2026 yılına girilirken uluslararası siyaset, Soğuk Savaş sonrası dönemin göreceli istikrarlı yapısının çoktan geride kaldığını teyit eden bir tablo sunuyor. Ancak bu tablo, klasik anlamda bir sistem çöküşünü ya da yeni bir hegemonik düzenin doğuşunu da temsil etmiyor. Eski sistemin hızlı bir şekilde sona yaklaştığı ama yerine neyin ikame edileceğinin tam olarak belli olmadığı bir yılı geride bırakırken, yeni yılda da kafa karışıklığımız devam edecek.
Uluslararası sistem bugün uzun süreli, çok katmanlı ve kronikleşmiş bir geçiş süreci içinde ilerliyor. Bu geçiş sürecinin temel özelliği içinde bulunduğumuz çok-aktörlü/çok-merkezli/çok-kutuplu yapı içinde “çatışma ve barış”, “düzen ve kaos”, “işbirliği ve rekabet”, “dost ve düşman” arasındaki sınırların/ayrımlarım giderek belirsizleşmesi.
Kural-temelli liberal dünya düzeni tamamen çökmese de bu düzenin evrensellik iddiası artık ciddi biçimde aşınmış durumda. Yeni yılda uluslararası kurumlar çalışmaya devam edecek olsalar da büyük güçler bu kurumları bağlayıcı normlar olarak değil, araçsal mekanizmalar olarak görecekler. Demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğü söylemleri dış politika pratiklerinde ikincil hale gelecek.
İkinci kez başkan seçilmesinden bu yana ABD Başkanı Donald Trump’ın izlediği dış politika ve ülkesini uluslararası sistem içinde yeniden konumlandırma çabaları bu geçiş sürecini hem hızlandırdı hem de oldukça çalkantılı bir hale soktu. Korumacı ekonomi politikaları, ticaret açıklarını gidermeyi önemseyen ticaret savaşları, küresel tedarik zincirleri içinde başkalarına olan bağımlılığı azaltıp kendi kendine yetmeyi önceleyen sanayi politikaları ve yüksek kale duvarlarının arkasında korunaklı hayatlar peşinde koşma pratikleri uluslararası siyasette artık açıkça hissedilen puslu ve sisli havaların birçok aktöre dayattığı siyaset pratiklerine dönüşmüş durumda.
2026: Krizler arasında yolunu bulmaya çalışmak
2026’da dünya siyaseti “çoklu krizler” ortamında hızla yol alırken krizler arasında yolunu bulmaya çalışmak olağan hale gelecek. Bu bağlamda uluslararası sistem çözümler üretmekten çok krizleri yönetmeye; kalıcı barış anlaşmaları yerine sürdürülebilir ateşkesler bulmaya, vizyoner projelerden çok hasar kontrolüne ve normatif iddialardan çok güç dengesi hesaplarına dayanacak.
2026’da da büyük güç rekabetinin merkezinde ABD–Çin ilişkileri yer almaya devam edecek. Ancak bu rekabet, tarihsel olarak bilinen hegemonik geçiş modellerinden (örneğin İngiltere–Almanya ya da ABD–SSCB rekabeti) önemli ölçüde farklılıklar gösteriyor. Bugünkü rekabet ne tam anlamıyla ideolojik bir bloklaşma ne de doğrudan askerî bir cepheleşmeye dayanıyor. Bunun yerine, ABD ile Çin arasında çok-alanlı, düşük-yoğunluklu ama süreklilik arz eden bir yıpratma süreci yaşanıyor. Yeni yılda bundan geri adım söz konusu olmayacak.
2026’da gerçekleştirilmesi planlanan Trump-Şi görüşmelerinden sürdürülebilir/kontrollü rekabet ilişkisinin devamını beklemek akla oldukça yatkın. Kimse bu iki dev arasında ideolojik, teknolojik, jeopolitik ve jeoekonomik bir kopuş beklemesin. Böyle bir kopuşun hem kaçınılmaz hem de kendi çıkarlarına olacağına söyleyen birçok Amerikalı ve Çinli olsa da, ne Trump ne de Şi Çinping bu fikirde. İşin aslı dünyanın geri kalanı da böyle bir kopuş ve ayrışmayı istemiyor. Herkes mümkün oluğunca aktif-tarafsızlık ya da çoklu-bağlantılılık temelinde başkalarından ne alabilirimin derdinde. Günümüz dünyasında ayakta kalmak ve caydırıcı olmanın yolu hem kendi kendine yeterli olabilmek hem de çok sayıda aktörle faydacı ilişkiler kurabilmekten geçiyor.
Bu arka plandan bakıldığında ABD, Çin’i küresel sistemden dışlamak yerine onu kontrol edilebilir ve sınırlandırılmış bir güç hâline getirmeyi hedefliyor. Bu doğrultuda teknoloji, finans, tedarik zincirleri ve güvenlik alanlarında seçici ayrışma stratejisi izlemeye devam edecek. Çin ise doğrudan meydan okuma yerine, zaman kazanmayı, bölgesel nüfuzunu artırmayı ve küresel kurumlar içinde kalmaya devam ederek alternatif normlar üretmeyi tercih edecek. 2026 yılı, bu rekabetin çatışmaya dönüşmediği ama kalıcılaştığı bir yıl olacak. Büyük güçler, sistemin tamamen çökmesinin kendileri için yüksek maliyetler üreteceğinin farkındalar.
Ukrayna Savaşı: Kalıcı ateşkes 2026’da mı?
Ukrayna savaşı, 2026’ya girerken uluslararası siyasetin en önemli yapısal kırılma noktalarından biri olmaya devam edecek.
Savaş, şu ana kadarki seyri itibariyle ne Rusya’nın hızlı bir zafer kazanabileceğini ne de Batı’nın Ukrayna üzerinden Rusya’yı stratejik olarak çökertme kapasitesine sahip olduğunu gösterdi. Bu durum, tarafları giderek maksimalist hedeflerden minimal zarar hesaplarına yöneltecek.
Trump’ın başlattığı ateşkes görüşmeleri süreci belki zorlu pazarlıklara sahne olacak, ama 2026 içinde kalıcı bir ateşkesin imzalanması hiç şaşırtıcı olmamalı. Eğer bu olmazsa önümüzdeki yıl içinde en olası senaryo, resmî olarak ilan edilmese bile fiili bir dondurulmuş çatışma durumu olur. Cephe hatlarının büyük ölçüde sabitlenmesi, düşük yoğunluklu çatışmaların devam etmesi ve diplomatik girişimlerin zamana yayılması kontrolden çıkacak bir savaştan evladır.
Ukrayna Savaşı hiç şüphesiz uluslararası hukukun ve egemenlik normlarının aşınmasını derinleştirirken, güç siyasetinin yeniden meşrulaşmasına da katkı sunmaya devam etti. Büyük güçlerin hayati çıkarları söz konusu olduğunda, normatif düzenin sınırlı bir caydırıcılığa sahip olduğunu Ukrayna’da açıkça gördük. 2026’da mucizevi bir geri dönüş olmayacak.
Ortadoğu’da dört temel eğilim
2026’ya girerken Gazze ve genel olarak Ortadoğu küresel vicdanın en fazla zorlandığı coğrafyalardan biri olmaya devam edecek. Olası ateşkesler, yapısal bir barış sürecinden ziyade insani yıkımı kontrol altına almayı hedefleyecek. İsrail–Filistin meselesinde iki-devletli çözüm hâlâ diplomatik belgelerde yer alsa da sahadaki güç dengeleri ve tarafların maksimalist talepleri bu çözümün kısa vadede hayata geçmesini neredeyse imkânsız kılıyor. 2026’nın bunun aksini düşünmememiz için veriler sunacağını düşünmüyorum. Bırakın kalıcı bir iki-devletli çözümü konuşmayı bu yılın Ekim ayında ilan edilen ateşkesin dahi ikinci aşamasına geçebilmiş değiliz.
Ortadoğu’da 2026 itibarıyla dört temel eğilimin öne çıkması muhtemel.
Birincisi, rejim güvenliği ve iktidarda kalıcılık hem iç hem de dış politikanın ana hedefi olmaya devam edecek. Bu durum bölge ülkelerinin tamamı için geçerli.
İkincisi, İran–İsrail rekabetinin doğrudan savaştan ziyade vekiller üzerinden devam edeceğini söyleyebiliriz. İran güç kaybetti ama kesinlikle pes etmiş değil.
Üçüncüsü, 2026 Türkiye ve İsrail arasındaki rekabetin tırmanacağı bir yıl olacak. Suriye’deki stratejik makasın kapanmak yerine daha da açıldığı ve tarafların birbirini dengelemek ve caydırmak adına alternatif bloklaşmalar peşinde koştuğu bir yıl bizi bekliyor gibi.
Dördüncü eğilimse Körfez ülkelerinin jeopolitik riskleri minimize etmek adına ekonomik dönüşüm projelerini hızlandırmaları ve hem İran hem İsrail hem de Türkiye’yle iyi ilişkiler peşinde koşmaya devam etmeleri olacak. Bu açıdan bakıldığında 2026 Ortadoğu’da bir “barış yılı” değil, daha çok “kontrollü istikrarsızlık yılı” olacak gibi.
Tayvan: Küresel savaş ihtimali
Diğer taraftan Tayvan meselesi, 2026’da küresel savaş ihtimallerinin en yoğun biçimde tartışıldığı dosyalardan biri olacak. Ancak bu tartışmalar çoğu zaman gerçeklikten ziyade algı yönetimine dayanacak. Çin için Tayvan meselesi varoluşsal bir egemenlik sorunu olsa da askerî bir müdahalenin ekonomik ve diplomatik maliyetleri Çin’i temkinli davranmaya zorlayacak.
ABD’nin “stratejik belirsizlik” politikası 2026’da da devam edecek. Tayvan’ı savunma taahhüdü ile Çin’i caydırma hedefi arasında bilinçli bir muğlaklık yaratmayı öngören bu politikanın Çin’le kârlı bir ticaret anlaşması peşinde koşan Trump tarafından sonlandırılacağını düşünmek doğru olmaz. Tayvan çevresinde askerî tırmanmanın arttığı ama savaş eşiğinin aşılmadığı bir yıl olması 2026’nın kaderi olacak gibi.
ABD ve Avrupa: Faydacı ortaklık
2026 itibarıyla transatlantik ilişkiler tamamen kopmayacak ama eski normatif ve stratejik bütünlüğünü de giderek daha fazla kaybedecek. ABD–Avrupa ilişkileri giderek daha fazla faydacı bir ortaklık haline gelecek. Avrupa Birliği ve onun kurucu felsefesini düşman olarak gören Trump ile Ukrayna’yı yutmayı amaçlayan Rusya arasında sıkışan Avrupa, bir yandan kendi savunma kapasitesi ve stratejik kimliğini geliştirmeye diğer yandan da Trump’ı alttan alarak Amerika’yı yanında tutmaya çalışacak. 2026, Avrupa’nın stratejik aktör mü yoksa diğer stratejik aktörlerin oyunlarını oynadıkları bir oyun sahası mı olduğunu bize çok daha net gösteren bir yıl olacak.
2026’da küreselleşme sona ermeyecek tabii ki, ancak niteliği köklü biçimde değişecek. Serbest ticaretin yerini güvenli ticaret, verimliliğin yerini dayanıklılık, küresel entegrasyonun yerini bölgesel ağlar alacak. “On-shoring”, “friend-shoring” ve “near-shoring” gibi kavramlar, ekonomik ilişkilerin giderek jeopolitik filtrelerden geçeceğini gösteriyor. Bu dönüşüm 2026’da daha hızlanırken orta ölçekli ve bölgesel güçler için yeni manevra alanları yaratacak ama kırılgan devletler için çöküş ve dışlanma risklerini beraberinde getirecek.
2026, yapay zekanın uluslararası ilişkilerde doğrudan değil, ama belirleyici rol oynayacağı bir yıl olacak. Askerî karar alma, istihbarat analizi, siber güvenlik, kamu diplomasisi ve dezenformasyon alanlarında yapay zekanın daha fazla kullanıldığını göreceğiz. Bu alanlarda küresel norm ve standartların olmayışı yapay zekayı iş birliğinden çok rekabet alanına dönüştürecek.
Velhasıl 2026 dünyanın daha iyi bir yere gittiği bir yıl olmaktan çok, daha kötü bir yere gitmesini engellemeye çalıştığımız bir yıl olacak gibi duruyor.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 30 Aralık 2025’te yayımlanmıştır.



