınacak sığınmacılara yönelik olarak yaş, mesleki deneyim, sertifika, dil, eğitim düzeyi ve Almanya ile bağlantı gibi vasıflar dikkate alınacak.

Göçü kolaylaştırmak adına eğitim düzeyi ve Almanca dil yeterliliği kriterleri düşürülecek, dolayısıyla göçmenlerin Almanya’ya bir iş teklifiyle ve hatta iş teklifi olmadan gelmeleri kolaylaşacak. Yazılım sektörü başta olmak üzere, sağlık, sigorta, akademi, mühendislik, kimya, fizik, lojistik, ziraat ve turizm gibi alanlarda göçmenlere önemli iş imkanları sağlanacak.

Planda, Almanya dışında 3. bir ülkede kurulacak olan iltica başvuru merkezinde sığınmacıların incelenmesi konusunun, Cenevre Mülteci Sözleşmesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne uygunluğunun araştırılacağı belirtiliyor. Fakat 46 maddelik Cenevre Sözleşmesi’nde bir ülkeye iltica talebinde bulunan sığınmacıların başka bir ülkede tutularak sığınma başvurusunun incelenmesi, bekletilmesi ve karara bağlanması gibi bir ibare yok. Yani mantıken de herhâlde hiçbir ülke böyle bir sorumluluk almak istemez.

Düzensiz göçle mücadele planının “menşei (kaynak) ülkelerle göç anlaşmaları” başlığını taşıyan bölümde, en büyük sıkıntının düzensiz göçmenlerin geldikleri ülkelerin kendi vatandaşlarını geri almayı reddetmeleri nedeniyle yaşandığına ancak bu ülkelerle yapılacak yeni göç anlaşmaları ile bu durumun tersine çevrilebileceğine dikkat çekiliyor.

Bu yeni girişim aynı zamanda sığınmacıların akışını durdurmak için sınır kontrollerini güçlendirme ve bilhassa Kuzey Afrika ve yakın coğrafyadaki ülkelerle anlaşarak sınır dışı etme işlemlerini hızlandırma yönünde vaatler de içeriyor.

Türkiye neden önemli?

Bu bölümde ayrıca Başbakan Scholz ve eyalet başbakanlarının AB-Türkiye arasında imzalanan 18 Mart Mülteci Mutabakatı’na büyük önem atfetmeye devam ettikleri vurgulanıyor, hükümetin bunun etkin bir şekilde sürdürülmesini ve uygulanmasını desteklemeye devam edeceği aktarılıyor.

Bu açıdan bakıldığında son birkaç yıldır AB ile Türkiye arasında askıya alınan Geri Kabul Anlaşması’nın Almanya öncülüğünde yeniden canlandırılması gündeme gelebilir. Türkiye’nin halihazırda sığınmacıları göndermeye yönelik adımlar atarken ve kamuoyu baskısı yüksekken, bu teklife sıcak bakmama ihtimali yüksek.

Almanya’da kalması mümkün olmayan, özellikle de suç işleyen sığınmacıların ülkelerine geri gönderilmesi ya da sınırdışı edilmeleri de eyalet başbakanlarının istek listesinde yer alıyor. Hükümetin planındaki tedbirler arasında sığınma başvurularının çok daha kısa sürede incelenip karara bağlanması, dijitalleşme ve göç alanındaki prosedürlerin hızlandırılması gibi hususlar var. Böylece iltica prosedürlerinin eskisinden daha hızlı işleme alınması ve kabul edilme oranı düşük olan kişilerin iltica başvurularının 3 ay içinde tamamlanması öngörülüyor.

Neler değişecek?

Zirvede karara bağlanan en önemli talep, mültecilere nakit para yerine ihtiyaçların giderilmesi için kullanabilecekleri bir ödeme kartı verilmesi. Almanya, kalma ihtimali olmayan sığınmacıları caydırmak için, sığınmacıların tam sosyal yardımlardan yararlanıncaya kadar beklemeleri gereken süreyi 36 aya çıkaracak.

Ayrıca, fonların belirli satın alımlarda kullanımını kısıtlamak amacıyla özel ödeme kartları nakit paranın yerini alacak. Gelecek yıldan itibaren federal hükümet, her sığınmacı için yıllık toplam 7.500 avro tutarında bir ödeme yapacak. Hükümete göre, başvuru sayısındaki azalma ve yardımlardaki azalmadan elde edilen tasarruflarla birlikte bunun 2024 yılında toplam 3,5 milyar avroluk (3,7 milyar dolar) mali rahatlama sağlaması bekleniyor.

“Antisemitist sığınmacılar kabul edilmesin”

Alman siyaseti mültecilerin sayısını nasıl sınırlayabileceğini tartışırken, gündemin bir diğer konusu, Filistin’e destek amaçlı düzenlenen gösterilerde bazı göçmenlerin antisemitizm içeren söylemlerine nasıl tepki verilmesi gerektiği. Siyasetçiler, antisemitist görüşleri savunanlara ya da İsrail’in varoluş hakkını kabul etmeyenlere Alman vatandaşlığı verilmemesi veya Filistin’le dayanışma gösterilerine katılanların sınırdışı edilmeleri gibi önerilerle dikkat çekiyor.

Hristiyan Demokrat Birlik Partisi Genel Sekreteri Carsten Linnemann, Almanya’da başta Türkiye kökenliler olmak üzere göçmenlerin uzun yıllardır beklediği çifte vatandaşlığı kolaylaştıran ve 3 yılda Alman vatandaşlığını olası kılan düzenlemenin durdurulmasını talep etti.2 Fakat Ortadoğu’daki çatışma bağlamında alevlenen antisemitizm sorununu vatandaşlık yasası reformuyla ilişkilendirmek yanlış. Tartışmalarda toplumu daha fazla bölmeyecek bir üslup kullanılması gerekiyor. Arap ya da Müslümanları suçlamayan bir üslupla, Yahudi vatandaşlarla dayanışma göstermek mümkün olmalı. Almanya’daki Yahudilerin güvenliğini garanti altına alırken, Müslüman karşıtı öfkeyi körüklemek işe yaramaz.

Plana dair soru işaretleri neler?

Almanya Başbakanı Olaf Scholz’un 10 maddelik düzensiz göçle mücadele planı, siyaset sahnesinde tartışmaları beraberinde getirirken, insan hakları örgütlerinin de tepkisine yol açtı. Yıllık sığınma kotası oluşturulması veya mülteci işlemlerinin AB dışındaki ülkelere kaydırılması gibi daha radikal öneriler genellikle hukuki kaygılar nedeniyle reddediliyor veya bürokratik olarak ikinci plana atılıyor.

Bu planın başarılı olması için Almanya’nın göçmenlerin kaçtığı ülkeleri, kendilerine sığınma hakkı verilmemesi durumunda onları geri almaya ikna etmesi gerekecek; bu da Almanya’nın milyonlarca avro fon harcaması anlamına geliyor. Bu kadar büyük bir fon çıkışının, halihazırda enflasyon oranları eskisine nazaran yüksek olan Almanya’nın ekonomisine zarar verebileceği endişesi var.

Ayrıca üçüncü ülkelerin sığınmacı kabul edip etmeyeceği de muamma. Yakın zamanda karşımızda bir Tunus örneği var. Avrupa Komisyonu’nun 2023’ün Temmuz ayında Tunus’la imzaladığı ve Akdeniz üzerinden Avrupa’ya göçmen akışını durdurmaya yardım karşılığında nakit para öneren anlaşma iptal edildi ve Tunus, AB tarafından sağlanan 60 milyon avroluk bütçe desteğini sadaka niteliğinde görerek reddetti. Bu durum diğer transit ülkeler için de bir emsal teşkil edebilir ve evdeki hesap çarşıya uymayabilir. Bunun dışında sığınmacıların Akdeniz’i geçmeye çalışmasını engellemek için Kuzey Afrika’daki otoriter devletlerle anlaşmalar yapmak zorunda kalacak ki bu da muhalif kanadın ve kamuoyunun hoş karşılamadığı bir strateji.

İnsan hakları örgütlerinin itirazı ne?

Federal hükümetin, eyalet yönetimleriyle mutabakata vardığı, düzensiz göçün önlenmesi kararına en sert tepki, Almanya’nın mültecilere destek veren en büyük sivil toplum kuruluşu ve mültecilere yardım örgütü PRO ASYL’den geldi. Başbakan Scholz’un yayınlanan basın açıklamasında kararları “tarihi bir an” olarak duyurması, “Bu aslında yasal haklardan mahrum bırakılma ve tecritin yaşandığı tarihi bir an” ifadeleriyle eleştirildi. Bu planın mültecilerin halen karşı karşıya olduğu dışlama, sınır ötesi tehdit ve tecrit politikalarını daha da güçlendireceği ve insan haklarına aykırı olduğu belirtildi.

Bu durum akıllara “Kale Avrupası (Fortress Europe)” kavramını getiriyor yeniden. Yani AB’nin kendi sınırlarının güvenliğini sağlamak amacı ile yasadışı göçmenlerin geçişine izin vermemesi, mevcut olanları da sınır dışı etmesi. Daha akademik bir tabirle söyleyecek olursak; dışarıda yüksek duvarlı kaleler inşa ederek sığınmacılardan arındırılmış izole bir Avrupa yaratmak. İşte bu Avrupa modeli; sığınmacıları ötekileştiren, insan hakları ve özgür yaşam alanını ikinci plana atan, evrensel hukuk ilkelerini görmezden gelen bir model olması hasebiyle tepki çekiyor.

Açıklamada, İngiltere’nin Ruanda formülüne ilişkin Temyiz Mahkemesi kararına atıf yapılarak, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin de bu tür bir işbirliğinin ciddi insan hakları ihlallerine yol açabileceği konusunda uyarıda bulunduğu kaydedildi. Özellikle Yeşiller/Birlik 90 Partisinden, bunun İngiltere’nin yasa dışı yollarla gelen sığınmacıların Ruanda’ya gönderilmesi ve iltica başvurularının da burada incelenmesi planını anımsattığına dikkat çekilerek, itirazlar yükseliyor.

Peki, Ruanda’da ne olmuştu? 2022 yılında Ruanda hükümeti ile varılan anlaşma uyarınca, İngiltere hükümeti kendi kıyılarına gelen on binlerce sığınmacıyı 6 bin 400 kilometre uzaklıktaki bu Doğu Afrika ülkesine göndermeyi planlıyordu. Anlaşma gereği, İngiltere, sığınmacıları sınırlarından izole etmek için Ruanda’ya 140 milyon sterlin ödedi. İngiliz mahkemesi sığınmacıların Ruanda’ya sınır dışı edilmesi kararının hukuka uygun olduğu ve BM Mülteci Sözleşmesi’ne ve diğer uluslararası anlaşmalara aykırı olmadığına hükmetti. Fakat insan hakları dernekleri bu karara itiraz ederek, davayı temyize götürdü. AİHM’e giden dava sonucunda, Mahkeme, İngiltere’deki yasal işlemler sonuçlanıncaya kadar herhangi bir sınır dışı işleminin yapılamayacağına dair ihtiyati tedbir koydu. Dolayısıyla muhalif kanat tarafından AB’ye gelen sığınmacıların iltica başvurusunda bulunma hakları bulunduğunu ve bu incelemenin de AB’de yapılması gerektiğine dikkat çekiliyor.

Sonuç olarak bu plan, Almanya’nın düzensiz göçmenlerin iltica taleplerinin incelenmesi sürecini kendi sınırları dışında tutup, ekonomik olarak mevcut sığınmacılara ayrılan bütçeyi kısıp, sorumluluğu 3. ülkelere yükleme misyonu üstleniyor. Her ne kadar bu düzenleme başta İtalya, Yunanistan gibi AB üyeleri için de model olabilir gibi görünse de, uzun vadede ne kadar olumlu sonuç verir orası tartışmalı…

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 5 Aralık 2023’te yayımlanmıştır.

  1. BBC (2023), Almanya’nın 10 maddelik düzensiz göçle mücadele planında neler var, hükümet niçin eleştiriliyor?, Erişim: https://www.bbc.com/turkce/articles/cz925pxw0kqo Bu kaynak daha resmi: https://www.bundesregierung.de/breg-en/news/federal-and-laender-government-talks-2235352
  2. VOA Türkçe (2023), Almanya düzensiz göç için frene basıyor, Erişim: https://www.voaturkce.com/a/almanya-duzensiz-goc-icin-frene-basiyor/7343722.html

Eren Alper Yılmaz
Eren Alper Yılmaz
Eren Alper Yılmaz - 2011 yılında Bilkent Üniversitesi Siyaset Bilimi (Burslu) bölümünden mezun olmuştur. Yüksek lisansını 2014 yılında, doktorasını da 2019 yılında Dokuz Eylül Üniversitesi Kamu Yönetimi bölümünde tamamlamıştır. Halen Aydın Adnan Menderes Üniversitesi’nde görev yapmakta, aynı zamanda Polis Okulu (POMEM) bünyesinde dersler vermektedir. Litvanya ve Almanya'da bir süre misafir öğretim üyesi olarak çalışmıştır. Çok sayıda ulusal ve uluslararası kongreye katılan ve akademik yayını bulunan Yılmaz; uluslararası göç, uluslararası güvenlik, Türk dış politikası, AB politikaları gibi konular üzerinde çalışmaktadır. Yazarın “Türkiye'deki Suriyelilerin Sorunları ve Toplumsal Uyum Süreçleri” ve "Cumhuriyetin 100. Yılında Nasıl Bir Dış Politika" isimli kitapları vardır.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x