Orta Asya, son yılların jeopolitik rekabet sahnesinde çok önemli bir etken olan kritik mineraller açısından çok zengin bir bölge… 6 Kasım günü, ABD Başkanı Donald Trump’ın beş Orta Asya ülkesi liderini Beyaz Saray’da ağırlaması ve çok önemli anlaşmalara imza atması, dikkatleri tekrar bölgeye çekti. Bölge son dönemde herkesin radarında, 2025’te bölgeyi Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve Çin lideri Şi Cinping de ziyaret etti.
Peki, bugüne nasıl gelindi?
Orta Asya cumhuriyetleri bağımsızlıklarını kazandıkları 1991 yılından itibaren küresel ve bölgesel güçlerin ilgi odağı oldu. Sovyetler Birliği’nin yıkılmasından sonra Rusya Federasyonu hem iç sorunlar hem de SSCB’nin yıkılışı dolayısıyla ortaya çıkan miras sorunlarıyla ilgilendiğinden dolayı diğer bölgelere olduğu gibi Orta Asya’ya da fazla önem veremedi.
Bu durumdan istifade eden Çin ile ABD’nin bu boşluğu doldurması, uzun süre almadı. Orta Asya cumhuriyetlerini ilk tanıyan ve onlarla çok yönlü iş birliğinden yana olan ülkelerden biri de şüphesiz Türkiye oldu.
Moskova’nın Orta Asya’ya “dönüşü”
Bununla birlikte Vladimir Putin’in 2000 yılında iktidara gelmesiyle birlikte Moskova’nın iç siyasetindeki ve ekonomi alanındaki sorunları çözmesi, daha aktif bir dış politika izlemesini de beraberinde getirdi. Nihayetinde Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT) ve Şangay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) gibi Rusya’nın entegrasyon projeleri, askerî üsler, cumhuriyetlerdeki Rus nüfus, Sovyet döneminde oluşan “ortak kültürel miras”, cumhuriyetlere verilen maddi destek ile krediler, Moskova’nın daha 2000’li yılların başında bölgeye dönüşünü sağladı.
Bu dönüş sürecinin eski Sovyet coğrafyasında başlayan renkli devrimlerle aynı döneme denk gelmesi ve gerek ABD’nin gerekse de AB’nin Orta Asya cumhuriyetlerindeki rejimleri sürekli anti-demokratik siyaset izlemekle suçlamaları, AB’nin de ABD’nin de bölgedeki varlığını iyice azalttı.
Diğer taraftan Rusya ile Çin, tersine mevcut rejimleri/iktidarları destekleyerek bölgede etkilerini arttırdılar. Bu çerçevede Moskova ikili münasebetlerin yanı sıra misyonunu tamamladığını düşündüğümüz BDT ve Kolektif Güvenlik Antlaşması Örgütü (KGÖA) gibi bölgesel örgütler ve ekonomi, kültür, spor, eğitim vb alanlardaki entegrasyon projelerle iş birliğini arttırmaya çalışırken Çin daha sessiz bir şekilde ekonomik iş birliğine önem verdi ve tüm ülkelerin en önemli ticarî ortağı hâline geldi.
Bölgedeki yeni oyuncular: Çin ve Türkiye
Rusya, Batı’nın bölgeye olan ilgisinden her zaman rahatsız olsa da Çin’in bölgedeki etkisini arttırmasına en azından görünürde sessiz kaldığı gibi kendisi de son yıllarda Çin ile yakın iş birliğine gitti.
Çin’in sessiz siyasetine benzer bir şekilde Ankara da Türk cumhuriyetleriyle yakın iş birliğine gitti. Ankara, ayrıca Türk Devletleri Teşkilatı çerçevesinde de askerî, ekonomi, kültür, eğitim alanlarında büyük projeler hayata geçirmeye başladı. Bu yakınlaşmanın sebebi, yalnızca ortak kökler değil, bölge ülkelerinin Rusya ile Çin’e alternatif bir güç araması…
Türkiye’nin son yıllarda aktif bir dış politika izlemesi, Orta Doğu’dan Kafkasya’ya kadar geniş coğrafyada etkisini arttırması ve Karabağ Savaşı’nda Azerbaycan’a önemli destek vermesinin de Orta Asya Türk cumhuriyetlerinin Türkiye algısını değiştirdi. Tüm bu süreçte Rusya’nın “Ukrayna meşguliyeti”nin de şüphesiz etkisi var. Dolayısıyla Türk cumhuriyetlerinin bağımsızlıklarının 35. yılına gireceği bu dönemde, Orta Asya’da her biri farklı alanlarda olmak üzere üç ülke -Rusya, Çin ve Türkiye – ön plana çıkıyor.
ABD’nin Orta Asya kaynaklarına ilgisi
Mevcut fotoğrafa artık bir de ABD’yi eklemek gerek. 6 Kasım 2025 tarihinde ABD Başkanı Donald Trump’ın Orta Asya Türk cumhuriyetlerini – Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Türkmenistan, Özbekistan – Beyaz Saray’da “misafir etmesi” ve bu görüşme esnasında birtakım anlaşmalara varılması, bu bölgede de belli değişikliklerin olacağına işaret ediyor.
6 Kasım’daki zirve, 2016’da ABD ve beş Orta Asya ülkesini ortak konu ve çıkarları görüşmek amacıyla bir araya getirme, diyalog kurma amacıyla oluşturulmuş “C5+1” formatı çerçevesinde gerçekleştirildi. Genellikle bu zirveler dışişleri bakanları seviyesinde yapılıyordu. Donald Trump yönetimi, bölge ülkeleriyle ilişkileri arttırarak bir taraftan dünyanın dört bir tarafında olduğu gibi Rusya ve Çin’in Orta Asya’daki varlıklarını sınırlandırmaya çalışırken diğer taraftan bölgedeki yer altı zenginliklerine göz dikmiş durumda.
Zira Kazakistan ile Özbekistan, dünyada uranyum üretiminin yarısına sahip, Özbekistan ayrıca altın rezervlerine, Türkmenistan doğalgaz kaynaklarına, Kırgızistan ile Tacikistan ise çeşitli minerallere sahip. Trump da zirve sırasında yaptığı konuşmada, “Ekonomik ortaklıklarımızı güçlendiriyor, güvenlik işbirliğimizi geliştiriyor ve ortak bağlarımızı genişletiyoruz” derken “Kritik madenler gündemimizin önemli bir maddesi” diye özellikle belirtti.
Nitekim zirve sırasında ABD her bir ülkeyle ayrı anlaşmalara imza attı. ABD ile Kazakistan arasında 17 milyar dolarlık anlaşma imzalandı. Özbekistan’ın ise ABD ekonomisinin çeşitli alanlarına 135 milyar dolarlık yatırımlarda bulunması kararlaştırıldı. Önceleri ABD, yanında tutmak istediği ülkelere yatırımlarda bulunurken şimdi Özbekistan’ın yıllık toplam bütçesinden kaç kat daha fazla parasını kendine çekmeye çalışıyor. Zirve sonrası anlaşıldığı üzere Kazakistan, hem Özbekistan ve Tacikistan gibi ABD’den Boeing uçakları alacak hem de Amerikan şirketi Cove Capital ile ortaklaşa olarak Kazakistan’da volfram madenini çıkartacaklar. Tacikistan ve Türkmenistan ile de yer altı kaynaklarının çıkartılması ve işletilmesi konuları görüşüldü.
Diğer bir deyişle Trump yönetimi, bölgedeki yer altı zenginliklere ilgisini arttırdı, bu sırada Amerikan ürünlerini bölge ülkelerine satmaya ve ülkelerin bütçelerinden çok daha fazlasını kendi ülkesine çekmeye çalışıyor.
Ticarî savaşlar
Tüm bu alanlardaki iş birliğini arttırmak için de Kongre, zirveden bir gün önce ABD’nin 1974’ten itibaren insan hakları ihlallerinin yaşandığını ileri sürdüğü ülkelere karşı ticarî alanda sınırlandırmalar öngören Jackson-Vanik yaptırımlarının yürürlükten kaldırılmasını teklif etti.
1991’de Türk cumhuriyetleri de bu listeye dahil edilmişti. Dolayısıyla ABD ile bölge cumhuriyetleri görüşme sırasında aldıkları kararları hayata geçirebildikleri takdirde ticarî dengeler de değişmiş olacak.
2024 yılı itibariyle ABD’nin Orta Asya cumhuriyetleriyle ticaret hacmi 4.2 milyar dolar; bu rakam bölge ülkeleriyle 95 milyar dolarlık ticaret hacmi olan Çin’in ve 45 milyar dolarlık ticaret hacmi olan Rusya’nın çok gerisinde ve hatta yaklaşık 15 milyar dolarlık ticaret hacmi olan Türkiye’nin çok gerisinde.
Öte yandan özellikle Tacikistan, İran ile yakın iş birliği içerisinde, Kırgızistan ile Tacikistan bölgenin diğer cumhuriyetlerine göre Moskova’ya daha bağlı… Türkmenistan, Kazakistan ve Özbekistan ise enerji kaynaklarına sahip oldukları için ekonomik açıdan çok daha güçlü konumdalar.
Orta Asya Cumhuriyetlerinin ABD’nin ilgisine yaklaşımı
Diğer taraftan bölge ülkelerinin de ABD ile yakınlaşmadan yana oldukları görülüyor. Türk cumhuriyetleri de Tacikistan da alternatif ortak arayışındalar. Nitekim Rusya ve Çin’in yanı sıra ABD ile geliştirilen C5+1 formatı aslında Japonya, Almanya, Hindistan ve AB ile de geliştirildi.
Yine ABD yıllardır anti-demokratik rejimler olarak gördüğü yönetimleri son zirvede “güçlü”, bölgeyi ise “İpek Yolu’nun bir parçası olan zengin bölge” olarak nitelendirdi. Bu husus şüphesiz Orta Asya ülkelerinin liderlerini fazlasıyla memnun etti.
6 Kasım’daki zirvenin ilginç neticelerden biri de, Kazakistan’ın İbrahim Anlaşmaları’na dahil olmasıydı. Bu anlaşma bilindiği üzere 2020’de ABD’nin öncülüğünde İsrail ile Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn arasında imzalanan ve diplomatik ilişkilerin arttırılmasını öngören bir anlaşma… Zamanla bu anlaşmaya Mısır ile Sudan da eklenmişti. Her ne kadar İsrail ile Kazakistan arasında diplomatik münasebetler daha 1992’de imzalansa da bu anlaşma, İsrail ile Müslüman ülkelerin iş birliğini arttırmayı öngörüyor. Muhtemelen ABD, Kazakistan’dan sonra diğer bölge cumhuriyetlerinin de bu anlaşmaya dahil olmasını isteyecek ve İsrail’in Müslüman dünyası ile arasının gittikçe iyileştiğini göstermeye çalışacaktır.
Artan rekabet ve ABD’nin dezavantajı
ABD’nin bölgeye dönmek istemesi, şüphesiz buradaki rekabeti arttıracaktır. Ancak ABD bölgede yine de dezavantajlı konumda. Bölgeden uzak olduğu gibi Rusya ile Çin, bölge cumhuriyetleriyle yıllardır uzun süreli anlaşmalara imza attılar ve ABD’den farklı olarak bazı ülkelere maddi destek veriyor, bazılarına yatırım yapıyor, bazılarına kredi veriyor.
Kaldı ki Çin ve özellikle de Rusya bölge ülkeleriyle yalnızca ekonomik alanda değil, siyasi, enerji, askerî ve kültürel alanlarda da yakın iş birliği içerisinde. ABD ise tam tersine en azından şimdilik bu cumhuriyetlerden yalnızca bir şeyler koparmaya çalışıyor izlenimi veriyor.
Diğer taraftan şimdilik gündeme gelmese de bölgede ABD askerî üslerinin yeniden açılması konusunun da konuşulmaya başlandığı dile getiriliyor. Rusya ile Çin şüphesiz bunu engellemek için ellerinden geleni yapacaklardır. Yine AB’nin birçok bölgede olduğu gibi Orta Asya’da da etkisiz kaldığı görülüyor.
Türk cumhuriyetleri özellikle son yıllarda kendi aralarındaki sorunları geride bırakarak ve kendi aralarında iş birliğini arttırarak bölgede istikrarı sağladılar, ekonomik gelişmeyi arttırdılar. Buna paralel olarak doğal olarak bağımsızlıklarını da daha fazla pekiştirmiş oldular. Türkiye, Çin ve Rusya ile geliştirilen münasebetler de bu sürecin bir parçası oldu. Dolayısıyla eski “yeni” oyuncunun bölgeye dönüşü cumhuriyetlere birtakım avantajlar sağlasa da bölgedeki düzen ve istikrarın korunması da rekabetin yeni gerginliklere dönüşmemesi de son derece önemli.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 17 Kasım 2025’te yayımlanmıştır.



