Obama’dan pragmatizm dersleri

ABD’nin 44. Başkanı Barack Obama’nın anıları yayınlandı. Kitap, dünyaya verdiği umutla Nobel Barış Ödülü sahibi eski başkanın nasıl “Amerikan gerçekçisi” bir lider haline geldiğini anlatıyor.

ABD’de 2009-2017 yılları arasında başkanlık koltuğuna oturan Barack Hussein Obama’nın merakla beklenen anıları, yardımcılığını yapan Joe Biden’ın başkan seçilmesinden kısa süre sonra yayınlandı. “A Promising Land” (Gelecek Vaat Eden Bir Ülke) adını taşıyan yaklaşık 700 sayfalık anı kitabı tüm dünyada büyük ilgi çekti, hakkında onlarca yazı yazıldı. Kitap hakkında eleştiri yazanlar arasında Al Jazeera’nin kıdemli siyasi yorumcusu Marwan Bishara da bulunuyor. Hatta Bishara, Aljazeera.com sitesinde kitap hakkında 19 ve 30 Kasım’da iki ayrı yazı yayınladı.

Bishara 19 Kasım’da yayınlanan ilk eleştirisinde, Obama’nın iyi bir hatip olduğu kadar iyi bir yazar olduğunu teslim ediyor ancak anılarının siyasete girdiğinde tüm dünyada değişim umudu olan eski ABD başkanının nasıl pragmatik bir politikacı haline geldiğini ispatladığını belirtiyor:

“Siyasi kariyeri artık geride kaldığından, eski başkanın “A Promising Land” adlı yeni anılarında biraz daha açık sözlü, dobra ve cüretkar olmasını umuyordum.

Kitabın yedi yüz sayfasından sonra karışık duygular içindeydim ya da fazla umutlanmışım. Siyaset artık Obama’nın ayak bağı değil ama kendi mirası onun peşini bırakmıyor. (…)

Obama, sanki bölücü, aldatıcı ve sefil halefiyle bir tezat oluşturacakmış gibi düşünceli, uzlaştırıcı, komik ve alaycı olarak karşımıza çıkıyor. Sanki eski başkan, Trump’ın zaferinin mirası üzerindeki etkisinden ve Obama’nın yaptığı her şeyi geri alma girişiminden rahatsız olmaya devam ediyor.”

Her şeyin ortasındaki adam

Bishara, Barack Obama’nın kitabında sürekli iki taraf arasında kalan ve her iki tarafı da dinleyen kişi olarak tasvir ettiğinin altını çiziyor:

“Obama, Trump’ın zıttı olabilir ama Trump’ın beyaz üstünlüğünü kucakladığı gibi siyah milliyetçiliğine sarıldığı için değil. Daha ziyade, kasıtlı veya içgüdüsel olarak “ortaya” yöneldiği ve her zaman herhangi bir sorunun iki tarafını aradığı için…

O, trafiği yöneten, her zaman umut ile korku, idealizm ile gerçekçilik, ilkelerle çıkarlar, ev sahipleriyle bankacılar, yas tutan anneler ile ordu komutanları, protestocularla polis, genç danışmanlar ile deneyimli siyasetçiler arasındaki her tartışmanın merkezinde yer alan adamdır.

Benzer şekilde Obama, uluslararası alanda kendini örneğin iklim değişikliği konusunda Avrupalılarla Çinliler arasında, Filistinliler ve İsrailliler, Arap protestocular ve müttefik Arap diktatörleri arasında konumlandırıyor; ikincisini açıklarken, haklı çıkarırken ve hatta savunurken neredeyse her zaman ilkini destekliyor.

Afganistan’daki askeri şiddetin artışına izin verirken ölen askerlerin kederli ailelerine mektuplar yazıyor, savaşları körüklerken Nobel Barış Ödülü’nü kabul ediyor.”

En büyük başarısı ‘seçilmiş’ olması mı?

“Karşıtları kitabı bir fırsatçının anıları olarak görebilir. Aslında bu kitap pragmatizmin ifşa edilip savunulduğu uzun bir deneme…

Obama, Mahatma Gandhi, Nelson Mandela, Martin Luther King Jr. ve ABD tarihinin en zor dönemlerinden başkanlık yapan Abraham Lincoln ve Franklyn Roosevelt’ten ilham aldığını iddia ediyor.

Obama’nın bu devrimci liderlerden biri olarak tarihe geçip geçmeyeceğinin kararını vermek için henüz çok erken. Ancak Obama, öyle görünüyor ki, ilk siyah başkan olarak bir değil iki kez seçilme başarısının Amerika için dönüşüm yaratan bir olay olduğu öne sürüyor.

Obama, yine halefinden farklı olarak, deneyimlerin altında kalmış, demokratik gerçeklikle zedelenmiş biri olarak karşımıza çıkıyor.

Başkanın görevdeyken birkaç ABD politikasını değiştirebileceğini ancak ülkenin siyasi kültürünü dönüştüremeyeceğini kanıksamış görünüyor. Ayrıca, ilk defa senatör seçildikten sadece iki yıl sonra başkanlığa adaylığını koyduğunu göz önünde bulundurarak, siyasi deneyim ve müttefiklere sahip olmadığını da kabul ediyor.

Aynı şekilde, dünya hakkındaki bilgisi Endonezya’daki çocukluğu ve uluslararası öğrencilerle üniversite arkadaşlıkları ile sınırlı olduğunu da itiraf ediyor. Obama, deneyimden yoksun olduğu şeyleri sıkı çalışma ve taze fikirlerle telafi edebileceğini umduğunu da dile getiriyor.

Oysa iki yıl içinde, ülkedeki ruh hali sağa kayarken, Amerika’daki sosyal, politik ve ırksal bölünmeler derinleşti.”

Bunları Beyaz Saray’dayken söylemeliydi

Marwan Bishara, Obama’nın kitabında başkanlık koltuğunda otururken cesaret edip söylemediklerine de dikkat çekiyor:

“Obama, Amerika’nın çok kültürlülük tarafından tehdit edildiğini hisseden ve göçmenlere ve yabancılara düşman olan baskın (beyaz) bir siyasi kültür altında daha derin bir kültürel ve ırkçı hastalıktan muzdarip olduğunu kabul ediyor.

Obama çelişkili biçimde, kitaptaki Amerika’nın siyasal kültürüne dair en aydınlatıcı bölümlerin bazılarında, onun inandığını söylediği ama Beyaz Saray’dayken asla dile getirmediği düşüncelerini sıralıyor.

Örneğin, bir polisin Boston’daki bir siyahiye saldırısını “aptalca” olarak nitelendirdikten sonra kamuoyu yoklamalarında kendisine desteğin azalması ona “Ülkemizin sosyal düzeninin temeli hiçbir zaman sadece rızaya değil aynı zamanda beyazların siyahlara ve kahverengi insanlara karşı yüzyıllardır uyguladığı devlet destekli şiddetin sonucu olduğunu” hatırlatıyor.

Bir başka yerde ise 2010 Deepwater Horizon petrol sızıntısı hakkında ‘Biz Amerikalılar ucuz gazı ve büyük arabalarımızı çevreyi önemsediğimizden daha çok seviyoruz’ diyor.”

Hayalleri kırıldı Müslümanları hayal kırıklığına uğrattı

Marwan Bishara 30 Kasım tarihli yazısında ise Barack Obama’nın “A Promising Land” kitabından Ortadoğu politikasına ilişkin görüşlerine odaklanıyor:

“Barack Obama, Haziran 2009’da, dünyanın önde gelen süper gücünün başkanı ve ‘özgür dünyanın’ lideri olarak Müslüman dünyasına yönelik söylevine “selamünaleyküm” diye başlayınca, Araplar ve Müslümanlar Jerry Maguire filminde Jerry’ye “Bana bir ‘merhaba’ ile sahip oldun” diyen Dorothy hissetmiş olmalı.

Obama bizi bir selamünaleyküm ile elde etmişti.

ABD başkanının Kahire Üniversitesi’nde konuştuğunu, onun Müslüman dünyasını insanlaştırdığını ve onunla ilgilendiğini görmek harikaydı. Ama aynı zamanda muhtemelen aklında ülkesindeki muhaliflerinin ağzından çıkacak her kelimeyi takip ettiğini düşünerek neredeyse her konuda lafı dolandırdığı hissine kapıldılar ki haklıydılar. Nitekim muhalifleri onun gezisini “özür turu” olarak yaftaladılar.”

Müslümanlarla sadece flört etti

“Obama konuşmak için konuşuyor. Sadece fikirlerle ve halkla flört etmeyi, söylev çekmeyi ve vaaz vermeyi seviyor. Ancak, bağlanma niyeti olmadan Müslüman dünyasıyla flört etmekten daha iyisini yapabilmeliydi.

Ne yazık ki, dediklerini icraata dökemedi. Vaatlerinin çoğunu veya belki de daha doğrusu, sadece kısmen sorumlu hissettiği başkan olarak vaat ettiklerini yerine getirmedi. Kitabında, kendisine çok fazla umut bağlayan ve sözlerini esneten ya da yanlış yorumlayan insanlardan defalarca yakınıyor. (…)

Yanlış anlaşıldığını söylüyor. Diğer Amerikan realistlerinin yaptığı gibi Irak savaşına karşı olduğunu söylüyor ama Afgan savaşına karşı çıkmıyor. Her şeyin diplomasi ile çözülebileceğine inanan bir barışçı olmadığını söylüyor. Kitapta şöyle bir bahsettiği insansız hava araçlarının yoğun şekilde kullanması onun yeni savaş araçlarını kullanmakta mahir ve onları savunmaya istekli göstermişti.”

Netanyahu ile aşk ve nefret ilişkisi

Marwan Bishara, Obama’nın kitabında kendi döneminde ülkesinin İsrail ile gergin ilişkilerinin izini de takip ediyor:

“Obama, Netanyahu’ya iltifat ediyor, kitabında onu açıkça sevmese de “akıllı, sağlam, sert ve yetenekli bir iletişimci” olarak nitelendiriyor ama yönetimine karşı bir kampanya düzenlemekle de suçluyor.

Obama, Filistinlilerin çektiği acıya sempati duyuyor. Ancak söz konusu acıların faili İsrail’i kınamak yerine, ABD’nin güvenliğine “bozulmaz” bağlılığını savunuyor. Ayrıca Filistinlileri, hileli diplomatik zırvalıkları desteklemeyi reddetmekle ve İsrail’den “Yahudi yerleşimleri” ile “barış anlaşması” arasında seçim yapmasını talep etmekle suçluyor. Netanyahu’nun uzlaşmazlığından ve Arapların öfkesinden dolayı Al Jazeera’yı suçlama cüretini bile kendinde buluyor.

Bunların çoğu zaten biliniyor, ancak daha az bilinen şey, Obama’nın İsrail lobisinin nüfuzuna ne kadar kızdığı veya ondan korktuğuydu… Bu da Obama’nın İsrail’e karşı uysal koyun gibi davranmasını açıklıyor.

Kitabında, diğer müttefiklerle olan ilişkilerin aksine, İsrail ile anlaşmazlığın “iç siyasi bedeli” olduğunu iddia ediyor. Ona göre İsrail’in politikasını eleştirenler, “İsrail karşıtı (ve muhtemelen Yahudi karşıtı) olarak etiketlenme riskiyle, bir sonraki seçimde ise iyi finanse edilen bir rakiple karşı karşıya kaldılar”.

Tahmin edilebileceği gibi, bazıları zaten Obama’nın iddiasını “Yahudi karşıtı” olarak nitelendirdi.”

Obama’nın Arap Baharı günahları

Marwan Bishara, “A Promised Land” kitabında Obama’nın yaşadığı sıkıntıları ve hayal kırıklıklarını da aktarıyor:

Obama, Arap Baharı’nın ilk günlerinde Arap protestocuların “Evet, yapabiliriz” ruhuyla hareket etmesinden ne kadar duygulandığını, kendi kabine üyelerinin yanı sıra Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri liderlerinin (..,) muhalefetine rağmen Mısır Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek’e istifa etmesi için baskı yapmaya karar verdiğini yazıyor.

Obama, Libya’daki olası kanlı iç savaş haberlerinden de etkilendi ve Savunma Bakanı Robert Gates’in tavsiyesine aykırı hareket etmeye karar verdi. Ne yazık ki, onun ifadesiyle, devamını getiremedi.

Karşı devrimci güçlerin devreye girmesi ve kaosun tüm bölgeye yayılmasıyla eski hevesi kalmadı. Önceki planlarını veya sözlerini yerine getirmekten vazgeçip yerine bağlantısını kesti veya beklentilerini azalttı. (…) Bölgedeki pek çok kişiyi hayal kırıklığına uğratırken o da bölge için hayallere kapılmaktan vazgeçti.”

Araplar önce aynaya bakmalı

Marwan Bishara yazısına eleştiri oklarını Araplara çevirerek son veriyor:

“Obama birçok konuda yanılıyor ama Müslüman dünyasından “mutsuzluğunun kökenlerini yakından incelemesini” istemekte haksız değil.

Onu eleştirenler sadece aynaya baksalar, Obama’nın eksikliklerinin bizimkine kıyasla hayli önemsiz olduğunu görecekler. Arap ve Müslüman dünyasında birbirimize karşı ne kadar bölünmüş, nefret dolu ve kötü niyetli olduğumuzu bir düşünün…

ABD’yi emperyal bir hegemon olarak kınarken bir düşmana ya da bir komşuya karşı bizim tarafımıza müdahale etmesini istememiz ikiyüzlülük değilse bile çelişkilidir.

Bu yazı ilk kez 3 Aralık 2020’de yayımlanmıştır.

 

Fikir Turu
Fikir Turuhttps://fikirturu.com/
Fikir Turu, yalnızca Türkiye’deki düşünce hayatını değil, dünyanın da ne düşündüğünü, tartıştığını okurlarına aktarmaya çalışıyor. Bu amaçla, İngilizce, Arapça, Rusça, Almanca ve Çince yazılmış önemli makalelerin belli başlı bölümlerini çevirerek, editoryal katkılarla okuruna sunmaya çalışıyor. Her makalenin orijinal metnine ve değerli çevirmen arkadaşlarımızın bilgilerine makalenin alt kısmındaki notlardan ulaşabilirsiniz.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Obama’dan pragmatizm dersleri

ABD’nin 44. Başkanı Barack Obama’nın anıları yayınlandı. Kitap, dünyaya verdiği umutla Nobel Barış Ödülü sahibi eski başkanın nasıl “Amerikan gerçekçisi” bir lider haline geldiğini anlatıyor.

ABD’de 2009-2017 yılları arasında başkanlık koltuğuna oturan Barack Hussein Obama’nın merakla beklenen anıları, yardımcılığını yapan Joe Biden’ın başkan seçilmesinden kısa süre sonra yayınlandı. “A Promising Land” (Gelecek Vaat Eden Bir Ülke) adını taşıyan yaklaşık 700 sayfalık anı kitabı tüm dünyada büyük ilgi çekti, hakkında onlarca yazı yazıldı. Kitap hakkında eleştiri yazanlar arasında Al Jazeera’nin kıdemli siyasi yorumcusu Marwan Bishara da bulunuyor. Hatta Bishara, Aljazeera.com sitesinde kitap hakkında 19 ve 30 Kasım’da iki ayrı yazı yayınladı.

Bishara 19 Kasım’da yayınlanan ilk eleştirisinde, Obama’nın iyi bir hatip olduğu kadar iyi bir yazar olduğunu teslim ediyor ancak anılarının siyasete girdiğinde tüm dünyada değişim umudu olan eski ABD başkanının nasıl pragmatik bir politikacı haline geldiğini ispatladığını belirtiyor:

“Siyasi kariyeri artık geride kaldığından, eski başkanın “A Promising Land” adlı yeni anılarında biraz daha açık sözlü, dobra ve cüretkar olmasını umuyordum.

Kitabın yedi yüz sayfasından sonra karışık duygular içindeydim ya da fazla umutlanmışım. Siyaset artık Obama’nın ayak bağı değil ama kendi mirası onun peşini bırakmıyor. (…)

Obama, sanki bölücü, aldatıcı ve sefil halefiyle bir tezat oluşturacakmış gibi düşünceli, uzlaştırıcı, komik ve alaycı olarak karşımıza çıkıyor. Sanki eski başkan, Trump’ın zaferinin mirası üzerindeki etkisinden ve Obama’nın yaptığı her şeyi geri alma girişiminden rahatsız olmaya devam ediyor.”

Her şeyin ortasındaki adam

Bishara, Barack Obama’nın kitabında sürekli iki taraf arasında kalan ve her iki tarafı da dinleyen kişi olarak tasvir ettiğinin altını çiziyor:

“Obama, Trump’ın zıttı olabilir ama Trump’ın beyaz üstünlüğünü kucakladığı gibi siyah milliyetçiliğine sarıldığı için değil. Daha ziyade, kasıtlı veya içgüdüsel olarak “ortaya” yöneldiği ve her zaman herhangi bir sorunun iki tarafını aradığı için…

O, trafiği yöneten, her zaman umut ile korku, idealizm ile gerçekçilik, ilkelerle çıkarlar, ev sahipleriyle bankacılar, yas tutan anneler ile ordu komutanları, protestocularla polis, genç danışmanlar ile deneyimli siyasetçiler arasındaki her tartışmanın merkezinde yer alan adamdır.

Benzer şekilde Obama, uluslararası alanda kendini örneğin iklim değişikliği konusunda Avrupalılarla Çinliler arasında, Filistinliler ve İsrailliler, Arap protestocular ve müttefik Arap diktatörleri arasında konumlandırıyor; ikincisini açıklarken, haklı çıkarırken ve hatta savunurken neredeyse her zaman ilkini destekliyor.

Afganistan’daki askeri şiddetin artışına izin verirken ölen askerlerin kederli ailelerine mektuplar yazıyor, savaşları körüklerken Nobel Barış Ödülü’nü kabul ediyor.”

En büyük başarısı ‘seçilmiş’ olması mı?

“Karşıtları kitabı bir fırsatçının anıları olarak görebilir. Aslında bu kitap pragmatizmin ifşa edilip savunulduğu uzun bir deneme…

Obama, Mahatma Gandhi, Nelson Mandela, Martin Luther King Jr. ve ABD tarihinin en zor dönemlerinden başkanlık yapan Abraham Lincoln ve Franklyn Roosevelt’ten ilham aldığını iddia ediyor.

Obama’nın bu devrimci liderlerden biri olarak tarihe geçip geçmeyeceğinin kararını vermek için henüz çok erken. Ancak Obama, öyle görünüyor ki, ilk siyah başkan olarak bir değil iki kez seçilme başarısının Amerika için dönüşüm yaratan bir olay olduğu öne sürüyor.

Obama, yine halefinden farklı olarak, deneyimlerin altında kalmış, demokratik gerçeklikle zedelenmiş biri olarak karşımıza çıkıyor.

Başkanın görevdeyken birkaç ABD politikasını değiştirebileceğini ancak ülkenin siyasi kültürünü dönüştüremeyeceğini kanıksamış görünüyor. Ayrıca, ilk defa senatör seçildikten sadece iki yıl sonra başkanlığa adaylığını koyduğunu göz önünde bulundurarak, siyasi deneyim ve müttefiklere sahip olmadığını da kabul ediyor.

Aynı şekilde, dünya hakkındaki bilgisi Endonezya’daki çocukluğu ve uluslararası öğrencilerle üniversite arkadaşlıkları ile sınırlı olduğunu da itiraf ediyor. Obama, deneyimden yoksun olduğu şeyleri sıkı çalışma ve taze fikirlerle telafi edebileceğini umduğunu da dile getiriyor.

Oysa iki yıl içinde, ülkedeki ruh hali sağa kayarken, Amerika’daki sosyal, politik ve ırksal bölünmeler derinleşti.”

Bunları Beyaz Saray’dayken söylemeliydi

Marwan Bishara, Obama’nın kitabında başkanlık koltuğunda otururken cesaret edip söylemediklerine de dikkat çekiyor:

“Obama, Amerika’nın çok kültürlülük tarafından tehdit edildiğini hisseden ve göçmenlere ve yabancılara düşman olan baskın (beyaz) bir siyasi kültür altında daha derin bir kültürel ve ırkçı hastalıktan muzdarip olduğunu kabul ediyor.

Obama çelişkili biçimde, kitaptaki Amerika’nın siyasal kültürüne dair en aydınlatıcı bölümlerin bazılarında, onun inandığını söylediği ama Beyaz Saray’dayken asla dile getirmediği düşüncelerini sıralıyor.

Örneğin, bir polisin Boston’daki bir siyahiye saldırısını “aptalca” olarak nitelendirdikten sonra kamuoyu yoklamalarında kendisine desteğin azalması ona “Ülkemizin sosyal düzeninin temeli hiçbir zaman sadece rızaya değil aynı zamanda beyazların siyahlara ve kahverengi insanlara karşı yüzyıllardır uyguladığı devlet destekli şiddetin sonucu olduğunu” hatırlatıyor.

Bir başka yerde ise 2010 Deepwater Horizon petrol sızıntısı hakkında ‘Biz Amerikalılar ucuz gazı ve büyük arabalarımızı çevreyi önemsediğimizden daha çok seviyoruz’ diyor.”

Hayalleri kırıldı Müslümanları hayal kırıklığına uğrattı

Marwan Bishara 30 Kasım tarihli yazısında ise Barack Obama’nın “A Promising Land” kitabından Ortadoğu politikasına ilişkin görüşlerine odaklanıyor:

“Barack Obama, Haziran 2009’da, dünyanın önde gelen süper gücünün başkanı ve ‘özgür dünyanın’ lideri olarak Müslüman dünyasına yönelik söylevine “selamünaleyküm” diye başlayınca, Araplar ve Müslümanlar Jerry Maguire filminde Jerry’ye “Bana bir ‘merhaba’ ile sahip oldun” diyen Dorothy hissetmiş olmalı.

Obama bizi bir selamünaleyküm ile elde etmişti.

ABD başkanının Kahire Üniversitesi’nde konuştuğunu, onun Müslüman dünyasını insanlaştırdığını ve onunla ilgilendiğini görmek harikaydı. Ama aynı zamanda muhtemelen aklında ülkesindeki muhaliflerinin ağzından çıkacak her kelimeyi takip ettiğini düşünerek neredeyse her konuda lafı dolandırdığı hissine kapıldılar ki haklıydılar. Nitekim muhalifleri onun gezisini “özür turu” olarak yaftaladılar.”

Müslümanlarla sadece flört etti

“Obama konuşmak için konuşuyor. Sadece fikirlerle ve halkla flört etmeyi, söylev çekmeyi ve vaaz vermeyi seviyor. Ancak, bağlanma niyeti olmadan Müslüman dünyasıyla flört etmekten daha iyisini yapabilmeliydi.

Ne yazık ki, dediklerini icraata dökemedi. Vaatlerinin çoğunu veya belki de daha doğrusu, sadece kısmen sorumlu hissettiği başkan olarak vaat ettiklerini yerine getirmedi. Kitabında, kendisine çok fazla umut bağlayan ve sözlerini esneten ya da yanlış yorumlayan insanlardan defalarca yakınıyor. (…)

Yanlış anlaşıldığını söylüyor. Diğer Amerikan realistlerinin yaptığı gibi Irak savaşına karşı olduğunu söylüyor ama Afgan savaşına karşı çıkmıyor. Her şeyin diplomasi ile çözülebileceğine inanan bir barışçı olmadığını söylüyor. Kitapta şöyle bir bahsettiği insansız hava araçlarının yoğun şekilde kullanması onun yeni savaş araçlarını kullanmakta mahir ve onları savunmaya istekli göstermişti.”

Netanyahu ile aşk ve nefret ilişkisi

Marwan Bishara, Obama’nın kitabında kendi döneminde ülkesinin İsrail ile gergin ilişkilerinin izini de takip ediyor:

“Obama, Netanyahu’ya iltifat ediyor, kitabında onu açıkça sevmese de “akıllı, sağlam, sert ve yetenekli bir iletişimci” olarak nitelendiriyor ama yönetimine karşı bir kampanya düzenlemekle de suçluyor.

Obama, Filistinlilerin çektiği acıya sempati duyuyor. Ancak söz konusu acıların faili İsrail’i kınamak yerine, ABD’nin güvenliğine “bozulmaz” bağlılığını savunuyor. Ayrıca Filistinlileri, hileli diplomatik zırvalıkları desteklemeyi reddetmekle ve İsrail’den “Yahudi yerleşimleri” ile “barış anlaşması” arasında seçim yapmasını talep etmekle suçluyor. Netanyahu’nun uzlaşmazlığından ve Arapların öfkesinden dolayı Al Jazeera’yı suçlama cüretini bile kendinde buluyor.

Bunların çoğu zaten biliniyor, ancak daha az bilinen şey, Obama’nın İsrail lobisinin nüfuzuna ne kadar kızdığı veya ondan korktuğuydu… Bu da Obama’nın İsrail’e karşı uysal koyun gibi davranmasını açıklıyor.

Kitabında, diğer müttefiklerle olan ilişkilerin aksine, İsrail ile anlaşmazlığın “iç siyasi bedeli” olduğunu iddia ediyor. Ona göre İsrail’in politikasını eleştirenler, “İsrail karşıtı (ve muhtemelen Yahudi karşıtı) olarak etiketlenme riskiyle, bir sonraki seçimde ise iyi finanse edilen bir rakiple karşı karşıya kaldılar”.

Tahmin edilebileceği gibi, bazıları zaten Obama’nın iddiasını “Yahudi karşıtı” olarak nitelendirdi.”

Obama’nın Arap Baharı günahları

Marwan Bishara, “A Promised Land” kitabında Obama’nın yaşadığı sıkıntıları ve hayal kırıklıklarını da aktarıyor:

Obama, Arap Baharı’nın ilk günlerinde Arap protestocuların “Evet, yapabiliriz” ruhuyla hareket etmesinden ne kadar duygulandığını, kendi kabine üyelerinin yanı sıra Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri liderlerinin (..,) muhalefetine rağmen Mısır Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek’e istifa etmesi için baskı yapmaya karar verdiğini yazıyor.

Obama, Libya’daki olası kanlı iç savaş haberlerinden de etkilendi ve Savunma Bakanı Robert Gates’in tavsiyesine aykırı hareket etmeye karar verdi. Ne yazık ki, onun ifadesiyle, devamını getiremedi.

Karşı devrimci güçlerin devreye girmesi ve kaosun tüm bölgeye yayılmasıyla eski hevesi kalmadı. Önceki planlarını veya sözlerini yerine getirmekten vazgeçip yerine bağlantısını kesti veya beklentilerini azalttı. (…) Bölgedeki pek çok kişiyi hayal kırıklığına uğratırken o da bölge için hayallere kapılmaktan vazgeçti.”

Araplar önce aynaya bakmalı

Marwan Bishara yazısına eleştiri oklarını Araplara çevirerek son veriyor:

“Obama birçok konuda yanılıyor ama Müslüman dünyasından “mutsuzluğunun kökenlerini yakından incelemesini” istemekte haksız değil.

Onu eleştirenler sadece aynaya baksalar, Obama’nın eksikliklerinin bizimkine kıyasla hayli önemsiz olduğunu görecekler. Arap ve Müslüman dünyasında birbirimize karşı ne kadar bölünmüş, nefret dolu ve kötü niyetli olduğumuzu bir düşünün…

ABD’yi emperyal bir hegemon olarak kınarken bir düşmana ya da bir komşuya karşı bizim tarafımıza müdahale etmesini istememiz ikiyüzlülük değilse bile çelişkilidir.

Bu yazı ilk kez 3 Aralık 2020’de yayımlanmıştır.

 

Fikir Turu
Fikir Turuhttps://fikirturu.com/
Fikir Turu, yalnızca Türkiye’deki düşünce hayatını değil, dünyanın da ne düşündüğünü, tartıştığını okurlarına aktarmaya çalışıyor. Bu amaçla, İngilizce, Arapça, Rusça, Almanca ve Çince yazılmış önemli makalelerin belli başlı bölümlerini çevirerek, editoryal katkılarla okuruna sunmaya çalışıyor. Her makalenin orijinal metnine ve değerli çevirmen arkadaşlarımızın bilgilerine makalenin alt kısmındaki notlardan ulaşabilirsiniz.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x