İsrail’in Gazze’de soykırıma veren saldırılarının ardından yönünü Lübnan’a çevirmesi ve sivilleri gözetmeden hava saldırılarına girişmesine Batı’nın tepkisizliği sürüyor. Kasım ayındaki başkanlık seçimleri öncesinde Yahudi cemaatin oylarını riske atmak istemeyen ABD’li politikacılar derin bir sessizlik içinde. Seçimlerden sonra bu tablo değişir mi?
Askeri tarih, ulusal güvenlik ve teknoloji politikaları üzerine çalışmalarıyla tanınan Amerikalı tarihçi, akademisyen ve yazar Derek Leebaert, Aljazeera.com için kaleme aldığı yazıda tarihte ABD başkanlarının İsrail’e çeki düzen vermekten geri kalmadığını hatırlatıyor ve bu tavrın bir an önce gösterilmesi gerektiğini savunuyor. Yazıdan öne çıkan bölümleri aktarıyoruz.
“Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin (ICJ) Ocak ayında Gazze’de “makul bir soykırım” tespit etmesi ve ardından İsrail’in Batı Şeria ve Doğu Kudüs’teki apartheid sisteminden sorumlu olduğuna hükmetmesi eski Başkanlar Truman, Eisenhower, Johnson, Carter ve hatta İsrail’in 1982’de Batı Beyrut’u yerle bir etmesini “soykırım” olarak niteleyen Reagan’ı şaşırtmazdı.
İsrail, kurulduğundan beri, bu tür baskı ve terör uygulayan tek ABD müttefikidir. Uzun yıllar boyunca hem Demokrat hem de Cumhuriyetçi Amerikan yönetimleri İsrail’in sürekli tekrarlanan terör uygulamalarını kınadılar. Ancak bugün, Biden-Harris yönetimi bu uygulamaları aşırı derecede destekliyor.
Truman’ı ‘tiksindirmişlerdi’
Harry S. Truman Mayıs 1948’de İsrail’i tanımış, ancak Kasım ayında yeniden seçildikten sonra “Yahudilerin mülteci sorununa yaklaşımından” duyduğu “tiksintiyi” yazmıştı. Halefi Dwight Eisenhower ise Kasım 1953’te BM Güvenlik Konseyi’nde İsrail’i kınayan İngiltere başbakanı Winston Churchill’e destek vermişti.
Time dergisine göre, geleceğin İsrail başbakanı Albay Ariel Şaron komutasındaki paraşütçüler, Ürdün kontrolündeki Batı Şeria’nın Qibya köyünde “bulabildikleri her erkek, kadın ve çocuğu vurmuş” ve 69 ölü bırakmıştı. Başbakan Ben-Gurion habere “anti-semitizm” diyerek tepki göstermişti.
Eisenhower İsrail’i iki kez kınadı
Eisenhower, Mart 1955’te, kendini İsrail “terör birimi” olarak tanımlayan bir grubun Mısır’ı suçlamak amacıyla Kahire ve İskenderiye’deki ABD konsolosluk kütüphanelerini bombalamasının ardından Mısır kontrolündeki Gazze’ye düzenlenen ve 38 kişinin ölümüne neden olan saldırı ve Mart 1956’da Suriye’ye karşı düzenlenen ve 56 asker ve sivilin ölümüne neden olan sözde “misilleme” nedeniyle İsrail’i iki kez daha kınadı.
İsrailli tarihçi Benny Morris, “1949 ile 1956 yılları arasında İsrail sınırları boyunca İsrail ordusu, polis ve siviller tarafından 2 bin 700’den fazla, belki de 5 bin kadar Arap sızmacı öldürüldü” diye yazıyor ve ekliyor: “Öldürülenlerin büyük çoğunluğu silahsızdı.” Bunlar çobanlar, çiftçiler, Bedeviler ve mültecilerdi.
İsrail Büyükelçisi Abba Eban’ın meşru müdafaa iddiaları Eisenhower’ı ikna etmedi ama İsrail onlarca yıl boyunca büyük ölçüde asimetrik terör olayları uygulamaya devam etti.
Ekim 1956’da Tel Aviv yakınlarındaki Kafir Kasım köyünde 49 sivili öldürdükten sonra İsrail Mısır’ı işgal etti ve hemen Han Yunus ve Refah’ta mültecileri katletmeye başladı. Eisenhower, ABD’nin İsrail’e “yaptırım uygulayacağını” ilan ederek karşılık verdi. İsrail, Gazze ve Şarm El Şeyh’ten çekilmeyi reddedince, ABD Başkanı İsrail’i ABD finans piyasalarına erişimini engellemekle tehdit etti. Bu tehdit İsrail’in geri çekilmesini sağladı.
Carter ‘Apertheid’ ile suçladı
Kasım 1966’da Lyndon Johnson, bu kez Ürdün’de 3 binden fazla askerin katıldığı büyük bir saldırının ardından İsrail’i kınamak için “Filistin Sorununu” bir kez daha BM gündemine taşıdı. Ulusal Güvenlik Danışmanı W. Rostow, “İsrailliler hem bizim hem de kendi çıkarlarımıza büyük zarar verdiler” dedi ve “iyi bir zımni iş birliği sistemini mahvettiler” diye ekledi.
1967’deki topyekûn savaşın ardından İsrail Batı Şeria, Gazze ve Doğu Kudüs’ü işgal etti. Devletin kuruluşundan bu yana İsrail’deki Arap nüfusa uygulanan sıkıyönetim 1966’da kaldırıldı, ancak Jimmy Carter işgal altındaki Filistin topraklarında yasadışı İsrail yerleşiminin başlamasından sonra Filistinlilere dayatılan koşulları “apartheid” olarak nitelendirdi.
Reagan İsrail saldırılarına “soykırım” demişti
1982’ye kadar hiçbir sorun çözülemeyince Başbakan Begin Filistin Kurtuluş Örgütü’nü (FKÖ) “yok etmeye” yemin etti. Dönemin Savunma Bakanı Ariel Şaron’un Beyrut’ta çoğu sivil 18 bin Filistinli ve Lübnanlı’yı öldürmesine nezaret etti. Reagan, İsrail’in bağımlılığı nedeniyle gecikmeli olarak bir telefon görüşmesiyle katliamı durdurdu. O zaman İsrail’in saldırısını bir “soykırım ” olarak tanımladı.
Ancak bu kadar ağır bir kelime kullanmasına rağmen Beyaz Saray BM’den İsrail’i kınamasını talep etmedi. ABD, 1967 savaşından doğan yasadışı yerleşimleri nedeniyle bile İsrail’e yaptırım uygulama girişiminde bulunmamıştı. İsrail’in ABD Büyükelçisi Michael Oren bunun nedenini 2007 tarihli kitabı “Power, Faith, and Fantasy: America in the Middle East 1776 to the Present (İktidar, İnanç ve Hayal: 1776’dan Günümüze Ortadoğu’da Amerika) adlı kitabında açıklamıştır.
Oren, 1970’lerin ortalarında İsrail’in destekçilerinin “Kongre’nin görüşünü etkilemek için gerekli mali ve siyasi güce” ulaşmaya başladıklarını, yani ABD’nin BM’de ya da başka bir yerde İsrail’e karşı resmi muhalefetini engelleyecek kadar güç kazandıklarını yazmıştı. O zamandan beri İsrail, orantısız vahşet sicili ne olursa olsun ABD’nin desteğine kesin gözüyle bakıyor.
1991 yılında BM müzakerecisi Folke Bernadotte’un öldürülmesini onaylayan İsrail Başbakanı Itzhak Shamir, terörizmin neden Araplar için değil de Yahudiler için “kabul edilebilir” olduğunu açıklamaya çalıştı: Filistinliler “kendilerine ait olmayan topraklar için savaşıyorlar. Burası İsrail halkının toprağıdır.”
Gazze’de olanlara “makul soykırım” olarak bakıyorlar
Hamas’ın 7 Ekim’de İsrail’e düzenlediği saldırı farklıydı. Filistinli direniş grupları on yıllardır süren İsrail terörüne ilk kez benzer ölçekte bir tepki verebildi. İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu buna, Gazzelileri katleden, hayatta kalabilenleri açlığa ve hastalıklara mahkûm eden yeni bir saldırı ile yanıt verdi. ABD yönetimi “makul soykırımı” durdurmak için hiçbir anlamlı adım atmadı.
Şu anda İsrail, Washington’un ABD vatandaşlarını öldürmesini cezalandırmadığı dünyadaki tek ülke haline geldi. Batı Şeria’dan sürekli uzayan listede Aysenur Ezgi Eygi, Mohammad Khdour ve Shireen Abu Akleh de yer alıyor. Hepsi kafalarına sıkılan bir kurşunla öldürüldü. Ölümlerinin ardından herhangi bir yaptırım ya da tutuklama olmadı. Beyaz Saray sadece keskin nişancı cinayetlerinin “kabul edilemez” olduğunu söylemekle yetindi ve İsrail’den kendisini “soruşturmasını” istedi. Konu hızla geçiştirildi.
ABD silah ihracatını durdurmalı
Gazze’deki eziyet ikinci yılına girerken ve İsrail’in Batı Şeria’da işlediği cinayetler görülmemiş seviyelere ulaşırken Lübnan bir kez daha İsrail’in kendi deyimiyle misillemesinin hedefi haline geldi. İsrail’in hamisinin, belki de bazı silah sevkiyatlarını durdurmak için mırıldanmaktan daha fazlasına ihtiyacı var. Washington sadece apartheid’ı da içeren İsrail vahşetini desteklemekten vazgeçmekle kalmamalı, aynı zamanda İngiltere gibi, nihayet bir İsrail başbakanını da kapsayacak olan Uluslararası Ceza Mahkemesi iddianamelerini desteklemeli.
Geçmiş ABD başkanları, İsrail’in Beyrut’u bombalaması sırasında devlet adamı Abba Eban’ın “sivil halk üzerinde mümkün olan her türlü ölüm ve ıstırabı ahlaksızca uygulamak” olarak tanımladığı türden İsrail davranışlarını dizginlemeye çalışmışlardı. Washington’daki karar alıcıların bu başkanların örneklerini takip etmelerinin ve İsrail’e yönelik diplomatik korumanın yanı sıra silah ihracatını da iptal etmelerinin zamanı geldi de geçiyor.
Bu yazı ilk kez 18 Ekim 2024’te yayımlanmıştır.
https://www.aljazeera.com/opinions/2024/10/11/israels-forgotten-terror