Karadeniz rekabetinde yeni küresel oyuncu: Çin

Karadeniz Çin için ne ifade ediyor? Washington ve Moskova’nın Karadeniz’deki rekabetinde Pekin’in yeri ne? Çin’in bölge ülkeleriyle ilişkileri ne durumda? Çin’in artan ilgisi Karadeniz’in geleceğini nasıl etkileyebilir? Doç. Dr. Helin Sarı Ertem yazdı.

Karadeniz’deki büyük güçler rekabetinde akla hep ABD ve Rusya gelir ama son yıllarda bu rekabete yeni ve etkili bir aktörün daha katıldığını görüyoruz: Çin. Karadeniz’deki ticari ve siyasi aktivitesini hızla arttıran Çin’in en önemli aracı da tıpkı başka bölgelerde olduğu gibi, 2013 yılında ilan ettiği, Kuşak-Yol Girişimi (KYG).

21. Yüzyıl dinamikleri içinde Karadeniz

Küresel anlamda yükselen ve yayılan Çin’in Karadeniz ile ilgilenmek için nedenleri belli. Bölge, yaklaşık 335 milyonluk nüfusa ve 187 milyar dolarlık ticaret döngüsüne sahip. Denizde ve karada kapladığı 20 milyon kilometrekarelik alanla önemli bir hammadde ve pazar kapasitesi var. Ortadoğu’dan sonra en büyük doğalgaz ve petrol rezervleri de burada. Tüm bunlar da yükselen ve yayılan Çin’in iştahını kabartmaya yetiyor. Karadeniz bölgesinin, geniş Avrupa’nın en karmaşık ve heterojen coğrafyalarından biri olması ise, bölgeyle ilgili ülkeler için fırsatlar kadar riskler de yaratıyor.

Örneğin, Rusya’nın 2014 yılında gerçekleştirdiği bir oldu-bitti ile Kırım’a el koyması, ABD başta olmak üzere NATO ülkeleri için alarm mahiyetindeydi. Rusya, NATO için hala öncelikli tehdit unsuru. Bugün Yunanistan, Bulgaristan, Romanya, Ukrayna ve Gürcistan vasıtasıyla bölgedeki askeri varlığını hızla arttırmaya çalışan bir ABD ve ona tüm gücüyle direneceğini gösteren bir Rusya var karşımızda.

“Orta Koridor” ve “17+1 İnisiyatifi”

Çin için Karadeniz bölgesi, Avrupa, Ortadoğu ve Kafkaslar’ın buluşma noktası. Tüm bu bölgelerse, dünyanın pek çok başka yöresi gibi, Çin’in ünlü Kuşak-Yol Girişimi’nin geçiş güzergâhında. Pekin’den Londra’ya yeni bir İpek Yolu oluşturmayı hedefleyen bu proje, dünya nüfusunun %65’ini ve 100’den fazla ülkeyi içine alıyor. Çin Devlet Başkanı Xi Jinping yönetimi, proje kapsamında Rusya’yı içine alan Kuzey Koridoru ve Ortadoğu’yu içine alan Güney Koridoru’na ilaveten, Türkiye’nin de içinde bulunduğu “Orta Koridor”a büyük önem veriyor. Toplamda 8 trilyon dolarlık yatırım çekmesi planlanan Orta Koridor, Avrupa’yı demiryolları ile Gürcistan ve Azerbaycan’la birleştirmeyi, oradan da Hazar Denizi, Türkmenistan ve Kazakistan vasıtasıyla Çin’e ulaştırmayı hedefliyor. Bölge Çin için, enerji boru hatları ve deniz taşımacılığı açısından da önem arz ediyor.

Pekin, Karadeniz bölgesi ile özellikle enerji, ticaret, ulaşım ve altyapı alanındaki işbirliklerini geliştirmeye çalışıyor. Çin’in 2012 yılında Orta ve Doğu Avrupa ülkeleriyle birlikte oluşturduğu “17+1 İnisiyatifi”nin, Karadeniz’e kıyıdaş Romanya ve Bulgaristan’ı da kapsayacak şekilde düzenlenmiş olması önemli. 17+1 İnisiyatifi bu iki ülkeye ilaveten Arnavutluk, Bosna-Hersek, Karadağ, Kuzey Makedonya, Sırbistan, Slovenya, Hırvatistan, Macaristan, Polonya, Çek Cumhuriyeti, Slovakya, Estonya, Letonya ve Litvanya ile gruba 2019 yılında katılan Yunanistan’ı; ayrıca (+1 şeklinde ifade edilen) Çin’i içine alıyor.

İnisiyatif içindeki ülkelerin çoğunun eski Doğu Bloğu’nun parçası olması; bugünse AB ve NATO gibi örgütlerin içinde yer alması, bu girişimi doğrudan ABD ve Rusya’nın gündemine taşıyor. Bu inisiyatife dâhil ülkelerde Çin’in özellikle yumuşak güç kapasitesini kullanarak Konfüçyüs Enstitüleri açması, eğitim bursları vermesi, araştırma merkezleri kurması ve pandemi döneminde görüldüğü üzere, sağlık yardımlarını arttırması dikkat çekici.

İnisiyatife dahil ülkelerle savunma sanayii/askeri teknoloji bağlamındaki işbirliğini arttırdığı; “borç tuzağı” olarak tanımlanabilecek finansal ve siyasi bağımlılık ilişkileri yarattığı düşünüldüğünde Çin’in Orta ve Doğu Avrupa’da; dolayısıyla Karadeniz bölgesinde “Akıllı Güç” olma yolunda ilerlediği görülmekte. Bu durum Çin’in başta Asya ülkeleri olmak üzere, dış dünya ile ilişkilerinde “Ortak Kader Topluluğu” yaklaşımı ile de uyum içinde. Bu yaklaşım Çin’in sadece komşularıyla değil, uzak coğrafyalarla da yatırımlar ve yardımlar yoluyla işbirliğini arttırma hedefini ifade ediyor. Dolayısıyla da küresel kalkınma ve istikrar için “Çin liderliği” önerisini perçinliyor. Çin, dünyanın başka yörelerinde olduğu gibi Karadeniz’de de bölge ülkeleri arasındaki çekişmelerle ya da statü tartışmalarıyla zaman kaybetmiyor. Bu noktada örneğin Türkiye-Yunanistan gerilimi ya da Kırım’ın geleceği hakkında net bir tutum takınmak yerine, yatırımlarını yönelttiği bu bölgenin uzun vadede istikrarlı olup olmayacağıyla daha çok ilgileniyor.

Pekin’in kıyıdaş ülkelerle ilişkileri

Çin’in Karadeniz ülkeleri ile yaptığı işbirliklerinin detayları ilgi çekici. Örneğin, Türkiye’nin Çin ile toplam ticaret hacmi 2020 itibariyle 24 milyar doları aşmış durumda. Elbette bu rakamın %90’ı, Çin’in Türkiye’ye yaptığı ihracattan oluşuyor. 2021’de Çin’in Türkiye’deki yatırımlarının 6 milyar doları geçmesi bekleniyor. Hâlihazırda Türkiye’de aktif olarak çalışan 1000’den fazla Çinli firma var. Çin’i Avrupa’ya taşıyacak “en kısa ve en güvenilir yol” olarak tanımlanan “Orta Koridor”u, “Yeni İpek Yolu”nun asli parçalarından biri haline getirmek her iki ülke için de ortak hedef. Bu koridorun sadece Türkiye ayağının 40 milyar dolarlık bir bütçe anlamına geldiği; son yıllarda ulaştırma alanında yapılan hamlelerin Türkiye’ye, Avrupa ve Asya arasında önemli bir köprü olma işlevi kazandırdığı öne sürülüyor. Türkiye’nin Karadeniz’de en uzun kıyıya sahip ülke olması ve Boğaz geçiş yollarını elinde bulundurması onu avantajlı kılan unsurlar. Daha da önemlisi Orta Koridor sayesinde Türkiye; dünyanın en büyük 10 ekonomisi arasına girmeyi ve ülkeye yönelik enerji arzını çeşitlendirmeyi hedefliyor. Buna ilaveten Türkiye’nin, özellikle savunma sanayiinde Çin’e olan ilgisi artmış durumda ve tıpkı Rusya gibi, bu ülkeyi de Batıya karşı bir koz olarak öne sürebiliyor.

Karadeniz’e kıyıdaş bir diğer ülke olan Ukrayna’nın, Kırım’ın 2014 yılındaki işgalinin ardından Rusya ile gergin bir döneme girmesi, en çok Çin’in işine yarıyor, çünkü Ukrayna’nın en büyük ticaret partneri artık Rusya değil, Çin. Çin’in Ukrayna’yla geliştirdiği ticaretin ana unsurları ise tarım ve savunma sanayii. Avrupa’nın “tahıl deposu” olarak adlandırılabilecek Ukrayna’da büyük çaplı tarım ihracatçısı şirketler daha çok Amerikan menşeli. Bu nedenle de tarım sektöründe artan Ukrayna-Çin ilişkileri en çok ABD’yi rahatsız etme potansiyeline sahip. Savunma konusunda yaşanan yakınlaşmanın ise hem Rusya hem de ABD için önemli bir kayıp anlamına geldiği söylenebilir.

Çin’in kıyıdaş ülkelerden Gürcistan’a bakışı da temel olarak Kuşak-Yol Girişimi’ne dayanıyor. Pekin için Gürcistan, Hazar bölgesini bir yandan Avrupa diğer yandan da Çin ile birleştiren bir koridor. Çin’in Gürcistan ticaretindeki payı hızla artıyor ancak henüz Rusya, AB ya da Türkiye’nin bu ülkedeki payını geçebilmiş değil. Romanya ise Çin ile özellikle nükleer santrallerin yapımı için iletişim halinde. Ancak Romanya son yıllarda (Yunanistan ve Bulgaristan ile birlikte) ABD ve NATO’nun Karadeniz’de artan etkinlikleri için önemli bir üs halini aldığından, Çin ile ilişkiler bu iki büyük aktörün baskısı ile minimum düzeyde tutuluyor. Ülkenin Çin’le yürüttüğü 2 adet nükleer santral inşası görüşmelerini 2020’de iptal etmesi bunun bir yansıması. Bulgaristan’ın durumu da çok farklı değil; çünkü bu ülke de, tıpkı Romanya gibi, bir yandan ABD’ye çok sayıda askeri üs tahsis ederken, diğer yandan çeşitli askeri satış ve modernizasyon programları vasıtasıyla bolca Amerikan yardımı alıyor. Bununla birlikte KYG kapsamında Karadeniz transit yolunun kullanılması, ticari limanlar ve nükleer santral inşası gibi konularda Çin’le görüşmeler devam ediyor.

ABD-Rusya-Çin üçgeninde sıkışan bölge ülkeleri

NATO için Çin, doğrudan bir askeri tehdit olarak tanımlanmasa da, örgütün 2030 Strateji Konsepti, ittifakın Çin’in yükselişinden rahatsız olduğunun kanıtı. Genel olarak bakıldığında, Çin’in bölge ülkeleri ile Rusya arasındaki gergin ilişkilerden fayda sağladığı, ancak güvenlik açısından ABD garantisini ve finansal açıdan da AB kredilerinin yarattığı avantajı henüz aşamadığı gözlemleniyor.

Bununla birlikte bölge ülkelerinin Çin’i bazen Rusya’ya karşı bir denge unsuru olarak kullandığı; bazen de daha fazla Batı yardımı alabilmek için bir koz olarak masaya sürdüğü görülüyor. Rusya, Çin’in bölgede artan aktivitelerine şüpheyle bakarak, mevcut kontrolünü herhangi bir gerekçeyle başka bir büyük güce kaptırmak istemiyor. ABD de bölge ülkelerinin Rusya ile olduğu gibi, Çin ile de güçlü askeri ve ekonomik ilişkiler kurmasını istemiyor. Çin’in Sincan ve Hong Kong’daki insan hakları ihlalleri ve baskıcı yaklaşımı, ABD’ye dünyanın diğer bölgelerinde ve Karadeniz’de Çin’i yıpratmak için gerekçeler sunuyor.

Biden yönetiminin demokrasi ve insan hakları odaklı dış politikasında Karadeniz bölgesi, 1990’larda olduğu gibi, bugün de merkezi bir öneme haiz. Dezenformasyon yeteneği yüksek, “keskin güçler” olarak tanımlanan Rusya ve Çin’in, bu bölgeye dair planlarını bozmak ve bölge ülkelerinden yakın destek almak ABD’nin devam eden öncelikleri arasında. Biden sıklıkla “Çin ile çatışma değil, rekabet içindeyiz” dese de, mesajlarında, Wilson’un 1. Dünya Savaşı esnasında açıkladığı 14 Prensibi hatırlatacak şekilde, şeffaflık, demokrasi ve insan hakları vurgusu öne çıkıyor. Artan ABD baskısıyla Karadeniz ülkeleri, Batılı liberal değerlere sadık kalmakla, daha fazla kalkınma uğruna Rusya ve Çin otoriteryanizmine yeşil ışık yakmak arasında tercih yapmak zorunda olduğunu giderek daha çok hissediyor.

Artan Çin nüfuzu Karadeniz’in geleceğini nasıl etkiler?

Çok kutuplu bir hal alan 21. Yüzyıl dünyasında Rusya ile Türkiye’nin atacağı adımlar ABD ve Çin arasında Karadeniz’de yaşanabilecek rekabetin kaderini belirleyebilecek güçte. Rusya’nın da Türkiye’nin de her iki aktörle örtüşen ve ayrışan çıkarları var. Bu da onları esnek ittifaklar kurmaya zorluyor. Zira içinden geçmekte olduğumuz “Kaos Çağı”nda hiçbir dostluk ya da düşmanlık ilişkisi Soğuk Savaş ortamındaki kadar net değil. Mevcut durum daha çok 19. Yüzyılın çok aktörlü ve değişken ittifaklı yapısına benziyor. Rüzgâr her an farklı bir yönden esip, alışıldık dostluk ve düşmanlıkları tersine çevirebilir. Bu ise ilerleyen yıllarda örneğin, Karadeniz’de artan Çin etkisini kırmak adına ABD ve Rusya’yı sürpriz bir şekilde aynı kampta birleştirebilir; Türkiye’yi ise “tarafını seçmek” konusunda Atlantik ötesinden gelebilecek daha büyük bir baskı altına sokabilir.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 17 Kasım 2021’de yayımlanmıştır.

Helin Sarı Ertem
Helin Sarı Ertem
Doç. Dr. Helin Sarı Ertem - 1998 yılında Marmara Üniversitesi İngilizce Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden mezun olduktan sonra, yüksek lisansını 1999’da British Council bursu ile gittiği Londra’da, City Üniversitesi Uluslararası Gazetecilik bölümünde tamamladı. 1999-2002 yılları arasında Türkiye’de televizyon gazeteciliği yaptıktan sonra, akademik hayata dönerek, Yıldız Teknik Üniversitesi’nde çalışmaya başladı. 2010 yılında Marmara Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden Amerikan Dış Politikası üzerine doktora derecesi aldı. 2015 yılı Ekim ayından bu yana İstanbul Medeniyet Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde görev yapıyor. Ertem’in akademik çalışmaları; Amerikan dış politikası, Türk-Amerikan ilişkileri, Türk dış politikası, Ortadoğu, kimlik ve güvenlik çalışmaları ile Uluslararası İlişkiler Teorileri üzerinde yoğunlaşıyor. Ertem’in ABD ve Türkiye’nin dış politika eylemleri, inşacı teori bağlamında kimlik ve güvenlik, Türkiye-Körfez ülkeleri ilişkileri ile Irak, Suriye ve Filistin konulu, Türkçe ve İngilizce makaleleri ile derleme kitapları bulunuyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Karadeniz rekabetinde yeni küresel oyuncu: Çin

Karadeniz Çin için ne ifade ediyor? Washington ve Moskova’nın Karadeniz’deki rekabetinde Pekin’in yeri ne? Çin’in bölge ülkeleriyle ilişkileri ne durumda? Çin’in artan ilgisi Karadeniz’in geleceğini nasıl etkileyebilir? Doç. Dr. Helin Sarı Ertem yazdı.

Karadeniz’deki büyük güçler rekabetinde akla hep ABD ve Rusya gelir ama son yıllarda bu rekabete yeni ve etkili bir aktörün daha katıldığını görüyoruz: Çin. Karadeniz’deki ticari ve siyasi aktivitesini hızla arttıran Çin’in en önemli aracı da tıpkı başka bölgelerde olduğu gibi, 2013 yılında ilan ettiği, Kuşak-Yol Girişimi (KYG).

21. Yüzyıl dinamikleri içinde Karadeniz

Küresel anlamda yükselen ve yayılan Çin’in Karadeniz ile ilgilenmek için nedenleri belli. Bölge, yaklaşık 335 milyonluk nüfusa ve 187 milyar dolarlık ticaret döngüsüne sahip. Denizde ve karada kapladığı 20 milyon kilometrekarelik alanla önemli bir hammadde ve pazar kapasitesi var. Ortadoğu’dan sonra en büyük doğalgaz ve petrol rezervleri de burada. Tüm bunlar da yükselen ve yayılan Çin’in iştahını kabartmaya yetiyor. Karadeniz bölgesinin, geniş Avrupa’nın en karmaşık ve heterojen coğrafyalarından biri olması ise, bölgeyle ilgili ülkeler için fırsatlar kadar riskler de yaratıyor.

Örneğin, Rusya’nın 2014 yılında gerçekleştirdiği bir oldu-bitti ile Kırım’a el koyması, ABD başta olmak üzere NATO ülkeleri için alarm mahiyetindeydi. Rusya, NATO için hala öncelikli tehdit unsuru. Bugün Yunanistan, Bulgaristan, Romanya, Ukrayna ve Gürcistan vasıtasıyla bölgedeki askeri varlığını hızla arttırmaya çalışan bir ABD ve ona tüm gücüyle direneceğini gösteren bir Rusya var karşımızda.

“Orta Koridor” ve “17+1 İnisiyatifi”

Çin için Karadeniz bölgesi, Avrupa, Ortadoğu ve Kafkaslar’ın buluşma noktası. Tüm bu bölgelerse, dünyanın pek çok başka yöresi gibi, Çin’in ünlü Kuşak-Yol Girişimi’nin geçiş güzergâhında. Pekin’den Londra’ya yeni bir İpek Yolu oluşturmayı hedefleyen bu proje, dünya nüfusunun %65’ini ve 100’den fazla ülkeyi içine alıyor. Çin Devlet Başkanı Xi Jinping yönetimi, proje kapsamında Rusya’yı içine alan Kuzey Koridoru ve Ortadoğu’yu içine alan Güney Koridoru’na ilaveten, Türkiye’nin de içinde bulunduğu “Orta Koridor”a büyük önem veriyor. Toplamda 8 trilyon dolarlık yatırım çekmesi planlanan Orta Koridor, Avrupa’yı demiryolları ile Gürcistan ve Azerbaycan’la birleştirmeyi, oradan da Hazar Denizi, Türkmenistan ve Kazakistan vasıtasıyla Çin’e ulaştırmayı hedefliyor. Bölge Çin için, enerji boru hatları ve deniz taşımacılığı açısından da önem arz ediyor.

Pekin, Karadeniz bölgesi ile özellikle enerji, ticaret, ulaşım ve altyapı alanındaki işbirliklerini geliştirmeye çalışıyor. Çin’in 2012 yılında Orta ve Doğu Avrupa ülkeleriyle birlikte oluşturduğu “17+1 İnisiyatifi”nin, Karadeniz’e kıyıdaş Romanya ve Bulgaristan’ı da kapsayacak şekilde düzenlenmiş olması önemli. 17+1 İnisiyatifi bu iki ülkeye ilaveten Arnavutluk, Bosna-Hersek, Karadağ, Kuzey Makedonya, Sırbistan, Slovenya, Hırvatistan, Macaristan, Polonya, Çek Cumhuriyeti, Slovakya, Estonya, Letonya ve Litvanya ile gruba 2019 yılında katılan Yunanistan’ı; ayrıca (+1 şeklinde ifade edilen) Çin’i içine alıyor.

İnisiyatif içindeki ülkelerin çoğunun eski Doğu Bloğu’nun parçası olması; bugünse AB ve NATO gibi örgütlerin içinde yer alması, bu girişimi doğrudan ABD ve Rusya’nın gündemine taşıyor. Bu inisiyatife dâhil ülkelerde Çin’in özellikle yumuşak güç kapasitesini kullanarak Konfüçyüs Enstitüleri açması, eğitim bursları vermesi, araştırma merkezleri kurması ve pandemi döneminde görüldüğü üzere, sağlık yardımlarını arttırması dikkat çekici.

İnisiyatife dahil ülkelerle savunma sanayii/askeri teknoloji bağlamındaki işbirliğini arttırdığı; “borç tuzağı” olarak tanımlanabilecek finansal ve siyasi bağımlılık ilişkileri yarattığı düşünüldüğünde Çin’in Orta ve Doğu Avrupa’da; dolayısıyla Karadeniz bölgesinde “Akıllı Güç” olma yolunda ilerlediği görülmekte. Bu durum Çin’in başta Asya ülkeleri olmak üzere, dış dünya ile ilişkilerinde “Ortak Kader Topluluğu” yaklaşımı ile de uyum içinde. Bu yaklaşım Çin’in sadece komşularıyla değil, uzak coğrafyalarla da yatırımlar ve yardımlar yoluyla işbirliğini arttırma hedefini ifade ediyor. Dolayısıyla da küresel kalkınma ve istikrar için “Çin liderliği” önerisini perçinliyor. Çin, dünyanın başka yörelerinde olduğu gibi Karadeniz’de de bölge ülkeleri arasındaki çekişmelerle ya da statü tartışmalarıyla zaman kaybetmiyor. Bu noktada örneğin Türkiye-Yunanistan gerilimi ya da Kırım’ın geleceği hakkında net bir tutum takınmak yerine, yatırımlarını yönelttiği bu bölgenin uzun vadede istikrarlı olup olmayacağıyla daha çok ilgileniyor.

Pekin’in kıyıdaş ülkelerle ilişkileri

Çin’in Karadeniz ülkeleri ile yaptığı işbirliklerinin detayları ilgi çekici. Örneğin, Türkiye’nin Çin ile toplam ticaret hacmi 2020 itibariyle 24 milyar doları aşmış durumda. Elbette bu rakamın %90’ı, Çin’in Türkiye’ye yaptığı ihracattan oluşuyor. 2021’de Çin’in Türkiye’deki yatırımlarının 6 milyar doları geçmesi bekleniyor. Hâlihazırda Türkiye’de aktif olarak çalışan 1000’den fazla Çinli firma var. Çin’i Avrupa’ya taşıyacak “en kısa ve en güvenilir yol” olarak tanımlanan “Orta Koridor”u, “Yeni İpek Yolu”nun asli parçalarından biri haline getirmek her iki ülke için de ortak hedef. Bu koridorun sadece Türkiye ayağının 40 milyar dolarlık bir bütçe anlamına geldiği; son yıllarda ulaştırma alanında yapılan hamlelerin Türkiye’ye, Avrupa ve Asya arasında önemli bir köprü olma işlevi kazandırdığı öne sürülüyor. Türkiye’nin Karadeniz’de en uzun kıyıya sahip ülke olması ve Boğaz geçiş yollarını elinde bulundurması onu avantajlı kılan unsurlar. Daha da önemlisi Orta Koridor sayesinde Türkiye; dünyanın en büyük 10 ekonomisi arasına girmeyi ve ülkeye yönelik enerji arzını çeşitlendirmeyi hedefliyor. Buna ilaveten Türkiye’nin, özellikle savunma sanayiinde Çin’e olan ilgisi artmış durumda ve tıpkı Rusya gibi, bu ülkeyi de Batıya karşı bir koz olarak öne sürebiliyor.

Karadeniz’e kıyıdaş bir diğer ülke olan Ukrayna’nın, Kırım’ın 2014 yılındaki işgalinin ardından Rusya ile gergin bir döneme girmesi, en çok Çin’in işine yarıyor, çünkü Ukrayna’nın en büyük ticaret partneri artık Rusya değil, Çin. Çin’in Ukrayna’yla geliştirdiği ticaretin ana unsurları ise tarım ve savunma sanayii. Avrupa’nın “tahıl deposu” olarak adlandırılabilecek Ukrayna’da büyük çaplı tarım ihracatçısı şirketler daha çok Amerikan menşeli. Bu nedenle de tarım sektöründe artan Ukrayna-Çin ilişkileri en çok ABD’yi rahatsız etme potansiyeline sahip. Savunma konusunda yaşanan yakınlaşmanın ise hem Rusya hem de ABD için önemli bir kayıp anlamına geldiği söylenebilir.

Çin’in kıyıdaş ülkelerden Gürcistan’a bakışı da temel olarak Kuşak-Yol Girişimi’ne dayanıyor. Pekin için Gürcistan, Hazar bölgesini bir yandan Avrupa diğer yandan da Çin ile birleştiren bir koridor. Çin’in Gürcistan ticaretindeki payı hızla artıyor ancak henüz Rusya, AB ya da Türkiye’nin bu ülkedeki payını geçebilmiş değil. Romanya ise Çin ile özellikle nükleer santrallerin yapımı için iletişim halinde. Ancak Romanya son yıllarda (Yunanistan ve Bulgaristan ile birlikte) ABD ve NATO’nun Karadeniz’de artan etkinlikleri için önemli bir üs halini aldığından, Çin ile ilişkiler bu iki büyük aktörün baskısı ile minimum düzeyde tutuluyor. Ülkenin Çin’le yürüttüğü 2 adet nükleer santral inşası görüşmelerini 2020’de iptal etmesi bunun bir yansıması. Bulgaristan’ın durumu da çok farklı değil; çünkü bu ülke de, tıpkı Romanya gibi, bir yandan ABD’ye çok sayıda askeri üs tahsis ederken, diğer yandan çeşitli askeri satış ve modernizasyon programları vasıtasıyla bolca Amerikan yardımı alıyor. Bununla birlikte KYG kapsamında Karadeniz transit yolunun kullanılması, ticari limanlar ve nükleer santral inşası gibi konularda Çin’le görüşmeler devam ediyor.

ABD-Rusya-Çin üçgeninde sıkışan bölge ülkeleri

NATO için Çin, doğrudan bir askeri tehdit olarak tanımlanmasa da, örgütün 2030 Strateji Konsepti, ittifakın Çin’in yükselişinden rahatsız olduğunun kanıtı. Genel olarak bakıldığında, Çin’in bölge ülkeleri ile Rusya arasındaki gergin ilişkilerden fayda sağladığı, ancak güvenlik açısından ABD garantisini ve finansal açıdan da AB kredilerinin yarattığı avantajı henüz aşamadığı gözlemleniyor.

Bununla birlikte bölge ülkelerinin Çin’i bazen Rusya’ya karşı bir denge unsuru olarak kullandığı; bazen de daha fazla Batı yardımı alabilmek için bir koz olarak masaya sürdüğü görülüyor. Rusya, Çin’in bölgede artan aktivitelerine şüpheyle bakarak, mevcut kontrolünü herhangi bir gerekçeyle başka bir büyük güce kaptırmak istemiyor. ABD de bölge ülkelerinin Rusya ile olduğu gibi, Çin ile de güçlü askeri ve ekonomik ilişkiler kurmasını istemiyor. Çin’in Sincan ve Hong Kong’daki insan hakları ihlalleri ve baskıcı yaklaşımı, ABD’ye dünyanın diğer bölgelerinde ve Karadeniz’de Çin’i yıpratmak için gerekçeler sunuyor.

Biden yönetiminin demokrasi ve insan hakları odaklı dış politikasında Karadeniz bölgesi, 1990’larda olduğu gibi, bugün de merkezi bir öneme haiz. Dezenformasyon yeteneği yüksek, “keskin güçler” olarak tanımlanan Rusya ve Çin’in, bu bölgeye dair planlarını bozmak ve bölge ülkelerinden yakın destek almak ABD’nin devam eden öncelikleri arasında. Biden sıklıkla “Çin ile çatışma değil, rekabet içindeyiz” dese de, mesajlarında, Wilson’un 1. Dünya Savaşı esnasında açıkladığı 14 Prensibi hatırlatacak şekilde, şeffaflık, demokrasi ve insan hakları vurgusu öne çıkıyor. Artan ABD baskısıyla Karadeniz ülkeleri, Batılı liberal değerlere sadık kalmakla, daha fazla kalkınma uğruna Rusya ve Çin otoriteryanizmine yeşil ışık yakmak arasında tercih yapmak zorunda olduğunu giderek daha çok hissediyor.

Artan Çin nüfuzu Karadeniz’in geleceğini nasıl etkiler?

Çok kutuplu bir hal alan 21. Yüzyıl dünyasında Rusya ile Türkiye’nin atacağı adımlar ABD ve Çin arasında Karadeniz’de yaşanabilecek rekabetin kaderini belirleyebilecek güçte. Rusya’nın da Türkiye’nin de her iki aktörle örtüşen ve ayrışan çıkarları var. Bu da onları esnek ittifaklar kurmaya zorluyor. Zira içinden geçmekte olduğumuz “Kaos Çağı”nda hiçbir dostluk ya da düşmanlık ilişkisi Soğuk Savaş ortamındaki kadar net değil. Mevcut durum daha çok 19. Yüzyılın çok aktörlü ve değişken ittifaklı yapısına benziyor. Rüzgâr her an farklı bir yönden esip, alışıldık dostluk ve düşmanlıkları tersine çevirebilir. Bu ise ilerleyen yıllarda örneğin, Karadeniz’de artan Çin etkisini kırmak adına ABD ve Rusya’yı sürpriz bir şekilde aynı kampta birleştirebilir; Türkiye’yi ise “tarafını seçmek” konusunda Atlantik ötesinden gelebilecek daha büyük bir baskı altına sokabilir.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 17 Kasım 2021’de yayımlanmıştır.

Helin Sarı Ertem
Helin Sarı Ertem
Doç. Dr. Helin Sarı Ertem - 1998 yılında Marmara Üniversitesi İngilizce Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden mezun olduktan sonra, yüksek lisansını 1999’da British Council bursu ile gittiği Londra’da, City Üniversitesi Uluslararası Gazetecilik bölümünde tamamladı. 1999-2002 yılları arasında Türkiye’de televizyon gazeteciliği yaptıktan sonra, akademik hayata dönerek, Yıldız Teknik Üniversitesi’nde çalışmaya başladı. 2010 yılında Marmara Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden Amerikan Dış Politikası üzerine doktora derecesi aldı. 2015 yılı Ekim ayından bu yana İstanbul Medeniyet Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde görev yapıyor. Ertem’in akademik çalışmaları; Amerikan dış politikası, Türk-Amerikan ilişkileri, Türk dış politikası, Ortadoğu, kimlik ve güvenlik çalışmaları ile Uluslararası İlişkiler Teorileri üzerinde yoğunlaşıyor. Ertem’in ABD ve Türkiye’nin dış politika eylemleri, inşacı teori bağlamında kimlik ve güvenlik, Türkiye-Körfez ülkeleri ilişkileri ile Irak, Suriye ve Filistin konulu, Türkçe ve İngilizce makaleleri ile derleme kitapları bulunuyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x