Küresel ısınma jeopolitiği de hararetlendiriyor

Gezegenin sıcaklığında ortalama yarım derecelik bir artış, dünya çapında ölümlere yol açan çatışmaları %10 ila 20 oranında artırabilir. COVID-19 ve küresel ısınma çağında jeopolitik alanı pandemi ve iklim araştırmalarını da kapsayacak şekilde genişletilmeli.

İklim değişikliğinin olumsuz etkileri dünya çapında daha da görünür hale gelirken, jeopolitik analizlerin artık küresel ısınmanın devletler ya da bölgeler arasında toplumsal kargaşalara neden olan kuraklık, çevresel göç gibi sonuçlarını görmezden gelmesi pek de mümkün değil. Fransız siyaset bilimci ve yazar Dominique Moïsi’ye göre, çatışma riskini artıran bu çevresel boyut, ülkeleri uluslararası işbirliğini artırmaya yönlendirmeli.

Moïsi, Montaigne Enstitüsü’nün internet sitesinde ve Fransız gazetesi Les Echos’da yayımlanan yazısında, gözlerimizin önünde hızlanarak artan ve artık inkâr edilemeyecek küresel ısınmanın önemli jeopolitik sonuçları olacağını söylüyor. Nitekim gezegenin sıcaklığında ortalama yarım derecelik bir artış, dünya çapında ölümlere yol açan çatışmaları %10 ila 20 oranında artırabilir.

Yazar, saygın Amerikan dergisi Foreign Affairs’in 28 Eylül 2020 sayısında yayımlanan rakamlara atıf yaparak Dünya Bankası öngörülerine göre hiçbir şey yapılmadığı takdirde Sahraaltı Afrika, Güney Asya ve Latin Amerika’da 2050 itibarıyla 140 milyonu aşkın mültecinin olacağının altını çiziyor.

Moïsi yazısına şöyle devam ediyor:

“COVID-19 ve küresel ısınma çağında jeopolitik alanı pandemi ve iklim araştırmalarını da kapsayacak şekilde genişletilmeli. Jeopolitiğe yalnızca devlet aktörleri arasındaki siyasi rekabet açısından yaklaşmak isteyenler için rahatsız edici bu gerçekliği kabul etmeliyiz. (…) Sahel’den Orta Asya’ya, Ortadoğu’dan Latin Amerika’ya iklim değişikliğinin jeopolitik gelişmeler üzerindeki etkisi inkâr edilemez olmanın yanında önemli bir analiz ekseni de oluşturuyor.

İklim değişikliği radikallere alan açıyor

Kuzey Nijerya iklim değişikliğiyle ilişkili tekrar eden kuraklık dalgalarıyla 1970’lerin başlarından beri boğuşuyor. Bu kuraklıklar Sahra Çölü’nün genişlemesine ve tahminen yılda 350 bin hektara denk gelen bir çölleşme oranına neden oluyor. Bu süreç, geçimlerini sağlayacak hatta sadece hayatta kalmalarına izin verecek toprak arayışındaki çobanlar ve çiftçiler arasında var olan gerilimleri artırıyor. Yaşanan şiddet, Bako Haram gibi cihatçı grupların yerleşik hale gelmesini kolaylaştırıyor elbette.”

Yazar, küresel ısınmanın hükümetlerin eylemlerinin etkisizliğinin şiddet içeren çatışmaların ortaya çıkma riskini yükselttiğini vurgulayarak bunu Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da yaşananlarla örneklendiriyor:

“Tunus, Mısır ve Suriye çok iyi örnekler. 2006’dan 2011 yılına kadar Suriye’nin kuzeyinde yetkililerin vahim yönetimi nedeniyle etkisini artıran aşırı kuraklık durumu yaşandı. “Suriye Baharı”nın birçok nedeni vardı ki ilk protestoların vahşice bastırılması önde gelen sebepti. Ancak kuraklık da bu süreçte rol oynadı. Halk ayaklanması kıtlıktan en çok etkilenen ve kendi ülkelerinde iklim mültecileri haline gelen yüzbinlerce Suriyelinin akın ettiği şehirlerde kendini gösterdi. İklim değişikliği, Etiyopya’nın Nil Nehri üzerindeki Büyük Rönesans Barajı projesi nedeniyle Mısır, Sudan ve Etiyopya arasındaki gerilimi de artırıyor.

Küresel ısınma Orta Asya’da Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan ve Özbekistan’ın suya erişimi konusunda tansiyonları yükseltiyor. Çin’in Mekong Nehri’ndeki baraj inşaatı, devam eden kuraklıkla birlikte Beijing ile nehrin aşağısında yer alan ülkeler arasında halihazırda sorunlu olan ilişkileri daha da kötüleştiriyor. İklim değişikliği, yolsuzluğun neden olduğu güvenlik açığı ve ekonomik durgunlukla birleşerek Orta Amerika’da yüzbinlerce insanı yollara düşmek zorunda bırakıyor.”

Bu durumdan kimler kazançlı çıkıyor?

Moïsi, iklim değişikliğinin jeopolitik sonuçları ve sıcaklıklardaki yükselme ile çatışmaların artışı arasındaki bağlantıyı ortaya koyan bu örneklerin çoğaltılabileceğini belirterek durumu daha iyi anlamak için iklim değişikliğiyle mücadele amacıyla alınan önlemlerin dünyanın jeopolitik dengesi üzerindeki etkisine bakmak gerektiğini söylüyor:

“Çok sayıda ülke bu değişimden fayda sağlıyor ya da sağlayacak. Elektrikli bataryaların vazgeçilmezi olan lityum kaynaklarına sahip Şili ya da cep telefonlarını üretmek için gerekli olan bileşenlerin yüzde 80’ine sahip olan Kongo Demokratik Cumhuriyeti ve elbette nadir bulunan minerallerde neredeyse bir tekel olan Çin, bu ülkelerden bazıları.

Karbon sonrası dünyanın hedefi, mevcut jeopolitik dengeleri fosil yakıt endüstrilerine sahip ülkeler aleyhine değiştiriyor. Bu durum, özellikle de zenginlik yaratmayan ve genellikle geçimini hidrokarbonların çıkarılmasıyla sağlamaktan memnun olan Rusya gibi ülkeler için geçerli.”

Daha fazla dayanışma ve adalet

Yazara göre sadece dünyanın güç dengesini değiştirmekle kalmayan iklim değişikliği, bizi dünyaya farklı şekilde bakmaya da zorlamalı:

“Tıpkı COVID-19 gibi küresel ısınma da bizi daha fazla dayanışmaya, çok taraflılığa ve adalete yöneltmeli. Bu büyüklükteki zorluklardan kendi kendimize kurtulamayacağımıza ikna olmalıyız. ‘Birleşirsek ayakta kalır, bölünürsek düşeriz.’ (…) Ancak pandemi sürecinde, tıpkı iklim değişikliğinde olduğu gibi kendimizi dar bir milliyetçiliğe hapsetmenin cazibesiyle karşı karşıyayız.

Diğer pek çok alanda olduğu gibi bu alanda da Donald Trump’ın Amerika’sı gerek Paris İklim Anlaşması’ndan çekilmesiyle gerekse sınırlarını Orta ve Latin Amerika’dan gelen mültecilere kapatmasıyla çarpıcı bir karşı örnek teşkil ediyor. ABD böyle yaparak iklim değişikliğiyle mücadelede Çin’in yumuşak gücünü artırmasına izin vermiş oldu.

Gezegeni insandan değil, insan için kurtarmak

Demokratik rejimlerin küresel ısınmayla mücadeleye dahil olması her şeyden önemli, çünkü bu mücadeleyi ekolojistlere, özellikle de radikallerine bırakmak çok tehlikeli.

Bu, gezegeni insandan değil, insan için kurtarma meselesidir. Çok sayıda genç, küresel ısınmaya karşı ya da biyoçeşitliliği korumaya dair verilen mücadelelerin, demokrasinin savunulması gibi diğer gayelerden vazgeçecek kadar önemli olduğunu düşünüyor.

Tutkulu bir ılımlılıkla, dünyayı bazılarının bencilliği ve körlüğünden, bazılarının da ideolojik emperyalizminden korumalıyız.

Georges Clemenceau ‘Savaş askerlere bırakılamayacak kadar ciddi bir iştir’ demişti. Aynı şekilde ‘Küresel ısınma da sadece ekolojistlere bırakılmayacak kadar ciddi bir mesele’.”

Bu yazı ilk kez 15 Ekim 2020’de yayımlanmıştır.

 

Fikir Turu
Fikir Turuhttps://fikirturu.com/
Fikir Turu, yalnızca Türkiye’deki düşünce hayatını değil, dünyanın da ne düşündüğünü, tartıştığını okurlarına aktarmaya çalışıyor. Bu amaçla, İngilizce, Arapça, Rusça, Almanca ve Çince yazılmış önemli makalelerin belli başlı bölümlerini çevirerek, editoryal katkılarla okuruna sunmaya çalışıyor. Her makalenin orijinal metnine ve değerli çevirmen arkadaşlarımızın bilgilerine makalenin alt kısmındaki notlardan ulaşabilirsiniz.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Küresel ısınma jeopolitiği de hararetlendiriyor

Gezegenin sıcaklığında ortalama yarım derecelik bir artış, dünya çapında ölümlere yol açan çatışmaları %10 ila 20 oranında artırabilir. COVID-19 ve küresel ısınma çağında jeopolitik alanı pandemi ve iklim araştırmalarını da kapsayacak şekilde genişletilmeli.

İklim değişikliğinin olumsuz etkileri dünya çapında daha da görünür hale gelirken, jeopolitik analizlerin artık küresel ısınmanın devletler ya da bölgeler arasında toplumsal kargaşalara neden olan kuraklık, çevresel göç gibi sonuçlarını görmezden gelmesi pek de mümkün değil. Fransız siyaset bilimci ve yazar Dominique Moïsi’ye göre, çatışma riskini artıran bu çevresel boyut, ülkeleri uluslararası işbirliğini artırmaya yönlendirmeli.

Moïsi, Montaigne Enstitüsü’nün internet sitesinde ve Fransız gazetesi Les Echos’da yayımlanan yazısında, gözlerimizin önünde hızlanarak artan ve artık inkâr edilemeyecek küresel ısınmanın önemli jeopolitik sonuçları olacağını söylüyor. Nitekim gezegenin sıcaklığında ortalama yarım derecelik bir artış, dünya çapında ölümlere yol açan çatışmaları %10 ila 20 oranında artırabilir.

Yazar, saygın Amerikan dergisi Foreign Affairs’in 28 Eylül 2020 sayısında yayımlanan rakamlara atıf yaparak Dünya Bankası öngörülerine göre hiçbir şey yapılmadığı takdirde Sahraaltı Afrika, Güney Asya ve Latin Amerika’da 2050 itibarıyla 140 milyonu aşkın mültecinin olacağının altını çiziyor.

Moïsi yazısına şöyle devam ediyor:

“COVID-19 ve küresel ısınma çağında jeopolitik alanı pandemi ve iklim araştırmalarını da kapsayacak şekilde genişletilmeli. Jeopolitiğe yalnızca devlet aktörleri arasındaki siyasi rekabet açısından yaklaşmak isteyenler için rahatsız edici bu gerçekliği kabul etmeliyiz. (…) Sahel’den Orta Asya’ya, Ortadoğu’dan Latin Amerika’ya iklim değişikliğinin jeopolitik gelişmeler üzerindeki etkisi inkâr edilemez olmanın yanında önemli bir analiz ekseni de oluşturuyor.

İklim değişikliği radikallere alan açıyor

Kuzey Nijerya iklim değişikliğiyle ilişkili tekrar eden kuraklık dalgalarıyla 1970’lerin başlarından beri boğuşuyor. Bu kuraklıklar Sahra Çölü’nün genişlemesine ve tahminen yılda 350 bin hektara denk gelen bir çölleşme oranına neden oluyor. Bu süreç, geçimlerini sağlayacak hatta sadece hayatta kalmalarına izin verecek toprak arayışındaki çobanlar ve çiftçiler arasında var olan gerilimleri artırıyor. Yaşanan şiddet, Bako Haram gibi cihatçı grupların yerleşik hale gelmesini kolaylaştırıyor elbette.”

Yazar, küresel ısınmanın hükümetlerin eylemlerinin etkisizliğinin şiddet içeren çatışmaların ortaya çıkma riskini yükselttiğini vurgulayarak bunu Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da yaşananlarla örneklendiriyor:

“Tunus, Mısır ve Suriye çok iyi örnekler. 2006’dan 2011 yılına kadar Suriye’nin kuzeyinde yetkililerin vahim yönetimi nedeniyle etkisini artıran aşırı kuraklık durumu yaşandı. “Suriye Baharı”nın birçok nedeni vardı ki ilk protestoların vahşice bastırılması önde gelen sebepti. Ancak kuraklık da bu süreçte rol oynadı. Halk ayaklanması kıtlıktan en çok etkilenen ve kendi ülkelerinde iklim mültecileri haline gelen yüzbinlerce Suriyelinin akın ettiği şehirlerde kendini gösterdi. İklim değişikliği, Etiyopya’nın Nil Nehri üzerindeki Büyük Rönesans Barajı projesi nedeniyle Mısır, Sudan ve Etiyopya arasındaki gerilimi de artırıyor.

Küresel ısınma Orta Asya’da Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan ve Özbekistan’ın suya erişimi konusunda tansiyonları yükseltiyor. Çin’in Mekong Nehri’ndeki baraj inşaatı, devam eden kuraklıkla birlikte Beijing ile nehrin aşağısında yer alan ülkeler arasında halihazırda sorunlu olan ilişkileri daha da kötüleştiriyor. İklim değişikliği, yolsuzluğun neden olduğu güvenlik açığı ve ekonomik durgunlukla birleşerek Orta Amerika’da yüzbinlerce insanı yollara düşmek zorunda bırakıyor.”

Bu durumdan kimler kazançlı çıkıyor?

Moïsi, iklim değişikliğinin jeopolitik sonuçları ve sıcaklıklardaki yükselme ile çatışmaların artışı arasındaki bağlantıyı ortaya koyan bu örneklerin çoğaltılabileceğini belirterek durumu daha iyi anlamak için iklim değişikliğiyle mücadele amacıyla alınan önlemlerin dünyanın jeopolitik dengesi üzerindeki etkisine bakmak gerektiğini söylüyor:

“Çok sayıda ülke bu değişimden fayda sağlıyor ya da sağlayacak. Elektrikli bataryaların vazgeçilmezi olan lityum kaynaklarına sahip Şili ya da cep telefonlarını üretmek için gerekli olan bileşenlerin yüzde 80’ine sahip olan Kongo Demokratik Cumhuriyeti ve elbette nadir bulunan minerallerde neredeyse bir tekel olan Çin, bu ülkelerden bazıları.

Karbon sonrası dünyanın hedefi, mevcut jeopolitik dengeleri fosil yakıt endüstrilerine sahip ülkeler aleyhine değiştiriyor. Bu durum, özellikle de zenginlik yaratmayan ve genellikle geçimini hidrokarbonların çıkarılmasıyla sağlamaktan memnun olan Rusya gibi ülkeler için geçerli.”

Daha fazla dayanışma ve adalet

Yazara göre sadece dünyanın güç dengesini değiştirmekle kalmayan iklim değişikliği, bizi dünyaya farklı şekilde bakmaya da zorlamalı:

“Tıpkı COVID-19 gibi küresel ısınma da bizi daha fazla dayanışmaya, çok taraflılığa ve adalete yöneltmeli. Bu büyüklükteki zorluklardan kendi kendimize kurtulamayacağımıza ikna olmalıyız. ‘Birleşirsek ayakta kalır, bölünürsek düşeriz.’ (…) Ancak pandemi sürecinde, tıpkı iklim değişikliğinde olduğu gibi kendimizi dar bir milliyetçiliğe hapsetmenin cazibesiyle karşı karşıyayız.

Diğer pek çok alanda olduğu gibi bu alanda da Donald Trump’ın Amerika’sı gerek Paris İklim Anlaşması’ndan çekilmesiyle gerekse sınırlarını Orta ve Latin Amerika’dan gelen mültecilere kapatmasıyla çarpıcı bir karşı örnek teşkil ediyor. ABD böyle yaparak iklim değişikliğiyle mücadelede Çin’in yumuşak gücünü artırmasına izin vermiş oldu.

Gezegeni insandan değil, insan için kurtarmak

Demokratik rejimlerin küresel ısınmayla mücadeleye dahil olması her şeyden önemli, çünkü bu mücadeleyi ekolojistlere, özellikle de radikallerine bırakmak çok tehlikeli.

Bu, gezegeni insandan değil, insan için kurtarma meselesidir. Çok sayıda genç, küresel ısınmaya karşı ya da biyoçeşitliliği korumaya dair verilen mücadelelerin, demokrasinin savunulması gibi diğer gayelerden vazgeçecek kadar önemli olduğunu düşünüyor.

Tutkulu bir ılımlılıkla, dünyayı bazılarının bencilliği ve körlüğünden, bazılarının da ideolojik emperyalizminden korumalıyız.

Georges Clemenceau ‘Savaş askerlere bırakılamayacak kadar ciddi bir iştir’ demişti. Aynı şekilde ‘Küresel ısınma da sadece ekolojistlere bırakılmayacak kadar ciddi bir mesele’.”

Bu yazı ilk kez 15 Ekim 2020’de yayımlanmıştır.

 

Fikir Turu
Fikir Turuhttps://fikirturu.com/
Fikir Turu, yalnızca Türkiye’deki düşünce hayatını değil, dünyanın da ne düşündüğünü, tartıştığını okurlarına aktarmaya çalışıyor. Bu amaçla, İngilizce, Arapça, Rusça, Almanca ve Çince yazılmış önemli makalelerin belli başlı bölümlerini çevirerek, editoryal katkılarla okuruna sunmaya çalışıyor. Her makalenin orijinal metnine ve değerli çevirmen arkadaşlarımızın bilgilerine makalenin alt kısmındaki notlardan ulaşabilirsiniz.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x