“Allah Büyüktür,
Amerika’ya ölüm,
İsrail’e ölüm,
Yahudilere lanet,
İslam’a zafer!”
Bu slogan, son günlerde dünya ticaretini sekteye uğratan, Kızıldeniz’den geçen yük gemilerini hedef alarak pandemiden sonra yeni bir tedarik zinciri krizi endişesi yaratan Husilere ait…
Bir süre önce, İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırıları nedeniyle, İsrail’e giden ticaret gemilerini hedef alacaklarını duyuran Husiler, Arap yarımadası ile Afrika’yı birbirinden ayıran Babülmendep Boğazı’nı, düzenledikleri füze saldırılarıyla uluslararası ticaret gemileri için korkulu rüyaya çevirdiler. Husilerin insansız hava araçları ve füze saldırılarıyla verdiği “İsrail ile iş yapmayın” mesajına karşılık bazı büyük firmalar, bu boğazı kullanmayacaklarını çoktan ilan etti.
Babülmendep Boğazı, Avrupa ve Asya’yı birbirine bağlayan, dünya ticaretinin yüzde 12’sinin yapıldığı Süveyş Kanalı’nın da giriş noktası. Buraya alternatif Ümit Burnu rotasıysa, yolu 6000 kilometre ve neredeyse on gün kadar uzatıyor, bunun da dünya enflasyonunu etkilemesinden korkuluyor.
ABD, işte bu önemli ticaret yoluna saldırı düzenleyen Husilere karşı uluslararası güç oluşturma çabası içinde.
Peki, halen Yemen’in yaklaşık yüzde 25’ini ve ülkede ekonominin kalbi durumundaki Sana’yı kontrol eden, Batı’nın başını epey ağrıtan ve dünyayı bu kadar tedirgin etmeyi başaran Husiler kim ve ne istiyorlar?
Husiler nasıl ortaya çıktı?
Husiler, resmî olarak “Ensarullah” olarak bilinen ve bir zamanlar Yemen’i yöneten Şiiliğin Zeydi kolunun silahlı yapısı.
Aslında Sünni İslam’a en yakın mezhep olarak tanımlanabilirler.
1990’larda Yemen’in kuzeyindeki Saada bölgesinde ortaya çıktılar. Hareket, Yemen hükümetinin bölgeye yönelik ihmalini ve sosyo-ekonomik adaletsizlikleri protesto etmek amacıyla kuruldu.
Ayrıca ülkede artan Suudi etkisine ve Yemen’in kuzeyinin ihmal edilmişliğe tepki olarak ayaklandılar.
Hareketin kurucusu Hüseyin Bedrettin Husi, Yemen’deki Zeydi Şiilerin haklarını savunma ve genişletme amacı güdüyordu. Husilerin amaçlarına daha geniş bir perspektiften bakıldığında ise Yemen hükümetine karşı daha fazla siyasi güç ve özerklik kazanmayı, Suudi Arabistan ve Amerika Birleşik Devletleri’nin bölgedeki etkisini azaltmayı hedefledikleri söylenebilir.
Husilerin stratejisi ne?
Husiler’in temel stratejisi, başlangıçta barışçıl protestolar ve siyasi aktivizm yoluyla amaçlarına ulaşmaya çalışmaktı. Ancak, zamanla silahlı mücadeleye döndüler, İran’ın ideolojik etkisi ve desteğiyle askerî bir yapıya dönüştüler.
2011’deki Arap Halk ayaklanması ve ardından başlayan iç çatışmalarda başkent Sana’yı ele geçirdiler. Ulusal orduya ait silahlara el koydular.
Özellikle 2014’te başkent Sanaa’yı ele geçirdikten sonra, Yemen genelinde daha geniş bir alana yayıldılar. Bu anlamda Husiler, Yemen’in kuzeyindeki Zeydi nüfusun bir bölümünden önemli bir destek aldı. Bu destek, bölgenin tarihsel olarak marjinalleşmesi ve merkezi hükümet tarafından ihmal edilmesi nedeniyle şekilleniyor. Ayrıca, Yemen içerisindeki bazı kabileler ve siyasi gruplar da zaman zaman Husilere destek veriyorlar. Bu destek, genellikle Yemen iç siyasetindeki ittifaklar ve çıkar çatışmalarına bağlı olarak değişkenlik gösteriyor.
Husiler, Suudi Arabistan’a karşı sınır ötesi saldırılar düzenleyerek savaş alanını genişlettiler. Ama Suudi Arabistan 2015’te Yemen’e müdahale edince kuzeye çekildiler.
Bu hareketlerinde özellikle 2015 yılından itibaren İran’dan önemli ölçüde destek aldılar.
İran’ın Husilere silah, eğitim ve finansal destek sağladığına inanılıyor. Nitekim bu destek, İran’ın bölgesel etkisini artırma stratejisinin bir parçası olarak okunabilir.
Husiler için İran ne anlama geliyor?
Husilerin en önemli destekçisi olarak kabul edilen İran, ideolojik ve stratejik nedenlerle bu gruba destek veriyor.
İran ve Husiler arasındaki ilişkiyi, Tahran’ın Sünni-Arap devletleri, özellikle Suudi Arabistan ile olan rekabeti çerçevesinde ele almak mümkün.
Lübnan’daki Hizbullah gibi bazı Şii grupların da Husilere eğitim ve stratejik danışmanlık sağladığına dair iddialar var. Bu tür gruplar hem ideolojik hem de stratejik nedenlerle Husilere destek olabilirler. Ancak, bu ilişkinin boyutu ve doğası hakkında kesin bilgiler sınırlı.
Yemen’deki Şii grup Husiler, Lübnan’daki Hizbullah, Irak’taki Şii vekil gruplar gibi doğrudan Tahran’a bağlı değiller aslında. Örneğin, Hizbullah doğrudan İran tarafından ortaya çıkarılmışken, Ensarullah hareketi yerli bir hikâyeye sahip.
Husiler için İran, Yemen Savaşı’nda motivasyon veren güç değil, fakat İran için Husiler, bölgede Suudi Arabistan’a karşı rekabetin bir parçası.
Husilere “dolaylı” küresel destek
Rusya ve Çin, Yemen’deki savaşta doğrudan bir rol oynamamakla birlikte, Husilere dolaylı destek sağlayan uluslararası aktörler olarak görülebilir. Bu ülkeler, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde Yemen’e yönelik silah ambargolarına ve diğer kısıtlayıcı tedbirlere karşı çıkarak veya bu tür önlemleri yumuşatarak Husilerin uluslararası arenada izole edilmesini engellemeye çalışıyorlar. Aslında bu destekler, bölgesel ve uluslararası siyasetin çekişmeli yapısını yansıtıyor ve Yemen’deki çatışmanın sürmesinde önemli bir rol oynuyor.
Bu noktada Çin’in Yemen özelinde Rusya’dan ayrışan pozisyonuna dikkat çekmek gerekir.
Çin, BM Güvenlik Konseyi’nde genellikle Yemen ile ilgili konularda çekimser bir tutum sergileme eğiliminde. Çin, dış politikada genellikle müdahaleci olmayan, daha çok içişlerine karışmaktan kaçınan bir yaklaşım benimsiyor. Bu politika, Yemen’deki Husilerle ilgili kararlar söz konusu olduğunda da gözleniyor. Dolayısıyla Çin’in çekimserliği, söz konusu dış politika ilkelerine ve stratejik çıkarlarına dayanıyor. Çin, çatışma bölgelerindeki taraflar arasındaki dengenin yanı sıra ticari ve diplomatik çıkarlarını korumaya çalışıyor. Bu durum, bir taraftan Çin’in küresel siyasetteki genel yaklaşımını ve çıkarlarını yansıtırken, diğer taraftan da Körfez ülkeleriyle arasındaki çıkar ilişkilerine işaret ediyor.
Husiler için Babülmendep’in önemi nedir?
7 Ekim’den itibaren gündemde olan Gazzeli gruplarla İsrail arasındaki çatışmalar, küresel etkiler doğurdu. ABD, Çin ve Rusya gibi küresel aktörler arasındaki rekabetin alt bölgelere yansımalarının biri de söz konusu çatışmayla bağlantılı olarak Babülmendep’te Husilerin İsrail bağlantılı olduğu iddiasıyla ticari gemilere saldırmasının ardından gündeme geldi.
Babülmendep, Kızıldeniz üzerinde stratejik bir konuma sahip olduğundan, bu bölgedeki herhangi bir askerî hareket büyük önem taşır. Bu bölge üzerinde kontrol, Husiler için hem ekonomik hem de askerî avantajlar sağlayabilir.
Husilerin söz konusu saldırıları hem Filistin – İsrail arasındaki anlaşmazlık noktasında hem de Yemen’deki iç savaşın çözümüne yönelik uluslararası müzakerelerde, Husilerin elde ettiği askerî başarılar onlara ve dolaylı olarak İran’a pazarlık masasında daha fazla söz hakkı verebilir.
Ayrıca Husilerin eylemleri, bölgedeki diğer güçlerle olan ilişkilerini etkileyebilir. Özellikle Suudi Arabistan ve İran gibi ülkelerle olan ilişkiler bu dinamiklerin önemli bir parçası. Diğer taraftan Husilerin Babülmendep’teki saldırıları, Yemen içindeki gücünü konsolide etmesine de katkı sağlayacaktır.
Babülmendep’te Husi saldırıları durdurulabilir mi?
Husilerin İsrail bağlantılı gemilerin yanı sıra 19 Kasım’dan itibaren Norveç ve Danimarka menşeli ticaret gemilerinin de aralarında bulunduğu 25 ayrı saldırı gerçekleştirmesine karşılık, uluslararası düzenin hâkim gücü ABD, Husilere karşı füze saldırıları gerçekleştirdi. Ayrıca müttefik ülkelerle birlikte Kızıldeniz’de “Refah Muhafızı Operasyonu” kurduğunu açıkladı.
Uluslararası siyasette hâkim güç olmaya en yakın aday Çin tarafından yapılan resmî açıklamada ise Husilerin saldırıları durdurması gerektiğine dikkat çekildi.
ABD ve Çin’in, Babülmendep Boğazı’nın diğer yakası olan, Yemen’in hemen karşısındaki Cibuti’de askerî üsleri bulunuyor. Fakat ABD’nin öncülük ettiği operasyona Çin katılmadı. İngiltere Savunma Bakanı İngiliz birliklerinin Husilere müdahaleye hazır olduğunu açıkladı. İran ise bölgeye askerî gemi gönderdi.
Dolayısıyla bu ortamda Husi saldırılarının durdurulması ve destek verenlerin caydırılması için ABD ve Çin’in öncülük edeceği bir ortaklığın kurulması gerekli. Nitekim her iki aktör, Cibuti’deki askerî üsleri nezdinde hem bölgedeki terör hem de korsan tehdidine karşı rekabetçi iş birliği içinde. Dolayısıyla, ticari gemilere Husi saldırılarının devam etmesi durumunda, önümüzdeki günlerde her iki aktörün de ortak bir siyasi ve askerî yaklaşım benimsemesi muhtemeldir.
Husilerin, Yemen’deki iç savaşın yanı sıra, Babülmendep üzerinden yürüttükleri askerî faaliyetler, hem bölgesel güç dengelerini hem de uluslararası deniz ticaretini doğrudan etkiliyor. Bu durum, Yemen’deki iç savaşın sadece bir iç çatışma olmaktan çıkıp, küresel bir öneme sahip bölgesel bir mesele haline geldiğini de gösteriyor.
Nihayetinde, Yemen’deki bu karmaşık durumun çözümü, sadece bölgesel aktörlerin değil, aynı zamanda uluslararası toplumun da dikkatli ve kapsamlı müdahalesini gerektiriyor.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 10 Ocak 2024’te yayımlanmıştır.