7 Ekim’den sonra Lübnan’a ne oldu?
İsrail-Lübnan Savaşı yeni bir dönemin başlangıcı mı?

7 Ekim 2023’den beri Ortadoğu’da özellikle Lübnan’da ne oluyor? Bölgenin dengeleri nasıl değişiyor, bu değişiklik Lübnan’a nasıl yansıyor? Ülkede yeni bir iç savaş kapıda mı? Trump ve Rusya arasındaki pazarlıklarda Lübnan için ne konuşulacak? Dr. Özlem Acar yazdı.

Hamas’ın 7 Ekim 2023’te İsrail’e karşı hayata geçirdiği saldırıların hemen ertesinde Hizbullah da Hamas’a destek olmak amacıyla İsrail’in kuzeyine yönelik saldırılara başlamıştı. Ancak İsrail, şiddetini giderek artırdığı karşı saldırıları sonucunda Lübnan’ın güneyini ve Beyrut’un Dahiye bölgesini bir yıl içinde enkaz haline getirdi.

Ancak bu defa yaşananlar Lübnanlılar ve bölgeyi yakından takip edenler için önceki çatışmalardan oldukça farklı. İsrail’in geçmişte ülkelerini üç kez işgal ettiği ve on yıllarca süren savaşlara alışkın olan Lübnanlılar için son bir yılda gerçekleştirilen bu saldırıları diğerlerinden ayıran nedir?

İsrail’in geçmişten aldığı dersler

İsrail’in 1978-1982 ve 2006 yıllarında Lübnan’ın güneyini işgal ettiği her bir operasyonunda en temel hedefi Litani Nehri’nin güneyini kontrol altına almaktı. Bu kez tek amacı bu değil. Hizbullah’ın silahlı kanadının yok edilmesi de İsrail için önemli bir hedef.

İsrail’in eski Başbakanı Ehud Barak’ın “Hizbullah’ın varlığının temel sebebinin İsrail’in Lübnan’ın işgali olduğu” yönündeki ifadeleri hatırlandığında İsrail’in doğuşuna sebep olduğu düşmanı ortadan kaldırmak için 2006 yılından bu yana stratejik-taktik ve istihbarat çalışmalarına ağırlık verdiği önemli bir gerçek olarak karşımıza çıkıyor.

İsrail özellikle 2006 yılında yaşadığı yenilginin ardından kendi içine dönüp bu sonuca sebep olan hataları tek tek inceledi. Bu durumun istihbarat yetersizliği ve siyasi kararların başarısızlığından kaynaklandığını tespit ederek geçtiğimiz 18 yıl boyunca bu eksiklerini kapattı.

Hamas’ın Aksa Tufanı saldırısı ise İsrail’e yaptığı hazırlıkları sahaya taşımak için önemli bir fırsat sundu. İsrail’in Lübnan’a yönelik olarak hayata geçirdiği Kuzey Okları Operasyonu ise sadece daha saldırgan ve cüretkâr olması ile değil sonuçları açısından da geçmiş işgallerden farklı bir süreci işaret ediyor.

Kuzey Okları Operasyonu’nun farkı

Öncelikle bu operasyon, hedef aldığı bölgeler itibariyle öncekilerden farklılaşıyor. İsrail’in bugüne kadarki işgalleri Lübnan’ın güneyi ve Dahiye bölgesi ile sınırlı kalırken ilk defa Hristiyan bölgeler de bu saldırılardan etkileniyor. Özellikle 2006 yılında Dahiye’nin hemen yakınındaki Hristiyan bölgelerinde yaşayan halk İsrail’in hava saldırılarından etkilenmediği için kayıtsız kalmıştı. Oysa bugün İsrail’in Hizbullah mensupları veya depoları olduğu gerekçesi ile başka mezheplere mensup Lübnanlıların yaşadığı bölgelere saldırması Lübnanlılar arasında şaşkınlık ve endişe yaratıyor. Bu saldırılardan etkilenen Lübnanlılar Hizbullah’ı ülkeyi yeni bir savaşa sürüklediği için suçlarken aslında bu tepki yakın zamanda Netenyahu’nun Lübnanlılara yönelik “Hizbullah yüzünden zarar görmemeleri ve Hizbullah’ı engellemeleri” çağrıları ile örtüşüyor. İsrail bu bölgelere saldırarak ülkenin geri kalanının Hizbullah’ı baskı altına alması taktiğini izliyor.

İsrail’in günümüzdeki saldırılarını daha öncekilerden ayıran sebeplerden biri de İsrail’in askerî ve teknolojik ilerlemesini ortaya koymuş olması.

İsrail, Hizbullah’a sadece hava saldırılarıyla zarar vermedi, yakın zamanda Hizbullah silahlı kanadı tarafından kullanılan çağrı cihazlarına ve telsizlere yönelik saldırılar sonrasında Hizbullah iletişim hatlarını tamamen kesintiye uğratarak kadrolar arasında yaklaşık 3000 kişinin yaralanmasına sebep oldu. Bundan daha da önemlisi, Hizbullah mensuplarına her an her yerde hiç beklemedikleri şekilde saldırıya uğrayabilecekleri mesajını vererek Hizbullah kadrolarında endişenin ve moral bozukluğunun artmasını sağladı.

İsrail bu dönemde ayrıca yıllar içinde yaptığı istihbarat yatırımlarının karşılığını da aldı. Sadece Lübnan özelinde değil aynı zamanda İran’da ve Suriye’de önemli nokta operasyonlar ile Hizbullah’ın ve Hamas’ın üst düzey kadrolarına ve de lojistik hatlarına büyük zarar verdi. İsrail açısından lojistik ikmal hatlarının imhası gelecek dönemde Hizbullah’ın yeniden toparlanmasının engellenmesi açısından büyük önem taşımakta.

Üst düzey kadrolarının önemli kısmının öldürülmesi ise Hizbullah açısından tarihi bir dönüm noktası. 1982 yılında kurulan yapılanmanın; o dönemin kurucu-günümüzün yönetici kadrolarının neredeyse tamamı hayatını kaybetti. Bu isimler arasında Hizbullah’ın efsane lideri olan Hasan Nasrallah da yer alıyor. Gelinen aşamada Hizbullah açısından bu kadroların yerinin doldurulması yıllar alacak bir süreç ve hem hâlihazırda yeterli finans kaynağından mahrum kalınması hem de İran’dan aktarılan silahlara ulaşılamaması Hizbullah’ın toparlanmasını engelliyor. Dolayısıyla bu durum, tabanda çözülmenin artması riskini oluşturmakta.

Elbette Hizbullah geniş tabanını halen koruyor olsa da bu silahlı kanadının idaresi de ayrı ve önemli bir lider kadroyu gerektiriyor. Hizbullah’ın siyasi kanadı özellikle de milletvekilleri ve bakanları ise İsrail saldırılarından korunmak için ailelerini ülke dışına çıkarmayı ve yaşamlarını meclis binasında yaşayarak sürdürmeyi tercih ediyor.

Hizbullah’ın kayıpları… Lübnan’ın kayıpları…

İsrail’in günümüzde gerçekleştirdiği saldırıların elbette insani boyutu da önemli. İsrail hem Hamas’ın hem de Hizbullah’ın sivilleri kalkan olarak kullandığını, bu nedenle de saldırılarda sivillerin ölmesinin asıl sorumlusunun bu kişileri canlı kalkan olarak kullanan Hizbullah ve Hamas olduğunu dile getiriyor. Ancak bu açıklamalar İsrail’in geçmiş işgallerinden farklı olarak önemli sayıda sivilin hayatını kaybetmesine sebep olduğu gerçeğini değiştirmiyor.

Verdiği önemli kayıpların ardından hem maddi olarak hem de moral açısından yıpranmış olan Hizbullah taraftarları ise son zamanlarda ülkenin güneyinden İsrail’in Hayfa kentine yönelik kısıtlı saldırılarla teselli buluyor. Hem Hizbullah tarafının dezenformasyonları hem de İsrail tarafının bilgi kısıtlaması nedeniyle bu saldırıların İsrail’e zarar verip vermediğini verdiyse de zararın boyutlarının tespiti mümkün değil.

İsrail ve ABD ise hem İran’ın hem de Hizbullah’ın finans kaynaklarını çökerterek güçlenmelerini engelleme stratejilerini sürdürüyorlar. İran desteği azaldıkça Hizbullah’ın gücünün de azalması ve zamanla sönümlenmesi muhtemel ancak bu Hizbullah ideolojisinin sonlanacağı anlamına gelmiyor.

İsrail saldırıları devam ederken iç göç nedeniyle de pek çok sorun Lübnan’ı bekliyor. Bunlardan birini ülkedeki tarım alanlarının önemli kısmının güneyde bulunması nedeniyle gıda tedarikinde sorun yaşanması ihtimali oluşturuyor. Bir diğer tehlikeyi ise yer değiştiren yaklaşık 1.200.000 civarında olduğu tahmin edilen göçmenler arasında yaşanan sağlık ve yerleşim sorunları teşkil ediyor.

Bu yerleşim sorunu özellikle ilerleyen yıllarda ülkede daha büyük problemlerin yaşanmasına sebep oluşturacak potansiyele sahip. Şii nüfusun Sünni ve Hristiyanlar arasında yerleşmeye başlaması nedeniyle Lübnan’ın mezhepsel ayrımlar temelinde kurulan yerleşim düzenine ve genel olarak yönetim sistemine sarsıcı etki oluşturma ihtimali taşımakta. Buna göre bir taraftan farklı dinî, mezhebi ve etnik yapıların aynı bölgelerde yaşamaya başlaması ve artan asayiş sorunları nedeniyle iç çatışma riski bulunurken uzun vadede seçim sistemi başta olmak üzere pek çok yasal düzenlemenin yeniden ele alınması da gerekebilir. Ayrıca bu durum, İsrail’i düşman ülke olarak görme ortak paydasında buluşan Lübnan halkı arasında Hizbullah’a yönelik tepkilerin daha açık şekilde dile getirilmesine sebep olmakta.

Hizbullah’ı silahsızlandırmak

Bu tepkiler sürerken Lübnan kamuoyunda Hizbullah’a muhalif olan kesim başta olmak üzere yapılanmanın silahsızlandırılması da tartışılır hale geldi. İsrail’in saldırıları sonlandırmak için koşul olarak sunduğu bu gelişmenin başarı sağlayabilmesi için ise kararın Lübnan kamuoyunun baskısıyla alınması gerekli. Bunun en önemli sebebini ise Hizbullah’ın elde kalan ağır silahlarını Lübnan Ordusu’na teslim etse dahi mevcut milis sayısının çokluğu nedeniyle hafif silahları ile bile olsa halen önemli bir güç olmaya devam etmesi oluşturuyor. Özellikle diğer din ve mezheplerden Lübnanlıların kendi bölgelerine yerleşen Şiilerin bu bölgelerden çıkması yönünde çağrıların başlamasıyla Hizbullah’ın hafif silahlara sahip milislerinin bu silahları diğer Lübnanlılara çevirmesi 2008 yılında Beyrut’un işgalinde olduğu gibi mümkün. Böylesi bir gelişme karşısında çok düşük bir ihtimal olsa da Lübnan ordusunun Hizbullah’ın iç çatışmaya sebep olmasını engellemek için müdahale etmesi gerektirebilir.

Yeni sorunlar… Yeni tartışmalar ve uluslararası tepkiler…

Son dönemde Lübnan’da tartışılan konulardan birini de Lübnan Ordusu’nun güçlendirilmesi ve ülkenin dış güvenliğinin Hizbullah’a bağımlılığın ortadan kalkması oluşturuyor.

Hizbullah’ın yeni Genel Sekreteri Şeyh Naim Kasım’ın Hizbullah adına müzakereleri sürdüreceğini ifade ettiği Lübnan Meclis Başkanı ve Şii Emel Partisi lideri Nebih Berri bu konuda yaptığı açıklamalarda “Hizbullah etkisinin azalması isteniyorsa ABD’nin Lübnan Ordusu’na yardım etmesi gerektiğini” dile getirdi. Yine de Lübnan Ordusu’nun İsrail ile boy ölçüşecek kadar güçlenmesine ABD’nin izin vermesi beklenmemelidir.

İsrailli yetkililer Lübnan’a yönelik saldırılarının amacının Hizbullah’ın İsrail’in kuzeyine yönelik saldırılarının sonlandırılarak bu saldırılar nedeniyle evlerini terk eden İsrail vatandaşlarının geri dönmesini sağlanmak olduğunu ileri sürüyor. Ateşkesin sağlanması içen devam eden çabalarda da İsrail, 2006 savaşının sonunda BM tarafından ortaya konulan Hizbullah’ın Litani Nehri’nin kuzeyine çekilmesi ve silahsızlandırılmasını öngören 1071 sayılı karar uyulmasını şart koşuyor. İsrail bu karara uyulmazsa Lübnan’ın egemenlik haklarını hiçe sayarcasına tehdit gördüğü yerlere istediği zaman havadan saldırılarına devam edeceğini söylüyor.

1071 sayılı karara uyulması halinde İsrail’in saldırılarının önemli ölçüde sona ereceği algısı yaratılmasına rağmen Lübnanlılar geçmiş işgallerden aldıkları dersle İsrail’in saldırısının sonlanacağına ihtimal vermiyor. Bunun yerine ülkenin güneyinin bundan sonraki dönemde İsrail’in kontrolünde kalacağına dair bir görüş Lübnanlılar arasında kabul görüyor. Ancak bu gerçekleşse de İsrail’in bu bölgeleri uzun vadede elinde bulundurması ve bu alanlara diasporadan göç sağlaması ve güvenliğine ayrıca eğilmesi gerekiyor ki tüm bunlar İsrail için uzun vadeli külfet anlamına geliyor.

Diğer taraftan bu dönemde Arap ülkelerinin İsrail ile gerginlikten kaçındıkları ve bu nedenle İsrail saldırılarına söylem düzeyinde tepki göstermekten öteye gitmemeleri de aslında bölgede geçmiş yıllardan farklı bir dönemin başladığını ortaya koymakta. Bu kısıtlı tepkinin en önemli sebebini bölgede İran karşıtı politikaların ön plana çıkması oluşturuyor. İsrail’e karşı kurulan Direniş Hattı’nın sahaları birleştirme politikasının geçersiz kaldığı bu yeni dönemde Hamas’ın izole edildiği Hizbullah’ın yıprandığı ve İran’ın hem zayıfladığı hem de hayal kırıklığı yarattığı bir duruma gelindi.

Hizbullah’ın terör örgütü olarak kabul edilmesi de özellikle Batılı hükümetlerin İsrail saldırılarına tepkilerin kısıtlı kalmasına yol açıyor. Batılı ülkeler, İsrail’i doğrudan eleştirmekten kaçınırken, sivil kayıplar üzerinden sınırlı bir diplomatik baskı uygulamayı tercih ediyor. Bu esnada Lübnan alt yapısı da gitgide daha fazla tahrip oluyor. İsrail tepkilerden uzak mevcut durumdan aldığı özgüvenle zaman zaman Lübnan’ın güneyinde konuşlu olan Birleşmiş Milletler askerlerinden kurulu barış gücü UNIFIL birliklerinin de zayiat verdiği saldırılar gerçekleştiriyor.

Lübnan’ın geleceğinde ne var?

İlerleyen dönemde yaşanacak gelişmeleri görmek için ABD Başkanı Trump’ın bölgede sürdüreceği pazarlıkları izlemek yol gösterici olacaktır.

ABD ve Rusya arasında Ukrayna ve Ortadoğu konusunda yapılacak pazarlıkların sonucu, yakın dönemde İsrail’in Lübnan’daki ve bölgedeki adımlarını etkileyecek. Bu süreçte Rusya’nın Golan Tepeleri’ne yakın olan birliklerini geri çekmesi İsrail’in önünün açıldığı yorumlarına sebep olurken ABD’nin yeni kabinesinin tüm savaşları sonlandıracak son savaşın kabinesi olduğu yönündeki söylemler de bölge için bu kabinenin kurulmasından daha tehlikeli.

İsrail’in dinî retoriklerle şekillenen bölge politikalarına dayanan saldırganlığının Suriye ve Irak’a sıçraması ihtimali göz ardı edilmemeli ancak bu fikrin sürekli olarak dile getirilmesi ve alışılması yani normalleştirilmesi de hem Türkiye hem de bölge için yıkımın baştan kabul edilmesi anlamına gelir. Artık İsrail’in saldırganlığına hükümetlerin değil özellikle Batı’da halkların tepki gösterdiği yeni bir dönemdeyiz.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 26 Kasım 2024’te yayımlanmıştır.

Özlem Acar
Özlem Acar
Dr. Özlem Acar, Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi’nde Kamu Yönetimi eğitimi aldıktan sonra aynı üniversitede Siyaset ve Sosyal Bilimler alanında yüksek lisans yapmıştır. Daha sonra Polis Akademisi Güvenlik Bilimleri Enstitüsü’nde Güvenlik Stratejileri ve Yönetimi alanında doktorasını tamamlamıştır.Meslek hayatına 2006 yılında başlayan Acar, Ortadoğu bölgesinin güvenlik ve siyasi durumu üzerine yoğunlaşan çalışmalar yürütmüştür. Bu dönemde Lübnan, Irak, Ürdün ve Yemen’de bulunmuştur. İngilizce ve Fransızca bilen Acar, bölgesel güvenlik ve politika analizleri konularında yayınlara imza atmıştır. “Haşdi Şabi’nin İki Yüzü Irak ve İran Çekişmesi” başlıklı kitabın yazarıdır.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

7 Ekim’den sonra Lübnan’a ne oldu?
İsrail-Lübnan Savaşı yeni bir dönemin başlangıcı mı?

7 Ekim 2023’den beri Ortadoğu’da özellikle Lübnan’da ne oluyor? Bölgenin dengeleri nasıl değişiyor, bu değişiklik Lübnan’a nasıl yansıyor? Ülkede yeni bir iç savaş kapıda mı? Trump ve Rusya arasındaki pazarlıklarda Lübnan için ne konuşulacak? Dr. Özlem Acar yazdı.

Hamas’ın 7 Ekim 2023’te İsrail’e karşı hayata geçirdiği saldırıların hemen ertesinde Hizbullah da Hamas’a destek olmak amacıyla İsrail’in kuzeyine yönelik saldırılara başlamıştı. Ancak İsrail, şiddetini giderek artırdığı karşı saldırıları sonucunda Lübnan’ın güneyini ve Beyrut’un Dahiye bölgesini bir yıl içinde enkaz haline getirdi.

Ancak bu defa yaşananlar Lübnanlılar ve bölgeyi yakından takip edenler için önceki çatışmalardan oldukça farklı. İsrail’in geçmişte ülkelerini üç kez işgal ettiği ve on yıllarca süren savaşlara alışkın olan Lübnanlılar için son bir yılda gerçekleştirilen bu saldırıları diğerlerinden ayıran nedir?

İsrail’in geçmişten aldığı dersler

İsrail’in 1978-1982 ve 2006 yıllarında Lübnan’ın güneyini işgal ettiği her bir operasyonunda en temel hedefi Litani Nehri’nin güneyini kontrol altına almaktı. Bu kez tek amacı bu değil. Hizbullah’ın silahlı kanadının yok edilmesi de İsrail için önemli bir hedef.

İsrail’in eski Başbakanı Ehud Barak’ın “Hizbullah’ın varlığının temel sebebinin İsrail’in Lübnan’ın işgali olduğu” yönündeki ifadeleri hatırlandığında İsrail’in doğuşuna sebep olduğu düşmanı ortadan kaldırmak için 2006 yılından bu yana stratejik-taktik ve istihbarat çalışmalarına ağırlık verdiği önemli bir gerçek olarak karşımıza çıkıyor.

İsrail özellikle 2006 yılında yaşadığı yenilginin ardından kendi içine dönüp bu sonuca sebep olan hataları tek tek inceledi. Bu durumun istihbarat yetersizliği ve siyasi kararların başarısızlığından kaynaklandığını tespit ederek geçtiğimiz 18 yıl boyunca bu eksiklerini kapattı.

Hamas’ın Aksa Tufanı saldırısı ise İsrail’e yaptığı hazırlıkları sahaya taşımak için önemli bir fırsat sundu. İsrail’in Lübnan’a yönelik olarak hayata geçirdiği Kuzey Okları Operasyonu ise sadece daha saldırgan ve cüretkâr olması ile değil sonuçları açısından da geçmiş işgallerden farklı bir süreci işaret ediyor.

Kuzey Okları Operasyonu’nun farkı

Öncelikle bu operasyon, hedef aldığı bölgeler itibariyle öncekilerden farklılaşıyor. İsrail’in bugüne kadarki işgalleri Lübnan’ın güneyi ve Dahiye bölgesi ile sınırlı kalırken ilk defa Hristiyan bölgeler de bu saldırılardan etkileniyor. Özellikle 2006 yılında Dahiye’nin hemen yakınındaki Hristiyan bölgelerinde yaşayan halk İsrail’in hava saldırılarından etkilenmediği için kayıtsız kalmıştı. Oysa bugün İsrail’in Hizbullah mensupları veya depoları olduğu gerekçesi ile başka mezheplere mensup Lübnanlıların yaşadığı bölgelere saldırması Lübnanlılar arasında şaşkınlık ve endişe yaratıyor. Bu saldırılardan etkilenen Lübnanlılar Hizbullah’ı ülkeyi yeni bir savaşa sürüklediği için suçlarken aslında bu tepki yakın zamanda Netenyahu’nun Lübnanlılara yönelik “Hizbullah yüzünden zarar görmemeleri ve Hizbullah’ı engellemeleri” çağrıları ile örtüşüyor. İsrail bu bölgelere saldırarak ülkenin geri kalanının Hizbullah’ı baskı altına alması taktiğini izliyor.

İsrail’in günümüzdeki saldırılarını daha öncekilerden ayıran sebeplerden biri de İsrail’in askerî ve teknolojik ilerlemesini ortaya koymuş olması.

İsrail, Hizbullah’a sadece hava saldırılarıyla zarar vermedi, yakın zamanda Hizbullah silahlı kanadı tarafından kullanılan çağrı cihazlarına ve telsizlere yönelik saldırılar sonrasında Hizbullah iletişim hatlarını tamamen kesintiye uğratarak kadrolar arasında yaklaşık 3000 kişinin yaralanmasına sebep oldu. Bundan daha da önemlisi, Hizbullah mensuplarına her an her yerde hiç beklemedikleri şekilde saldırıya uğrayabilecekleri mesajını vererek Hizbullah kadrolarında endişenin ve moral bozukluğunun artmasını sağladı.

İsrail bu dönemde ayrıca yıllar içinde yaptığı istihbarat yatırımlarının karşılığını da aldı. Sadece Lübnan özelinde değil aynı zamanda İran’da ve Suriye’de önemli nokta operasyonlar ile Hizbullah’ın ve Hamas’ın üst düzey kadrolarına ve de lojistik hatlarına büyük zarar verdi. İsrail açısından lojistik ikmal hatlarının imhası gelecek dönemde Hizbullah’ın yeniden toparlanmasının engellenmesi açısından büyük önem taşımakta.

Üst düzey kadrolarının önemli kısmının öldürülmesi ise Hizbullah açısından tarihi bir dönüm noktası. 1982 yılında kurulan yapılanmanın; o dönemin kurucu-günümüzün yönetici kadrolarının neredeyse tamamı hayatını kaybetti. Bu isimler arasında Hizbullah’ın efsane lideri olan Hasan Nasrallah da yer alıyor. Gelinen aşamada Hizbullah açısından bu kadroların yerinin doldurulması yıllar alacak bir süreç ve hem hâlihazırda yeterli finans kaynağından mahrum kalınması hem de İran’dan aktarılan silahlara ulaşılamaması Hizbullah’ın toparlanmasını engelliyor. Dolayısıyla bu durum, tabanda çözülmenin artması riskini oluşturmakta.

Elbette Hizbullah geniş tabanını halen koruyor olsa da bu silahlı kanadının idaresi de ayrı ve önemli bir lider kadroyu gerektiriyor. Hizbullah’ın siyasi kanadı özellikle de milletvekilleri ve bakanları ise İsrail saldırılarından korunmak için ailelerini ülke dışına çıkarmayı ve yaşamlarını meclis binasında yaşayarak sürdürmeyi tercih ediyor.

Hizbullah’ın kayıpları… Lübnan’ın kayıpları…

İsrail’in günümüzde gerçekleştirdiği saldırıların elbette insani boyutu da önemli. İsrail hem Hamas’ın hem de Hizbullah’ın sivilleri kalkan olarak kullandığını, bu nedenle de saldırılarda sivillerin ölmesinin asıl sorumlusunun bu kişileri canlı kalkan olarak kullanan Hizbullah ve Hamas olduğunu dile getiriyor. Ancak bu açıklamalar İsrail’in geçmiş işgallerinden farklı olarak önemli sayıda sivilin hayatını kaybetmesine sebep olduğu gerçeğini değiştirmiyor.

Verdiği önemli kayıpların ardından hem maddi olarak hem de moral açısından yıpranmış olan Hizbullah taraftarları ise son zamanlarda ülkenin güneyinden İsrail’in Hayfa kentine yönelik kısıtlı saldırılarla teselli buluyor. Hem Hizbullah tarafının dezenformasyonları hem de İsrail tarafının bilgi kısıtlaması nedeniyle bu saldırıların İsrail’e zarar verip vermediğini verdiyse de zararın boyutlarının tespiti mümkün değil.

İsrail ve ABD ise hem İran’ın hem de Hizbullah’ın finans kaynaklarını çökerterek güçlenmelerini engelleme stratejilerini sürdürüyorlar. İran desteği azaldıkça Hizbullah’ın gücünün de azalması ve zamanla sönümlenmesi muhtemel ancak bu Hizbullah ideolojisinin sonlanacağı anlamına gelmiyor.

İsrail saldırıları devam ederken iç göç nedeniyle de pek çok sorun Lübnan’ı bekliyor. Bunlardan birini ülkedeki tarım alanlarının önemli kısmının güneyde bulunması nedeniyle gıda tedarikinde sorun yaşanması ihtimali oluşturuyor. Bir diğer tehlikeyi ise yer değiştiren yaklaşık 1.200.000 civarında olduğu tahmin edilen göçmenler arasında yaşanan sağlık ve yerleşim sorunları teşkil ediyor.

Bu yerleşim sorunu özellikle ilerleyen yıllarda ülkede daha büyük problemlerin yaşanmasına sebep oluşturacak potansiyele sahip. Şii nüfusun Sünni ve Hristiyanlar arasında yerleşmeye başlaması nedeniyle Lübnan’ın mezhepsel ayrımlar temelinde kurulan yerleşim düzenine ve genel olarak yönetim sistemine sarsıcı etki oluşturma ihtimali taşımakta. Buna göre bir taraftan farklı dinî, mezhebi ve etnik yapıların aynı bölgelerde yaşamaya başlaması ve artan asayiş sorunları nedeniyle iç çatışma riski bulunurken uzun vadede seçim sistemi başta olmak üzere pek çok yasal düzenlemenin yeniden ele alınması da gerekebilir. Ayrıca bu durum, İsrail’i düşman ülke olarak görme ortak paydasında buluşan Lübnan halkı arasında Hizbullah’a yönelik tepkilerin daha açık şekilde dile getirilmesine sebep olmakta.

Hizbullah’ı silahsızlandırmak

Bu tepkiler sürerken Lübnan kamuoyunda Hizbullah’a muhalif olan kesim başta olmak üzere yapılanmanın silahsızlandırılması da tartışılır hale geldi. İsrail’in saldırıları sonlandırmak için koşul olarak sunduğu bu gelişmenin başarı sağlayabilmesi için ise kararın Lübnan kamuoyunun baskısıyla alınması gerekli. Bunun en önemli sebebini ise Hizbullah’ın elde kalan ağır silahlarını Lübnan Ordusu’na teslim etse dahi mevcut milis sayısının çokluğu nedeniyle hafif silahları ile bile olsa halen önemli bir güç olmaya devam etmesi oluşturuyor. Özellikle diğer din ve mezheplerden Lübnanlıların kendi bölgelerine yerleşen Şiilerin bu bölgelerden çıkması yönünde çağrıların başlamasıyla Hizbullah’ın hafif silahlara sahip milislerinin bu silahları diğer Lübnanlılara çevirmesi 2008 yılında Beyrut’un işgalinde olduğu gibi mümkün. Böylesi bir gelişme karşısında çok düşük bir ihtimal olsa da Lübnan ordusunun Hizbullah’ın iç çatışmaya sebep olmasını engellemek için müdahale etmesi gerektirebilir.

Yeni sorunlar… Yeni tartışmalar ve uluslararası tepkiler…

Son dönemde Lübnan’da tartışılan konulardan birini de Lübnan Ordusu’nun güçlendirilmesi ve ülkenin dış güvenliğinin Hizbullah’a bağımlılığın ortadan kalkması oluşturuyor.

Hizbullah’ın yeni Genel Sekreteri Şeyh Naim Kasım’ın Hizbullah adına müzakereleri sürdüreceğini ifade ettiği Lübnan Meclis Başkanı ve Şii Emel Partisi lideri Nebih Berri bu konuda yaptığı açıklamalarda “Hizbullah etkisinin azalması isteniyorsa ABD’nin Lübnan Ordusu’na yardım etmesi gerektiğini” dile getirdi. Yine de Lübnan Ordusu’nun İsrail ile boy ölçüşecek kadar güçlenmesine ABD’nin izin vermesi beklenmemelidir.

İsrailli yetkililer Lübnan’a yönelik saldırılarının amacının Hizbullah’ın İsrail’in kuzeyine yönelik saldırılarının sonlandırılarak bu saldırılar nedeniyle evlerini terk eden İsrail vatandaşlarının geri dönmesini sağlanmak olduğunu ileri sürüyor. Ateşkesin sağlanması içen devam eden çabalarda da İsrail, 2006 savaşının sonunda BM tarafından ortaya konulan Hizbullah’ın Litani Nehri’nin kuzeyine çekilmesi ve silahsızlandırılmasını öngören 1071 sayılı karar uyulmasını şart koşuyor. İsrail bu karara uyulmazsa Lübnan’ın egemenlik haklarını hiçe sayarcasına tehdit gördüğü yerlere istediği zaman havadan saldırılarına devam edeceğini söylüyor.

1071 sayılı karara uyulması halinde İsrail’in saldırılarının önemli ölçüde sona ereceği algısı yaratılmasına rağmen Lübnanlılar geçmiş işgallerden aldıkları dersle İsrail’in saldırısının sonlanacağına ihtimal vermiyor. Bunun yerine ülkenin güneyinin bundan sonraki dönemde İsrail’in kontrolünde kalacağına dair bir görüş Lübnanlılar arasında kabul görüyor. Ancak bu gerçekleşse de İsrail’in bu bölgeleri uzun vadede elinde bulundurması ve bu alanlara diasporadan göç sağlaması ve güvenliğine ayrıca eğilmesi gerekiyor ki tüm bunlar İsrail için uzun vadeli külfet anlamına geliyor.

Diğer taraftan bu dönemde Arap ülkelerinin İsrail ile gerginlikten kaçındıkları ve bu nedenle İsrail saldırılarına söylem düzeyinde tepki göstermekten öteye gitmemeleri de aslında bölgede geçmiş yıllardan farklı bir dönemin başladığını ortaya koymakta. Bu kısıtlı tepkinin en önemli sebebini bölgede İran karşıtı politikaların ön plana çıkması oluşturuyor. İsrail’e karşı kurulan Direniş Hattı’nın sahaları birleştirme politikasının geçersiz kaldığı bu yeni dönemde Hamas’ın izole edildiği Hizbullah’ın yıprandığı ve İran’ın hem zayıfladığı hem de hayal kırıklığı yarattığı bir duruma gelindi.

Hizbullah’ın terör örgütü olarak kabul edilmesi de özellikle Batılı hükümetlerin İsrail saldırılarına tepkilerin kısıtlı kalmasına yol açıyor. Batılı ülkeler, İsrail’i doğrudan eleştirmekten kaçınırken, sivil kayıplar üzerinden sınırlı bir diplomatik baskı uygulamayı tercih ediyor. Bu esnada Lübnan alt yapısı da gitgide daha fazla tahrip oluyor. İsrail tepkilerden uzak mevcut durumdan aldığı özgüvenle zaman zaman Lübnan’ın güneyinde konuşlu olan Birleşmiş Milletler askerlerinden kurulu barış gücü UNIFIL birliklerinin de zayiat verdiği saldırılar gerçekleştiriyor.

Lübnan’ın geleceğinde ne var?

İlerleyen dönemde yaşanacak gelişmeleri görmek için ABD Başkanı Trump’ın bölgede sürdüreceği pazarlıkları izlemek yol gösterici olacaktır.

ABD ve Rusya arasında Ukrayna ve Ortadoğu konusunda yapılacak pazarlıkların sonucu, yakın dönemde İsrail’in Lübnan’daki ve bölgedeki adımlarını etkileyecek. Bu süreçte Rusya’nın Golan Tepeleri’ne yakın olan birliklerini geri çekmesi İsrail’in önünün açıldığı yorumlarına sebep olurken ABD’nin yeni kabinesinin tüm savaşları sonlandıracak son savaşın kabinesi olduğu yönündeki söylemler de bölge için bu kabinenin kurulmasından daha tehlikeli.

İsrail’in dinî retoriklerle şekillenen bölge politikalarına dayanan saldırganlığının Suriye ve Irak’a sıçraması ihtimali göz ardı edilmemeli ancak bu fikrin sürekli olarak dile getirilmesi ve alışılması yani normalleştirilmesi de hem Türkiye hem de bölge için yıkımın baştan kabul edilmesi anlamına gelir. Artık İsrail’in saldırganlığına hükümetlerin değil özellikle Batı’da halkların tepki gösterdiği yeni bir dönemdeyiz.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 26 Kasım 2024’te yayımlanmıştır.

Özlem Acar
Özlem Acar
Dr. Özlem Acar, Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi’nde Kamu Yönetimi eğitimi aldıktan sonra aynı üniversitede Siyaset ve Sosyal Bilimler alanında yüksek lisans yapmıştır. Daha sonra Polis Akademisi Güvenlik Bilimleri Enstitüsü’nde Güvenlik Stratejileri ve Yönetimi alanında doktorasını tamamlamıştır.Meslek hayatına 2006 yılında başlayan Acar, Ortadoğu bölgesinin güvenlik ve siyasi durumu üzerine yoğunlaşan çalışmalar yürütmüştür. Bu dönemde Lübnan, Irak, Ürdün ve Yemen’de bulunmuştur. İngilizce ve Fransızca bilen Acar, bölgesel güvenlik ve politika analizleri konularında yayınlara imza atmıştır. “Haşdi Şabi’nin İki Yüzü Irak ve İran Çekişmesi” başlıklı kitabın yazarıdır.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x