Türkiye ile Mısır arasında yakın zamanda donma noktasına gelen normalleşme sürecinde kritik bir gelişme yaşandı. Katar’da düzenlenen 2022 Dünya Kupası’nın açılış maçında Katar Emiri Temim bin Hamed el-Sani tarafından verilen resepsiyonda, Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Mısır Devlet Başkanı Sisi el sıkışarak ilk kez doğrudan temas kurmuş oldular. Türkiye-Mısır ilişkilerinin geleceğini de belirleyebilecek olan bu gelişme ile iki ülke arasındaki normalleşme sürecinin geleceğine yönelik umutlar yeniden canlandı.
2013 yılından bu yana iki lider arasındaki bu ilk doğrudan görüşmenin Katar’da gerçekleşmesi, Ortadoğu’da arabuluculuk faaliyetleriyle öne çıkan ülkelerden olan Katar’ın lideri Emir el-Sani’nin de bu süreçte olası rolünü de akıllara getiriyor. Görüşmenin Katar’ın uluslararası arenada prestijine katkı yapan Dünya Kupası vesilesi ile gerçekleşmesi ise spor diplomasisi kavramının ülkeler arası ilişkilerde katkısını gözler önüne seriyor.
Türkiye-Mısır ilişkilerinde normalleşme gündemi
2013 yılından bu yana siyasi ilişkiler bağlamında kriz halindeki Türkiye-Mısır ilişkileri bir süredir normalleşme yönünde girişimlere sahne olmaktaydı. Bu girişimler esasında Ortadoğu siyasetinin geneline yayılmış siyasi ilişkilerin normalleştirilmesi süreçlerinin bir devamı niteliğindeydi.
Önce Körfez’de Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Suudi Arabistan daha sonra da İsrail ile bu anlamda girişimleri hayata geçiren Ankara, bu süreçlere ek olarak Mısır ile de ikili ilişkiler ve bölgesel meselelerde ayrışmaları masaya yatırarak ilişkilerde yeni bir sayfa açmayı hedeflemişti.
Dolayısıyla her ne kadar karşılıklı bir çabanın ürünü olarak gözükse de Türkiye, bu sürecin inisiyatif alan ve başarılı olmasını isteyen aktörü olarak öne çıkmaktaydı.
Nitekim Ankara, 2020 yılının yaz aylarından itibaren önce devletlerin farklı yetkili kurumları nezdinde başlayan daha sonra da diplomatik kanallar aracılığıyla devam eden görüşmelerin sekteye uğramaması için yoğun çaba sarf etti.
Bunun da ötesinde sürece zarar verebilecek dinamiklerin kontrol altında tutulması ve müzakereler sırasında gündeme gelen ve ilişkilerin önünde engel oluşturan unsurların ortadan kaldırılması hususunda da Ankara, hassas bir politika izleyerek Kahire’ye normalleşme konusunda ne kadar samimi olduğunu gösterdi.
Ankara-Kahire ilişkileri: Nereden nereye
Diğer taraftan Mısır ise Libya ve Doğu Akdeniz gibi meselelerde politik kazanımlar elde edememesi, Etiyopya ile yaşadığı Rönesans Barajı krizi1 Sina Yarımadası’ndaki DEAŞ varlığı ile mücadele ve son dönemde Rusya-Ukrayna Savaşı sebebiyle daha da yoğunlaşan ekonomik sıkıntılar gibi nedenlerle, Türkiye gibi bölgede etki ve nüfuz alanı yüksek bir aktörün dolaylı ya da doğrudan desteğini alma ihtiyacı duymuş ve normalleşme sürecine yeşil ışık yakmıştır.
Her ne kadar taraflar bu kırılgan sürece olabildiğince hassasiyetle yaklaşsalar da zaman zaman anlaşmazlıkların aşılamaması ve taleplerin karşılanamaması gibi konular nedeniyle normalleşmenin beklenenden zor olacağı ortaya çıkmıştır.
Bu durum son günlerde medyaya verilen resmî demeçlerle kamuoyuna yansırken, farklı devlet kurumları nezdinde gerçekleştirilen görüşmelerde birtakım sıkıntılar yaşandığı, taraflar arasında ayrışmaların giderilemediği ve istenen sonuçların alınamadığı gözlemleniyor.
Son olarak Mısır Dışişleri Bakanı Semih Şükrü’nün, Türkiye’nin Libya’daki faaliyetleri dolayısıyla 29 Ekim’de Türkiye ile normalleşmenin sonlandırıldığına dair açıklamasıyla bu durum resmiyet kazandı. Bu açıklama sonrasında Türkiye tarafından yine itidalli bir tutum sergilenmekle birlikte Türkiye-Mısır ilişkilerinin bu aşamadan sonra hangi yöne evrileceğine dair belirsizlik devam ediyor.
Öte yandan sürecin bu noktaya gelmesinde hangi dinamiklerin rol oynadığı, tarafların talep ve çözüm önerilerinde neden uzlaşamadığı ve normalleşme dosyasının geleceğine yönelik sorular cevaplanmayı bekliyor.
Normalleşme sürecindeki üç temel dinamik
Türkiye ile Mısır arasında 2020’de başlayan ve yakın zamanda Mısırlı yetkililer tarafından sona erdirildiği açıklanan normalleşme sürecinde müzakereye konu olan birçok madde bulunurken, bunlardan üçü öne çıkmaktaydı: Libya’daki siyasi süreç ve iki ülkenin buradaki politikaları, Doğu Akdeniz’deki bölgesel rekabet ve enerji iş birlikleri ve son olarak Müslüman Kardeşler hareketine yönelik Ankara ve Kahire yönetimlerinin farklılaşan yaklaşımları.
Bu dosyalar üzerinde tarafların birbirlerinin taleplerini karşılayıp karşılamayacakları ve ortak çıkar alanlarında buluşup buluşamayacakları iki yıl boyunca devam eden kesintili müzakereler sürecinin temelini oluşturmaktaydı.
Esasında müzakerelere konu olan başlıklarda belirli kayda değer aşamalar gerçekleştirilmişti. İki ülke arasındaki medya ilişkileri konusunda kademeli olarak iyileşme sağlanırken, Mısır’ın iç siyaset bağlamında bir tehdit unsuru olarak değerlendirdiği Müslüman Kardeşler hareketinin İstanbul merkezli yayın politikalarında değişiklik görülmüştü. Bunun yanında gerek siyasetten gerekse de iş dünyasından iki ülke ilişkilerinin geleceğine ve bu alanlardaki işbirliklerinin artmasına yönelik olumlu mesajlar verilmişti. Bütün bu gelişmeler müzakerelerin aşama kaydetmesini beraberinde getirdi.
Buna karşın bölgesel gelişmelerde ise iki ülke arasındaki normalleşme sürecini olumsuz etkileyecek gelişmelerin meydana geldiği ifade edilebilir. Bu anlamda temelde gerek Libya ve gerekse de Doğu Akdeniz’deki gelişmeler karşısındaki iki ülkenin yaklaşımlarındaki farklılıklar daha fazla ön plana çıktı.
Libya’da çatışan çıkarlar
İki ülke arası ilişkilerde normalleşme girişiminin iki öncelikli ve birbiriyle bağlantılı başlığı Libya ve Doğu Akdeniz’deki etkileşimlerdir.
Bölgesel olmasının yanı sıra uluslararası anlaşmazlıkları da içinde barındıran bu iki sorun, Ankara ile Kahire arasındaki normalleşme girişiminin son bulması noktasında da bizzat Mısır Dışişleri Bakanı Semih Şükrü’nün ifadelerine yansımıştır. Bu bağlamda birbiriyle bağlantılı her iki kriz hattının Türkiye ve Mısır için önemini, beklentilerini ve fırsatlarını ortaya koymak, ilişkilerin geleceğini anlamlandırabilmek açısından önemli.
Libya’daki siyasi istikrar, Türkiye için, ekonomik çıkarlar ve Doğu Akdeniz’deki hakları açısından; Mısır içinse, kara ve deniz sınırları güvenliği, ticari kazanımların sürdürülmesi açısından önemli. Ayrıca her iki ülkenin Mısır ile sosyo-kültürel bağları da var.
Libya konusunda Türkiye’nin pozisyonu krizin başlangıcından itibaren aynı kaldı. Ankara, uluslararası meşruiyete sahip, ülkenin batısına hâkim Trablus hükümetinin Libya’daki tek meşru güç unsuru olarak tanınması ve ülkedeki fiili ayrışmanın sona erdirilmesinin sadece Libya için değil bölgedeki tüm aktörler için olumlu sonuçları olacağını savunmaktaydı.
Bu konuda söylem düzeyinde çözüm odaklı mesajlar verse de Kahire yönetimi, ülkenin doğusundaki siyasi ve askerî aktörler ile iş birliği yapmaktan geri durmadı.
Buna karşın Türkiye’nin Trablus hükümetiyle işbirliğini kademeli olarak derinleştirmesi ise Mısır tarafından tepkiyle karşılanmaktaydı. Hatta iki ülkenin 2019-2020 yıllarında Ortadoğu’da normalleşmenin olmadığı dönemlerde, Körfez’in siyasi baskısı ile neredeyse askerî olarak Libya’da karşı karşıya geleceği bir ortam dahi yaşanmıştı.
Dolayısıyla burada Türkiye’nin Libya’daki aktif siyasi ve askerî politikası karşısında Mısır, diyalog ve diplomasinin işletilmesinden ziyade, bölgede Yunanistan, Fransa ve Körfez ülkeleri ile iş birliğini genişletmeyi ve Libya’nın doğusundaki aktörlerin güçlenmesini sağlamaya devam etti.
Doğu Akdeniz sorunu
Öte yandan normalleşme sürecini zedeleyen bir başka alan da Doğu Akdeniz oldu. Türkiye, Mısır’la normalleşme adımları sırasında Doğu Akdeniz özelinde Kahire’ye işbirliği çağrılarını yenileyerek iyi niyet göstergesinde bulundu.
Bu çağrıları karşılıksız bırakan Mısır’ın, Doğu Akdeniz’de bir süredir uyguladığı Yunanistan’la agresif yakınlaşma sürecini devam ettirerek ve Avrupa Birliği ile işbirliğini Türkiye’ye bir alternatif olarak öncelemesi, Ankara tarafında güven zedeleyici bir unsur olarak görüldü. Gerek Libya gerekse de Doğu Akdeniz’deki politikaları, Mısır’ın normalleşme adımlarında güvenilir bir ortak olup olmadığı konusunda soru işaretlerini artırdı.
Her ne kadar Mısır’ın özellikle Rusya-Ukrayna Savaşı sonrasında, Yunanistan ile beraber Avrupa’ya enerji transferi konusunda bir rota oluşturma isteği meşru bir politika tercihi olsa da, bu tutumun Türkiye’yi dışlayan bir nitelikte olmaya devam etmesi Ankara’nın da Doğu Akdeniz’deki aktörlerle işbirliğini derinleştirmeye mecbur bıraktı. Bu durumun bir sonucu olarak Türkiye, Libya’yla hidrokarbon ve güvenlik alanlarında yeni anlaşmalar imzaladı. Nitekim bu anlaşmaların ardından Kahire yönetimi Libya’daki gelişmelere işaret ederek normalleşme sürecinin son bulduğunu açıkladı. Fakat bütün bu gelişmeler, aslına bakıldığında Mısır’ın daha çok genişletmek istediği hareket alanını aksine daraltıyor.
Normalleşmede yeni dinamikler?
Katar’da Dünya Kupası’nın açılış maçı öncesinde gerçekleşen Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Mısır Cumhurbaşkanı Sisi arasındaki görüşme, iki ülke arasındaki normalleşme sürecinin en kritik gelişmesi olarak kayıtlara geçti.
Görüşmeye yönelik Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın olumlu açıklamaları Türkiye-Mısır ilişkilerinde yeni bir dönemin başlangıcına işaret ediyor. Bu gelişme sonrasında iki ülkenin dış politikalarında daha esnek bir durum izleyebileceklerini ortaya koyuyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Mısır Cumhurbaşkanı Sisi ile görüşmesini “Türkiye ve Mısır halklarının birlikteliği” vurgusu üzerinden gerekçelendirirken, ülkeler arasındaki ilişkilerin kişisel yaklaşımlara indirgenemeyeceğini ima etmiştir. Görüşme yeni bir dönemi simgelemekle birlikte içerisinde bulunulan normalleşme konjonktürünün tıkandığı bir ortamda, iki tarafın da somut adımlar atmasıyla sürecin geleceği daha net biçimde anlaşılabilecektir.
Bütün bu çerçevede, özellikle Ekim 2022 boyunca Yunanistan’ın üst düzey yetkililerin siyasi ve askerî çerçevede Türkiye karşıtı söylemleri ve Mısır’a gerçekleştirdiği ziyaretler, Türkiye ile normalleşme konusunda Kahire tarafının Libya’ya ek olarak Doğu Akdeniz meselesini de belirleyici bir alt başlık olarak görmesine yol açıyor.
Bu anlamda Mısır’ın Libya ve Doğu Akdeniz sorunları üzerinden bölgedeki gücünü konsolide edebilmesi, Türkiye ile kuracağı ortak iş birliklerine bağlıdır. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Devlet Başkanı Sisi’nin de ilk defa bir araya gelmesi sonucunda, iki aktör arasındaki normalleşme sürecinin devam edebilmesi ana hatlarıyla iki temel duruma bağlıdır.
Bunlardan birincisi Doğu Akdeniz’de işbirliğidir. Bu noktada kritik bir husus, Avrupa’ya doğalgaz transferinde öncü olmak isteyen Mısır için en makul hattın Türkiye üzerinden olabileceğine ikna olmasıdır. Nitekim Türkiye’nin Libya ile imzaladığı Hidrokarbon Anlaşması Mısır’ın da ekonomik çıkarlarına uygundur.
İkincisi ise Libya’da işbirliğidir. Mısır’ın Libya’da gayrimeşru taraflarla değil, uluslararası toplum tarafından meşru olarak tanınan aktörlerle hareket etmesi Mısır açısından da kazanımları beraberinde getirecektir . Bu durumda Libya’da istikrarın sağlanması sürecinde iki aktör uluslararası toplantılarda birlikte hareket edebilecektir.
Sonuç olarak Türkiye, Libya krizinin çözümü noktasında Mısır’ın daha yapıcı bir pozisyon benimsemesi, Doğu Akdeniz’deki enerji kaynakları çerçevesinde kazan- kazan prensibini önceleyen bir politika izlemesi ve daha genel anlamda bölgesel meselelerde rekabetten ziyade iş birliği odaklı bir yaklaşımı hayata geçirmesi gibi adımlara yönelik beklentisini devam ettiriyor.
Bu bağlamda, siyasi normalleşme çerçevesinde Türkiye ile ilişkilerini geliştirmek isteyen aktörlerde olduğu gibi, Mısır’a karşı da Türkiye’nin diyalog ve diplomasi kapısını açık tuttuğunu ve ikili ilişkilerin bölgesel siyaset çerçevesinde anlamlandırılması konusunda beraber hareket etmeye hazır olduğu görülüyor. Nitekim liderlerin gerçekleştirdiği kısa fakat kritik görüşme de buna işaret ediyor. Fakat yine bu noktada, her iki aktörün de ilerleyen dönemlerdeki ilgili tutumlarının, normalleşmenin seyrini belirleyeceği ifade edilebilir.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 22 Kasım 2022’de yayımlanmıştır.
- Etiyopya’nın 2011 yılında inşaatına başladığı Büyük Etiyopya Rönesans Barajı’nın (Grand Ethiopian Renaissance Dam) yaklaşık yüzde 80’i 2022 yılı itibariyle tamamlanmış; fakat Nil Nehri akışının yüzde 80’ini sağlayan kaynak ülkesi Etiyopya’nın Sudan ve Mısır’la anlaşmazlığı hala devam etmektedir. Bu anlaşmazlığın temel nedenleri Mısır’ın ihtiyacı olan su akışının (yaklaşık yüzde 60 – 55 milyar metreküp) sağlanmasının yanı sıra çevresel sorunlara dair güvence beklemesidir. Bu anlamda Mısır ve Sudan temel olarak barajın su tutma sürecinin 11 yıla yayılmasını beklerken, Etiyopya 3 ila 5 yılda tamamlanmasını arzu etmektedir. Mevcut durumda Etiyopya GERD için son 3 yıldır dolum aşamasına ve elektrik üretimine başlamıştır.