Doğu Akdeniz’de yaşanan, zaman zaman çatışma işaretleri dahi veren sert rekabet, son dönemde yürütülen bir takım diplomatik girişim ve görüşmelerle yumuşatılmaya çalışılıyor. Bu girişimlerin büyük bir çoğunluğunda Türkiye’nin baskılanmaya çalışılması ise rekabetin aslında en azından Ankara açısından artarak devam edeceğine de işaret ediyor.
Şubat ayında Mısır’ın Akdeniz’de petrol ve doğal gaz arama faaliyetleri için ilan ettiği 18. ruhsat sahasıyla Türk kıta sahanlığının sınırlarını fiilen kabul etmesi ve akabinde gelen açıklamalar, zaten hareketli gelişmelere sahne olan bölgeye dikkatleri bir daha çekti.
Dışişleri Bakanı Mevlut Çavuşoğlu, yaşanan son gelişmeler üzerine kendisine sorulan bir soruya, Mısır’ın 2020’de Yunanistan ile anlaşma imzaladığı zamanda da Türkiye’nin kıta sahanlığının güney sınırlarına saygı duyduğunu belirterek, “Mısır, bizim kıta sahanlığımıza saygı göstermeye devam ediyor, bunu olumlu karşılıyoruz” değerlendirmesini yaparak ekledi: “İlişkilerimizin seyrine göre biz de Mısır’la deniz yetki alanlarını müzakere ederek bir anlaşma imzalayabiliriz.” Ardından Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’dan da benzer bir açıklama geldi: “Mısır ile de anlaşma, sözleşme, mutabakat muhtırası gibi çalışmaların önümüzdeki dönemde olabileceğini değerlendiriyoruz.” Türkiye’de bu gelişmelerle olumlu bir hava eserken, aynı saatlerde Mısır ve Yunanistan liderleri telefonda görüştü.
Mısır-Türkiye ve Mısır-Yunanistan ilişkilerine eş zamanlı biçimde bakıldığında, her ülkenin kendi çıkarlarını garantiye alacak sonuçlar için adımlar attığını görüyoruz ancak ‘atı alanın Üsküdar’ı geçmekte’ olduğu bir durum ile karşı karşıya olma riski de var.
Karmaşık denklem
Son dönemde sürecin iki ana kahramanı olarak karşımıza Türkiye ile Yunanistan çıksa da denklem görüldüğünden daha karmaşık. Denklemde bölge dışından unsurlar olan AB ülkeleri ve ABD etkin bir biçimde yer alıyor. Mısır ve Libya gibi doğal unsurların yanı sıra diğer Kuzey Afrika ülkeleri ile son dönemde finans sağlayıcılar olarak bölgesel denkleme dâhil olan Körfez Bölgesi ülkeleri de unutulmamalı.
Bu denkleme, Türkiye ve Yunanistan ikilisi söz konusu olduğunda, elbette Ege’ye ilişkin konular ve Kıbrıs meselesi de hızla eklemleniyor. Bu durum konuyu daha şimdiden ikili rekabetten ya da ikili çözümden çıkartarak kapsamlı, karmaşık ve çok aktörlü jeopolitik bir meseleye dönüştürmüş durumda.
Rekabetin Türkiye açısından ilk aşamadaki görünümü, haklı davasına rağmen bölgesel ilişkilerde farklı nedenlerle gittikçe yalnızlaşan bir aktör haline gelindiği yönünde. Deniz alanlarının paylaşımı konusunda Akdeniz’de en uzun kıyı şeridine sahip olan ülkeyi Antalya Körfezi’ne hapseder bir havanın yarattığı rahatsızlıkla karşı karşıyayız. Türkiye’nin bu sahadaki meşru haklarının savunulması Çavuşoğlu’nun da belirttiği üzere “ilişkilerin seyrine göre” başta Mısır, İsrail ve özellikle de henüz hiçbir bölgesel yapılanmaya dahil olmayan Suriye ile yeni ve kapsamlı diplomatik adımların atılmasını gerektirse de içerideki siyasi ve ideolojik çekişmeler ile ekonomik zorlukların yarattığı bir takım olumsuz etkilerin baskısı bu seyri bir türlü olması gereken eksene çekemiyor. Sonuçta da Doğu Akdeniz konusunun sanki ikinci plana atıldığı biçiminde bir izlenimi yaratıyor.
Yunanistan’ın hızlanan girişimleri
Hatırlanacağı üzere Doğu Akdeniz’e hâkim olan rekabet Türkiye’nin Libya’da 2019 başından itibaren artan varlığı ve etkinliği, 27 Kasım 2019’da İstanbul’da imzalanan iki muhtıra ile Doğu Akdeniz’e ilişkin olarak kabul edilen güvenlik konularını ve rekabeti hızla Doğu Akdeniz’in batısına doğru kaydırmıştı. Bu gelişme karşısında ilk tepki doğal olarak Yunanistan’dan gelmiş ve sonrasında Türkiye karşısında genişleyen bir cephe ve AB ve ABD yaptırımları gibi olumsuz konu başlıklarını bulmuştu. Aradan geçen bir yılın muhasebesi yapıldığında, anlaşmazlığın ve elbette çözümünün Türkiye-Yunanistan ikilisi arasındaki ilişkilere indirgendiği görülüyor. Atılan askeri adımların diplomatik bir seri adımla desteklenemediği, Ankara’nın sessizleştiği ve girişken/agresif yaklaşımdan yeniden daha pasif bir duruş olarak nitelenebilecek olan bekle göre dönüldüğü görülüyor.
İlk aşamada söylenebilecek olan, Yunanistan’ın başlangıçta yaşadığı şoku atlattığı ve konuyu uluslararasılaştırma yönünde attığı adımları hızlandırarak somut bir takım girişimlerle boyutlandırdığıdır. Daha önce Doğu Akdeniz’e ilişkin özellikle enerji ve işbirliği konularını GKRY-İsrail ve GKRY-Mısır eksenlerine bırakarak süreci adeta sütre gerisinden izleyen Yunanistan’ın yeni dönemde arkasına AB’yi de alarak daha hareketli bir yaklaşım sergilediği göze çarpıyor.
Yoğunlaşılan ilk odak elbette Atina’nın parçası olduğu, kendisini güçlü hissettiği AB ortamı. Geçtiğimiz yıl aralık ayında düzenlenen AB liderler zirvesinde Türkiye’ye yaptırım konusu gündeme alınmış ve karar süreci AB Komisyonu ve AB Dış İlişkiler Yüksek Temsilcisi Josepf Borrell’in AB’nin Türkiye’ye uygulamaya koyacağı yaptırımlara ilişkin değerlendirmesini ya da raporunu hazırlaması amacıyla içinde bulunduğumuz mart ayına ertelenmişti. Bu gelişmeler karşısında Ankara Oruç Reis’in faaliyetlerinin sınırlandırılması kararını aldı, Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu da Brüksel ziyareti sırasında konuyu hem Borrell ve Türkiye raportörü Nacho Sanchez Amor ile hem de NATO genel Sekreteri Stoltenberg ile görüştü ve değerlendirdi. Buna bir de ABD seçimleri ve sonuçlarının etkisi ile S400 tartışmalarının yarattığı CAATSA yaptırımlarının gölgesinde ABD-Yunanistan yakınlaşması da eklenmeli. Büyük aktörlerin de sürekli olarak referans yaptıkları yöntem Türkiye-Yunanistan ikili görüşmeleri olarak belirginleşti. Aslında bu Türkiye’nin de baştan itibaren tercih ettiği politikaydı. Ama ABD ve AB’nin yaptırım desteğini alan Yunanistan’ın ikili görüşmelerde yalnız olduğu iddia edilemez. Sonuçta haklı davanın etkin bir biçimde anlatılıp Yunanistan’ın yalnızlaştırılamadığı bu ortamda Ankara’nın istediği sonucu alamadığı anlaşılıyor.
İstikşafi görüşmeler
Dikkati çeken en önemli gelişme Türkiye ve Yunanistan arasındaki istikşafi görüşmelerin 5 yılın ardından 25 Ocak’ta yeniden başlaması oldu. 2002’de başlatılan bu görüşmelerin hedefi ikili arasındaki özellikle Ege odaklı konuların ele alınması ve sonuca ulaştırılmasıydı. Sonuçta taraflar arasında güven artırıcı önlemleri destekleyecek ortak bir uzlaşı dilinin yaratılması beklenmekteydi. Bu amaç doğrultusunda görüşmelerin kesildiği 2016’nın mart ayına kadar 60 görüşme yapılmıştı. Konuya ilişkin resmî bir açıklama yapılmasa da tarafların sona yaklaştıkları iddia ediliyordu. Ama Doğu Akdeniz’deki gelişmeler ve FETÖ darbe girişimi sonrası yaşanan gelişmeler görüşmeleri durdurdu. Yeni görüşmeler serisinde önceki gündemden farklı olarak Yunanistan ile Doğu Akdeniz’e ilişkin konuların da ele alınmaya başlandığı iddia ediliyor. Bunun özellikle Doğu Akdeniz’de deniz alanlarının sınırlandırması dâhil ne türde sonuçlar yaratacağı şu aşamada belirsiz. Özellikle Türkiye’nin hâlihazırdaki yaklaşımının Yunanistan’ı Doğu Akdeniz’de bir muhatap olarak kabul etmediği söylemi dikkate alındığında. Bu çerçevede, Yunanistan’ın Mısır ile Almanya’nın arabuluculuğunda Türkiye ile dengeli ilişkiler kurulması yönünde girişimlere rağmen Çavuşoğlu’nun belirttiği Ağustos 2020 tarihli sınırlandırma anlaşmasını imzaladığı ve 20 Ocak’ta İyon Denizi’ndeki karasularını 6 milden 12 mile çıkardığı da hatırda tutulmalı. Yunan Başbakan Mitsotakis parlamentoda bunun doğudaki bir genişlemenin de işareti ve Türkiye’ye bir mesaj olarak görülmesi gerektiğini söylediği de unutulmamalı.
Yunanistan’dan Avrupa-Afrika ticaret hattı kurma hamlesi
Kısacası Ankara’nın bölgesel dengeleri değiştirmek adına bölge ülkeleri ile ilişkilerini normalleştirmesi ve farklı yeni zeminlerde boyutlandırması beklenirken Yunanistan’ın siyasi faaliyetlerini ve işbirliği girişimlerini artırdığı gözlemlenmekte.
Hatırlanacağı üzere Doğu Akdeniz’de Türkiye karşıtı bir şekil alan işbirliği iki ana eksen üzerinden biçimlendirilmişti. Yunanistan-GKRY ikilisinin Mısır ve İsrail ile ayrı ayrı kurdukları bağlar 2020 başında Doğu Akdeniz Gaz Forumu anlaşmasının imzalanması ile birleşmişti. Sonrasında bu anlaşma Eylül 2020’de Kahire merkezli olarak kurulan 7 üyeli bir örgüte dönüştü. AB ve ABD’nin de dışarıdan desteğini alan yapılanma eş zamanlı olarak Yunanistan’ın özellikle Mısır, İsrail, Fransa ve ABD ile askeri, siyasi ve ekonomik yakınlaşmasıyla boyutlandırılıyor.
Yunanistan’ın son dönemde bu ittifakı genişletme yönündeki somut adımları Afrika’ya ve Körfez bölgesine de yaymayı hedeflediği görülüyor. Yunanistan’ın Mısır ile işbirliğini etkin bir biçimde kullanarak İtalya ve Fransa’dan sonra Afrika ve Orta Doğu ile Avrupa’yı birbirine bağlayan üçüncü ana hat olma politikası Avrupalı ortaklarınca da destek gördü. Bunun dikkati çeken somut bir adımı 11 Şubat’ta Philia (Dostluk) Forumu altında GKRY, Fransa, Yunanistan Bahreyn, Suudi Arabistan ve BAE’nin katılımıyla düzenlenen işbirliği gündemli toplantı oldu. Amaç, Mısır-Yunanistan ekseninde Avrupa ile Orta Doğu, Afrika ve Arap dünyası arasında sıkılaşan ekonomik, ticari ve siyasi bağların geliştirilerek kara, deniz yolu, elektrik ağları ve boru hatları vb. her türlü koridorun Yunanistan-Mısır ekseninde oluşturulması.
Ankara’da konu sadece deniz alanlarının sınırlandırılması olarak görülerek diğer bölgesel işbirliği boyutları yeterince dikkate alınmasa da Yunanistan-Mısır odaklı kapsamlı bir Avrupa-Afrika ticaret hattı kuruluyor. Çin şirketlerinin de başta Pire olmak üzere Yunanistan ve Mısır’ın ana liman hatlarının işleticisi olarak bu süreci kolaylaştırdığı, hızlandırdığı söylenebilir. Mısır’ın Ömer el-Beşir’in 2019’daki gidişi sonrası Mısır-Sudan ilişkilerine odaklanması sayesinde BAE ve Suudi Arabistan finansörlüğünde kurulmak istenilen Mısır-Sudan demiryolları hattına ilişkin anlaşmanın da Ekim 2020’de imzalandığı belirtilmeli.
Mısır ve İsrail’in enerji işbirliği
Enerji alanındaki yeni işbirlikleri bu sürecin bir diğer boyutu.
Mısır 2019’dan itibaren net gaz ihracatçısı konumuna geçti. Mısır ve İsrail, geçtiğimiz 21 Şubat’ta, İsrail’in Leviathan doğal gaz sahasından çıkardığı gazın Mısır’daki LNG tesislerine taşınması için bir deniz altı boru hattı inşası anlaşması imzaladılar.
Mısır Enerji Bakanı Tarık el Molla’nın bu amaçla yaptığı İsrail ziyareti, son beş yıldır Mısır’dan İsrail’e bakan seviyesinde yapılan ilk ziyaretti. Mulla, Netanyahu tarafından da kabul edildi ve Netanyahu bu ziyareti ve anlaşmayı iki ülkeyi doğal gaz ihracatçısı olmaya yönlendirecek, bölgede barış ve refahı işaret eden yeni bir dönemin başlangıcı olarak niteledi. Hedef, bölgede üretilen gazın birleştirilerek Avrupa pazarına Mısır üzerinden LNG şeklinde satılması. Bu, Doğu Akdeniz gazını piyasa koşullarında satılabilir metaya çevirecek bir girişim. Mısır’ın İdku ve Dimyat’taki LNG tesisleri 2011’den beri atıl durumdaydı ve son dönemde düşük kapasite ile çalışıyor. Şimdi süreç yeni bir aşamaya geçiyor gibi görünüyor. Bu, muhtemelen bölgeden Avrupa’ya gazı taşıyacak boru hattı projesini ortadan kaldıracak bir gelişme olmakla birlikte GKRY’nin de sürece dâhil edilmesi halinde Türkiye’nin hub olma, bölgenin kaynaklarını Türkiye üzerinden Avrupa’ya taşıma söyleminin ve kozunun da sonu olacak.
Diğer yandan Filistin yönetiminin de Gazze açıklarındaki doğal gaz kaynaklarını etkin hale getirerek sürece dâhil olmak adına İsrail-Mısır yakınlaşmasını ve anlaşmasını desteklediği dikkat alındığında Ankara’nın buradaki muhtemel bağlantı ve avantajlarının da kaybolma ihtimali bulunuyor.
Sonuçta 2020’ye hâkim olan ve heyecan yaratan Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki gündemi kendi çıkarları bağlamında ve hakça paylaşım söylemi çerçevesinde belirleme ve değiştirme ihtimali konusunda akıllarda soru işaretleri oluşmuş durumda.
Türkiye’nin Mısır, İsrail ve Yunanistan ile ilişkilerinin seyrine bakıldığında Ankara’nın oynanan oyunu yeniden kurma potansiyeli, etkili diplomatik girişimlerin yokluğunda, ortadan kalkıyor gibi görünüyor. Türkiye’nin atması gereken adımları AB ve ABD desteğinde Yunanistan’ın atıyor olması da süreçteki kopuşu hızlandırıyor. İmzalanan ikili ya da çok taraflı yeni anlaşmalar ile bölgesel ilişkilerin Ankara’nın yokluğunda derinleştiği, Türkiye karşıtı cephenin siyasi, ekonomik ve ticari işbirlikleriyle biraz daha genişleyerek güçlendiği görülüyor.
Hangi adımlar atılmalı?
Bu zorlu şartlar, farklılaşan çıkarlar ve karmaşık ilişkiler ağı içerisinde Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de adil ve hakça paylaşımı nasıl sağlayabileceği ya da zorlayabileceği, çıkarlarını savunarak haklarını alabileceği sorusunun cevabı, uluslararası platformda kabul görebilecek yaratıcı çözümlerin üretilmesinden geçiyor.
Bu çözümler ise içinde bulunduğumuz şartların ve ilişkilerin seyri ışığında yeni dengelerin kurulması, diplomatik adımların ticari ve ekonomik işbirlikleri ile desteklenmesi ve farklı politik tercihlerin hayata geçirilmesinden geçiyor.
“Ne tür politik, diplomatik, askerî açılımlar olumlu ve somut bir çözüme kapı açabilir?” sorusu yaşanan gelişmelerin ışığında sakince sorulmalı ve soruya gerçekçi cevaplar aranmalı. Yapılması gereken Mısır, İsrail ve Suriye hattında yeni bir bakış açısıyla tasarlanmış ilişkiler ağının kurulması. Ama “ilişkilerin seyrine” bakıldığında ne yazık ki geri dönüşü çok zor bir süreç Ankara’yı bekliyor.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 9 Mart 2021’de yayımlanmıştır.