ABD-Rusya ilişkilerinde yeniden başlangıç ve olası etkileri

Soğuk Savaş’tan bugüne ABD-Rusya ilişkileri neden bir türlü istikrara kavuşamıyor? Trump’ın dış politika yaklaşımı bu denklemde nasıl bir kırılma yarattı? NATO’nun geleceğinden Ukrayna’daki savaşın seyrine, Çin’in yükselişinden nükleer silah anlaşmalarına kadar yeni bir küresel düzenin ayak sesleri mi bunlar?

ABD Başkanı Donald Trump’ın attığı adımlar, yalnızca Batı ittifakını değil, dünyanın geri kalanını da şaşkına çeviriyor. Rus ve Çinli uzmanlar da gelişmeleri anlamlandırmaya çalışıyor.

Peki, ABD-Rusya-Çin ilişkilerinde yeni bir döneme mi giriliyor? Şu sıralar en çok yanıt aranan soru bu. Fudan Üniversitesi profesörlerinden ve Pekin Uluslararası Diyalog Kulübü’nün kıdemli üyesi Zhao Huasheng, Valdai Discussion Club için kaleme aldığı makalede, Ukrayna krizinin gölgesinde şekillenen diplomatik hamleleri mercek altına alıyor; ABD ile Rusya arasındaki gerilimin seyrini ve bunun uluslararası siyasete etkilerini analiz ediyor.

Yazıdan öne çıkan bölümleri aktarıyoruz:

ABD-Rusya ilişkilerinde ani dönüş

“Ukrayna krizinden bu yana, özellikle de 2022’de Rusya-Ukrayna çatışmasının patlak vermesiyle birlikte, ABD-Rusya ilişkileri sürekli olarak aşağı yönlü bir seyir izliyor. Bu gidişat, birçok uzmana göre çatışma sona erdikten sonra bile uzun süre ‘istikrarlı’ biçimde sürecekti. Ancak ABD, neredeyse bir gecede, herhangi bir ön uyarıda bulunmadan politikasını değiştirdi; Rusya ile diyaloğa girdi ve ilişkileri hızla onarmaya yöneldi. Aynı dönemde ABD-AB ilişkileri de bozulurken, Ukrayna fiilen ABD tarafından yüzüstü bırakıldı. Büyük güçler tarihinde bu denli ani ve sarsıcı bir dönüşüm nadir görülür. Bu gelişme, uluslararası siyasetin genel kuramlarıyla da çelişiyor. ABD’deki bu değişim, yalnızca küresel manzarayı kökten etkilemekle kalmadı, Rus-Amerikan ilişkilerinin yönünü de önemli ölçüde değiştirdi.

İnişli çıkışlı otuz yıl

ABD-Rusya ilişkileri, son otuz yılda pek çok iniş ve çıkış yaşadı. 1990’ların başında, Başkanlar Boris Yeltsin ile Bill Clinton’ın istekli çabaları sayesinde iki ülke bir “balayı dönemine” girdi ve 1993’te kendilerini stratejik ortak ilan ettiler. Ancak, NATO’nun doğuya doğru genişlemesi, Kosova Savaşı, Çeçenistan ve diğer konulardaki anlaşmazlıklar nedeniyle ilişkiler zamanla bir “soğuk barış”a dönüştü.

2000 yılında George W. Bush ve Vladimir Putin’in göreve gelmesi, ilişkilerin yeniden iyileşeceğine dair umutları canlandırdı. 2001’deki 11 Eylül terör saldırılarının ardından, ABD-Rusya ilişkileri hızla ısındı ve neredeyse “silah arkadaşlığı” seviyesine ulaştı. Ancak bu yakınlaşma uzun soluklu olmadı. ABD’nin 2003’te Irak Savaşı’nı başlatmasının ardından ilişkiler yeniden gerilmeye başladı.

2008’de ABD’de Barack Obama, Rusya’da ise Dmitry Medvedev başkanlık koltuğuna oturdu. Bu değişimle birlikte ilişkilerde yeniden bir iyimserlik havası doğdu ve Obama yönetimi, “sıfırlama” (reset) stratejisini önerdi. Ancak bu strateji, Medvedev’in görev süresi sona ermeden önce sürdürülemez hâle geldi ve Putin 2012’de Kremlin’e döndüğünde tamamen rafa kaldırıldı. Ardından gelen Ukrayna krizi, ABD-Rusya ilişkilerini yeni bir dip noktasına sürükledi.

2017 yılında, Rusya’ya sempati duyduğu düşünülen Donald Trump ABD Başkanı oldu. Pek çok kişi, Trump’ın ABD-Rusya ilişkilerinde yeni bir dönem başlatacağını öngörüyordu. Ancak, bu beklentilerin aksine, ABD’deki iç siyasi baskılar yalnızca ilişkilerin düzelmesini engellemekle kalmadı; aynı zamanda gerginliği daha da tırmandırdı. ABD, Ukrayna’ya silah tedarik etmeye başladı ve Rusya’ya ek yaptırımlar uyguladı. Trump, 28 Şubat 2025’te Oval Ofis’te Ukrayna Devlet Başkanı Zelenskiy ile yaptığı hararetli görüşmede, selefinin Ukrayna’ya “kefen” verdiğini, kendisinin ise “füze sağladığını” gururla ilan etti.

Tarih tekerrür mü edecek?

Peki, şimdi ABD-Rusya ilişkilerinin geleceği ne olacak? İki ülke, geçmişteki başarısızlıkların döngüsünü tekrar mı yaşayacak, yoksa bu kaderci kalıbı kırmayı başarabilecekler mi?

ABD-Rusya ilişkilerindeki bu son değişim, önceki dönemlerden birkaç önemli açıdan ayrılıyor. Bunların en dikkat çekeni, Soğuk Savaş’tan bu yana ikili ilişkileri gölgeleyen bazı kalıcı çelişkilerin kısmen hafifletilmiş olması.

Son 30 yıl boyunca, NATO’nun doğuya doğru genişlemesi, ABD-Rusya ilişkilerindeki en büyük engel olarak öne çıktı. Rusya, NATO’nun genişlemesini stratejik bir güvenlik tehdidi olarak görüp şiddetle karşı çıkarken, NATO bu genişlemeyi sürdürme konusunda ısrarcı davrandı. ABD ise bu süreçte itici güç oldu; çoğu zaman Avrupa’dan daha sert ve kararlı bir tutum benimsedi. Nitekim 2008’de Bükreş’te düzenlenen NATO zirvesinde, Başkan George W. Bush, Ukrayna ve Gürcistan’ın ittifaka katılımı için yoğun baskı yaptı. Ancak bu girişim, Almanya Başbakanı Angela Merkel ve Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’nin karşı çıkmasıyla engellendi.

Günümüzde Trump yönetimi, Ukrayna’nın yakın gelecekte NATO’ya katılma ihtimalinin bulunmadığını duyurarak bu olasılığı fiilen ortadan kaldırmış durumda. Bu adım, meseleyi kökten çözmese de kayda değer bir değişime işaret ediyor. Rusya, nihai bir barış anlaşmasının parçası olarak, uluslararası hukuk düzeyinde resmî güvenlik garantileri verilmesini talep ediyor. Ukrayna’nın NATO’ya katılım süreci, 2008 Bükreş Zirvesi’nden bu yana sürüyor. Ancak Rusya’ya göre, bu siyasal pozisyonların artık resmen gözden geçirilmesi gerekiyor.

“ABD’nin yeni politikası Rusya ile gerilimi azaltıyor”

ABD’nin izlediği yeni politika, Washington ile Moskova arasındaki gerilimi önemli ölçüde azaltırken, iki ülke arasındaki en tartışmalı meselelerden birinin çözümüne dair umutları da artırdı. Eğer Ukrayna gelecekte Avrupa merkezli bir askerî ittifaka katılacak olursa, yaşanacak yeni gerilim esasen Rusya ile Avrupa arasında şekillenecek. Öte yandan, NATO’nun zayıflaması ya da dağılması durumunda, genişleme meselesi doğal olarak ABD-Rusya gündeminden düşecektir.

Güvenlik meseleleri uzun süredir ABD-Rusya ilişkilerinin merkezinde yer alıyor. Washington yönetimi, Moskova’yı stratejik bir tehdit olarak değerlendiriyor. Ancak ikinci kez göreve gelen Donald Trump’ın Rusya’ya bakışında bazı değişiklikler dikkat çekiyor. Trump, Rusya’nın ABD için oluşturduğu güvenlik tehdidini küçümseyerek, Moskova’yı öncelikle Avrupa için bir tehdit olarak değerlendiriyor. ABD’nin yeni Savunma Bakanı Pete Hegseth de Washington’un güvenlik önceliklerinin Avrupa’dan Asya-Pasifik bölgesine kayacağına ve Avrupa’nın kendi güvenliğinden daha fazla sorumluluk üstleneceğine dikkat çekti.

Her ne kadar Trump yönetimi, Rusya’nın tehdit düzeyini resmen yeniden tanımlamış olmasa da, genel eğilim bu yönde şekilleniyor. ABD’de Rusya’ya yönelik tehdit algısı zayıflarken, Ukrayna’daki savaşın bir barış anlaşmasıyla sona ermesi durumunda bu eğilim daha da güçlenebilir.

ABD yönetimi, hem Çin’i hem de Rusya’yı resmen güvenlik tehdidi olarak tanımlıyor. Ancak Çin, “kapsamlı ve kalıcı bir tehdit” olarak değerlendirilirken; Rusya, daha çok Ukrayna’daki savaş bağlamında “acil bir tehdit” olarak görülüyor. Dolayısıyla savaş sona erdiğinde, Rusya’nın tehdit algısındaki ağırlığının daha da azalması bekleniyor.

Değer temelli yaklaşımdan uzaklaşma

Eski ABD Başkanı Donald Trump, Amerikan liberal dış politikasının geleneksel “değer temelli diplomasi” anlayışından uzaklaştı. Oysa bu yaklaşım, Rusya’nın diplomatik felsefesiyle temelde uyuşmuyor ve iki ülke arasında ideolojik ve politik çatışmalara neden oluyor. ABD, dünyayı ideolojik çizgilerle bölerek, çoğu zaman uluslararası hukukun sınırlarını aşıyor; demokrasiyi teşvik etme iddiasıyla diğer ülkelerin iç işlerine müdahale ediyor, hatta bazı durumlarda hükümetlerin devrilmesini meşrulaştırmak için “renkli devrimler” organize ediyor.

Değer temelli diplomasi aynı zamanda jeopolitik çıkarlar tarafından yönlendiriliyor. Bu “renkli devrimler” sonucu iktidara gelen yeni yönetimler ise genellikle Batı yanlısı oluyor. Batı dünyası, Rusya’yı otoriter bir devlet olarak etiketleyip kendi değerlerine karşı bir aktör olarak tanımlarken, onu küresel siyasi-ahlaki sistemin dışında konumlandırıyor. Bu da iki taraf arasında görünmez bir bariyer yaratıyor.

Ancak Trump, pratik çıkarları ideolojik ilkelerin önüne koyarak bu bariyeri aşmaya çalıştı. Böylece, ideolojik faktörlerin ABD-Rusya ilişkileri üzerindeki etkisini önemli ölçüde azalttı.

Yeni START gelir mi?

Trump’ın göreve gelmesinden bu yana, Rusya ve ABD’nin stratejik silahların azaltılmasına yönelik müzakereleri yeniden başlatma olasılığı gündeme geldi. Nükleer silahların kontrolü, uzun süredir ABD-Rusya güvenlik ilişkilerinin temel taşlarından biri. Ancak Yeni START Anlaşması’nın süresi Şubat 2026’da sona erecek. Hâlihazırda devam eden Rusya-Ukrayna çatışması nedeniyle yeni bir anlaşmaya yönelik görüşmeler durmuş durumda. Yine de, eğer Rusya ve ABD müzakereleri yeniden başlatabilir ve yeni bir anlaşmaya varabilirlerse, bu adım ikili ilişkilerdeki gerilimin azaltılmasına önemli katkı sağlayacaktır.

Özetle, Trump’ın diplomasi anlayışı, Amerikan dış politikasının birçok temel kavramını ve politikasını köklü biçimde etkiledi. Stratejik açıdan Atlantikçilikten uzaklaştı, ittifak politikalarını zayıflattı ve NATO’ya verilen desteği azaltarak ABD ile Avrupa arasında ciddi bir çatlak yarattı. İdeolojik düzlemde ise liberalizmi ve değer temelli diplomasiyi terk etti; dış politikasını artık ülkelerin demokratik ya da otoriter olup olmalarına göre şekillendirmiyor.

Güvenlik stratejisi bağlamında, Rusya’nın ABD’ye yönelik tehdidini küçümserken Çin’i daha büyük bir tehdit olarak tanımladı ve böylece ikili çevreleme yaklaşımından uzaklaştı.

Son olarak, Trump yönetimi dış politikada ulusal çıkarlara öncelik verirken, ekonomik kazanımlara odaklanan bir çizgi izliyor; savaştan kaçınmayı, yeni iş fırsatları yaratmayı ve Ukrayna’daki askerî çatışmayı ticari rekabetle ikame etmeyi hedefliyor.”

Bu yazı ilk kez 25 Mart 2025’te yayımlanmıştır.

Zhao Huasheng’in, Valdai Discussion Club’da yayınlanan “The New ‘Reset’ of US-Russia Relations and Its Possible Prospects” başlıklı yazısından bölümler Mustafa Alkan tarafından çevrilmiş ve editoryal katkısı ile yayına hazırlanmıştır. Yazının orijinaline aşağıdaki linkten erişebilirsiniz. https://valdaiclub.com/a/highlights/the-new-reset-of-us-russia-relations/

Fikir Turu
Fikir Turuhttps://fikirturu.com/
Fikir Turu, yalnızca Türkiye’deki düşünce hayatını değil, dünyanın da ne düşündüğünü, tartıştığını okurlarına aktarmaya çalışıyor. Bu amaçla, İngilizce, Arapça, Rusça, Almanca ve Çince yazılmış önemli makalelerin belli başlı bölümlerini çevirerek, editoryal katkılarla okuruna sunmaya çalışıyor. Her makalenin orijinal metnine ve değerli çevirmen arkadaşlarımızın bilgilerine makalenin alt kısmındaki notlardan ulaşabilirsiniz.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

ABD-Rusya ilişkilerinde yeniden başlangıç ve olası etkileri

Soğuk Savaş’tan bugüne ABD-Rusya ilişkileri neden bir türlü istikrara kavuşamıyor? Trump’ın dış politika yaklaşımı bu denklemde nasıl bir kırılma yarattı? NATO’nun geleceğinden Ukrayna’daki savaşın seyrine, Çin’in yükselişinden nükleer silah anlaşmalarına kadar yeni bir küresel düzenin ayak sesleri mi bunlar?

ABD Başkanı Donald Trump’ın attığı adımlar, yalnızca Batı ittifakını değil, dünyanın geri kalanını da şaşkına çeviriyor. Rus ve Çinli uzmanlar da gelişmeleri anlamlandırmaya çalışıyor.

Peki, ABD-Rusya-Çin ilişkilerinde yeni bir döneme mi giriliyor? Şu sıralar en çok yanıt aranan soru bu. Fudan Üniversitesi profesörlerinden ve Pekin Uluslararası Diyalog Kulübü’nün kıdemli üyesi Zhao Huasheng, Valdai Discussion Club için kaleme aldığı makalede, Ukrayna krizinin gölgesinde şekillenen diplomatik hamleleri mercek altına alıyor; ABD ile Rusya arasındaki gerilimin seyrini ve bunun uluslararası siyasete etkilerini analiz ediyor.

Yazıdan öne çıkan bölümleri aktarıyoruz:

ABD-Rusya ilişkilerinde ani dönüş

“Ukrayna krizinden bu yana, özellikle de 2022’de Rusya-Ukrayna çatışmasının patlak vermesiyle birlikte, ABD-Rusya ilişkileri sürekli olarak aşağı yönlü bir seyir izliyor. Bu gidişat, birçok uzmana göre çatışma sona erdikten sonra bile uzun süre ‘istikrarlı’ biçimde sürecekti. Ancak ABD, neredeyse bir gecede, herhangi bir ön uyarıda bulunmadan politikasını değiştirdi; Rusya ile diyaloğa girdi ve ilişkileri hızla onarmaya yöneldi. Aynı dönemde ABD-AB ilişkileri de bozulurken, Ukrayna fiilen ABD tarafından yüzüstü bırakıldı. Büyük güçler tarihinde bu denli ani ve sarsıcı bir dönüşüm nadir görülür. Bu gelişme, uluslararası siyasetin genel kuramlarıyla da çelişiyor. ABD’deki bu değişim, yalnızca küresel manzarayı kökten etkilemekle kalmadı, Rus-Amerikan ilişkilerinin yönünü de önemli ölçüde değiştirdi.

İnişli çıkışlı otuz yıl

ABD-Rusya ilişkileri, son otuz yılda pek çok iniş ve çıkış yaşadı. 1990’ların başında, Başkanlar Boris Yeltsin ile Bill Clinton’ın istekli çabaları sayesinde iki ülke bir “balayı dönemine” girdi ve 1993’te kendilerini stratejik ortak ilan ettiler. Ancak, NATO’nun doğuya doğru genişlemesi, Kosova Savaşı, Çeçenistan ve diğer konulardaki anlaşmazlıklar nedeniyle ilişkiler zamanla bir “soğuk barış”a dönüştü.

2000 yılında George W. Bush ve Vladimir Putin’in göreve gelmesi, ilişkilerin yeniden iyileşeceğine dair umutları canlandırdı. 2001’deki 11 Eylül terör saldırılarının ardından, ABD-Rusya ilişkileri hızla ısındı ve neredeyse “silah arkadaşlığı” seviyesine ulaştı. Ancak bu yakınlaşma uzun soluklu olmadı. ABD’nin 2003’te Irak Savaşı’nı başlatmasının ardından ilişkiler yeniden gerilmeye başladı.

2008’de ABD’de Barack Obama, Rusya’da ise Dmitry Medvedev başkanlık koltuğuna oturdu. Bu değişimle birlikte ilişkilerde yeniden bir iyimserlik havası doğdu ve Obama yönetimi, “sıfırlama” (reset) stratejisini önerdi. Ancak bu strateji, Medvedev’in görev süresi sona ermeden önce sürdürülemez hâle geldi ve Putin 2012’de Kremlin’e döndüğünde tamamen rafa kaldırıldı. Ardından gelen Ukrayna krizi, ABD-Rusya ilişkilerini yeni bir dip noktasına sürükledi.

2017 yılında, Rusya’ya sempati duyduğu düşünülen Donald Trump ABD Başkanı oldu. Pek çok kişi, Trump’ın ABD-Rusya ilişkilerinde yeni bir dönem başlatacağını öngörüyordu. Ancak, bu beklentilerin aksine, ABD’deki iç siyasi baskılar yalnızca ilişkilerin düzelmesini engellemekle kalmadı; aynı zamanda gerginliği daha da tırmandırdı. ABD, Ukrayna’ya silah tedarik etmeye başladı ve Rusya’ya ek yaptırımlar uyguladı. Trump, 28 Şubat 2025’te Oval Ofis’te Ukrayna Devlet Başkanı Zelenskiy ile yaptığı hararetli görüşmede, selefinin Ukrayna’ya “kefen” verdiğini, kendisinin ise “füze sağladığını” gururla ilan etti.

Tarih tekerrür mü edecek?

Peki, şimdi ABD-Rusya ilişkilerinin geleceği ne olacak? İki ülke, geçmişteki başarısızlıkların döngüsünü tekrar mı yaşayacak, yoksa bu kaderci kalıbı kırmayı başarabilecekler mi?

ABD-Rusya ilişkilerindeki bu son değişim, önceki dönemlerden birkaç önemli açıdan ayrılıyor. Bunların en dikkat çekeni, Soğuk Savaş’tan bu yana ikili ilişkileri gölgeleyen bazı kalıcı çelişkilerin kısmen hafifletilmiş olması.

Son 30 yıl boyunca, NATO’nun doğuya doğru genişlemesi, ABD-Rusya ilişkilerindeki en büyük engel olarak öne çıktı. Rusya, NATO’nun genişlemesini stratejik bir güvenlik tehdidi olarak görüp şiddetle karşı çıkarken, NATO bu genişlemeyi sürdürme konusunda ısrarcı davrandı. ABD ise bu süreçte itici güç oldu; çoğu zaman Avrupa’dan daha sert ve kararlı bir tutum benimsedi. Nitekim 2008’de Bükreş’te düzenlenen NATO zirvesinde, Başkan George W. Bush, Ukrayna ve Gürcistan’ın ittifaka katılımı için yoğun baskı yaptı. Ancak bu girişim, Almanya Başbakanı Angela Merkel ve Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’nin karşı çıkmasıyla engellendi.

Günümüzde Trump yönetimi, Ukrayna’nın yakın gelecekte NATO’ya katılma ihtimalinin bulunmadığını duyurarak bu olasılığı fiilen ortadan kaldırmış durumda. Bu adım, meseleyi kökten çözmese de kayda değer bir değişime işaret ediyor. Rusya, nihai bir barış anlaşmasının parçası olarak, uluslararası hukuk düzeyinde resmî güvenlik garantileri verilmesini talep ediyor. Ukrayna’nın NATO’ya katılım süreci, 2008 Bükreş Zirvesi’nden bu yana sürüyor. Ancak Rusya’ya göre, bu siyasal pozisyonların artık resmen gözden geçirilmesi gerekiyor.

“ABD’nin yeni politikası Rusya ile gerilimi azaltıyor”

ABD’nin izlediği yeni politika, Washington ile Moskova arasındaki gerilimi önemli ölçüde azaltırken, iki ülke arasındaki en tartışmalı meselelerden birinin çözümüne dair umutları da artırdı. Eğer Ukrayna gelecekte Avrupa merkezli bir askerî ittifaka katılacak olursa, yaşanacak yeni gerilim esasen Rusya ile Avrupa arasında şekillenecek. Öte yandan, NATO’nun zayıflaması ya da dağılması durumunda, genişleme meselesi doğal olarak ABD-Rusya gündeminden düşecektir.

Güvenlik meseleleri uzun süredir ABD-Rusya ilişkilerinin merkezinde yer alıyor. Washington yönetimi, Moskova’yı stratejik bir tehdit olarak değerlendiriyor. Ancak ikinci kez göreve gelen Donald Trump’ın Rusya’ya bakışında bazı değişiklikler dikkat çekiyor. Trump, Rusya’nın ABD için oluşturduğu güvenlik tehdidini küçümseyerek, Moskova’yı öncelikle Avrupa için bir tehdit olarak değerlendiriyor. ABD’nin yeni Savunma Bakanı Pete Hegseth de Washington’un güvenlik önceliklerinin Avrupa’dan Asya-Pasifik bölgesine kayacağına ve Avrupa’nın kendi güvenliğinden daha fazla sorumluluk üstleneceğine dikkat çekti.

Her ne kadar Trump yönetimi, Rusya’nın tehdit düzeyini resmen yeniden tanımlamış olmasa da, genel eğilim bu yönde şekilleniyor. ABD’de Rusya’ya yönelik tehdit algısı zayıflarken, Ukrayna’daki savaşın bir barış anlaşmasıyla sona ermesi durumunda bu eğilim daha da güçlenebilir.

ABD yönetimi, hem Çin’i hem de Rusya’yı resmen güvenlik tehdidi olarak tanımlıyor. Ancak Çin, “kapsamlı ve kalıcı bir tehdit” olarak değerlendirilirken; Rusya, daha çok Ukrayna’daki savaş bağlamında “acil bir tehdit” olarak görülüyor. Dolayısıyla savaş sona erdiğinde, Rusya’nın tehdit algısındaki ağırlığının daha da azalması bekleniyor.

Değer temelli yaklaşımdan uzaklaşma

Eski ABD Başkanı Donald Trump, Amerikan liberal dış politikasının geleneksel “değer temelli diplomasi” anlayışından uzaklaştı. Oysa bu yaklaşım, Rusya’nın diplomatik felsefesiyle temelde uyuşmuyor ve iki ülke arasında ideolojik ve politik çatışmalara neden oluyor. ABD, dünyayı ideolojik çizgilerle bölerek, çoğu zaman uluslararası hukukun sınırlarını aşıyor; demokrasiyi teşvik etme iddiasıyla diğer ülkelerin iç işlerine müdahale ediyor, hatta bazı durumlarda hükümetlerin devrilmesini meşrulaştırmak için “renkli devrimler” organize ediyor.

Değer temelli diplomasi aynı zamanda jeopolitik çıkarlar tarafından yönlendiriliyor. Bu “renkli devrimler” sonucu iktidara gelen yeni yönetimler ise genellikle Batı yanlısı oluyor. Batı dünyası, Rusya’yı otoriter bir devlet olarak etiketleyip kendi değerlerine karşı bir aktör olarak tanımlarken, onu küresel siyasi-ahlaki sistemin dışında konumlandırıyor. Bu da iki taraf arasında görünmez bir bariyer yaratıyor.

Ancak Trump, pratik çıkarları ideolojik ilkelerin önüne koyarak bu bariyeri aşmaya çalıştı. Böylece, ideolojik faktörlerin ABD-Rusya ilişkileri üzerindeki etkisini önemli ölçüde azalttı.

Yeni START gelir mi?

Trump’ın göreve gelmesinden bu yana, Rusya ve ABD’nin stratejik silahların azaltılmasına yönelik müzakereleri yeniden başlatma olasılığı gündeme geldi. Nükleer silahların kontrolü, uzun süredir ABD-Rusya güvenlik ilişkilerinin temel taşlarından biri. Ancak Yeni START Anlaşması’nın süresi Şubat 2026’da sona erecek. Hâlihazırda devam eden Rusya-Ukrayna çatışması nedeniyle yeni bir anlaşmaya yönelik görüşmeler durmuş durumda. Yine de, eğer Rusya ve ABD müzakereleri yeniden başlatabilir ve yeni bir anlaşmaya varabilirlerse, bu adım ikili ilişkilerdeki gerilimin azaltılmasına önemli katkı sağlayacaktır.

Özetle, Trump’ın diplomasi anlayışı, Amerikan dış politikasının birçok temel kavramını ve politikasını köklü biçimde etkiledi. Stratejik açıdan Atlantikçilikten uzaklaştı, ittifak politikalarını zayıflattı ve NATO’ya verilen desteği azaltarak ABD ile Avrupa arasında ciddi bir çatlak yarattı. İdeolojik düzlemde ise liberalizmi ve değer temelli diplomasiyi terk etti; dış politikasını artık ülkelerin demokratik ya da otoriter olup olmalarına göre şekillendirmiyor.

Güvenlik stratejisi bağlamında, Rusya’nın ABD’ye yönelik tehdidini küçümserken Çin’i daha büyük bir tehdit olarak tanımladı ve böylece ikili çevreleme yaklaşımından uzaklaştı.

Son olarak, Trump yönetimi dış politikada ulusal çıkarlara öncelik verirken, ekonomik kazanımlara odaklanan bir çizgi izliyor; savaştan kaçınmayı, yeni iş fırsatları yaratmayı ve Ukrayna’daki askerî çatışmayı ticari rekabetle ikame etmeyi hedefliyor.”

Bu yazı ilk kez 25 Mart 2025’te yayımlanmıştır.

Zhao Huasheng’in, Valdai Discussion Club’da yayınlanan “The New ‘Reset’ of US-Russia Relations and Its Possible Prospects” başlıklı yazısından bölümler Mustafa Alkan tarafından çevrilmiş ve editoryal katkısı ile yayına hazırlanmıştır. Yazının orijinaline aşağıdaki linkten erişebilirsiniz. https://valdaiclub.com/a/highlights/the-new-reset-of-us-russia-relations/

Fikir Turu
Fikir Turuhttps://fikirturu.com/
Fikir Turu, yalnızca Türkiye’deki düşünce hayatını değil, dünyanın da ne düşündüğünü, tartıştığını okurlarına aktarmaya çalışıyor. Bu amaçla, İngilizce, Arapça, Rusça, Almanca ve Çince yazılmış önemli makalelerin belli başlı bölümlerini çevirerek, editoryal katkılarla okuruna sunmaya çalışıyor. Her makalenin orijinal metnine ve değerli çevirmen arkadaşlarımızın bilgilerine makalenin alt kısmındaki notlardan ulaşabilirsiniz.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x