Amerika Birleşik Devletleri’nin, küresel toplumu, kendi tekelinde gelişen toplu yok oluş senaryoları ile korkuttuğu yeni bir döneme girmiş bulunuyoruz. Hatta öyle ki, bu meselenin popüler kültüre yansıması bile tamam. Bir video platformunda en çok izlenenler listesinde baş sırayı işgal eden “A House of Dynamite” filmi de bunun en önemli göstergelerinden biri. Film, ABD’ye atılan ve kaynak olarak Kuzey Kore’yi işaret eden bir nükleer füze karşısında ABD’nin tutumunu anlatıyor.
Aynı ABD, İkinci Dünya Savaşı sonrasında Nazi Almanyası ve müttefiki Japonya’nın roket mühendisleri, nükleer fizikçileri, kimyasal ve biyolojik silah projelerinde çalışan ve canlı insanlar üzerinde deney yapan uzmanları gibi kitle imha silahı uzmanlarını da angaje etmişti. Soğuk Savaş boyunca devam eden nükleer silahlanma bu dönemin sonuna doğru yavaşlamıştı ama şimdi yeniden ürkütücü senaryolarla karşı karşıyayız.
Peki şimdiki nükleer tırmanma nasıl ortaya çıktı?
Nükleer silah denemeleri yeniden başlıyor
Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Donald Trump, uzun süredir hevesle beklediği ancak sonucu itibarıyla “dağ fare doğurdu” tanımlamasıyla özetlenebilecek Çin Devlet Başkanı Şi ile masaya oturmasıyla eş zamanlı olarak ülkesinin nükleer silah denemelerine yeniden başlayacağını ilan etti.
“33 yıl sonra ABD neden nükleer silah denemelerine dönme kararı aldı?” sorusuna şimdilik bir cevap bulunabilmiş değil. Çin Halk Cumhuriyeti’nin 1996’dan Rusya’nın 1990’dan beri i nükleer silah testi yapmadığı bu ortamda, yanıt Kuzey Kore tehdidi olabilir mi? Keza Trump’ın bu açıklamayı yaptığı yerin Kore Yarımadası olması da yayılmak istenen “nükleer dehşetin” amacına ulaşması bakımından sahnenin doğru seçildiğini gösteriyor.
ABD Başkan Yardımcısı Vance’in bu kararı izah etme şekline bakacak olursak, Washington yönetimi sahip olduğu nükleer silahların “iyi çalışıp çalışmadıklarını!” kontrol etmek istiyormuş. Yani ortada denemesi yapılacak yeni ve daha yıkıcı bir nükleer silah olmadığına inanmamız bekleniyor.
Nükleer dehşetin muhatabı kim?
Peki beklenen nükleer silah denemeleri kimi, neden korkutmayı amaçlıyor?
ABD, İkinci Dünya Savaşı’nın finalini Japonya’ya düzenlediği iki nükleer saldırı ile yapmıştı. Bugün uluslararası ilişkiler uzmanları ve tarihçiler hala bu şiddette bir saldırıya gerek olup olmadığını tartışıyorlar. Hali hazırda Asya ana karasındaki endüstriyel kaynaklarından mahrum edilmiş bir Japonya’nın savaş dışı bırakılması için etkili bir deniz ablukasının yeterli olacağını, Nagazaki ve Hiroşima’yı vuran nükleer silahların, Japon İmparatoru’ndan ziyade Sovyetler Birliği’ni terörize etme amacını taşıdığını savunanlara kulak vermek lazım.
Amerika Birleşik Devletleri bu defa da Kuzey Kore’yi tehdit ediyormuş gibi görünerek, Çin Halk Cumhuriyeti ile bir nükleer tırmanışa gitmeyi planlıyor.
Dünya benzer tecrübeleri 1962 Küba Füze Krizi ve 1983’te ABD ile SSCB arasındaki gerilimlerle yaşamıştı. 1962 krizi, dönemin ABD Başkanı Kennedy’nin Türkiye’ye yerleştirilen nükleer başlık taşıma kapasitesine sahip füzeleri hem ABD hem dünya kamuoyundan gizleyerek çekme kararı almasıyla çözüldü.
1983 yılında ise dönemin ABD Başkanı Reagan, Sovyetler Birliği’ne yönelik, nükleer tehdit destekli şiddetli bir psikolojik savaş başlattı. 1983 yılında Sovyetler’i önce “Kötülük İmparatorluğu” olarak nitelendirdi ardından “Yıldız Savaşları” ile anılan, olası bir Sovyet nükleer saldırısını yörünge dışında önleyecek projeyi başlattı. Aynı yıl içerisinde ABD donanmasının Pasifik Okyanusu’nun kuzeyinde başlattığı tatbikat küresel ölçekte gerilimi zirve noktasına taşıdı. O günlerde popüler kültür devreye girmiş, “The Day After” filmi vizyona girmişti. Filmin bir nükleer çatışmanın nasıl bir toplu yok oluşa yol açacağına dair hem toplumlara hem de aralarında Reagan’ın da bulunduğu karar vericilere taşıdığı mesaj, 1985 yılında önce Cenevre’deki Reagan-Gorbaçov buluşmasına ardından nükleer silahların sınırlandırılmasını amaçlayan müzakerelerin yolunu açtı. Tıpkı, Trump’ın nükleer silah denemelerinin yeniden başlayacağını duyurmasıyla beraber bu defa popüler video platformlarda “A House of Dynamite” adlı yapımın gösterime girmesine şahit olduk. Sinemasal açıdan değerlendirmeye değmeyecek bu filmin zamanlaması itibarıyla, ABD topraklarını hedef alan Kuzey Kore kaynaklı bir nükleer saldırıyı ve bu saldırı sürecinde ABD karar alma mekanizmasında yaşanan sorunları işliyor olması dikkat çekici. “A House of Dynamite”, ABD propaganda makinesinin Kuzey Kore kaynaklı nükleer tehdidi gündeme taşıdığı ilk vaka değil. 2010 yılından itibaren, ABD’deki çeşitli medya ve düşünce kuruluşları, Kuzey Kore’ye karşı taktik nükleer silahlara başvurulabilecek çatışma senaryolarına kafa yoruyor ve bunları kitlelere ulaştırıyor.
Çin’e karşı değişen fikirlerin yılı: 2010
2010 yılının üzerinde durmakta fayda var. Bu tarih aynı zamanda ABD yönetiminin beklentilerinin aksine, Çin Halk Cumhuriyeti’nin “ehlileştirilmiş bir serbest piyasa oyuncusuna” dönüşmeyeceğini kabul ettikleri yıldır. Oysa bu uğurda Pekin yönetiminin, 1989 yılında Demokratik Almanya, Doğu Avrupa ve Sovyet Cumhuriyetleri vatandaşları gibi değişim isteyen, binlerce kişiyi Tiananmen Meydanı’nda katletmesine dahi ses çıkarmamışlardı. Ancak eski ABD Başkanlarından Barack Obama’nın birinci başkanlık dönemi ve Hillary Clinton’ın Dışişleri Bakanlığı ile beraber Çin Halk Cumhuriyeti, Washington’un ulusal tehdit sıralamasında birinci sıraya yükseltildi. O tarihten bu yana Çin Halk Cumhuriyeti’ni, onun Batı’ya açılan ticaret yollarını ve teknoloji şirketlerini baskı altına almak için ABD’nin uyguladığı diplomatik, ekonomik ve askeri baskı yöntemlerinin hiçbiri sonuç vermedi. Bilakis Çin yönetimi çok kutuplu dünya düzenini tesis etmek için müttefiklerinin sayısını artırırdı, nadir toprak elementlerini yalnızca çıkarmakta değil işlemekte de ABD’yi geride bıraktı.
ABD’nin gerek denizden gerek karadan Çin’i çevreleme çabası da bütün şiddetiyle sürüyor. Güneydoğu Asya ülkeleri ile Hindistan’ı cebinde gören Donald Trump, bu çevreleme operasyonu için 6 Kasım’da Orta Asya ülkelerinin devlet başkanlarını da Washington’da toplayacak. Hiç şüphe yok ki, satranç tahtasındaki tüm bu hamlelerin en büyük destekleyicisi ise küresel toplumun bir nükleer çatışma fikri ile korkutulması olacak.
Nükleer yok oluş ile korkutmak
Burada iki konuşmayı hatırlatmakta fayda var. Bunlardan ilki, dönemin ABD Başkan Yardımcısı Dick Cheney’in Aralık 1991’de yaptığı bir konuşma. Şöyle demişti:
“20 ila 30 bin civarında nükleer silaha sahip olan Sovyetler Birliği elindeki nükleer silah stokları üzerinde kontrol sağlamak gibi müthiş bir iş başarsa, hatta bu işte yüzde 99 başarılı olsa, bu 250 kadar nükleer silahı hala kontrol edemedikleri anlamına gelir.”
Diğer açıklama da 2003’de ABD Başkanı George Bush’a ait. O da, “Şayet Irak’taki rejim bir beyzbol topu büyüklüğünden biraz daha fazla miktarda uranyumu satın alabilir yahut çalabilirse, bir yıldan az bir zaman içerisinde bir nükleer bombaya da sahip olabilir,” demişti.
Bu konuşmalar bir amaca hizmet ediyordu. O dönemde Amerika Birleşik Devletleri Birinci Soğuk Savaş’ın sona ermesinin ardından bir süre dünyayı, SSCB’nin kayıp olduğunu iddia ettiği nükleer silahlarının yaratabileceği tehditle oyalamıştı. Daha sonra sıra Pakistan’ın nükleer silah programına geldi. 11 Eylül terör saldırıları, dönemin ABD yönetimine yeni bir fırsat penceresi açtı. ABD bir süre de dünyayı, El Kaide terör örgütünün “kirli bomba” olarak tabir edilen, nükleer atıklar ile imal edilmiş silahlarla saldırı düzenleyebileceğine inandırdı. Bu senaryo daha sonra, Saddam Hüseyin yönetimindeki Irak’ın el Kaide terör örgütüne ev sahipliği yaptığı hikayesine evrildi. Irak’ın kitle imha silahları üretimi ve nükleer silaha ulaşma gayretlerine yönelik aslı olmayan istihbarat raporları Birleşmiş Milletler nezdinde kullanılarak Irak’ın işgalinin yolu açıldı. ABD’nin nükleer tehdidi, hegemonya tesis siyaseti için yeniden fütursuzca kullanma süreci 2010 yılında Kuzey Kore kaynaklı tehdit bahane olarak gösterilerek Çin Halk Cumhuriyeti’ne karşı bir kez daha yürürlüğe konuldu. Bugünlerde de Çin Halk Cumhuriyeti’nin nükleer başlık kapasitesini hızla artırmak için yürüttüğü çalışmalara dair Batı kaynaklı istihbarat raporları ortalıkta uçuşuyor.
Nükleer tırmanış anlatısı bu defa ters tepebilir
ABD’nin propaganda makineleri desteğiyle gündeme getirdiği nükleer savaşla yok oluş senaryoları son 60 yılda istikrarlı olarak kendi lehine sonuç verdi. Ancak artık ne bu propaganda makinesi geçmişteki kadar verimli çalışıyor, ne de çok kutuplu dünya düzenini savunan ülkeler geçmişteki kadar hazırlıksızlar.
ABD’nin ses hızından en az beş kat hızlı hipersonik füze teknolojilerinde geri kalmış olması, Çin’in Rusya ve İran’a temin ettiği anlaşılan nükleer, kimyasal, biyolojik başlık taşıyabilen uzun menzilli balistik füzelerin manevra kabiliyetini değiştiren yazılımlar sahadaki şartları değiştirdi. Artık ABD’nin gerek Patriot, gerek bölge yüksek irtifa hava savunma sistemi THAAD aşılmaz değil.
ABD ve Rusya’nın kara, hava ve denizde artan nükleer tatbikatları olası bir “kaza” ihtimalini de giderek artırıyor. Trump yönetiminin, “zücaciye dükkanındaki fil” misali kendisine has hoyratlıkla yürüttüğü dış politikanın bu defa ABD’yi nükleer bir duvara toslatma ihtimali hiç olmadığı kadar yüksek.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 4 Kasım 2025’te yayımlanmıştır.



