26 Şubat tarihi, Rusya’nın Kırım’ı işgalinin 10. yılına denk geliyor. 24 Şubat ise Rusya’nın Kırım’ın işgalinden sekiz yıl sonra, 2022’de, Ukrayna’nın genelini işgal etmek amacıyla başlattığı ‘askerî operasyonun’ ikinci yıl dönümü. Rusya-Ukrayna Savaşı iki yılı tamamladı ve üçüncü yılına giriyor.
Askerî açıdan savaşın henüz bir kazananı yok. Savaş geniş kara, deniz ve hava sahalarının yanı sıra siber alanı da kapsayan hibrit bir boyutta devam ediyor. Taraflar bir açmaz ile karşı karşıyalar ve savaşın seyri 2024’te de bu şekilde devam edecek gibi görünüyor. Mücadelenin asli sahasına dönen Ukrayna’da Başkan Zelenski yönetiminde egemenlik ve toprak bütünlüğünün korunmasını amaçlayan bir varoluş mücadelesi yaşanırken, Putin askerî ve siyasi hedeflerine ulaşmak için zamana oynuyor.
Diplomatik ve siyasi rekabet ise daha küresel bir seviyede yaşanıyor. Batılı aktörler Ukrayna’yı destekliyorlar ve savaşın aktif tarafı olarak hareket ediyorlar. Rusya’nın ötekileştirildiği ve giderek yalnızlaştığı bir Avrupa güvenlik mimarisi şekillenirken bu mimarinin sınırlarının ne kadar zorlanabileceğine dair kuşkular söz konusu. Küresel güvenlik mimarisinin Atlantik ayağı olan ABD’nin pozisyonu ve izleyeceği politikaların geleceğine dair büyük sorgulamalar ise gündemi meşgul ediyor.
Kısacası, ikinci yılın sonunda Ukrayna-Rusya savaşının durumunun ve geleceğinin anlaşılması küresel siyasetin geleceğinin de anlaşılması bakımından büyük önem arz ediyor.
Zamana oynayan Putin
Fiili duruma bakıldığında iki yıllık savaş Moskova açısından büyük insan, malzeme ve hepsinden önemlisi itibar kaybına yol açtı. Buna rağmen Rusya hâlihazırda geniş bir sahayı işgali altında tutmaya devam ediyor. Putin iki yıl sonunda, ekonomik ve siyasi zorluklara, karşı karşıya kaldığı darbe girişimine ve Batı’nın izolasyonuna rağmen hâlâ koltuğunda oturuyor. Dahası siyasi kabul oranları, iktidara geldiği ve büyük başarılar elde ettiği 2000’lerin başına yakın oranlarda. Mart ayında yapılacak seçimlerde tek aday. İktidarını sürdürecek.
Bu şartlar altında seçimi politikalarının Rus kamuoyu tarafından da onaylandığını Kiev’e ve Batılı müttefiklere gösterme niyetindeki Putin, istediklerini elde etme konusunda zamanın yanında olduğunu düşünüyor ve oyununu buna göre şekillendiriyor.
Askerî boyut: Başarılar, başarısızlıklar
Askerî açıdan bakıldığında, “askeri bir dev” olarak kabul edilen Rusya açısından bir başarıdan söz edilemese de cephe hattında bir tutunma hattı oluşmuş vaziyette. Batılı desteğin aksaması ve Ukrayna tarafının karşı saldırıya geçememesi bu hattın güçlendirilmesine imkân tanıdı. Moskova ayrıca Ukrayna’nın çeşitli şehirlerine ve kritik altyapı unsurlarına yönelik saldırılarla savaşı boyutlandırmaya çalışıyor. Büyük asker kayıplarına rağmen sahaya yeni rezervler sürme konusunda da sorun görünmüyor. Seçimler sonrasında yeni bir askerî seferberlik kararı gelebilir.
Diğer yandan silah ve mühimmat alımı konusunda da Moskova’nın zorluk çekmediği görülüyor. Rusya 2023’te 10 milyar dolara yakın silah ve mühimmat alımı yapmış. İran’dan tedarik edilen İHA’lar ve Kuzey Kore’den alınan füzeler dikkati çekiyor.
Askerî alanda en büyük başarısızlık ise Karadeniz’de yaşanıyor. Rusya, amiral gemisi dahil olmak üzere, Karadeniz filosunun önemli unsurlarını deniz gücü olmayan Ukrayna’nın insansız hava aracı saldırılarında kaybetti. Deniz sahasında dengeden öteye geçerek geri çekilme aşamasına geçti. Bu, Rusya’nın aynı zamanda Akdeniz’deki deniz varlığının da sonu anlamına geliyor.
Ekonomik boyut: Yaptırımlar yüzünden yaralı ama ayakta
Ekonomik ve finansal açıdan bakıldığında, Rusya G7, AB ve ABD öncülüğünde uygulanan yaptırımlara rağmen ayakta durmaya devam ediyor. Hatta yaptırımların etkisi konusundaki enformasyon savaşında avantajlı bir konumda olduğu dahi iddia edilebilir. Dünyanın geneli ve Rus toplumu, yaptırımlara rağmen, Rusya’nın ayakta olduğuna ve savaşa devam edeceğine inanıyor. Yaptırımların bir tür maraton olduğu ve zamana ihtiyaç olduğu gerçeği de Moskova’nın propaganda çarkına destek veriyor. Bu yaklaşım Putin’in zaman oynama stratejisiyle uyumlu.
Diğer yandan yaptırımların özellikle yüksek teknoloji gerektiren savunma sanayi, uzay ve enerji alanlarında Moskova’yı etkilediği de bir gerçek. Ayrıca başta Brüksel gibi Avrupa başkentleri olmak üzere Batılı ülkelerdeki Rus varlıklarının dondurulmuş olması ve AB’nin aldığı son kararla bunların faiz gelirlerinin Ukrayna’nın yeniden yapılandırılmasında kullanılması kararı Moskova’yı rahatsız etti. Burada zaman Moskova’nın aleyhine işliyor.
Ticari açıdan bakıldığında, Rusya tüm yaptırımlara ve uygulanan tavan fiyata rağmen petrol ticaretinde 2023’te 2021’deki satış miktarını aştı. Moskova’nın savaşın başından bugüne petrol satışından elde ettiği gelir 650 milyar doların üzerinde. Bunun önemli bir miktarı Hindistan ve Çin gibi üçüncü ülkelerin rafinerilerinde işlenerek AB başta olmak üzere uluslararası pazarlara yapılan petrol satışından elde edilen gelir. Rusya ayrıca yabancı bandıralı tankerleri kullanarak ham petrol satışı da yapıyor.
Rusya’nın doğalgaz satışında 2021’e oranla yüzde 40’ın üzerinde bir düşüş yaşansa da AB pazarı dahil olmak üzere hâlâ LNG geliri elde etmeye devam ettiği görülüyor. Rus LNG’sinin Avrupa pazarına giren miktarı, 2021 kıyasla yüzde 50 daha fazla. Diğer yandan Rusya’nın Türkiye, Çin ve eski Sovyet ülkelerine yaptığı gaz ticaretinde herhangi bir aksama söz konusu değil. Tersine artışlar yaşanıyor.
Sonuçta genel durum Moskova açısından yeni bir ortamı işaret etse de Putin’in ayakta durduğu ve hedeflerinden kısa vadede vazgeçmeyeceği anlaşılıyor.
Ukrayna’nın dayanıklılığı
Ukrayna Moskova ile giriştiği savaşta Batılı müttefiklerin tam desteğine sahip.
2023’te öngörülen askerî hedeflere ulaşılmamış olmakla birlikte mücadeleye yılmadan devam ediyor. 2024 boyunca yeni ve taze birliklerin eğitimi ve sahaya sürülmesi Kiev’i zorlayacak konu başlıklarının üst sıralarında yer alıyor.
Askerî boyut: ‘Batı desteğini çekerse’ kabusu
Askerî başarının elde edilmesi başta AB ve ABD olmak üzere Batılı müttefiklerin mali ve askerî desteğinin devamına bağlı. AB geçtiğimiz günlerde gecikerek de olsa Orban engelini aşarak 54 milyar dolarlık destek paketini açıkladı. Amerikan Kongresinin 60 milyar dolarlık Amerikan yardım paketini hâlâ onaylamaması ve ABD’deki belirsizlik büyük bir sorun kaynağı. Özellikle Trump’ın seçilmesi halinde ABD’nin genelde NATO içinde ve özelde Ukrayna’ya yönelik yaklaşımında köklü değişikliklere gitmesi ihtimali Kiev’de ve Brüksel’de tüyleri diken diken ediyor. ABD’nin herhangi bir şekilde geri adım atması Ukrayna açısından sonun başlangıcı olabilir.
Zelenski iki yılın sonunda beklenmedik biçimde Genelkurmay başkanı ve askerî üst yönetimin nerdeyse tamamını değiştirdi. Bunun yeni bir strateji ve sinerji ile 2024’te askerî başarıları getirmesi bekleniyor. Ordu içinde anlaşmazlıkların ortaya çıkması ihtimali ve savaş devam ederken bu kadar kapsamlı değişikliklerin yapılması ise sorgulama ve çekincelere neden oluyor.
Kendi askerî ve savunma sanayisini geliştirme adımları
Diğer yandan Kiev’in Batılı ülkelerin finansal ve teknolojik desteği ile kendi askerî ve savunma sanayisini geliştirme yönünde attığı adımlar da dikkati çekiyor. Kiev’in gündeme getirdiği Savunma Sanayi İttifakı girişimi 60’tan fazla şirketle ortak girişimler oluşturarak savunma sanayi alanında somut sonuçlar üretiyor. Bunlar arasından Alman Rheinmetall işbirliğinde zırhlı üretimi, Baykar ile ortaklaşa İHA üretim tesisi kurulması dikkati çeken projeler. Bu girişimlerin Ukrayna’nın Karadeniz’de elde ettiği göreceli başarıyı kara ve hava sahasına da genişleterek devam ettirmesi beklentisini yaratıyor.
Diplomatik ve siyasi boyut: Kurtarıcı ‘AB ve NATO üyeliği’ hayali
Diplomatik ve siyasi açıdan hızlı bir sonuç beklenmese de Ukrayna açısından öncelikli konu AB ve NATO üyeliği.
Bu yönde atılacak adımlar Kiev’i gri alandan çıkartacak, Rus tehdidini kalıcı olarak ortadan kaldıracak, bağımsızlık ve güvenliği garanti altına alacak somut adımlar olarak görülüyor. Bunun geçekleşmesi kısa vadede mümkün olmasa da bu amaç doğrultusunda ortaya konulacak bir yol haritasının elde edilmesi Ukrayna’nın önceliği.
Yeni Avrupa güvenlik mimarisi hâlâ ayakta mı?
Batılı müttefikler, 2022’de, 2008 Gürcistan ve 2014 Kırım sonrasında takındıkları tavrı terk ederek çarpıcı bir birliktelik sergilediler. NATO ve AB tarafından Rusya’yı öteki olarak tanımlayan yeni strateji belgeleri hızla geliştirildi ve yayınlandı. Rusya-Ukrayna Savaşı adeta bir Rusya-Batı savaşına dönüştü. Batılı liderlerin Ukrayna’ya verdikleri açık çek, askerî ve finansal destek yeni güvenlik mimarisini de beraberinde getirdi. Bu yaklaşım birlik ve Ukrayna’ya destek adına önemli başarılar elde etse de uzayan savaş iki yılın sonunda bu işbirliğinin ve Rusya’nın dayanıklılığının sınırlarının sorgulanmasına yol açtı.
Avrupalı aktörler arasındaki dayanışma ve yeni birlik söylemi önem arz etse de yeni denklemde belirleyici olan hâlâ ABD’nin takınacağı tavır. Avrupalı aktörler, İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğiyle birlikte Avrupa cephesini birleştirdiklerini ve yeni bir jeopolitik güvenlik alanı yarattıklarını değerlendiriyorlar. Bunun kalıcılığı ve dayanıklılığı ise Rusya ile test ediliyor.
Ancak bu testin zorladığı diğer taraf ise Avrupa-Atlantik bağları. Trump’ın son dönemde yaptığı açıklamalar dikkate alındığında, ABD’nin Avrupa’yı terk etmesi ihtimali ve Avrupa’nın güvenlik bağlamında kendine yeterli olup olamayacağı yeni dönemin sınamaları arasında yer alıyor.
Ukrayna’da başarısızlığın faturası ne olur?
Diğer yandan Ukrayna’da başarısız olmanın Batılı aktörlerin ama özellikle ABD’nin saygınlığına ve görünürlüğüne Afganistan başarısızlığından daha büyük bir zarar vereceği aşikar.
Estonya Savunma Bakanlığınca yapılan bir analiz Batılı ülkelerin Ukrayna’nın kendisini savunabilmesi ve 2025’te karşı harekata başlayabilmesi için toplam GDP’lerinin binde 25’ini ayırmaları gerektiğini saptıyor. Bunun sadece Ukrayna-Rusya dengesini değil Avrupa güvenlik mimarisini de Rusya’yı sınırlandıracak biçimde etkileyebileceği öngörülüyor. Bu, Rusya’nın zaman karşı oynama stratejisini boşa çıkarabilecek yegâne adım. Batılıların bu mesajı verip veremeyeceği ise belirsiz.
Çin – Rusya işbirliği mümkün mü?
Rusya’nın Batı ile giriştiği ve ölüm-kalım meselesi olarak gördüğü bu mücadelede Çin’in pozisyonu ise hâlâ çok net değil.
Pekin savaşın başından itibaren açıkça Moskova’nın yanında durmadı ama karşısına da geçmedi. Bunda Pekin’in Moskova’nın yarattığı fiili durumu ekonomik ve ticari çıkarlarıyla uyumlu görmemesi, Tayvan meselesi gibi kendi çıkarlarını ilgilendiren askerî/siyasi konuların dışındaki güvenlik konularına uzak durmaya çalışması ve konunun küresel bir rekabette Batılı ülkelerle kurulan dengeyi bozma ihtimalinin olması gibi gerekçeler eklenebilir.
Diğer yandan Çin’in Rusya ile Orta ve Uzak Asya’da rekabet ettiği akla getirildiğinde Pekin’in Moskova’yı sırtında bir yük olarak taşımak istemeyeceği de değerlendirilebilir. Ukrayna öncesinde iki tarafın da ‘sınırı olmayan’ ilişki şeklinde tanımladığı ikili ilişkilerde, Moskova’nın da eşitler arası bir müttefiklik ilişkisinden çıkarak Çin’in gölgesinde kalan bir unsura dönüşmek istemeyeceği de iddia edilebilir.
Bu değerlendirmeler ışığında Çin büyük ihtimalle, her ne kadar Ukrayna için bir barış planı öne sürse de, bir yandan süreci uzaktan izlemeye devam edecek, diğer yandan da savaşın yarattığı ortamın ekonomik ve ticari fırsatlarını değerlendirmeye çalışacak.
Türkiye: Batı mı Rusya mı?
NATO üyesi Batılı bir aktör olan Türkiye, savaşın başından itibaren coğrafi konumunun yanı sıra hem Batılı müttefikler hem de Rusya ve Ukrayna ile kurduğu siyasi, ticari, ekonomik, güvenlik bağ ve ilişkileri nedeniyle bu mücadelenin odağında yer aldı.
Ankara’nın gelişmeleri kendi çıkar, beklenti ve tercihlerine göre denge içinde ele alıp alamayacağı, süreci istediği gibi yönetip yönetemeyeceğine dair spekülasyonlar daha ilk günden itibaren gündemi meşgul etti. Nitekim Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Ne Ukrayna’dan ne de Rusya’dan vazgeçeriz.” yönündeki açıklaması, Ankara’nın hassasiyetlerini ortaya koyuyordu.
Karadeniz ve enerji güvenliği gibi konuların yanı sıra Türkiye-Ukrayna ve Türkiye-Rusya ilişkilerini de doğrudan etkileyen bu gelişme karşısında Ankara’nın tepkisi Moskova’nın kınanması, Ukrayna’nın toprak bütünlüğü ve egemenliğinin vurgulanması oldu. Ankara’nın Batılı müttefikleriyle uyumlu bu tavrına rağmen AB ülkeleri ve ABD tarafından Rusya’ya yönelik olarak uygulamaya konulan ekonomik/ticari yaptırımlara katılmadığını belirtmekte fayda var. Bu durum, Türkiye’nin Rusya ile birçok alanda derinleşen ilişkilerini dikkate alan, bölgesel dinamikleri ve ulusal çıkarlarını gözeten stratejisinin bir yansımasıdır. Ülkenin karşı karşıya bulunduğu ekonomik zorluklar ile artan enerji talebi de zorlayıcı unsurlardır.
Karadeniz hassasiyeti
Ankara, Rusya’nın askerî operasyonunun hemen akabinde, durumu kıyıdaşlar arasında bir savaş olarak değerlendirerek, Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin 19. Maddesine işlerlik kazandırdı. Boğaz geçişleri Rusya ve Ukrayna savaş gemilerine kapatıldı.
Bunun da ötesinde Ankara fiilen NATO üyeleri dâhil olmak üzere kıyıdaş olmayan diğer ülkelere de bir süreliğine Karadeniz’e savaş gemisi geçirmemelerini telkin ederek, Anlaşmanın ‘Türkiye’nin yakın savaş tehdidi hissetmesi halinde Boğazları tüm savaş gemilerinin geçişine kapatması’ anlamına gelen 21. Maddesi kapsamındaki kısıtlamaları devreye sokmuş oldu.
Böylece Karadeniz, Mart 2022’den bugüne bir tür kapalı denize dönüştü. Bu durum bugün için Karadeniz’de Rusya aleyhine oluşan askerî dengenin nedenidir.
Ankara’nın Rusya ve Batılı müttefikler arasında kurduğu denge
Bu gelişme sonrasında ve neredeyse 2022 boyunca Ankara, NATO üyesi kimliğinin yanı sıra Moskova ile ikili ilişkilerini de temel alarak arabulucu/kolaylaştırıcı söylem ve yaklaşımını benimsedi. Erdoğan’ın Putin ve Zelenski ile görüşmeleri, insani koridor açılması yönünde çağrı ve girişimleri, Antalya Diplomasi Forumu kapsamında Ukrayna Dışişleri Bakanı Kuleba ve Rus Dışişleri Bakanı Lavrov’un bir araya getirilmesi, 29 Mart’ta Rus ve Ukraynalı heyetlerin İstanbul’da bir araya getirilmesi gibi girişimler de Türkiye’nin bu dönemdeki aktif siyaseti olarak akılda tutulmalıdır.
Ukrayna ve Rusya’nın başta tahıl olmak üzere diğer gıda ürünlerini ihraç̧ etmelerinin önünü açan Tahıl Anlaşması da son dönemde Batılı müttefikleriyle anlaşmazlıklar yaşayan Ankara’nın artı hanesine yazılan bir adım oldu. Bunun devam ettirilememesinin nedeni, Rusya’nın tavrıdır.
Kısacası Ankara’nın Rusya ve Batılı müttefikleri arasında bir denge kurmayı başardığı söylenebilir. Kuşkusuz bu dengenin devamlılığı Rusya’nın önümüzdeki dönemde izleyeceği tavra bağlı olacak.
Yaptırımlara rağmen Rusya ile artan ticaret
Son dönemde Ankara’ya yönelik eleştirilerin başında Türkiye ile Rusya arasında artan ticaret hacmi geliyor. Batılı ülkelerin ağır yaptırımları altındaki Rusya ile Türkiye’nin ticaret hacminin Ankara’nın yaptırımlara taraf olmaması nedeniyle ikiye katlandığı görülüyor.
Bu artışta Türkiye’nin Rusya’dan yaptığı enerji ithalatı büyük paya sahip. Ankara’nın Rusya’dan aldığı petrol ürünleri miktarında iki kat artış söz konusu. Batılı ülkelerin yaptırımlarının bir sonucu olarak görülen bu artış, Batı ile ticareti ciddi manada kısıtlanan Rusya açısından Türkiye’nin alternatif bir pazar ve tedarikçiye dönüşmesi anlamına geliyor. Bu, Türk ekonomisi açısından bir başarı ve artı değer olarak görülse de önümüzdeki dönemde Batı ile ilişkilerde yaratacağı siyasi zorluklar da dikkate alınmalıdır.
Benzer biçimde, 2022’de TürkAkım’ın işlerlik kazanmasıyla birlikte Türkiye’nin Rusya’dan gaz alımı da artarak devam etti ve yıl içerisinde yapılan açıklamalarla Rus gazının Batı’ya iletilmesinde ana hatlardan biri olabileceği konusu da gündeme geldi. Bu durum Ukrayna’nın denklemden çıkması ve Türkiye’nin Rus gazı için ana güzergâh olmasının kapısını açabilir. Ama bu adımın atılabilmesi için henüz çok erken olduğu da akılda tutulmalı. İkilinin enerji alanındaki işbirliğinin ana unsurlarından biri olan Akkuyu Nükleer Santrali’nin inşasında birtakım aksamalar söz konusu olsa da süreç ilerliyor.
2024’ten ne beklenebilir?
Savaşın 2024’te tarafların birinin zaferi ya da kalıcı bir barış anlaşması imzalanmasıyla sonlanacağını söylemek için henüz çok erken.
Moskova’nın beklentisi, Ukrayna’nın Rusya’ya teslim olması ve Kırım dahil olmak üzere işgal edilen toprakların fiili durumunun kabulü. Sonrasında yönetimin değişmesi ve Ukrayna’nın NATO ve AB süreçlerinden vazgeçerek tarafsız statüde kalmayı kabullenmesi. Dolayısıyla Moskova’nın nüfuz alanında, en azından tampon bir devlet olarak kalması. Bunu gerçekleştirmek için izlenen strateji ise fiili kazanımları koruyarak zamana oynamak. ABD’deki ve Batılı ülkelerdeki seçimler ve muhtemel iktidar değişiklikleri üzerinden Batılı kamuoylarında ortaya çıkabilecek bir tür bıkkınlığı zorlamak. Bu çerçevede ayrıca ABD öncülüğünde Batı desteği ile oluşacak bir cepheleşmeye karşı Çin ve diğer birtakım ülkelerin de desteğini alarak adeta iki kutuplu bir zemin yaratmak. NATO’nun Stratejik Konsepti’nde, Çin’in öteki olarak nitelenmesi ve ABD’nin vites büyütmek istemesinin bu yaklaşıma ne düzeyde etki edeceğini ise bize zaman gösterecek.
Ukrayna’ya Batı desteği sürecek mi?
Ukrayna yönetiminin Moskova’nın bu beklentilere rıza göstermesi artık mümkün değil. Diğer taraftan mücadelenin devamı için içerideki moral ve dayanışmanın korunması kadar Batılı müttefiklerin maddi ve manevi desteği hâlâ hayati önem sahip. Fakat son dönemde Batılı ittifaktan çatlak sesler geliyor ve ittifakın kırılganlığı göze batıyor.
Bazı Avrupalı aktörler ve kamuoyları artan savunma maliyetlerinden zaman geçtikçe şikayetçi hale geliyorlar. Savaşın uzamasının yarattığı göçmen sorunu, Avrupa’da artan milliyetçilik, yabancı düşmanlığı ve popülizm ise Avrupa’nın kalıcı sorunlarına dönüşüyor. Yukarıda değinildiği üzere Trump’lı bir Amerika’nın belirsizliği ise işin tuzu biberi olarak görülebilir. Bu, aynı zamanda Batı dünyasının genelinde Amerikan karşıtı bir söylemi de üretiyor.
Kısacası, Ukrayna’nın kazanması ve Rusya’nın kaybetmesi Batılı müttefiklerin dayanışmasına ve savaşın maliyetinin Moskova açısından katlanılamaz kılınmasına bağlı. Bunun 2024’te gerçekleşmesi ise zor görünüyor. Savaşın Rusya’nın istediği şekilde sonuçlanmasının maliyeti ise sadece Ukrayna için değil Batı için de çok ağır olacaktır.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 23 Şubat 2024’te yayımlanmıştır.