Trump dönemi, küresel diplomaside sarsıcı bir değişime işaret ederek onlarca yıllık yerleşik normları ve ittifakları altüst etti. Temeli, ticari ve güç merkezli bir yaklaşıma dayanan Trump’ın dış politikası, geleneksel çok taraflı politikalardan uzaklaşarak, uzun vadeli istikrar yerine Amerika’nın anlık kazanımlarına öncelik veren pazarlıklar yapmayı tercih etti.
Trump Yönetimi, 1945 sonrası dünya düzenini ABD’ye haksız yere ekonomik ve askerî yükümlülükler getiren bir sistem olarak görüyor ve bunun yerine gücün, kaynakların ve nüfuzun pazarlık edilebilir metalar olduğu bir stratejiyi savunuyor. Bu değişim, Amerika’nın hem müttefikleriyle hem de düşmanlarıyla ilişkilerini yeniden şekillendirerek stratejik ortaklıkların yeniden değerlendirildiği, küresel çatışmalara alışılmadık bir mercekle yaklaşıldığı ve diplomasi ilkelerinin ticari çıkarlarla giderek daha fazla iç içe geçtiği bir ortamı beraberinde getiriyor.
Dünya bu yeni paradigmaya alışırken ortaya bazı sorular da çıkıyor: Trump’ın yaklaşımı Amerika’nın konumunu güçlendiriyor mu yoksa nihayetinde küresel konumunu zayıflatacak zaafları mı ortaya çıkarıyor? İşte The Economist dergisinde yayınlanan bir makale bu soruların cevaplarını irdeliyor.
Yazıdan öne çıkan bazı kısımları paylaşıyoruz:
1945 sonrası düzen parçalanıyor
“1945 sonrası düzenin parçalanması hız kazanıyor. Bu hafta Birleşmiş Milletler’de yaşanan olağanüstü olaylarda Amerika, Ukrayna ve Avrupa’ya karşı Rusya ve Kuzey Kore’nin yanında yer aldı. Büyük güçlerin birbiriyle anlaşmalar yaptığı, küçük güçlere zorbalık yaptığı ve gücü olanın istediğini aldığı bir dünya hızla yaklaşıyor. Trump ekibi Rusya ile anlaşma yapmanın barış getireceğini ve 80 yıl boyunca kandırıldıktan sonra Amerika’nın süper güç statüsünü kâra dönüştüreceğini iddia ediyor. Tüm bu yaşananlar tam aksine dünyayı daha tehlikeli, Amerika’yı ise daha zayıf ve yoksul hale getirecektir.
Siz dünya düzeniyle ilgilenmiyor olsanız bile o sizinle ilgileniyor. Amerika’nın Don Corleone tarzı yaklaşımı Ukrayna’da kendini gösterdi. Başlangıçta 500 milyar dolar talep eden Amerikalı yetkililer, Ukrayna madenlerini işletmek için ortak bir devlet fonu kurulmasını öngören belirsiz bir anlaşmaya razı oldular. Amerika’nın bunun karşılığında güvenlik garantisi sağlayıp sağlamayacağı belli değil.
Trump yönetimi bir fikirler ve egolar girdabına dönüşmüş durumda ancak yönetimde yer alan kişiler bir konuda hemfikir: Amerikalılar 1945 sonrası kurallar ve ittifaklar çerçevesinde haksız ticarete ve dış savaşlara para harcamaya alıştırıldı. Trump, bir takım abartılı ticari işlemler yoluyla ulusal çıkarları daha etkin bir şekilde gözetebileceğini düşünüyor. Trump’a göre her şey, toprak, teknoloji, madenler ve daha fazlası, satılabilir. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ile Ukrayna üzerine yaptığı görüşmelerin ardından 24 Şubat’ta “Benim tüm hayatım bu tür anlaşmalardan ibaret” dedi. Trump’a yakın ve Steve Witkoff gibi iş becerilerine sahip isimler, Suudi Arabistan’ın İsrail’i tanımasını sağlamaktan Kremlin’in itibarını yeniden tesis etmeye kadar hedefleri birbirine bağlayan anlaşmaları görüşmek için başkentler arasında mekik dokuyor.
Yeni sistemin hiyerarşisinde Amerika bir numara
Bu yeni sistemin yeni bir hiyerarşisi var. Amerika bir numara. Sırada satacak kaynakları, savuracak tehditleri ve demokrasi tarafından kısıtlanmayan liderleri olan ülkeler var. Vladimir Putin Rusya’yı yeniden büyük bir emperyal güç haline getirmek istiyor. Muhammed bin Selman Orta Doğu’yu modernleştirmek ve İran’ı savuşturmak istiyor. Xi Jinping hem kararlı bir komünist hem de güçlü bir Çin’e uygun bir dünya isteyen bir milliyetçi. Üçüncü sırada Amerika’nın müttefikleri yer alıyor ve bu müttefiklerin bağımlılıkları ve sadakatleri istismar edilecek zayıflıklar olarak görülüyor.
Ülkelerin toprakları, 1945 sonrası koyulan kuralları bozacak şekilde pazarlığa açık. Ukrayna’nın sınırları Trump-Putin el sıkışmasıyla belirlenebilir. İsrail, Lübnan ve Suriye’nin sınırları 17 ay süren savaş nedeniyle bulanıklaştı. Bazı dış güçler buna kayıtsız kalıyor. Ancak Trump Gazze’nin yanı sıra Grönland’a da göz dikmiş durumda ve herhangi bir Çin-Amerikan görüşmesinde Xi de toprak talebinde bulunabilir, örneğin Tayvan, Güney Çin Denizi ya da Himalayalar konusunda taviz karşılığında ihracatı sınırlandırmayı önerebilir.
Ekonomi üzerindeki yapılan pazarlıklar, gümrük tarifelerinin çok ötesine geçerek devlet gücünün iş dünyası ile kaynaşmasını benimsiyor. Bu da ticaretin en iyi tarafsız kurallarla yönetilebileceği fikrinden uzaklaşıldığını gösteriyor. Amerika ile Rusya, Suudi Arabistan, Tayvanlı yöneticiler ve Ukrayna arasındaki ikili görüşmeler petrol üretimi, inşaat sözleşmeleri, yaptırımlar, Intel fabrikaları, Elon Musk’ın Starlink uydu hizmetinin kullanımı ve çölde bir golf turnuvasını içeriyor.
Bu yeni uzlaşmacılar benimsedikleri yaklaşımın dünyanın yararına olacağını iddia ediyorlar. Trump bunun Amerika’nın da çıkarına olduğunu savunuyor. Haklılar mı?
Hem Trump hem de küresel güneydeki liderler 1945 sonrası düzenin çürüdüğünü söylemekte haklılar. Diplomasi durgunlaştığında, geleneksel olmayan fikirler işe yarayabilir. İsrail ve bazı Arap devletleri arasındaki İbrahim Anlaşmalarını düşünün.
Yeni düzen dünyanın ve ABD’nin hayrına olur mu?
Ancak bu noktadan anlaşma yapmayı bir örgütlenme ilkesi olarak kullanmaya geçmek bir sıçramadır. İşin karmaşıklığı çok büyük: Suudi Arabistan İran’ı caydırmak için bir savunma anlaşması istiyor ve İsrail’i tanıması halinde Amerika bunu kabul edebilir. Ancak bunun için İsrail ve Filistinlilerin iki devletli bir geleceği kabul etmesi gerekiyor ki Trump Gazze’ye barış getirme planında bunu reddetmişti. Rusya petrol yaptırımlarının kaldırılmasını istiyor ama bu Suudi Arabistan’ın gelirlerini azaltabilir ve Hindistan’ın giderlerini arttırabilir. Ve daha niceleri. Bu arada, sınırlar tartışmalı olduğunda savaşlar da bunu takip edecektir. Hindistan gibi devler bile kendilerini güvensiz hissedebilir. Trump gücünü Amerika’nın kurumlarından ziyade kişisel olarak gördüğünden, muhataplarını anlaşmaların kalıcı olacağına ikna etmekte zorlanabilir; bu da onun bir Henry Kissinger olamamasının nedenlerinden biri.
Bu nedenle dünya sıkıntı çekecektir. Trump’ın farkına varmadığı şey ise bundan Amerika’nın da zarar göreceği. ABD’nin küresel rolü, bazı Amerikan endüstrilerine zarar veren bir askerî külfete ve ticarette serbestliğe yol açtı. Oysa kazanımlar çok daha büyük oldu. Ticaret tüketicilere ve ithalatçı sanayilere fayda sağladı. Dolar finans sisteminin kalbi olmak, Amerika’ya faiz faturalarında yılda 100 milyar dolardan fazla tasarruf sağlıyor ve yüksek bir mali açık vermesine olanak tanıyor. Amerikan firmalarının yurtdışı faaliyetleri 16 trilyon dolar değerinde. Bu firmalar, Çin ve Rus firmalarına çok daha uygun olan rüşvet ve geçici özel ayrıcalıklar yerine, ticarete ilişkin makul ölçüde öngörülebilir ve tarafsız küresel kurallar sayesinde yurtdışında başarılı oluyorlar.
ABD kendini dünyanın geri kalanından ayırabilir mi?
Trump, Amerika’nın Avrupa’yı ve belki de Asyalı müttefiklerini kısmen ya da tamamen terk edebileceğine inanıyor. “Dünyanın kalanından kendisini ayıran güzel bir okyanus” olduğunu söylüyor.
Ancak savaşlar artık uzay ve siber uzayı da kapsıyor; dolayısıyla fiziksel mesafe, Japonya’nın Pearl Harbor saldırısının Amerika’nın yalnızcılığını sona erdirdiği 1941’dekinden bile daha az koruma sağlıyor. Dahası, Amerika sert güç uygulamak ya da anavatanını savunmak istediğinde, Almanya’daki Ramstein Hava Üssü’nden Avustralya’daki Pine Gap sinyal istasyonuna ve Kanada’nın Kuzey Kutbu’ndaki füze takip sistemine kadar müttefiklerinin yardımına ihtiyaç duyuyor. Trump’ın dünyasında Amerika artık bunlara istediği gibi erişemeyebilir.
Diğer ülkeler ile bu şekilde pazarlık yapmayı savunanlar, Amerika’nın bu şekilde yaparak istediğini elde edebileceğini varsayıyor. Ancak Trump onlarca yıllık ilişkileri istismar ettikçe Amerika’nın elindeki kozlar hızla azalacaktır. İhanete uğradığını hisseden Avrupa ve ötesindeki müttefikler güvenlik için birbirleriyle yakınlaşacaklardır. Kaos yayılırsa, Amerika daha az imkana sahip olmasına rağmen yeni tehditlerle baş etmek zorunda kalacaktır. Amerikan ittifaklarının zayıfladığı ve silahlanmanın kontrol altına alınmasına yönelik çabaların olmadığı bir sistemde Asya’da gerçekleşecek nükleer silahlanma yarışını düşünün. Tehlikeli zamanlarda dostlar, güvenilirlik ve kurallar kısa yoldan para kazanmaktan daha değerlidir.”
Bu yazı ilk kez 7 Mart 2025’te yayımlanmıştır.
