Libya’da çıkarı olan ülkeler Türkiye desteğindeki Ulusal Mutabakat Hükümeti güçlerinin zaferlerinin ardından tavırlarını gözden geçirmeyi sürdürüyor. Mutabakat Hükümeti’nin yenilgiye uğrattığı Halife Hafter güçlerini destekleyen veya iki taraf arasında denge politikası güden ülkeler, darbeci generalden hızla uzaklaşıyor.
Avrupa Birliği ise gelişmelerden sonra yeni stratejisini arıyor. Libya ile yakından ilgili İtalya’nın yeni dengelere nasıl uyum sağlayacağı ve AB’yi de bu anlamda peşinden sürükleme ihtimali merak edilen konular arasında.
Avrupa Dış İlişkiler Konseyi İtalya Masası Başkanı Antonio Varvelli ile Konsey’in Kuzey Afrika uzmanlarından Tarek Magerisi tarafından kaleme alınan bir makale, AB’nin yeni Libya politikasında İtalya’nın öncü olması gerektiğini savunuyor:
“İtalya’nın, Muammer Kaddafi’nin devrilmesinden bu yana Libya’nın kaderinin virajlarında kilit rol oynadığına kuşku yok. Hidrokarbon kaynaklarına bağımlılıktan göç ve terörizme kadar, çok sayıda mesele ve ulusal çıkar, İtalya’yı diğer Avrupa ülkelerinden çok daha fazla Libya’nın kaderiyle ilgilenmeye yöneltiyor. İtalya’nın bu çıkarları korumada veya Libya’nın siyasi geçişini güvence altına almada ne kadar başarılı olduğu ise bir soru işareti. İtalya’nın Libya üzerindeki nüfuzunun tepe noktası 2015 yılında Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH) müzakerelerine arabuluculuk edip 2016’da hükümetin kurulmasına yardımcı olmaksa, dip noktası ise kendi kıyılarını göçmen varışlarından korumak için giderek işlevsiz kalan bir milis-UMH bağına aşırı bağımlı hale gelmesi olmalı…
“İtalya Libya’da dengeye oynamamalı”
Varvelli ve Magerisi, İtalya’nın Libya üzerindeki nüfuzunu yeniden tesis etmesi için öncelikle UMH ile Hafter arasında denge politikasını terk etmesi gerektiğini savunuyor.
“Bugün İtalya, bir yandan Libya’nın doğusunun çoğunu yöneten General Halife Hafter ile batıdaki UMH arasında yakın zamandaki eşitlik politikasına bağlı kalarak kendi çıkarlarına kötü hizmet ediyor. Son birkaç ay içinde UMH’nin Hafter’e karşı elde ettiği zaferler, Libya için siyasi bir geçişi işaret ediyor ve ülkenin diplomasiye yeniden dönüşü İtalya’nın nüfuzunu yeniden artırmak için tutunacak bir dal olabilir.
Hafter’in askeri macerasının, nihayet, kaçınılmaz olarak yüz kızartıcı biçimde son bulması ve İtalya’nın [Libya’da barışın sağlanması için Almanya öncülüğündeki diplomatik girişimler olan] Berlin Süreci’nin üst düzey resmi toplantılarının başkanlığını üstlenmesi Roma için, Libya politikası üzerinde yeniden düşünme fırsatı olmalı.”
“Türkiye – Libya Akdeniz Anlaşması İtalya’yı aşar”
Varvelli ve Magerisi, Türkiye ile Libya arasında deniz sınır anlaşmasının, Libya meselesinde İtalya’nın AB ile birlikte hareket etmesini zorunlu kıldığını da vurguluyorlar:
“Libya’da her iki taraf için de öldürücü olan çatışmaların karmaşıklığı, yakın tarihte UMH ile Türkiye arasında imzalanan deniz anlaşmalarıyla daha da içinden çıkılmaz hale geldi. Söz konusu anlaşmalar, Libya’yı Doğu Akdeniz’deki bir başka karmaşık krize dâhil ettiği gibi bu sorunun çözümü İtalya’nın gücünü de aşıyor. … İtalya şimdi Almanya’nın kısa süre sonra AB Konseyi dönem başkanlığını üstlenecek olması fırsatını kullanarak AB’nin Libya’ya yönelik tutumunu uyumlu hale getirecek yeni bir yaklaşım geliştirmelidir. İtalya, müttefikleriyle birlikte, çatışmaya ilişkin uluslararası normları uygulayabilecek, uluslararası müdahaleciler arasında aracılık edebilecek ve ülkeyi gerçekten ileriye götürebilecek tek mekanizma olan yeni bir BM ulusal konferansına olanak sağlayabilecek bir platform oluşturmayı hedeflemelidir.
Böylesi yeni bir yaklaşım, Rusya’nın Libya’daki iç savaşı uzatırken diğer tarafta Türkiye ile BAE ve Mısır arasındaki boşluğu doldurmaya çalışarak konumunu sağlamlaştırma çabalarını da boşa çıkaracaktır. Ayrıca nihai barış, bölgesel çıkarlardan ziyade Libyalıların çıkarlarını yansıtacak ve dolayısıyla daha kalıcı olmasını sağlayacaktır.”
Avrupa’nın Libya’da dışlanmamasının formülü ortak politika
Varvelli ve Magerisi, AB’nin Libya meselesinde marjinalleşme tehlikesi yaşadığını, bunun tek çözünün birliğin ortak bir strateji geliştirilmesi olduğu görüşünü savunuyorlar:
“Almanya’nın AB Konseyi dönem başkanlığı, Berlin sürecinin Libya’da istikrarı sağlama amacına güç katmak ve yön vermek için şartların mükemmel bir şekilde bir araya gelmesini sağlıyor. … Ancak Avrupa, giderek marjinalleştirildiği bir süreçte yeniden ağırlığını koyma umuduna sahipse, uyuma öncelik vermesi gerekecek. Son zamanlardaki Fransız, İtalyan ve Alman diplomatik girişimlerinin başarısızlığı, Libya’daki gibi kalabalık bir sahnede tek taraflılığın faydasızlığını gösteriyor.
Açık ve kolektif bir Avrupa yaklaşımı, ABD’nin Rusya’nın artan rolünden rahatsızlığından yararlanabilir ve Rusya’ya karşı büyük diplomatik ağırlığını koyabileceği bir araç sağlayabilir. Yıllar süren bölünme ve çıkar rekabetleri arasında köprü kurmak fırsatını kullanmak için İtalya, Almanya ile beraber, Brüksel’de Berlin Konferansı’nda oluşturulan tartışmasız normlar üzerine kurulmuş bir Avrupa politikasını (çok taraflılık, gerginliğin azaltılması ve Libya’da BM süreçlerini yeniden başlatılması) ilerletmek için çaba göstermelidir. Şimdilik bu, BM’nin kademeli olarak daha esnek hale getirilebilecek bir ateşkese aracılık etmesine aktif olarak yardım etmek anlamına geliyor. Aynı zamanda, şu anda Doğu Libya’ya ocak ayında Hafter tarafından uygulanan petrol ambargosunun tamamen kaldırılması için çaba sarf edilmelidir. Bunun için Hafter’e ve ondan daha güçlü bir taraf olarak görülen Akile Salih İsa’ya baskı yapılabilir.“
“Libya hava sahasını kullanma hakkı alınmalı”
“BM Güvenlik Konseyi’nin kısa süre önce aldığı IRINI Operasyonu’nun [AB’nin Libya’ya yönelik silah ambargosunu denetlemek için başlattığı askeri operasyon] desteklenmesi yönündeki karar, Avrupa’nın faaliyetlerini destekleyecek yararlı bir sıçrama tahtası olabilir. Avrupalılar, operasyonun tarafsız olduğunu açıkça belirtmeli ve Berlin Konferansı’nın taahhütlerini güvence altına almak için kullanacak bir strateji oluşturmayı amaçlamalıdır. Operasyonun Türkiye veya Rusya-BAE’ye karşı önyargılı olduğu iddiaları, misyona aşırı hava sahası kullanma hakları konusunda Libya makamlarına baskı yaparak ve ardından olası silah ambargosu ihlallerine (Gerçekte BAE’nin ödediği Mısır üzerinden taşınan silahlar) karşı tüm Libya sınırlarının izlenmesinin sağlanmasıyla aşılabilir.
İtalya, silah ambargosunun uygulanması, insan hakları ihlallerinin soruşturulması ve BM sürecini bozmaya çalışanların cezalandırılması dahil sorumluların hesap vermesinin sağlanması gibi önemli meselelere odaklanacak bir Avrupa koalisyonu kurabilir. İtalya, diğer AB üyelerinin desteğiyle Libyalılar ve bölgesel güçlerle masaya oturabilir, Libyalılara baskı yapabilir ve petrol ihracatını yeniden başlatabilir. Yeni bir Avrupa siyaseti oluşturmak için gerekli parçalar mevcuttur. Libya İtalya’nın çıkarlarının bu kadar ortasındayken ve İtalya Libya’ya bu kadar yatırım yapmışken İtalya’nın şimdi yeni bir yaklaşımın kurulmasına öncülük etmesi son derece mantıklıdır.”
Arap dünyası için post-emperyalist ortaklığın başlangıcı mı?
Fas merkezli Kuzey Afrika Araştırma ve Geliştirme Merkezi (MCRD) Başkanı araştırmacı yazar Celal Al-Warghi, Arap dünyasının önde gelen gazetelerinden el-Kuds el-Arabi’de yayınlanan “Türkiye uzaklardan geri dönüyor” başlıklı makalesinde, Türkiye’nin Libya’da Ulusal Mutabakat Hükümeti’ne verdiği siyasi ve askeri desteğin Mustafa Kemal ve Enver Paşaların Libya’daki faaliyetlerinden bu yana atılan en önemli adım olduğuna dikkati çekiyor.
Warghi değerlendirmesine Türkiye’nin yakın tarihinden bir karşılaştırmayla devam ediyor ve işgal eleştirilerine karşılık veriyor:
“Türkiye’nin Libya’da yaptığı şey, modern Türkiye tarihinde Ankara’nın Kıbrıs Barış Harekatı’ndan sonra ilk büyük askeri atılımı. … Türkiye Libya hamlesini Suud-BAE ekseninin “işgal” iddiasının aksine tam da uluslararası hukuka uygun biçimde yapıyor. Bu açıdan hem dünyada hem de Libya içerisinde ahlaki ve diplomatik üstünlüğü elinde tutuyor. … Zira böylece Hafter güçlerinin işledikleri insan hakları ihlalleri durduruldu. Türkiye’nin dönüşü “yeni bir işgal” değil, aksine Arap dünyası için post-emperyalist ortaklığın başlangıcı sayılabilir.”
Warghi makalesinde uluslararası aktörlerin Libya üzerinden yaşadığı kamplaşmaya da dikkat çekiyor:
“Türkiye’nin tutumu Rusya-Fransa-Mısır-Suud ve BAE’yi bir cephede buluştururken ABD’yi ve Fransa dışındaki Avrupa ülkelerini Hafter’e karşı temkinli davranmaya itti çünkü sahnede Rusya var.”
Libya: Ufukta kara görünmüyor
Son günlerde Ortadoğu medyasında Libya konusunda dikkat çeken bir diğer yazı ise El-Arabi el-Cedid haber portalında yayımlandı. Mısırlı uluslararası ilişkiler ve siyaset bilimci Prof. Dr. Issam Abdel Shafi “Libya’nın bölünmesi: Ufukta kara gözükmüyor” başlıklı makalesinde, Mısır Devlet Başkanı Sisi’nin Libya iç savaşına müdahil olmasını ve bunun olası sonuçlarını değerlendiriyor:
“Sisi Mısır’a ait Kızıldeniz’deki iki stratejik adayı, Tiran ve Sanafir’i, Suudi Arabistan’a devretmişti. … Sisi’nin Libya’nın orta kesimlerine kadar işgal tehdidinde bulunmasının nedeni de Mısır’ın ulusal çıkarları değil, özellikle Birleşik Arap Emirlikleri’nin planları. … Libya’nın üçe bölünme planı 1949’daki Bevin – Sforza Projesi’ne dayanıyor. … O proje yıllar sonra yeniden gündeme gelmiş, yeni bağımsızlığını kazanan Libya heyetinin diplomatik çabalarıyla kıl payı bir şekilde Birleşmiş Milletler’de iptal edilebilmişti; ancak aynı bölünme planın Kaddafi sonrası 2011’de tekrar gündeme getirildi.”
Mısırlı profesör, Libya’yı Trablus, Bingazi (Berka) ve Fizan şeklinde üçe bölme ve konfederasyona dönüştürme planının BAE için önemini de şu ifadelerle özetliyor:
“BAE, siyasi ve askeri olarak Yemen’in güneyinde uyguladığı yöntemi Libya’da da izlemeyi tercih ediyor. BAE, mart ayından bu yana sürdürdüğü askeri saldırılardan sonra Yemen’i fiilen bölmek için paralel kurumlar kurdu, Libya’da da Yemen modelini uygulamak için kumar oynuyor. BAE 2015’ten bu yana Serrac başkanlığındaki meşru Ulusal Mutabakat Hükümeti’ne karşı Halife Hafter’i destekleyerek aynı modeli aynı politikalarla tekrarlıyor. Mısır askeri rejimi, Libya’daki hizmetleri karşılığında Libya petrol gelirlerinden pay elde etmenin yanı sıra daha fazla BAE mali desteği alma ve elde edilen dev silah anlaşmaları yoluyla Hafter güçlerini silahlandırmanın bir kapısı olma fırsatını buldu. Rusya, Fransa ve İtalya, her biri Libya’yı bölüşmek için iç savaşın taraflarını da birbiriyle savaştırarak bitirmeyi amaçlıyorlar.”
Prof. Shafi Libya’da yaşananların aslında bu coğrafya için çok bildik bir senaryo olduğunu da hatırlatıyor:
“Libya’da yaşananlar, Lübnan, Somali, Irak, Suriye ve Yemen modellerinin deneyimlerinden çok uzak değil ve bunların felaket etkileri de ortada. İşte tüm bu nedenlerle Libya’yı bölme planına karşı durulmalıdır.”
Bu yazı ilk kez 25 Haziran 2020’de yayımlanmıştır.
Celal Al-Warghi’nin el-Kuds el-Arabi gazetesinde yayımlanan “Türkiye uzaklardan geri dönüyor” başlıklı makalesinin ve Prof. Dr. Issam Abdel Shafi’nin El-Arabi el-Cedid haber portalında yayımlanan “Libya’nın bölünmesi: Ufukta kara gözükmüyor” başlıklı makalesinin önemli bazı bölümleri Bülent Şahin Erdeğer tarafından Türkçeye çevrilmiştir. Makalelerin orjinallerine şu linklerden ulaşabilirsiniz. https://bit.ly/3ey1yfz, https://bit.ly/31eNggd